06 May 2025

Gazze: İsrail'in politika değişikliği ve derinleşen kriz

İsrail'in Mayıs 2025'te Gazze politikasındaki radikal değişim, "Gideon'un Arabaları Operasyonu" ile kalıcı işgal ve zoraki göç sinyalleri veriyor. Derinleşen insani kriz, tartışmalı özel yardım modeli ve uluslararası hukukun sınanmasıyla Gazze belirsiz bir geleceğe sürükleniyor.

Mayıs 2025'in ilk günlerinde İsrail kabinesinden sızan ve kısa sürede resmiyet kazanan kararlar, Gazze Şeridi'nde yedi ayı aşkın süredir devam eden çatışmalarda yeni ve endişe verici bir sayfanın açıldığına işaret etti. 7 Ekim 2023'te başlayan ve bölgeyi benzeri görülmemiş bir yıkıma sürükleyen olaylar zincirinin ardından, İsrail'in Gazze politikasında köklü bir değişikliğe gittiği anlaşıldı. Bu değişiklik, askerî operasyonların "genişletilmesi" kararını ve uluslararası alanda büyük tartışmalara yol açan yeni bir insani yardım dağıtım modelini içeriyordu. Bu adımlar, zaten Ocak-Mart 2025 arasındaki kırılgan ateşkesin 18 Mart'ta çökmesi ve 2 Mart itibarıyla Gazze'ye yönelik tam bir insani yardım ve ticari mal ablukasının başlatılmasıyla derinleşen insani krizi daha da ağırlaştırma potansiyeli taşıyordu. 9 Mart'tan itibaren elektriğin de tamamen kesilmesi, savaşın harap ettiği bölgedeki yaşam koşullarını dayanılmaz bir noktaya getirmişti.  

“Gideon'un Arabaları Operasyonu”: Kalıcı işgal ve demografik değişim

İsrail güvenlik kabinesinin 4-5 Mayıs 2025 tarihlerinde oybirliğiyle onayladığı ve "Gideon'un Arabaları" olarak adlandırılan yeni askerî plan, önceki "baskın temelli" taktiklerden radikal bir kopuşu simgeliyordu. Resmî hedefler, Hamas'ın kalan askerî ve yönetimsel kapasitesinin tamamen yok edilmesi ve Gazze'de tutulan İsrailli rehinelerin tamamının geri getirilmesi olarak deklare edildi. Ancak planın detayları, hedeflerin çok daha ötesine geçtiğini ve Gazze Şeridi'nin "işgalini" ve ele geçirilen toprakların süresiz olarak "tutulmasını" içerdiğini ortaya koyuyordu. Başbakan Binyamin Netanyahu'nun "Artık gir-çık yapmayacağız" şeklindeki net ifadesi, bu stratejik eksen kaymasını teyit ediyordu. İşgal edilen bölgelerde Hamas'ın geri dönüşünü engellemek amacıyla kalıcı bir askerî varlık öngörülmesi, İsrail'in uzun vadeli bölgesel hâkimiyet arayışında yeni bir doktrin değişikliğine gittiğini gösteriyordu.  

Bu yeni askerî doktrinin en tartışmalı unsurlarından biri, temizlenen bölgelerin "Refah modeline" göre yönetileceği açıklamasıydı. Bu model, tehditlerin "düzleştirildiği" ve alanın bir güvenlik bölgesinin parçası hâline getirildiği, potansiyel olarak kalıcı fiziksel değişiklikler ve kapsamlı yıkım anlamına gelen bir yaklaşımdı. Bu durum, İsrail'in daha önce Batı Şeria'nın bazı bölgelerinde uyguladığı stratejileri akıllara getiriyordu.  

