
BM Genel Kurulu’nda “diplomasi arayışı”
BM Genel Kurulu’nun 80. oturumu, Trump’ın sert çıkışları ve Netanyahu’nun yalnız konuşmasıyla kurumsal krizin derinliğini gözler önüne serdi. Çok taraflı diplomasinin geleceği, tek taraflı güç politikaları karşısında ciddi bir sınavdan geçiyor.
Birleşmiş Milletler (BM), 1945’te II. Dünya Savaşı sonrasında barışı ve güvenliği korumak için kurulduğundan beri pek çok kriz ve diplomatik gerilim gördü. Ancak geçtiğimiz hafta gerçekleşen 80. Genel Kurul, BM’nin kurumsal tarihi için de önemli noktalarından biri olma potansiyeli taşıyor. Bunun nedeni yalnızca küresel gündemin yoğunluğu ve başta Filistin’de herkesin gözü önündeki soykırım ve diğer insani ve bölgesel krizler değil; aynı zamanda ABD Başkanı Donald Trump’ın genel tavrı ve kürsüde söyledikleriyle, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun, neredeyse boş salona ve yaşanan onca kıyıma rağmen hâlâ koruduğu cüretkâr tavrıyla gerçekleştirdiği konuşması ve Genel Sekreter António Guterres gibi sembol isimlerin -devletlerin reel-politiğe dayalı gündem ve çıkar hesaplarının pek çok insani diplomasi girişimini zedelediği bir dönemde dahi- uzlaştırıcı tavır ve beyanatlarıyla bu Genel Kurul’da bıraktıkları izler oldu.
Bilhassa, ABD Başkanı Trump’ın BM’ye hitabı esnasında ve öncesinde tüm medya organlarına da yansıyan, kimilerine göre oldukça gülünç de sayılabilecek bazı hadiseler, esasen adı geçen siyasetçinin, ABD’nin dünya siyasetindeki ağırlığını da arkasına alarak, BM’ye yönelik neredeyse hasmane olarak özetlenebilecek tutum ve söylemlerini bir kez daha göstermesine vesile oldu. Bu özet yazımızda, Trump’ın esasen sadece BM değil, uluslararası siyasette “liberal kurumsalcı” olarak ifade edilebilecek birçok ortaklığa yönelik tezat görüşleri ve dünyada hızla yükselmeye devam eden tek-taraflı yıkıcı politikalar altında BM’nin ileriye dönük izleyebileceği politikalar hakkında özet bir analiz yapmayı hedefliyoruz.
Liberal kurumsalcılık, Trump ve BM: Çatışmalı bir ilişki
Donald Trump, 2017’deki ilk başkanlık döneminden itibaren uluslararası kuruluşlara kuşkuyla yaklaşmış bir lider. NATO’dan Dünya Sağlık Örgütü’ne, Paris İklim Anlaşması’ndan BM organlarına kadar birçok kurumsal yapıya “ABD’nin çıkarlarını kısıtlayan, bürokratik ve işlevsiz” gibi suçlamalar yöneltmiştir. Trump’ın siyasal felsefesi, ulusal çıkarı önceleyen, kurumları tali gören bir realizmden besleniyor. Bu nedenle uluslararası siyasette liberal kurumsalcı argümanların -yani uluslararası kurumların iş birliğini kolaylaştırıcı rol oynadığı, normlar üreterek çatışmaları azalttığı görüşünün- tam karşısında konumlanıyor.
2025 BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma da bu yaklaşımın en sert ve görünür ifadesi oldu. Trump, göç politikalarından iklim değişikliğine, güvenlikten küresel ticarete kadar pek çok başlıkta BM’yi “etkisiz” ve “kimi kesimlerin kontrolünde” olmakla suçladı. ABD’nin yükümlülüklerini azaltma, finansman katkılarını sorgulama ve ulusal egemenliği ön plana çıkarma vurgusu, konuşmanın bel kemiğini oluşturdu. Ancak bu esnada sadece ABD’de değil, tüm dünyada son dönem iyiden iyiye artan tek-taraflı ve kimi yorumculara göre oldukça “sağ” ve “ayrımcı” nitelikler kazanmaya başlayan yönetim tarzlarının BM aleyhinde yarattığı olumsuz etki ise Trump nezdinde çok da tartışılacak bir başlık olamadı.
