
Avustralya’dan Gazze’ye yükselen vicdanın sesi
Avustralya'da 100 bin kişinin katıldığı tarihî Gazze yürüyüşü, yalnızca bir protesto olmanın ötesinde hem Avustralya toplumunun vicdanını hem de küresel siyasete yönelik güçlü bir mesajı yansıtıyor.
Dünyanın her yerinden yüz binlerce insan tek bir amaç uğruna bir olup seslerini yükseltiyor: Gazze’de yıllardır süren işgale, soykırıma, yağmaya, ablukaya, insanlık dışı muameleye karşı protesto sesleri Endonezya’dan, Nijerya’dan, Almanya’dan ve Avusturalya’dan duyuluyor… İsrail’in Gazze’de uyguladığı vahşetinin bir an önce durmasını, Netanyahu hükûmetine küresel anlamda bir tepkinin verilmesini isteyen yüz binlerce kişi, şehir merkezlerinde toplanıp yürüyüş yaparak kamuoyunun dikkatini çekmeye; devletlerin gerekli politik duruşu göstermelerini sağlamaya çalışıyor.
Ağustos ayının ilk günlerinde eş zamanlı olarak Endonezya’nın başkenti Cakarta’da, Nijerya’nın en kalabalık kenti Lagos’ta, Almanya’nın başkenti Berlin’de sivil toplum kuruluşu üyeleri ve halktan oluşan binlerce insan bir araya geldi. Din, dil, ırk fark etmeksizin bu vahşete sessiz kalamayan bu insanlar İsrail’in saldırılarına karşı çıkarak Gazze’ye özgürlüğünün verilmesini, temel gıda maddelerinin bölgeye girişinin sağlanmasını, soykırımın son bulmasını talep ediyor; tepkilerini uluslararası kamuoyuna kolektif bir biçimde dile getiriyordu.
“Bu tüm insanlığın meselesi”
Bu protestoların en dikkat çekeni ise Avustralya’nın Sydney şehrinde düzenlenen yürüyüş oldu. Filistin’i destekleyen Avustralyalılar, havanın yağmurlu olmasına rağmen Sydney Liman Köprüsü’ne akın ettiler. Dünyanın diğer ülkelerinden yükselen sesle paralel olarak İsrail’in saldırılarının son bulması gerektiğini vurgulayan Avustralyalılar, aynı zamanda hükûmetlerinin Filistin devletini tanıması çağrısında bulundular. Eyalet polisinin bildirdiğine göre “Medeniyet Yürüyüşü” (March for Humanity) adıyla düzenlenen bu yürüyüşe 90.000 kişinin katıldığını açıklarken, organizatörlere göre ise bu sayı 300.000’e yaklaşmıştı.
Katılımcılar sadece belli bir ırka, inanışa sahip insanlardan oluşmuyordu. Katılımcı profili çok katmanlı, tabanı oldukça geniş bir topluluktu. Özgürlük çağrısı bu büyük kitleden geliyor, kolektif bir direnişin simgesi olarak Gazze’ye ses oluyorlardı. Avustralya’nın güçlü işçi sendikaları, sağlık çalışanları, akademisyenler ve öğrenci birlikleri gibi organize sivil toplum grupları oradaydı. Aynı zamanda İsrail hükûmetinin politikalarına karşı çıkan “İşgale Karşı Yahudiler” (Jews Against the Occupation) gibi ilerici Yahudi gruplarının yanı sıra, çeşitli Hristiyan ve diğer inanç topluluklarından katılımcılar da yürüyüşteydi. Z kuşağı ve Y kuşağı, sosyal medya üzerinden örgütlenerek ve küresel aktivizm ağlarına entegre olarak zaten protestoların itici gücü olmuşlardı. Toplumsal tabakaları, etnik, dinî, sınıfsal ve ideolojik ayrımları aşan bu birliktelik, “insan hakları” ve “sosyal adalet” meselesinin küresel olarak nasıl yankı bulduğunu gösteriyor açıkça. Peki herkesi tek bir seste birleştiren bu çağrıya Avustralya hükûmetinin bakışı nasıldı?