Planın bir diğer kilit bileşeni ise "Gazze nüfusunun tamamının" veya "çoğunluğunun" savaş bölgelerinden (Kuzey Gazze dâhil) güneyde belirlenmiş "steril" bölgelere "büyük ölçekli tahliyesi" veya taşınmasıydı. İsrail tarafı, bu tahliyenin sivilleri Hamas savaşçılarından ayırarak İSK'ya operasyonel hareket serbestisi sağlamak ve sivilleri "korumak" amaçlı olduğunu belirtse de tahliyenin ölçeği ve askerî operasyonlarla doğrudan bağlantısı, bunun yalnızca insani bir tedbir olmaktan çok, askerî stratejinin ayrılmaz bir parçası olduğunu düşündürüyordu. Eş zamanlı olarak Gazze sakinleri için bir "gönüllü transfer programı" veya "gönüllü göç" planının gündeme getirilmesi, uluslararası hukuk kapsamında zorla yerinden etme endişelerini zirveye taşıdı. Bu plan, dönemin ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze'nin boşaltılması ve yeniden yapılandırılması yönündeki önerileriyle ilişkilendirildi ve başta Mısır ve Ürdün olmak üzere Arap ülkeleri tarafından sert bir dille kınandı ve reddedildi. İsrail'in bu planı kolaylaştırmak için bir ofis kurduğu iddiaları, 1948 Nekbe'sini hatırlatarak Filistinlilerin kalıcı olarak yerinden edilme korkularını derinleştirdi. Genişletilmiş operasyonu desteklemek amacıyla "on binlerce" yedek askerin göreve çağrılması da durumun ciddiyetini ortaya koyuyordu.  

Operasyonun zamanlaması ve aşamalandırılması da dikkat çekiciydi. "Gideon'un Arabaları"nın Başkan Trump'ın mayıs ortasındaki Körfez ziyaretinden sonra başlamasının beklenmesi, rehine müzakereleri için bir "fırsat penceresi" yaratırken aynı zamanda bir son tarih belirliyordu. Operasyonun aşamalı olacağı ve aylarca sürmesinin beklendiği, ilk hedeflerin ise muhtemelen Kuzey Gazze'yi de içereceği anlaşılıyordu. Planın uzun vadeli yönetim detaylarındaki belirsizlik ve "işgal" ile "toprak tutma" söylemi, ilhak ve yeniden yerleşim isteyen aşırı sağcı unsurların operasyonu kendi maksimalist hedefleriyle uyumlu olarak yorumlamasına olanak tanıyan bir muğlaklık yarattı. Bu durum, bazı askerî figürlerin öncelikli olarak güvenlik odaklı niyetlerine rağmen, planın doğası gereği aşırı sağın siyasi hedeflerini potansiyel olarak ilerletebileceğini gösteriyordu.  

İnsani uçurumun eşiğinde: Kuşatma altındaki Gazze

İsrail'in yeni askerî stratejisi, zaten Mart 2025'ten beri devam eden ve Gazze'yi insani bir felaketin eşiğine getiren tam abluka koşullarında şekillendi. 2 Mart 2025'te başlayan ve Gazze'ye yönelik insani yardım ve ticari malların girişini tamamen engelleyen abluka, 9 Mart'ta elektriğin de kesilmesiyle daha da ağırlaştı. Bu, savaşın başlangıcından bu yana uygulanan en uzun süreli abluka olarak kayıtlara geçti. Uluslararası toplum, BM, AB, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi aktörler, bu ablukayı potansiyel bir toplu cezalandırma ve uluslararası insancıl hukukun ihlali olarak kınadı.  

Ablukanın sonuçları Gazze'de hızla kendini gösterdi. Nisan 2025 sonu itibarıyla Dünya Gıda Programı'nın (WFP) gıda stokları tamamen tükendi. BM destekli fırınlar kapandı, toplum mutfaklarının malzemeleri tükendi. BM sözcüsü Olga Cherevko, Gazze Şehri'ndeki ana gıda deposunun boş olduğunu belirtti. Gıda fiyatlarında dramatik artışlar yaşandı; özellikle un fiyatları %700'den fazla artarak bir çuval unun fiyatı 50 şekelden 1.200 şekele ($330) fırladı. Diğer temel gıda maddelerinde de benzer artışlar görüldü. İnsanların açlıkla mücadelesi, "Her gece aç uyuyoruz" gibi ifadelerle ve azalan kişisel stoklara veya çöplerden yiyecek aramaya bağımlı hâle gelmeleriyle kendini gösterdi. BM kuruluşları ve STK'lar, açlık, yetersiz beslenme ve potansiyel kıtlık koşulları konusunda sürekli uyarılarda bulundu. Kasım 2024'te IPC Kıtlık İnceleme Komitesi, Nisan 2025'e kadar kıtlık riski konusunda uyarıda bulunmuştu.  