Bununla birlikte, Trump’ın konuşmasına yalnızca içerik değil, biçim de damga vurdu. Konuşmanın başında teleprompter’ın çalışmadığını dile getirmesi ve doğaçlama bölümlere yönelmesi, hem medyada hem de diplomatik çevrelerde gündem oldu. Normalde bir anlık teknik bir aksaklık olarak geçiştirilebilecek bu durum, Trump tarafından BM’nin “ciddiyetsizliği” ve git gide “köhne bir yapı” teşkil ettiği yönünde imalar için kullanıldı. Daha da sembolik olan ise Trump ve eşinin Genel Kurul binasına girişinde yaşanan yürüyen merdiven olayıydı. Merdivenin aniden durması üzerine Trump, bunun bir “sabotaj” olabileceğini ileri sürdü. BM yetkilileri bu duruma ilişkin, zorunlu güvenlik önleminin kameramanların ani hareketleri nedeniyle devreye girdiğini, beklenmedik ama zorunlu bir teknik önlem oluştuğunu vurgulasalar da Trump’ın bu olayı siyasal bir “komplo” bağlamına çekmesi, keza kurumsal güvensizliğin bir göstergesi olarak ABD ve dünya medyasına yansımış oldu.
Boş salona konuşmak: Netanyahu’nun cüretkâr tavırları ve BM’ye etkisi
Trump’ın sert çıkışlarından sonra BM kürsüsünde en çok dikkat çeken diğer konuşma, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nunki oldu. Esasen dünyada pek çok ülke yetkilisi ve kamuoyu için hedef tahtasındaki bu gibi bir figürün BM çatısı altına gelmesi ve bir konuşma yapması dahi beklenmeyebilecekken (keza benzer konumda, çoğu kesimce gayrimeşru savaş sürdürmekle suçlanan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin uzun zamandır BM Genel Kurulu vb. faaliyetlerine katılmıyorken), Netanyahu, şüphesiz ABD ve Trump yönetiminden de almaya devam ettiği sonsuz destekle, oldukça da cüretkâr ve kendinden emin tavırla kürsüde konuşmasını gerçekleştirdi. Ancak bu konuşmanın en belirgin özelliği içerikten çok izleyici eksikliği oldu. Genel kurulun yaklaşık yarısı, Netanyahu kürsüye çıktığında salonu terk etti ya da hiç katılmadı. İsrail’in kendi yayın organları da Netanyahu’nun “çoğunlukla boş bir salona” hitap ettiğini yazdılar.
Netanyahu’nun boş salona konuşması, İsrail’in küresel meşruiyet krizini ve BM sahnesindeki yalnızlığını en çıplak hâliyle yansıtmıştır. Öte yandan bu tür bir tablo şüphesiz BM açısından da önemle değerlendirilmelidir. BM’de git gide hâkim olan iki bloklu bir yapıda “ABD-İsrail Ekseni”nin, BM’yi oldukça eleştiren, ulusal çıkar ve güvenlik gerekçeleriyle kurumsal normları geri plana atan bir duruş sergiledikleri, “BM’yi Savunan Blok” olarak nitelendirilebilecek ancak çok çeşitli üyeleri arasına alan grupta ise, “çok taraflılığı, uluslararası hukuku ve Filistin meselesinde BM kararlarını öne çıkaran” bir çoğunluk oluştuğu dikkat çekmektedir.
