29 Temmuz 2025

Fransa, Filistin’i tanıyacak: Sembolik mi, caydırıcı mı?

Gazze’de uygulanan sistematik açlık ve soykırım politikalarına tepkiler çığ gibi büyürken Macron, eylülde yapılacak BM Genel Kurulu’nda Filistin devletini resmen tanıyacaklarını duyurdu. Karar ABD, İngiltere, Almanya ve bölgede büyük ses getirdi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Filistin devletini tanıma kararı aldı. Eylülde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda resmî olarak bildirileceği açıklanan karar hakkında X hesabı üzerinden paylaşımda bulunan Macron, “Fransa’nın adil ve kalıcı bir barışa yönelik tarihsel taahhüdüne sadık kalarak, Filistin devletini tanımasına karar verdim. Gazze güvenli hâle getirilip yeniden inşa edilmeli, Filistin devleti kurulmalı ve ayakta kalması sağlanmalı, Hamas'ın silahsızlanmayı kabul ederek ve İsrail’i tanıyarak Orta Doğu’da herkesin güvenliğine katkı sunmasına izin verilmeli” ifadesini kullandı.

Avrupa’nın en büyük Yahudi nüfusuna ve Batı Avrupa’nın en büyük Müslüman nüfusuna sahip Fransa, bu kararla birlikte Filistin devletini resmen tanıyan İspanya, İrlanda, İsveç, Romanya, Macaristan ve Bulgaristan’la birlikte 12. Avrupa ülkesi ve 148. dünya ülkesi olacak. Ancak daha da önemlisi ilk kez Batılı bir BM Güvenlik Konseyi üyesi ülke Filistin’i tanıyacak.

Filistin’den teşekkür, İsrail’den kınama

Macron’un açıklamasının ardından ilk tepkiler Filistin ve İsrail’den geldi. Filistin Devlet Başkan Yardımcısı Hüseyin eş-Şeyh, Fransa'nın kararını memnuniyetle karşıladıklarını belirtip Macron’a teşekkürlerini bildirdi. Eş-Şeyh, Macron’un bu kararla Fransa'nın uluslararası hukuka bağlılığını, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme ve bağımsız bir devlet kurma hakkına verdiği desteği gösterdiğini vurguladı. İsrail’den ise karara “şiddetli kınama” geldi. Filistin devletinin başka bir “İran vekili” olacağını öne süren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, "Açık konuşalım, Filistinliler ‘İsrail'in yanında’ değil, ‘İsrail'in yerine’ bir devlet istiyor” iddiasında bulundu.

İsrail’den sonra bir tepki de ABD’den geldi. ABD hükûmetinin başta gelen Evanjelik isimlerinden Dışişleri Bakanı Marco Rubio, kararın “Hamas propagandasına hizmet ettiğini" ve "7 Ekim'de hayatını kaybedenlerin yüzüne atılmış bir tokat" niteliğinde olduğunu savundu. ABD Başkanı Donald Trump ise Macron’u sevdiğini, “fena bir adam olmadığını” ancak açıklamasının herhangi bir önemi bulunmadığını iddia etti.

Avrupa’dan farklı sesler

Macron’un ağustosta yapılması planlanan ancak 7 Ekim Saldırısı sonrası eylüle ertelenen Filistin gündemli BM Genel Kurulu toplantısına kadar İngiltere ve Almanya’yı da “Filistin devletini tanıma” kararı için ikna etmeye çalıştığı ancak bunda başarılı olamayınca tek taraflı olarak bu adımı attığı belirtiliyor. Nitekim Sınır Tanımayan Doktorlar, Uluslararası Af Örgütü ve Oxfam gibi Batı’nın en prestijli uluslararası örgütlerinin Gazze’de sistematik açlık politikasını ayyuka çıkarmasına rağmen İngiltere Başbakanı Keir Starmer İsrail lehine çekimser tutumunu sürdürüyor. Macron’un kararının ardından Starmer, Filistin devletinin tanınması isteğinin “meşru” olduğunu belirtmekle birlikte bunun, “ateşkesin sağlanması” ve “barışın sağlanması” süreçlerinin içinde alınması gereken bir karar olduğunu söyledi. Bu da “tanıma” kararını ne olduğu belirsiz bir sürece ötelemek anlamına geliyor. 7 Ekim Saldırısı’ndan beri Tel Aviv hükûmetinin yürüttüğü soykırım politikasını kayıtsız, şartsız destekleyen Almanya ise kısa vadede bir “tanıma” gündemlerinin olmadığını kaydetti. Biraz güneye inildiğinde de Fransa’yla Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da sık sık çıkar çatışmasına giren İtalya’nın “gerçek bir Filistin devleti olmadan” alınacak bir “tanıma” kararının "ters etki yapabileceği” üzerinde durarak çekimser kanatta yerini aldığı görüldü.