Sağlık sistemi de çöküşün eşiğindeydi. Hastaneler, artan sayıda yaralıyla başa çıkamazken, abluka nedeniyle temel ilaçlar, aşılar (rota aşısı tamamen tükenmişti), kan ürünleri ve tıbbi ekipman temin edilemiyordu. Sağlık tesislerine ve çalışanlarına yönelik saldırılar da durumu ağırlaştırıyordu. Mayıs 2025 başı itibarıyla Gazze Hükûmeti Medya Ofisi, çoğu çocuk, hasta ve yaşlı olmak üzere en az 57 Filistinlinin açlıktan öldüğünü bildirdi. Janan Saleh al-Sakafi adlı bebeğin ölümü gibi spesifik vakalar rapor edildi. UNICEF, 2025 yılının başından itibaren 9.000'den fazla çocuğun akut yetersiz beslenme tedavisi için hastaneye başvurduğunu bildirdi. Durumun vahameti ve temel gıda maddelerine erişimin olmaması, açlığın doğrudan veya dolaylı olarak ölümlerde önemli bir rol oynadığını gösteriyordu.  

Tarımsal üretim de büyük bir yıkım yaşadı. Gazze'nin güneyindeki tarım arazileri İsrail işgali altındaydı. Seraların büyük bir kısmı ve balıkçı filosunun önemli bir bölümü hasar görmüş veya yok edilmişti. Hayvancılık sektörü de ağır darbe almış, özellikle tavuk popülasyonu savaş öncesi seviyesinin sadece %1'ine düşmüştü. Yıkılan evler, biriken katı atıklar, temiz suya erişim eksikliği (insanları suyu tekrar tekrar kullanmaya zorlayan), hasarlı su ve sanitasyon (WASH) tesisleri ve insanların atık yığınlarının yanında çadırlarda yaşaması gibi faktörler yaşam koşullarını son derece zorlaştırıyordu. Nüfusun %90'ından fazlası yerinden edilmişti ve birçoğu defalarca yer değiştirmek zorunda kalmıştı. Ateşkesin çökmesinden sonra da can kayıpları yüksek seyretti; sadece 18 Mart'ta 404 kişi öldürüldü, 18 Mart-30 Nisan arasında 2.308 kişi öldürüldü ve 22-30 Nisan arasında 437 kişi öldürüldü. Mayıs 2025 itibarıyla toplam ölü sayısı 52.000'i aşmıştı.  

Ablukanın süresi ve kapsamı, BM kuruluşları ve STK'ların kıtlık ve felaket uyarılarına rağmen devam etmesi, bunun tesadüfi lojistik sorunlardan ziyade bilinçli bir İsrail politikası olduğunu düşündürüyordu. Bu politika, uluslararası insancıl hukuk kapsamında toplu cezalandırma ve açlığın bir savaş silahı olarak kullanılması konularında ciddi sorular doğuruyordu. İsrail'in Gazzelilerin yeterli gıdaya sahip olduğu ve Hamas'ın yardımı çaldığı iddiaları ile BM/WFP'nin tükenmiş stoklar ve kıtlık uyarıları arasındaki çelişki, insani durum hakkında çelişkili anlatıların varlığını ve potansiyel bir bilgi savaşını gösteriyordu. İsrail'in bölgeye erişimi kontrol etmesi, bağımsız doğrulamayı da kısıtlamıştır.

Yardım paradigmalarında bir değişim: Özel yüklenici modeli ve uluslararası tepkiler

