26 Aralık 2025

Bir yanda açlık, bir yanda israf: Gıdanın geleceği tehlikede

Dünya her yıl milyarlarca ton gıdayı israf ederken, önümüzdeki 10 yılda gıda talebinin %30 artması bekleniyor. Gıda israfı sadece ekonomik kayıp mı, yoksa etik ve çevresel bir sorun mu? Uzmanlar, sürdürülebilir üretim, verimli kaynak kullanımı ve bilinçli tüketimin önemine dikkat çekiyor.

Dünya genelinde her yıl yaklaşık 1,5 milyar ton gıda israf edilirken, Türkiye’de bu rakam 8,7 milyon tonu aşıyor. Üsküdar Üniversitesi tarafından merhum Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan anısına “İsraftan Verimliliğe” temasıyla düzenlenen 2. Tasarruf ve İsraf Sempozyumu, gıda israfının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal ve ahlaki boyutlarıyla ele alındığı önemli bir buluşmaya sahne oldu. Akademi, sivil toplum ve kamu temsilcilerini bir araya getiren sempozyumda, israfın günlük hayattan küresel krizlere uzanan etkileri masaya yatırıldı.

Sempozyumun açılış konuşmalarında söz alan akademisyenler, israfın modern yaşamın görünmez ama derinleşen bir sorunu olduğuna dikkat çekti. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, tüketim alışkanlıklarının yalnızca ihtiyaçlarla değil, beğenilme arzusu ve görünür olma isteğiyle şekillendiğini vurguladı. Dijitalleşme ve sosyal medyanın tüketimi körüklediğini belirten Tarhan, artan harcamaların mutluluk üretmediğini, aksine toplumsal tembelliği ve duyarsızlığı beslediğini ifade etti.

İskenderun Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Duruel ise israfı, kaynakların adaletsiz ve sürdürülemez biçimde kullanılması olarak tanımladı. Tüketim kültürünün yalnızca doğal kaynakları değil, insan ilişkilerini ve ruhsal dengeyi de yıprattığını belirten Duruel, sorunun özünde bir kaynak kıtlığından çok, paylaşım ve yönetim adaletsizliği bulunduğunu söyledi. Prof. Dr. Mehmet Zelka da israfın sadece maddi değil, insanın zamanı, emeği ve yaşam enerjisini de kapsayan çok boyutlu bir sorun olduğuna işaret etti.

Tasarruf ve israf tartışmalarının hemen ardından İstanbul’da düzenlenen 11. Sürdürülebilir Gıda Zirvesi ise gıda meselesini bu kez üretim, finansman ve küresel tedarik zincirleri perspektifinden ele aldı. “Gıdanın Geleceği İçin Dönüşüm” temasıyla gerçekleştirilen zirvede konuşan Dünya Bankası Tarım Ekonomisti Bora Sürmeli, tarım ve gıda sektörüne aktarılan milyarlarca dolarlık desteklere rağmen verimlilik artışının sınırlı kaldığını vurguladı. Önümüzdeki 10 yılda gıda talebinin yüzde 30 artmasının beklendiğine dikkat çeken uzmanlar, artan talep ile derinleşen israf arasındaki çelişkinin gıda zincirinin yeniden tasarlanmasını zorunlu kıldığı görüşünde birleşti.

“Bizim için mesele sadece daha fazla üretmek değil”

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu Yüksel, önümüzdeki 10 yılda gıda talebinin yüzde 30 artmasının yalnızca üretim meselesi olmadığını vurguluyor: “Bu tablo, aynı anda iki kriz yaşadığımızı gösteriyor: Bir yanda artan nüfus, kentleşme ve gelir değişimleriyle yükselen talep; diğer yanda ürettiğimiz gıdanın önemli bir bölümünü tarladan sofraya ulaşmadan ya da tüketim aşamasında kaybetmemiz. Birleşmiş Milletler verileri, hasattan perakendeye kadar üretimin yaklaşık %13’ünün kaybedildiğini; perakende–hane–yeme-içme hattında ise yaklaşık %19’unun israf olduğunu ortaya koyuyor. Eğer ‘daha çok üretelim’ refleksiyle ilerler, kayıp-israfı azaltmadan sistemi büyütmeye çalışırsak; su, toprak, enerji ve gübre gibi girdiler üzerindeki baskı artar, fiyat oynaklığı ve arz şokları (kuraklık, aşırı hava olayları, jeopolitik riskler) daha sık ve daha sert hissedilir. Kısacası, talep artışı tek başına ‘daha fazla üretim’ meselesi değil; sistem verimliliği, dayanıklılık ve adalet meselesidir.”