“Arkasındaki mantık” ne?

Macron’un kararı uluslararası arenada olduğu kadar Fransa’nın kaynayan iç siyasetinde de büyük ses yarattı. Charles de Gaulle’cü çizginin merkezi oluşturduğu Fransız siyaset yelpazesinin solundaki Jean-Luc Mélenchon ve partisi Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) alınan kararı “ahlaki zafer” olarak alkışlasa da “Neden eylül?” sorusunu sormayı ve İsrail’le yürürlükteki silah anlaşmalarına dikkat çekmeyi ihmal etmedi. Yelpazenin sağındaki Marine Le Pen ve partisi Ulusal Birlik (RN) ise kararın Hamas’a “meşruiyet” sağladığını öne sürdü.

25 Temmuz’da çıkan Le Monde gazetesinin başyazı, Macron’un kararının arkasındaki mantığı şu spotla duyurdu: “Gazze neredeyse tamamen yıkılmak üzereyken ve İsrail hükûmeti yürüttüğü etnik temizliği normalleştirmeye çalışırken ‘gecikme’ ve eylemsizlik artık kabul edilemez.”  Burada Fransa’nın aynı kararı alması için ikna etmeye çalıştığı İngiltere, Almanya gibi Avrupa ülkelerinin kastedildiği açık. Nitekim bu “erteleme” devam ettiği sürece ortada bir Filistin devleti kalmayacağını, dolayısıyla “iki tarafın uzlaşması” sonucunda bir Filistin devleti kurulması gibi bir ihtimalin artık kalmadığını vurgulayan gazetede “İki devletli çözüm için artık çok geç olabilir. Beklemek ve hiçbir şey yapmamak ise yalnızca eninde sonunda tanınacak hiçbir şeyin kalmamasını sağlar” ifadeleri yer aldı.

Gazetede, 1967 sınırları dâhilinde iki devletli çözümü savunan, Filistin kadar İsrail’in de var olma hakkı olduğunu dile getiren, bu sebeple de Hamas’a oldukça mesafeli yaklaşan Gaulle’cü hareketin eleştirilerine de şu şekilde cevap veriyor:

“Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 1988 ve 1993’te İsrail’i tanımasının ardından iki devletli çözüm İsrail’in meşruiyetini güçlendirecek ve Hamas’ın kesin yenilgiye uğramasını da garanti altına alacaktı. İki devletli çözüm, kontrol altına alınamayan İsrail’in demokratik yapısını terk etmesine ve Filistinlilere apartheid rejimi uygulamasına yol açmasına karşı da bir garanti sağlıyordu. Bu değerlerden -artık riskli olduğu için- vazgeçmek teslimiyetin onaylanmasıdır. Ya Filistin bir adaletsizliği temsil ettiğinden ona karşı çıkmak gerekir ya da Filistinlileri kurtarmak ve İsraillileri ‘kendilerinden korumak’ için onu tanımak gerekir.”

Haaretz: Macron haklı

Hamas’ı denklemin dışına itmek ve artık çığrından çıkan Tel Aviv’in aşırı sağcı hükûmetini dizginlemek olarak özetlenebilecek bu politikayı aslında İsrail toplumun en az yarısını oluşturan Netanyahu karşıtları da savunuyor.