İnsani krizin bu denli derinleştiği bir ortamda İsrail, mevcut yardım dağıtım mekanizmalarını devre dışı bırakarak tamamen yeni ve tartışmalı bir model önerdi. Bu yeni yardım planının temel gerekçesi, Hamas'ın yardımları kontrol etmesini veya yönlendirmesini engelleyerek grubun yönetimini ve finansmanını zayıflatmaktı. Plan, Güney Gazze'de (başlangıçta Refah bölgesi, Morag ve Netzarim koridorları arasında) sınırlı sayıda (başlangıçta 1-2 pilot, potansiyel olarak 4-10) "dağıtım merkezi" veya "hub" kurulmasını öngörüyordu. Lojistik ve merkezlerin iç güvenliğinin yönetiminde "özel Amerikalı yükleniciler" / "paralı askerler" / "özel güvenlik şirketleri" merkezi bir rol oynayacaktı. Belirlenen şirketler arasında Safe Reach Solutions (lojistik/planlama, eski CIA görevlisi Phil Reilly liderliğinde) ve UG Solutions (güvenlik, eski Yeşil Bereli Jameson Govoni liderliğinde) yer alıyordu. Yüklenicilerin finansmanının, ABD hükûmetinin de dahil olduğu iddia edilen, İsviçre merkezli "belirsiz bir uluslararası vakıf" ("Gazze İnsani Yardım Vakfı") aracılığıyla sağlanması planlanıyordu. Ancak bu vakfın detayları hakkında yeterli bilgi bulunmuyordu. İSK'nın rolü, yardım konvoylarının yollarını ve merkezlerin dış çevresini güvence altına almakla sınırlıydı; doğrudan yardım dağıtımına katılmayacaktı.  

Planlanan başlangıç yardım hacmi, Kerem Şalom geçişinden günde yaklaşık 60 kamyondu. Bu, savaş öncesi seviyelerin (~500 kamyon/gün) ve Ocak-Mart 2025 ateşkesi sırasında ulaşılan zirve seviyelerin (600-700 kamyon/gün) oldukça altındaydı. Dağıtım sürecinde, her aileden kayıtlı bir temsilcinin, iki hafta (veya bir hafta) yetecek şekilde gıda ve hijyen ürünleri içeren bir paket alması öngörülüyordu. Tarama ve bildirim için yüz tanıma teknolojisi ve SMS uyarılarının kullanılması planlanıyordu.  

Bu model, yardım dağıtımını insani yardım odaklı bir modelden (BM/STK'lar tarafından yürütülen) güvenlik merkezli bir modele kaydırıyordu. İsrail'in güvenlik endişelerini (yardımın yönlendirilmesini önleme) insani ilkelere (tarafsızlık, yansızlık, ihtiyaca dayalı erişim) göre önceliklendiren bir yapı öngörüyordu. Önerilen yardım hacminin yetersizliği, planın acı durumu hafifletmekten çok kontrolü sürdürme ve baskı uygulama amacı taşıyor olabileceğini düşündürüyordu. Özel ABD yüklenicilerinin kullanılması, çatışma bölgesindeki yardım dağıtımı sırasında hesap verebilirlik, yasal yargı yetkisi ve olası inkâr edilebilirlik gibi karmaşık konuları gündeme getirdi.  

İsrail'in yeni yardım planı, Gazze'de faaliyet gösteren BM kuruluşları (OCHA, UNRWA, WFP, UNICEF vb.) ve uluslararası STK'lar tarafından güçlü ve birleşik bir şekilde reddedildi. Reddin temel nedenleri arasında planın temel insani yardım ilkelerini ihlal etmesi, askerî bir stratejinin parçası olarak yaşamı sürdüren malzemeler üzerinde kontrolü güçlendirmek için tasarlanmış bir "baskı taktiği" veya "yardımı silahlaştırma" girişimi olması, sivilleri yardım toplamak için askerîleştirilmiş bölgelere sürükleyerek hem sivillerin hem de yardım çalışanlarının hayatını tehdit etmesi, yardım dağıtımının merkezileştirilmesinin daha fazla zorla yerinden edilmeye katkıda bulunacağı endişesi ve sınırlı sayıdaki merkezin nüfusun büyük bir kısmına ulaşamayacağı eleştirileri yer alıyordu. Hamas da İsrail'in planını "siyasi şantaj" ve "açlık politikasının" bir uzantısı olarak nitelendirerek reddetti. İsrailli yetkililer, STK'ların sonunda teslim olup iş birliği yapacaklarını umsa da BM ve STK'ların kesin ret beyanları bu beklentinin gerçekleşmeyeceğini gösteriyordu. ABD Dış İşleri Bakanlığı'ndan bir yetkilinin BM/STK tutumunu eleştirerek onları Hamas ile aynı tarafta olmakla suçlaması da dikkat çekiciydi.  