Milyarlarca dolarlık desteklere rağmen tarımda beklenen verimliliğin sağlanamamasına da dikkat çeken Prof. Dr. Yüksel, sorunun çoğu zaman destek miktarından ziyade “tasarım ve hedef” sorunundan kaynaklandığını söylüyor: “Sorun çoğu zaman ‘destek miktarı’ndan çok, desteğin ‘tasarımı ve hedefi’ ile ilgilidir. Destekler yalnızca üretim hacmini veya kısa vadeli maliyeti hedeflediğinde; su verimliliği, toprak sağlığı, iklim riskine uyum, depolama-soğuk zincir, hasat sonrası kayıpların azaltılması, çiftçi eğitimi/uzman danışmanlık (yayım), kooperatifleşme ve pazara erişim gibi verimlilik belirleyicileri geri planda kalabiliyor. Ayrıca verimlilik sadece tarladaki verim değildir: Lojistik, sınıflandırma/standartlar, ambalaj, depolama, perakende planlaması ve hane davranışıyla birlikte ‘uçtan uca’ ölçülmelidir. Kaybın yüksek olduğu bir sistemde, tarımsal üretimi artırmak toplam gıda arzını beklediğimiz kadar artırmaz; yalnızca kayıpları da büyütebilir. Bu nedenle desteklerin, çıktı bazlı ‘etki hedefleri’ne (kayıp-israf azaltımı, su ayak izi düşüşü, depolama kapasitesi artışı, dijital izlenebilirlik, atık gıdanın bağış/yeniden değerlendirme oranı vb.) bağlanması kritik.”

“Her kayıp, doğayı da olumsuz etkiliyor”

Gıda israfının iklim krizine etkisine de değinen Prof. Dr. Yüksel, ekmek israfı gibi gündelik örneklerin sorunun yapısal boyutlarını görünür kıldığını belirtiyor: “Gıda kaybı ve israfı, sera gazı salımlarının yaklaşık %8-10’una karşılık geliyor. Yani israf ettiğimiz her ürün, yalnızca ‘çöpe giden gıda’ değil; o gıdayı üretmek için harcanan suyun, toprağın, enerjinin ve emeğin de boşa gitmesi demek. Üstelik çöplüklerde organik atıklar parçalanırken metan gibi güçlü sera gazları açığa çıkabiliyor. Ekmek israfı ise sorunun yapısal yönlerini çok görünür kılıyor: alışveriş planlaması, porsiyon/üretim planı, saklama koşulları, ‘tazelik’ algısı, fiyatlandırma ve kampanyalar, sosyal normlar… Toprak Mahsulleri Ofisi’nin çalışmaları Türkiye’de ekmek israfının yılda yaklaşık 2,1 milyar adet (yaklaşık 542 bin ton) düzeyinde olabildiğini; bunun da toplam üretimin kayda değer bir oranına karşılık geldiğini gösteriyor. Bu örnek, ‘israfın çoğu niyet değil sistem hatasıdır’ cümlesini doğruluyor: doğru planlama ve doğru teşvik olmazsa, en temel gıda maddesinde bile kayıp büyüyebiliyor.”