Ülkenin seküler-liberal kesiminin en prestijli gazetesi Haaretz’in 27 Temmuz’da çıkan başyazısı, Le Monde’dakine paralel şekilde yapılan eleştirilere karşı Macron’un kararının aslında “demokratik İsrail ve Filistin” için de gerekli olduğunu şu sözlerle savunuyor:

“Netanyahu’nun önderliğindeki ölüm, yıkım ve ilhak koalisyonunun ileri gelenleri, Macron’a saldırmadan önce, Fransa’nın başkanının Filistin devletini resmen tanıma yönündeki niyetini açıkladığı paylaşımı sonuna kadar okudular mı, çok şüpheli. Macron’un koşulları arasında İsrail’in tanınması, kurulacak Filistin devletinin demokratikleştirilmesi, Hamas güçlerinin Gazze Şeridi’nden çekilmesi ve bölgenin askerden arındırılması yer alıyor. Dahası, Macron tüm rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’de derhal ateşkes yapılması için de ısrar ediyor. (…) Macron haklı. Yalnızca bir Filistin devletinin kurulacağı iki devletli bir çözüm, Akdeniz ve Ürdün Nehri arasında yaşayan bu iki ulusun normal bir hayat sürmesini sağlayacaktır.”

“Avrupalılar olarak görevimiz…”

Macron’un kararına şüpheci yaklaşanlar olduğu kadar BMGK beşlisinden biri olan Fransa’nın ne olursa olsun atacağı bir adımın caydırıcı nitelik taşıdığını düşünenler ve bu doğrultuda çok daha cesur adımlar atması için çağrıda bulunanlar da var. Örneğin Brüksel merkezli haber sitesi euobserver’da Schams El Ghoneimi’nin kaleme aldığı bir köşe yazısında “Gazze’deki Filistin nüfusunu yok etmekten gurur duyan ve bir gecede 100’ü aşkın Filistinlinin katledilmesinin dünyanın umurunda olmamasıyla övünenler Fransa, Filistin devletini resmen tanıdığında yanılmış olacaklar” gibi iddialı bir cümle kullanıyor.

Ghoneimi, Gazze’deki korkunç açlık politikası devam ederse tekrar gündeme gelebilecek ilginç bir öneri de sunuyor: “Gazze’nin yanı başındaki Fransız ordusu milyonlarca insana yardım götürebilir, bunun için keşke daha fazla siyasi irade olsaydı.”

Yazıda Avrupalılar olarak görevlerinin “Holokost’a hiç katılmamış Filistinliler ve Holokost’un ardından Filistinliler pahasına yaratılan yeni İsrail ulusunun barış ve güvenlik içinde yaşamasını sağlamak” olduğu belirtiliyor ve Fransa’nın da bölgenin eski bir sömürgeci gücü olarak bu görevi yerine getirmekle yükümlü olduğunun altı çiziliyor.

Aslında Macron tam olarak bu görevi üstlenmeye, Berlin’le sürdürdüğü “AB liderliği” yarışında avantajlı bir konuma geçmeye, bölge ülkelerinden şimdi politik ve daha sonra ekonomik “puanlar” toplamaya çalışıyor.

Direniş buna zorladı

Suriye Devrimi sürecinde bölgeden hızla çekilen Rusya’nın arabuluculuk girişiminde başarısız olması bunu Moskova’nın üstlenemeyeceğini göstermişti. İsrail ve İran’ın 12 günlük savaşında da ne kadar etkisiz kaldığını ve güçten düştüğünü bölge ülkelerine bir kez daha kanıtlamış oldu. Çin, Suudi Arabistan ve İran’ı masaya oturttuğunda bölgeye güçlü bir giriş yapsa da bu süreci tıpkı Rusya gibi izlemekle yetindi. İngiltere, Starmer hükûmetinin tereddütleriyle bir süre daha adım atamayacak bir izlenim veriyor. AB ise halihazırda Filistin’i devlet olarak tanımış ülkelerinden İsrail’i büyük bir sadakatle desteklemeye devam eden Almanya’ya oldukça parçalı bir görünüm çiziyor. Fransa bu dağınıklıktan faydalanarak kendisini öne çıkarmak istiyor. 

Tabii ki Fransa’nın burada bir “fayda” görmesinin, bir adım atmak zorunda hissetmesinin en büyük sebebi ise Filistin halkının ikinci yılına yaklaşan direnişi ve İsrail’in bu direnişi kırmak için uyguladığı soykırım politikasının Batılı ülkelerde daha önce hiç tanık olunmamış bir öfke yaratması. Bu öfke, er geç İngiliz ve Alman hükûmetlerini de harekete geçirecek ve geçtiklerinde de önlerinde Macron’u görecekler.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...