Parçalanmış konsensüs: Son oyuna ilişkin İsrail perspektifleri

5 Mayıs kararı, İsrail içinde Gazze'nin geleceğine dair derin görüş ayrılıklarını ve farklı stratejik öncelikleri gün yüzüne çıkardı. Hükûmetteki aşırı sağcı figürler, özellikle Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, operasyonu Gazze'nin, kalıcı işgali, yeniden yerleşimi ve ilhakı için bir fırsat olarak gördüler. Smotrich, rehineler karşılığında bile işgal edilen topraklardan geri çekilme olmayacağını belirtti. "Gönüllü göç" fikrini aktif olarak desteklediler. Ben-Gvir'in gıda depolarını bombalama ve elektriği tamamen kesme çağrısı bu maksimalist ve acımasız yaklaşımı yansıtıyordu.  

Buna karşılık, askerî kanadın, aşırı sağın aksine, öncelikli olarak Hamas'ı yenilgiye uğratma ve silahsızlandırma operasyonel hedefine odaklandığı bildirildi. Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir'in, kabineyi tam ölçekli bir "işgal" operasyonunun rehineleri tehlikeye atabileceği ve hükûmetin tüm hedeflerini karşılayacak yeterli muharip gücün olmadığı ve yedek kuvvetlerin yıprandığı konusunda uyardığı belirtildi. Yedek asker katılımında düşüş olduğuna dair raporlar da mevcuttu. Askerî yetkililerin uzun vadeli işgal ve yerleşim fikrinden "dehşete düştüğü" ve Zamir'in, Ben-Gvir'in şeridi aç bırakma çağrısına uluslararası hukuk yükümlülüklerini gerekçe göstererek karşı çıktığı bildirildi.  

Başbakan Netanyahu'nun ise siyasi olarak hayatta kalmak için aşırı sağın desteğine ihtiyaç duyarken, askerî gerçekler ve potansiyel ABD baskısıyla yüzleştiği bir denge politikası izlediği görülüyordu. Operasyonu Hamas'ı yenmek ve rehineleri kurtarmak için gerekli olarak çerçeveledi ve aynı zamanda Trump'ın "gönüllü ayrılış" planını desteklemeye devam etti. Rehine ailelerinin öfkesi dikkat çekiciydi; planı sevdiklerini "feda etmek" olarak gördüler. Hükûmete karşı protestolar düzenlendi ve rehinelerin önceliklendirilmesi çağrıları yapıldı. Anketler, halkın Netanyahu'nun güdüleri konusunda şüpheci olduğunu gösteriyordu. Kabinenin kararı (işgal kararını onaylama) ile İSK liderliğinin bildirilen endişeleri (rehine güvenliği, insan gücü, açlık taktiklerinin yasallığı) arasındaki farklılık, siyasi kademe ile askerî komuta arasında savaşın hedefleri, stratejisi ve fizibilitesi konusunda önemli potansiyel sürtüşmelere işaret ediyordu.  

Uluslararası boyut: ABD etkisi, küresel tepkiler ve hukuki hesaplaşma

İsrail'in yeni Gazze stratejisi, uluslararası alanda da önemli yankılar uyandırdı. Başkan Trump'ın yaklaşan Körfez ziyareti (13-16 Mayıs, Suudi Arabistan, BAE, Katar) büyük önem taşıyordu. İsrail'in planının uygulanmasının ziyaretten sonraya ertelenmesi, diplomasi için bir pencere yaratırken aynı zamanda bir son tarih belirliyordu. Trump yönetiminin İsrail'in eylemlerini zımnen desteklediği ve İsrail'e "daha fazla manevra alanı" sağladığı algısı mevcuttu. ABD'nin tartışmalı özel yüklenici yardım planına "açık destek" verdiği belirtildi. Bu algılanan destek, diğer uluslararası aktörlerin çekincelerine rağmen İsrail hükûmetini Gazze'de daha maksimalist bir strateji izlemeye teşvik etmiş olabilir. Trump'ın Gazze'nin ABD kontrolüne/mülkiyetine geçmesi, Filistinlilerin yerinin değiştirilmesi ve bölgenin yeniden geliştirilmesi yönündeki "Riviera" planı da gündemdeydi ve Netanyahu'nun bu planın "gönüllü ayrılış" yönünü desteklemeye devam ettiği kaydedildi.  