İsrafın yalnızca ekonomik bir kayıp olmadığını, toplumsal ve etik boyutlarını da hatırlatan Prof. Dr. Yüksel, çözüm önerilerini şöyle aktarıyor: “İsraf elbette ekonomik kayıptır; ama daha temelde etik ve toplumsal bir meseledir. Çünkü aynı dünyada bir yanda açlık ve gıda güvencesizliği sürerken, diğer yanda tüketilebilir gıdanın önemli bir kısmı atığa dönüşüyor. Bu nedenle israfı; tüketim alışkanlıklarımızı, ‘ihtiyaç’ tanımımızı, satın alma–sunum–tüketim kültürümüzü ve doğayla kurduğumuz ilişkiyi yeniden düşünmeyi gerektiren bir dönüşüm alanı olarak ele almalıyız. Çözümün ana omurgası da ‘önleme–yeniden dağıtım–geri kazanım’ hiyerarşisidir: Önleme: planlı alışveriş, doğru porsiyon/üretim planı, tarih etiketlerinin doğru anlaşılması, saklama bilgisi; Yeniden dağıtım: bağış altyapısı, gıda bankacılığı, kurumların (okul/yurt/hastane) satın alma ve menü planlaması; Geri kazanım: hayvan yemi/kompost/enerji gibi döngüsel seçenekler (en son basamak). Ek olarak vurgulamak isterim: İstanbul’daki Sürdürülebilir Gıda Zirvesi ve Üsküdar Üniversitesi’nin Tasarruf ve İsraf Sempozyumu gibi platformların en değerli katkısı şunu görünür kılmasıdır: Gıda israfını azaltmak, ‘küçük bireysel öneriler’in ötesinde, ölçüm (veri), hedef (SDG 12.3), doğru teşvik ve kurumlar arası koordinasyon gerektiren bir kamu politikası ve kültürel dönüşüm meselesidir. Doğru tasarlanmış müdahalelerle kısa sürede hem hane bütçesine hem ulusal ekonomiye hem de iklim hedeflerine aynı anda katkı üretmek mümkündür.”

“Genel bir gıda talebi artışı kaçınılmaz”

Gıda israfı ve artan talep konusunda Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu Yüksel’in perspektifinden sonra, Türk-Alman Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elif Nuroğlu, ekonomik ve sistemsel boyutları ön plana çıkarıyor. Nuroğlu, gıda arz ve talep dengesindeki çelişkinin yalnızca üretim kapasitesiyle çözülemeyeceğine dikkat çekiyor: “Bugün dünyada üretilen gıdanın yaklaşık üçte biri tarladan sofraya ulaşmadan kayboluyor ya da israf ediliyor. Diğer yandan önümüzdeki on yılda küresel gıda talebinin yüzde 30 oranında artacağı tahmin ediliyor. Kendi içinde çelişkili bir durumla karşı karşıyayız. Genel bir gıda talebi artışı kaçınılmaz, ancak ülkelerin bu artıştaki ihtiyaçları farklı olacak. Mevcut üretim ve dağıtım zinciri ile karşılanması imkansızlaşan bir talep artışı var.”

Prof Dr. Nuroğlu, destek mekanizmalarının tasarımı ve dağılımındaki eşitsizliklere de dikkat çekiyor; burada Prof. Dr. Yüksel’in “sistem tasarımı ve hedef” vurgusuyla paralellik bulunuyor: “Sorun destek miktarından çok, sistemin tasarımında. Öncelikle destekleri genelde büyük üretici alıyor, küçük üretici başvuru bile yapamıyor. Oysa dünyadaki gıdanın yüzde 80’ini küçük üretici üretiyor. Türkiye’de kooperatif geleneğinin zayıf olması, araya pek çok aktörün girmesine ve fiyatların yükselmesine yol açıyor. Bu nedenle desteklerin, verimlilik artışı ve sürdürülebilir gıda güvenliği hedeflerine odaklanması gerekiyor.”

“Gıda israfı salt bir ekonomik kayıp değil…”

Gıda israfının iklim krizine etkisi ve ekmek israfı üzerinden yapısal sorunlara dair yorumları da Prof. Dr. Nuroğlu, Prof. Dr. Yüksel’in perspektifiyle örtüşüyor: “Gıda israfı salt bir ekonomik kayıp değil, emek, su ve enerji kaybıdır. O ürünün üretimi, taşınması ve tüketiciye ulaşması sırasında harcanan kaynakların çöpe gitmesi demektir. Bu, iklim krizine dolaylı bir katkıdır. Ekmek israfı gibi gündelik örnekler ise sistemdeki aksaklıkları görünür kılıyor ve bireysel çabaların tek başına yeterli olmadığını gösteriyor.”

