
Endonezya karıştı: “1998'in hayaletini canlandırmayalım”
Milletvekillerine tanınan ayrıcalıklar ve polis zırhlısının bir genci ezerek katletmesi, Cakarta’da adaletsizliğe ve devlet-toplum arasındaki güvensizliğe karşı öfke patlamasına yol açtı.
Endonezya birkaç gündür siyasi ve toplumsal bir kırılma anı yaşıyor. Uzun süredir ekonomik zorluklarla boğuşan halk, milletvekillerine sağlanacağı duyurulan yüksek maaşlar ve aylık 3 bin doları bulan konut ödenekleriyle patlama noktasına ulaştı. Bu ayrıcalıklar, yalnızca ekonomik adaletsizliğin sembolü değil, aynı zamanda devlet ve toplum arasındaki derin güvensizliğin de bir göstergesi oldu. Tepkiler kısa sürede sokaklara taşarak kitlesel protestolara dönüştü. Başkent Cakarta’da motosikletli bir kuryenin polise ait bir zırhlı araç tarafından ezilerek katledilmesi ise olayların fitilini ateşleyen an oldu. Bu trajik ölüm, protestoların yalnızca ekonomik ayrıcalıklara değil, polis şiddetine ve otoriter reflekslere karşı da bir isyan niteliği kazanmasına yol açtı.
Gösteriler hızla Cakarta’nın dışına taşarak ülke geneline yayıldı. On binlerce kişi farklı şehirlerde sokaklara çıkarken, talepler arasında yalnızca milletvekili ayrıcalıklarının kaldırılması değil, aynı zamanda polis şiddetinin sorumlularının cezalandırılması da vardı. Çatışmalar şiddetlendi, binalar ateşe verildi, yağmalar yaşandı, protestolar boyunca sekiz kişi hayatını kaybetti ve yüzlerce kişi yaralandı. Protestoların hedeflerinden biri de siyasi elitlerin yaşam alanları oldu. Endonezya Devlet Başkanı Prabowo Subianto liderliğindeki milliyetçi ve sağ-popülist Gerindra Partisi’nin kadrolarının evine hapsolduğu bu “av” sürecinde Maliye Bakanı Sri Mulyani Indrawati’nin Bintaro’daki evi talan edilirken, milletvekilleri Ahmad Sahroni, Eko Patrio ve televizyon sunucusu Uya Kuya’nın evleri de benzer şekilde yağmalandı. Temsilciler Meclisi Başkanı Puan Maharani’nin Menteng’deki evi kuşatıldı. Ancak polis müdahalesi yağmayı engelledi. Bazı durumlarda ise yanlış hedefler seçildi. Şarkıcı Nafa Urbach’ın eski eşi Zack Lee’nin evi, Urbach’a ait sanılarak yağmalandı.
Subianto geri adım attı ama…
Artan baskı karşısında Devlet Başkanı Subianto geri adım atmak zorunda kaldı. Konut ödenekleri iptal edildi, milletvekillerinin yurt dışı seyahatleri için moratoryum ilan edildi ve hükûmet, ifade özgürlüğüne saygı göstereceğini açıkladı. Ancak Subianto, aynı zamanda şiddete başvuran göstericilerin “vatana ihanet” gibi ağır bir suçlamayla yargılanabileceğini söyledi. Bu, İleri Endonezya Koalisyonu’na liderlik eden sağ-popülist iktidarın sarsılan otoritesinin tesisi için gösterileri “aşırıcılar” ve “demokratik protestocular” olarak ikiye bölme çabası olarak yorumlanabilir. Şu ana kadar verilen tavizler bile başından beri sırtını askerî elitlere dayayan -kendisi de eski bir general olan- Prabowo için oldukça yıkıcı bir etkiye sahip. Nitekim merkeziyetçiliği ve güvenlik politikalarını baş ilkesi hâline getiren bu hükûmetler için gösteriler karşısında verilen tavizler “kendini inkâr” anlamına geliyor ve ilk fırsatta protestoculardan “intikam” alınması gerekiyor.
Sokaklardaki tansiyonun bir diğer boyutu ise ekonomide hissedildi. Devletçi, korumacı ve ithal ikameci politikaları savunan, BRICS ile Batılı ülkeler arasında dengeli bir siyaset izlemeye çalışan hükûmetin istikrarını korumak için çok yoğun çaba sarf ettiği ekonomi, protestolarla sarsılmaya başladı. Borsa endeksi %3,6 değer kaybetti, ülkenin para birimi Rupiah hızla değer kaybetti ve Merkez Bankası piyasaya müdahale etmek zorunda kaldı. Hükûmet, yatırımcılara ve halka güvence vermeye çalışarak ekonomik büyümenin korunacağını iddia etti.
ABD ve Çin’in “sömürü” ittifakı
Kriz, uluslararası alanda da yakından izleniyor. Yabancı yatırımcılar için Endonezya, Güneydoğu Asya’nın en büyük ekonomisi ve küresel tedarik zincirinde kritik bir aktör konumunda. Dolayısıyla yaşanan istikrarsızlık, yalnızca yerel piyasaları değil, bölgesel ekonomik dengeleri de tehdit ediyor. Singapur ve Malezya gibi komşu ülkeler, protestoların özellikle sınır ötesi ticarete ve turizme olası etkilerinden endişe duyuyor.