Avrupa Birliği (AB), genişletilmiş askerî plana ilişkin endişelerini dile getirerek itidal çağrısında bulundu ve daha fazla sivil kayıp ve acı yaşanacağı uyarısında bulundu. E3 ülkeleri (Fransa, Almanya, İngiltere) yardım ablukasını kınadı. Fransa Dış İşleri Bakanı bu planı "kabul edilemez" olarak nitelendirdi. Arap ülkeleri ise Trump'ın yer değiştirme/Riviera planını ve Filistinlilerin zorla yerinden edilmesini oybirliğiyle reddetti. Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve BAE'nin 1 Şubat'ta ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği mektup bu tutumu teyit ediyordu. Körfez İş Birliği Konseyi (KİK) yardım ablukasını ve İsrail'in ihlallerini kınadı. Katar, İsrail'in yerinden etme politikalarını kınadı ve Netanyahu'nun eleştirilerini reddetti. BAE, Filistin haklarına ve iki devletli çözüme desteğini teyit etti. Ancak sağlanan materyallerde Suudi Arabistan, BAE veya Katar'dan 5 Mayıs İsrail kabine kararına doğrudan bir resmî tepki bulunmamaktadır.  

Gazze'deki eylemler, uluslararası hukuk kapsamında da yoğun bir inceleme altındaydı. Özellikle yardım ablukası ve sivil kayıplar, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde önemli endişelere yol açmıştı. UCM Savcısı Kerim Han'ın Mayıs 2024'te İsrailli liderler (Netanyahu, Gallant) ve Hamas liderleri hakkında tutuklama emri başvurusunda bulunduğu belirtildi. Netanyahu ve Gallant'a yönelik suçlamalar arasında, sivilleri aç bırakmanın bir savaş yöntemi olarak kullanılması, kasten büyük acıya veya ciddi bedensel zarara yol açma, kasten öldürme, sivillere yönelik kasıtlı saldırılar ve insanlığa karşı suçlar yer alıyordu. Bu suçlamalar, Mart-Mayıs 2025 arasındaki uzun süreli yardım ablukası ve yeni askerî/yardım planının potansiyel sonuçlarıyla doğrudan bağlantılıydı. UAD'de devam eden Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı soykırım davası ve UAD'nin İsrail'e soykırımı önlemesi ve insani yardıma izin vermesi yönündeki önceki geçici tedbir kararları da önemli bir hukuki arka plan oluşturuyordu. BM Genel Kurulu'nun talebi üzerine UAD'nin, İsrail'in işgalci güç olarak BM/insani yardım operasyonlarını ve yardım dağıtımını kolaylaştırma yükümlülüklerine ilişkin ayrı bir danışma görüşü süreci yürüttüğü ve Mart-Mayıs ablukası nedeniyle UAD'nin soykırım davasında yeni geçici tedbirler alması yönünde çağrılar yapıldığı belirtildi.  

Stratejik görünüm: Belirsiz işgal, kontrolün etkileri ve uzun vadeli riskler

İsrail'in Gazze'ye yönelik yeni stratejisinin uzun vadeli sonuçları konusunda ciddi endişeler bulunmaktadır. İsrail'in uzun vadeli işgal peşinde koşması durumunda, Hamas veya daha geniş çaplı silahlı direnişin sürdürülebilir bir ayaklanmaya dönüşme olasılığı yüksektir. Hamas'ın dayanıklılığı ve potansiyel olarak gerilla taktiklerine geçişi bu riski artırmaktadır. İSK'nın Gazze üzerinde uzun vadeli kontrolü sürdürmesinin zorlukları bulunmaktadır. Yedek askerlerin yorgunluğu/isteksizliği, yoğun kentsel ortam ve nüfusun düşmanlığı gibi faktörler, askerî açıdan sürdürülebilirliği sorgulatmaktadır. Genelkurmay Başkanı Zamir'in yetersiz asker uyarısı da bu endişeleri doğrulamaktadır.  

Uzun süreli bir işgalin İsrail'e getireceği ekonomik yük (yönetim maliyetleri, güvenlik harcamaları, İsrail ekonomisi ve kredi notu üzerindeki potansiyel etki) önemli bir faktördür. Savaşın İsrail ekonomisine maliyetinin 2023-2025 dönemi için 55,6 milyar doları bulabileceği tahmin edilmektedir. Gazze'nin yeniden inşasının tahmini maliyeti ise 53 milyar doların üzerindedir ve savaşın yarattığı ekonomik yıkım zaten çok büyüktür.  