Prof. Dr. Nuroğlu, israfın ekonomik boyutunu aşan toplumsal ve etik yönlerini de vurguluyor ve çözümün yalnızca üretim değil, tüketim alışkanlıkları ve zincir tasarımında olduğunu belirtiyor: “En mikro düzeyden makro düzeye kadar uzanan bir zincirden söz ediyoruz. Önemli olan, mevcut kaynakları ne kadar etkin, verimli ve sorumlu kullandığımızdır. Dünya, herkesi besleyecek kadar yiyeceği sunuyor; sorun, dağıtımın adil olmaması ve tüketim alışkanlıklarının sürdürülemezliği. Önümüzdeki dönemde gıda güvenliği tartışmaları, üretim artışından çok, tüketim alışkanlıklarına ve gıda zincirinin bütüncül bir şekilde yeniden tasarlanmasına odaklanmalı.”

“İsrafın gerçek maliyeti fiyatlarda görünmüyor”

Bursa Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serkan Gürlük, artan gıda talebi ve israf arasındaki dinamiği şöyle özetliyor: “Dünya genelinde gıda israfı bu kadar yüksekken, önümüzdeki 10 yılda gıda talebinin yüzde 30 artması ciddi bir gelecek senaryosu ortaya koyuyor. Eğer ekonomi bilimi malların sosyal faydalarını dikkate alırsa, piyasa fiyatının çok üzerinde bir gıda fiyatıyla karşılaşabiliriz. Tarımsal ürünün üretim sürecinde kat ettiği aşamaların neredeyse hiçbiri piyasa fiyatlarına yansımaz. Örneğin bir kilogram patatesin maliyeti yalnızca girdi, işçilik ve ulaştırma gibi piyasa hizmetlerinden oluşur; kullanılan tarım kimyasalları, yeraltı suyu, kırsal kalkınma gibi sosyal değerler ise hesaba katılmaz. Sağlıklı gıdanın beslenme, üretkenlik ve hastalıklardan korunma gibi faydaları ise makroekonomik hesaplarda yer almaz. Dolayısıyla 1 kilogram patatesin %30’unun israfı, piyasa fiyatının çok üzerinde bir maliyetin ekonomiye yüklenmesi demektir. Tüketiciye bunu anlatmak ve politika yapıcıların farkında olması, konunun kapsamını daha iyi anlamak için başlangıç noktasıdır.”

Bu yaklaşım, Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu Yüksel’in “talep artışı yalnızca üretim meselesi değil; sistem verimliliği, dayanıklılık ve adalet meselesidir” vurgusuyla paralel. Prof. Dr. Gürlük, israfın sosyal ve çevresel maliyetlerini özellikle öne çıkararak, Prof. Dr. Yüksel’in üretim-verimlilik-destek tasarımı çerçevesindeki sistem yaklaşımını güçlendiriyor.

Gürlük, kaynak kullanım ve sosyal değer eksikliğinin gıda israfının temel nedeni olduğunu belirtiyor: “Kaynak kullanım ve sosyal değeri tam olarak saptanmamış her mal, tüketici ve politika yapıcı tarafından değersiz kabul edilir. Olası talep artışı, tarım arazileri üzerindeki baskıyı, su kullanımını ve kimyasal girdi ihtiyacını artıracaktır. İsraf aynı oranda devam ederse, artan talebi karşılamak için doğal kaynakları daha da hoyratça tüketecek bir dünya ile karşılaşacağız. Kaynak çatışmaları artabilir, gıda fiyatları oynaklaşabilir ve iklim değişikliğinin tarımsal verime etkisi birleşince gıda güvencesi risk altına girebilir. Bu nedenle daha çok üretmekten ziyade, nasıl ürettiğimiz ve verimli kullandığımız önem kazanıyor.”