İlk grupta yani ABD’yi arkasına alan İsrail ve bir kısım ülkenin, sayıca az olsalar da, BM için en önemli zararını ise bu noktada belirtmekte fayda vardır. Bu da başta bütçe, bina ve ilgili diğer idari konularda olmak üzere BM’ye hâlen Amerika öncülüğünde sunulan geniş ölçekli yardım ve desteklerle yakından ilgilidir. Nitekim, BM’nin Viyana’dan Roma’ya çok farklı şehirlerde de merkezleri bulunsa da II. Dünya Savaşı sonrasında etkin güç ABD’nin BM’nin işleyişi üzerinde somut geniş katkısı halen tartışılmazdır. BM bütçe operasyonlarına ABD tek başında dörtte bir oranında, kimi kalemlerde masrafların yarıya yakın miktarında, destek sunmaya devam etmektedir. Bu nedenledir ki son Genel Kurul toplantılarında Filistin’in meşru temsilcilerine vize vermemesi, toplantıya katılan ve ABD’yi kıyasıya eleştiren bazı Latin Amerikalı yetkililerin de keza vizelerini iptal etme tehditleri, ayrıca Trump’ın belirttiğimiz her vesileyle yinelediği sert eleştirileri, ABD’nin, başta ulus-üstü ve evrensel iş birliği ile BM çatısı altında diplomasi anlayışına mesafesiyle yakından ilişkilendirilmeye devam etmektedir.
Daha etkin bir BM adına ilk akla gelenler
Tüm bu sert retorik ve gerilimlerin yanında BM Genel Sekreteri António Guterres gibi uzlaştırıcı figürlerin ve yetkililerin tavrı ise hâlâ önemlidir ve gerginlikler çağında başka bir diplomasi tarzını temsil etmektedir. Adı geçen sadece Filistin için değil, Ukrayna, Sudan ve Yemen gibi pek çok krizde önceliği sivillerin yaşadığı kayıplara ve insani yardıma veren tarafsız bir Genel Sekreter imajı çizmeyi sürdürmektedir.
Etik duruşu nedeniyle, Netanyahu gibi figürlerce “istenmeyen kişi” ilan edilmesine ve son olarak Trump’ın BM kürsüsündeki alaycı ve saldırgan üslubuna karşılık Guterres, kapsayıcı ve uyarıcı bir dil kullanmaya, günümüz uluslararası düzeninde var olan iki diplomasi anlayışından, tek taraflı ulusal çıkarcılığın değil, çok taraflı insani diplomasinin öne çıkması için elden geleni yapmaya itidalli ve azami surette devam etmektedir.
Bu noktada Guterres gibi, yetkileri ve etki alanı şüphesiz ulusal devletler ve başta ABD ve Rusya gibi ana oyuncular ile BM’de daimi veto hakkına sahip 5 üye devlet altında ezilen kesimlere, daha da fazla güç ve hiç şüphesiz siyasi ve iktisadi kapasite tanınması elzemdir. Bu sağlanan güçle örneğin, sadece 5 daimi üye ülke değil, çoğunluk üyenin de verecekleri yetki ve yapacakları oylamalarla, BM Genel Sekreteri, Genel Merkezleri’nin ileride, New York hatta ABD dışına taşınabilmesi ihtimalini bile objektif ve tarafsız surette rahatça konuşulabilmelidir. Taşınma gibi meşakkatli aşamalar tabiatıyla en son çare olarak düşünülür ve hemen mümkün görülmezse de, en azından insanlığın vicdanının yansıdığı her yılki Genel Kurul toplantıları için farklı ve o yıl, “ev sahipliği” ve “tarafsızlık” vasıflarına daha uygun ülkeler çatısı altında organizasyonlar da bu şekilde planlanabilecektir.
Tüm bu hareket tarzıyla ortaya konacak temel katkılardan diğerleri ise, şüphesiz ABD’nin artık, kendini II. Dünya Savaşı kahramanlık hikâyelerindeki, “üstten bakan” ve “kurtarıcı” rolden sıyrılmasına, bir nebze de olsa, vesile olmak; ayrıca bu ülkenin, tüm insanlığa adanmış olması gereken BM gibi evrensel bir kuruma, adeta kendi bürokratik organıymış gibi davranmasının önüne bir an önce geçebilmek olacaktır.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.