"Ertesi gün" için net bir yönetim planının olmaması büyük bir belirsizlik yaratmaktadır. Olası senaryolar arasında belirsiz süreli İsrail askerî yönetimi, kaos, Hamas'ın yeniden güçlenmesi veya Filistin Yönetimi'nin tartışmalı geri dönüşü bulunmaktadır. İsrail'in stratejisinin bölgeyi daha da istikrarsızlaştırma, Mısır, Ürdün ve Körfez ülkeleriyle ilişkileri germe ve Suudi Arabistan ile normalleşme çabalarını rayından çıkarma riski bulunmaktadır. En önemlisi, Filistin nüfusunun belirsiz süreli kontrol, potansiyel yerinden edilme, kendi kaderini tayin hakkından yoksunluk ve harap olmuş bir çevre ile karşı karşıya kalması, gelecekteki çatışma döngülerini körükleyebilir.  

Belirsiz bir mücadele ve yıkıcı sonuçlar

İsrail'in 5 Mayıs 2025 tarihli politika değişikliği, Gazze Şeridi'ndeki çatışmanın seyrinde önemli ve potansiyel olarak geri dönülmez bir dönüm noktası olmuştur. "Gideon'un Arabaları Operasyonu" adı altında planlanan askerî harekâtın genişletilmesi ve potansiyel olarak kalıcı işgale yönelik adımlar atılması, önceki stratejilerden radikal bir kopuşu temsil etmektedir. Bu karar, Hamas'ın askerî ve yönetimsel kapasitesini yok etme ve rehineleri kurtarma hedeflerini beyan etse de İsrail içindeki aşırı sağcı unsurların uzun süredir devam eden ilhak ve yeniden yerleşim hedeflerine de kapı aralamıştır. Askerî liderliğin, operasyonun fizibilitesi, rehine güvenliği ve uluslararası hukuk konusundaki çekinceleri ile siyasi iradenin maksimalist hedefleri arasındaki gerilim, kararın karmaşıklığını ve içsel çelişkilerini ortaya koymaktadır.  

Eş zamanlı olarak uygulamaya konulması planlanan yeni yardım dağıtım modeli, insani yardımın doğasını temelden değiştirme potansiyeli taşımaktadır. BM ve STK'ların yerleşik sistemlerini devre dışı bırakarak özel ABD'li güvenlik yüklenicilerini ve sıkı İsrail kontrolünü merkeze alan bu plan, insani yardım ilkeleriyle açıkça çeliştiği gerekçesiyle uluslararası toplum tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş ve reddedilmiştir. Planın önerdiği son derece sınırlı yardım hacmi ve kısıtlı dağıtım mekanizması, mart ayından beri devam eden ve Gazze'yi açlık ve salgın hastalıkların pençesine iten tam ablukanın yarattığı insani felaketi hafifletmekten çok, kontrolü artırma ve baskı uygulama aracı olarak tasarlandığı yönündeki eleştirileri güçlendirmiştir.  

Bu politika değişikliğinin uzun vadeli sonuçları belirsizliğini korumakla birlikte, mevcut veriler endişe verici bir tablo çizmektedir. Potansiyel bir yeniden işgal, maliyetli ve sürdürülemez bir askerî bataklığa yol açabilir, bölgesel istikrarsızlığı artırabilir ve İsrail'in uluslararası izolasyonunu derinleştirebilir. Gazze için net bir "ertesi gün" planının olmaması, yönetim boşluğu ve kaos riskini beraberinde getirmektedir. En önemlisi, bu strateji, zaten tarifsiz acılar çeken Gazze halkı için insani krizi daha da derinleştirme ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını tamamen ortadan kaldırma tehlikesi taşımaktadır. Mayıs 2025 itibarıyla İsrail hükûmetinin seçtiği yol, Gazze çatışmasını potansiyel olarak belirsiz bir mücadeleye dönüştürerek, Filistinliler için yıkıcı sonuçlar doğuracak ve İsrail ile bölge için önemli uzun vadeli riskler yaratacak şekilde görünmektedir. Uluslararası hukukun ve insani ilkelerin açıkça sınandığı bu kritik dönemde, sürdürülebilir bir barışa giden yol her zamankinden daha uzak görünmektedir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...