Burada Gürlük, Nuroğlu’nun “genel gıda talebi artışı kaçınılmaz, ancak mevcut üretim ve dağıtım zinciri ile karşılanması imkansızlaşan talep” tespitiyle örtüşüyor. İkisi de üretim kapasitesinin tek başına yeterli olmayacağını ve sistemin verimlilik, adalet ve dayanıklılık ekseninde yeniden tasarlanması gerektiğini vurguluyor.

“Tarımsal üretimde ‘çevre koruma rekabeti’ yaratılmalı”

Gürlük, destek mekanizmalarının tasarımına ilişkin olarak ise şu noktaları öne çıkarıyor: “Tarım sektörüne kaynak aktarımı üreticinin kalmasını sağlamak için gereklidir. Ancak iç ticaret hadlerinin tarım aleyhinde kalıcı hâle gelmesi, kırsal kesimde emek sömürüsüne yol açar ve sürdürülebilirliği zayıflatır. Küçük aile işletmeleri yerine büyük ölçekli işletmeler sisteme dahil oluyor. Hem büyük hem de küçük işletmelerin desteklerden faydalanabilmesi için kaynak ekonomisi temelli bir sistem gerekir. Daha az kaynak tüketip doğaya daha az yük bırakan işletmeler, bu nedenle daha fazla destek almalıdır. Tarımsal üretimde ‘çevre koruma rekabeti’ yaratılmalı ve bu rekabetten tüm toplum fayda sağlamalıdır.”

Bu değerlendirme, Prof. Dr. Yüksel’in “destekler yalnızca üretim hacmini hedeflediğinde, verimlilik belirleyicileri geri planda kalıyor; çıktı bazlı etki hedefleri kritik” görüşüyle paralel ilerliyor. Prof. Dr. Gürlük, bunu özellikle çevresel sürdürülebilirlik ve adil kaynak dağılımı ekseninde örneklendiriyor. Prof. Dr. Nuroğlu’nun küçük üretici vurgusu da burada tamamlayıcı bir paralellik oluşturuyor.

İklim ve sistem etkilerine dair Prof. Dr. Gürlük’ün tespitleri ise şöyle: “Gıda israfı iklim krizini doğrudan besliyor. İsraf edilen her ürün, üretimi için harcanan su, enerji ve emeğin boşa gitmesi demektir. Çöplüklerde organik atıklar metan gibi güçlü sera gazları üretiyor. Ekmek israfı, sistemin yapısal sorunlarını görünür kılıyor: tedarik zinciri planlama, porsiyon/üretim hataları, saklama koşulları, tazelik algısı, fiyatlandırma ve sosyal normlar… Bu, sorunun sadece bireysel bilinç eksikliğiyle sınırlı olmadığını, üretimden perakendeye ve sosyal alışkanlıklara uzanan bir sistem meselesi olduğunu gösteriyor.”

Bu bölümde de hem Prof. Dr. Yüksel’in hem Prof. Dr. Nuroğlu’nun vurguladığı “ekonomik kayıp ötesinde toplumsal, etik ve sistemik boyutlar” ile paralellik açık. Prof. Dr. Gürlük, özellikle görünür örnekler üzerinden (ekmek) sorunun yapısal boyutlarını somutlaştırıyor.

“Gıda israfıyla mücadele etmek için kültürel bir dönüşüm şart”

Son olarak Prof. Dr. Gürlük, israfın kültürel ve toplumsal boyutuna da dikkat çekiyor: “İsraf yalnızca ekonomik kayıp değil; toplumsal ve etik bir sorundur. Aynı dünyada bir yanda açlık sürerken  diğer yanda tüketilebilir gıda atığa dönüşüyor. Gıda israfıyla mücadele, yalnızca teknolojik veya lojistik verimlilik meselesi değil; değerlerimizi, ilişkilerimizi ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzu yeniden tanımlamayı gerektiren kültürel bir dönüşüm çağrısıdır. Çözümün omurgası ‘önleme–yeniden dağıtım–geri kazanım’ hiyerarşisidir. Önleme: planlı alışveriş, doğru porsiyon/üretim planı, tarih etiketlerinin doğru anlaşılması ve saklama bilgisi. Yeniden dağıtım: bağış altyapısı, gıda bankacılığı, kurumların satın alma ve menü planlaması. Geri kazanım: hayvan yemi, kompost ve enerji gibi döngüsel seçenekler.”