Çin ve ABD de Endonezya’nın güvenlik ve ekonomi politikalarını yakından takip ediyor, zira bu gelişmeler Hint-Pasifik bölgesindeki güç dengelerini etkileme potansiyeline sahip. Ancak ne Çin ne ABD henüz protestocuları destekler bir tutum aldı. Bunun da sebebi açık. İki “süper” güç de dizginsiz sömürü çarklarının işlemesinden yana. Hint-Pasifik’teki bu örtük ittifakın kökeni Sovyetler Birliği’nin etki alanını genişletmesine karşı bölgede kurulan güç birliğine uzanıyor ve bugün de bu anlayış kendisini gösteriyor. Bunun son örneği, Ağustos 2024’te gerçekleşen Bangladeş Devrimi’nde Başbakan Sheikh Hasina’nın ülkeden kaçışı ve yeni hükûmetin kurulmasına giden süreçte iki ülkenin de Geçiş Hükûmeti’ni desteklemesi olmuştu. Myanmar gibi çıkar çatışmalarının yaşandığı bazı örnekler söz konusu olsa da bu iki güç şu ana kadar Hint-Pasifik’te direkt olarak karşı karşıya gelmekten kaçındı. Birçok örnekte Çin, bölge ülkelerinden epey “alacaklı” olduğundan yıkılan iktidarların ardından kurulan geçici hükûmetleri desteklemek ve istikrarı sürdürmek istiyor. ABD ise bölgede Çin’e “daha fazla” eğilimli hükûmetlerin iş başına gelmemesi için -Orta Doğu’da olduğunun aksine- bu tür süreçleri provoke etmekten kaçınıyor.
Şimdi ne olacak?
1 Eylül 2025 itibarıyla, güvenlik önlemleri ülke çapında artırılmış durumda. Polis ve asker büyük şehirlerde konuşlandırılıyor ve protestoculara yönelik gözaltı operasyonları yürütülüyor. Ancak halkın talebi konut ödeneklerinin kaldırılmasıyla sınırlı değil. Yolsuzlukla mücadele, eşitlik ve daha güçlü demokratik reformlar yönünde de sesler giderek yükseliyor. Bu nedenle yaşanan gelişmeler, maaş tartışmalarının ötesinde, ekonomik adaletsizliğe ve siyasi imtiyazlara karşı bir toplumsal patlama olarak okunmalı.
“Dengeli” çizgisiyle öne çıkan ülkenin en eski gazetelerinden Jakarta Post’un başyazısı Endonezya’da yaklaşık çeyrek asır önce çıkan ve etnik çatışmalara da neden olan karışıklık sürecine atıfla “1998’in tekrarı olmasın” gibi uyarı niteliğinde bir başlıkla şu ifadelere yer veriyor:
“Endonezya, 1998’deki demokratik geçişten bu yana en çalkantılı dönemlerinden birini yaşıyor. Bu süreç, sadece liderliği değil, aynı zamanda ağır bedeller ödenerek kazanılmış demokratik değerlere olan bağlılığını da sınayan, Devlet Başkanı Prabowo Subianto için en büyük test niteliğinde.
Subianto pazar günkü konuşmasında -hakkını teslim etmek gerekirse- birkaç doğru noktaya temas etti. Barışçıl protestolara saygı sözü verdi, uluslararası insan hakları sözleşmelerine atıf yaptı ve aşırı polis şiddetini açıkça kınadı. Baskılar sonucunda büyük partiler, milletvekillerinin tartışmalı açıklamaları için özür diledi ya da geri adım attı, bazı yasama ayrıcalıklarını iptal etti ve israf niteliğindeki yurt dışı gezilerine moratoryum getirme sözü verdiler ancak kelimelerin yan yana getirilmesi, ne kadar iyi dile getirilmiş olursa olsun, yeterli değil.”
“Üst düzey liderlik görevden alınmalı”
Yazı şu önerilerle son buluyor:
“Başkan, bu krizin sembolik jestler ya da halkla ilişkiler manevralarıyla yatıştırılamayacağını anlamalı. Yönetim, halkın güvenini kazanmakta ciddiyse, hesaplaşma en tepeden başlamalı. İç soruşturmalar vadetmek bir ilk adım olabilir ancak acil, şeffaf ve kamuya açık sonuçlar olmadan bu soruşturmalar sadece oyalama taktiği olarak görülme riski taşır. Başkan, ciddiyet göstergesi olarak üst düzey liderliğin görevden alınmasını düşünmeli. Aynı derecede önemli olan, Başkan’ın baskıcı içgüdülere geri dönmekten kaçınması. Konuşması, sivil özgürlükleri teyit etmekle anarşiye karşı uyarıda bulunmak arasında dikkatli bir çizgideydi fakat protestocuları ‘vatana ihanetle’ suçlayabilecek ifadeler, tehlikeli tarihsel çağrışımlar uyandırıyor. Hem hükümetin hem de halkın, düzen bahanesiyle geçmişin hayaletlerini yeniden canlandırma lüksü yok. Bırakalım bu, 1998’in tekrarı olmasın. Bu, cesaret, alçakgönüllülük ve sorumlulukla işaretlenmiş bir liderliğin, olgun bir demokrasiye giden yolun başlangıcı olsun.”

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.