Burada Prof. Dr. Gürlük, Prof. Dr. Yüksel’in “önleme-redistribüsyon-geri kazanım hiyerarşisi ve kültürel dönüşüm” yaklaşımıyla birebir örtüşüyor. Ancak Gürlük, bunu metaforik bir örnekle pekiştiriyor: Bir doğum günü pastası üzerinden israf ve adaletsizlik algısını görünür kılıyor. Bu anlatım, sistemin sosyal ve etik boyutunu Prof. Dr. Nuroğlu’nun ekonomik ve dağıtım boyutuyla tamamlayıcı bir şekilde birleştiriyor.

“Kırılgan gruplar için gıdaya erişim zorlaşacaktır”

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Demir, küresel gıda sistemi ve israf konusunu çok boyutlu ele alıyor. Demir, gıda talebindeki artışı değerlendirirken, “Dünya genelinde üretilen gıdanın %30–35’i israf edilmektedir. Buna karşılık, nüfus artışı, kentleşme ve tüketim alışkanlıkları nedeniyle önümüzdeki 10 yılda gıda talebinin %30 artması beklenmektedir. Bu veriler bize küresel gıda sisteminin bir üretim krizinden çok yönetim ve sürdürülebilirlik krizi içinde olduğunu göstermektedir” diyor. Mevcut sistem değişmezse “daha fazla su, toprak ve enerji kullanımı zorunlu hale gelecektir. Tarımsal üretim baskısı artacak, iklim değişikliği ve çevresel bozulma hızlanacaktır. Gıda fiyatları yükselecek, kırılgan gruplar için gıdaya erişim zorlaşacaktır” ifadelerini kullanıyor.

Prof. Dr. Demir, çözümü “Akıllı dönüşüm gerçekleştirilmesi halinde, gıda israfı sistematik olarak azaltılabilir, verimlilik artırılarak aynı kaynaklarla daha fazla nüfus beslenir ve dijital tarım, soğuk zincir, yerel üretim desteklenir” diyerek açıklıyor. Bu görüş, Prof. Dr. Serkan Gürlük’ün talep artışı ve israfın kaynak baskısını artırdığı tespitleri ve Prof. Dr. Elif Nuroğlu’nun sistemin kırılganlığı ile verimlilik ve dağıtım eksikliklerine yaptığı vurgu ile paralellik gösteriyor. Prof. Dr. Demir ayrıca “Ucuz gıda yerine gerçek maliyetli gıda anlayışı benimsenir ve uygulanır” diyerek ekonomik ve etik boyutu öne çıkarıyor.

“Tarımsal verimlilik artışı sınırlı kalmakta…”

Destekleme politikalarına dair Prof. Dr. Demir, “Dünya genelinde ve Türkiye’de tarım ve gıda sektörüne her yıl milyarlarca dolarlık kamu desteği aktarılmasına rağmen; tarımsal verimlilik artışı sınırlı kalmakta, çiftçi gelirleri kırılganlığını korumakta, gıda fiyatları dalgalanmakta, ithalat bağımlılığı ve kaynak baskısı devam etmektedir. Bu tablo, sorunun destek miktarından çok destekleme sisteminin işleyişinden kaynaklandığını göstermektedir” diyor. Özellikle, “Sorun destek miktarında değil, desteklerin tasarımındadır. Verimsizliği ödüllendiren bir sistem, daha fazla kaynakla bile verim üretemez” diyerek sistemin yapısal eksikliklerini vurguluyor. Bu görüş, Prof. Dr. Gürlük’ün destek sistemlerinin tasarım eksiklikleri ile paralel.

Gıda israfı ve iklim krizine ilişkin Prof. Dr. Demir, “Gıda israfı, iklim krizinin hem gizli hızlandırıcısı hem de yapısal kırılganlıklarının aynasıdır. Özellikle ekmek israfı gibi gündelik örnekler, sorunun sadece bireysel davranışlarla değil, üretim–tüketim sisteminin tamamıyla ilgili olduğunu açıkça göstermektedir” diyerek israfın hem çevresel hem yapısal boyutunu öne çıkarıyor. Prof. Dr. Gürlük ve Prof. Dr. Nuroğlu’nun sistemik kırılganlık ve iklim bağlantısı vurguları ile paralel; Prof. Dr. Demir gündelik örnekleri öne çıkararak görünürlüğü artırıyor.

Toplumsal boyut açısından Prof. Dr. Demir, “İsrafı yalnızca ekonomik bir kayıp olarak görmek, sorunun en görünür ama en dar boyutuna odaklanmak olur. Oysa israf, tüketim alışkanlıklarımızdan ihtiyaç tanımımıza, doğayla ve emekle kurduğumuz ilişkiden ekonomik sistemin işleyişine kadar uzanan çok katmanlı bir toplumsal meseledir” diyor. Ayrıca “Yıllardır toplumsal hastalığımız olan kullan-at politikası yerine ‘Kullan ve tekrar dönüştürerek kullan’ politikasını hayata geçirmeliyiz” diyerek somut bir kültürel çözüm öneriyor. Bu bakış, Prof. Dr. Gürlük ve Prof. Dr. Nuroğlu’nun etik ve kültürel boyut vurguları ile paralel; Prof. Dr. Demir modern tüketim kültürünü ve sistematik teşvik edilen davranışları özellikle öne çıkarıyor.

“Gıdaya erişimdeki eşitsizlik gözler önünde”

Gıda israfı ve artan talebin BM Eski Gıda Raportörü Prof. Dr. Hilal Elver’e göre en temel göstergesi, gıdaya erişimdeki eşitsizlik. Küresel ölçekte yeterli gıda üretiliyor, hatta mevcut nüfusu fazlasıyla doyuracak kapasite var; ancak üretim odaklı politikalar ve adaletsiz dağıtım, gıda israfını artırıyor. Bu görüş, Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu Yüksel, Prof. Dr. Elif Nuroğlu ve Prof. Dr. Serkan Gürlük’ün “üretim tek başına yeterli değil; dağıtım, verimlilik ve adalet kritik” tespitleriyle paralellik gösteriyor.

Tarım ve gıda sektörüne aktarılan milyarlarca dolarlık kamu destekleriyle ilgili olarak Prof. Dr. Elver, sorunun miktarda değil sistemin işleyişinde olduğunu vurguluyor. Desteklerin sağlık, çevre ve sosyal politikalarla bütüncül şekilde planlanmaması, verimliliği artırmıyor ve israfı önlemiyor. Bu yaklaşım, Prof. Dr. Yüksel ve Prof. Dr. Gürlük’ün “desteklerin tasarımı ve hedef odaklı olması gerektiği” vurgusuyla örtüşüyor.

Gıda israfının iklim krizine etkisi konusunda Prof. Dr. Elver, iki boyut öne çıkarıyor:

  • Üretim, işleme ve dağıtım aşamalarında ortaya çıkan sera gazları.
  • İsraf sonucu açığa çıkan atıkların metan üretmesi.

Ekmek israfı ise kültürel bir sorun olarak öne çıkıyor ve farkındalık artırıcı önlemlerle azaltılabilir. Bu, Prof. Dr. Yüksel ve Prof. Dr. Gürlük’ün ekmek örneği üzerinden sistemin yapısal aksaklıklarını görünür kılma yaklaşımıyla paralel.

İsrafın ekonomik boyutunu aşan toplumsal ve etik yönü konusunda Prof. Dr. Elver, israfın sadece bireysel değil, toplumsal bir sorun olduğunu vurguluyor. Tüketim alışkanlıklarının ve yaşam tarzının yeniden ele alınması gerekiyor; bunun için kapitalist ekonominin israfa dayalı yapısı içinde bütüncül politikalar ve kültürel dönüşüm şart. Bu, Prof. Dr. Yüksel, Prof. Dr. Nuroğlu, Prof. Dr. Gürlük ve Prof. Dr. Demir’in “etik, toplumsal ve kültürel boyutlar kritik; bireysel çabalar tek başına yeterli değil” görüşüyle örtüşüyor.

Ayrışan yönler:

  • Prof. Dr. Elver, özellikle kültürel ve davranışsal boyutu ön plana çıkarıyor.
  • Diğer akademisyenler ise sistem tasarımı, verimlilik, dağıtım zinciri ve kamu politikaları ekseninde çözüm öneriyor. Elver’in yaklaşımı kültürel/toplumsal düzeye odaklanırken, diğerleri daha çok ekonomik ve sistemik boyutu vurguluyor; böylece birbirini tamamlayıcı perspektif ortaya çıkıyor.

Gıda israfı ve artan talep, günümüz dünyasında sadece ekonomik bir kayıp değil, aynı zamanda toplumsal, etik ve çevresel boyutlarıyla dikkat çeken bir mesele olarak öne çıkıyor. Türkiye’de yılda milyonlarca ton gıdanın israf edilmesi, iklim krizine katkıda bulunurken, aynı zamanda kaynakların verimli kullanılması ve güvenli gıdaya erişim açısından ciddi bir sorun teşkil ediyor. Uzmanlar, bu sorunun yalnızca üretim artırılarak çözülemeyeceğini, sistemin bütüncül olarak ele alınması gerektiğini vurguluyor; artan talebin, mevcut üretim ve dağıtım zinciriyle karşılanmasının mümkün olmadığına dikkat çekiliyor.

Tarım ve gıda sektörüne aktarılan milyarlarca dolarlık kamu desteğine rağmen verimlilik artışının sınırlı kalması, desteklerin tasarımı ve hedeflerinin önemini ortaya koyuyor. Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu Yüksel ve Prof. Dr. Serkan Gürlük, üretimden tüketime uzanan zincirin her aşamasında verimliliğin artırılması, kayıp-israfın azaltılması ve lojistik ile depolama süreçlerinin iyileştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Prof. Dr. Elif Nuroğlu ise küçük üreticilerin destek mekanizmalarına erişiminin artırılması ve kooperatifleşmenin güçlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, adil ve sürdürülebilir bir sistem tasarımının kritik olduğunu ifade ediyor.

Gıda israfının kültürel ve davranışsal boyutu da uzmanlar tarafından öne çıkarılıyor. Prof. Dr. Yusuf Demir ve Prof. Dr. Hilal Elver, tüketim alışkanlıkları, porsiyon planlaması, alışveriş ve saklama biçimleri ile sosyal normların israfın görünür ve görünmez nedenlerini oluşturduğunu, çözümün yalnızca teknik veya lojistik önlemlerle değil, kültürel farkındalık ve bilinçli tüketim alışkanlıklarıyla desteklenmesi gerektiğini belirtiyor. Ekmek israfı gibi gündelik örnekler, sistemdeki aksaklıkları somutlaştırırken, bireysel çabaların sınırlı kalacağını ve sistemik çözümlerin önemini ortaya koyuyor.

Sonuç olarak, gıda israfı ve artan talep ile ilgili çözüm çok boyutlu bir yaklaşım gerektiriyor. Üretim kapasitesini artırmanın yanı sıra kaynakların etkin kullanımı, adil ve verimli dağıtım zinciri, sürdürülebilir destek mekanizmaları ve kültürel dönüşümün bir arada yürütülmesi gerekiyor. Uzmanların ortak görüşü, bireysel çabaların önemini vurgulamakla birlikte, tüm paydaşların koordineli hareket ettiği, sistemin bütünsel olarak tasarlandığı ve toplumsal farkındalığın artırıldığı bir yaklaşımın hem gıda güvenliği hem de çevresel sürdürülebilirlik için temel bir gereklilik olduğudur.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...