Avustralyalı akademisyen Dr. Binoy Kampmark’ın 5 Ağustos 2025 tarihinde Middle East Monitor’da yayımladığı “Foiling the anti-protest sceptics: The Pro-Palestinian Sydney Harbour Bridge March” adlı makaleye göre; Başbakan Chris Minns, 28 Temmuz'da yaptığı bir açıklamada hükûmetinin “Sydney Liman Köprüsü üzerinde bu ölçekte ve nitelikte bir protestoyu, özellikle de bir hafta önceden bildirimle gerçekleşmesini destekleyemeyeceğini” belirterek protestoya karşı çıkmıştı. Minns’e göre şehrin "kaosa sürüklenmesine" izin verilemezdi. NSW'nin (New South Wales) yasal toplantılara ve barışçıl protestolara karşı süregelen hoşnutsuzluğu göz önüne alındığında, bu kıyametvari söylem şaşırtıcı değildi. NSW polisi de eyalet Yüksek Mahkemesi’nde yasaklama kararı almaya çalışmış ancak başarısız olmuştu. Bu karar, göstericilerin katılımını yasaklamayacak ancak yolların ve trafiğin engellenmesi dâhil olmak üzere çeşitli yasalar uyarınca kovuşturmadan korunma haklarını ortadan kaldıracaktı.
Dr. Kampmark’ın makalesinde ifade ettiği Avustralya hükûmetinin bu ikilem ve politik duruş belirsizliği aslında protestolara devlet nazarındaki yansımasını açıkça gösteriyor. Ancak yüz binleri aşan bu tarihî Gazze yürüyüşünün; ülkenin iç sosyal dokusundaki değişimleri, hükûmet üzerindeki artan baskıyı ve Avustralya'nın küresel olaylar karşısındaki konumlanışını gözler önüne sermesi bakımından kritik bir dönüm noktası olduğu da kesin. Bu olay, Gazze'deki insani krizin Avustralya'da ne denli derin ve geniş bir yankı bulduğunu kanıtlamakla kalmıyor, aynı zamanda daha karmaşık iç ve dış politika dinamiklerini de su yüzüne çıkarıyor. Gözler şimdi başkent Canberra’nın üzerinde…
Canberra üzerindeki baskı: Dış politikada denge arayışı
Bu devasa halk hareketi, Başbakan Anthony Albanese liderliğindeki İşçi Partisi hükûmeti üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Hükûmet, geleneksel müttefiki ABD'nin çizgisine yakın durarak İsrail’in “kendini savunma hakkını” tanırken, aynı zamanda artan sivil kayıplar karşısında giderek daha fazla endişe dile getirmek zorunda kalıyor. İşçi Partisi’nin sol kanadı ve Yeşiller Partisi, hükûmeti daha sert bir tutum almaya, İsrail’e askerî ihracatı durdurmaya ve Filistin devletini resmen tanımaya zorluyor. Sydney’deki gibi kitlesel gösteriler, bu muhalif seslerin elini güçlendiriyor.
Yürüyüş; hükûmete, seçmen tabanının önemli bir kısmının bu konuda daha proaktif ve insani odaklı bir politika beklediği mesajını net bir şekilde veriyor. Bu durum, gelecekteki seçimlerde, özellikle Müslüman ve genç seçmenlerin yoğun olduğu bölgelerde siyasi dengeleri etkileme potansiyeline sahip. Ayrıca Avustralya, kendisini insan haklarına saygılı, çok kültürlü ve küresel bir aktör olarak konumlandırıyor. Kendi kamuoyundan yükselen bu güçlü tepkiyi görmezden gelmesi, uluslararası arenadaki bu imajıyla çelişki yaratma riski taşıyor. Peki uluslararası ilişkiler uzmanları Avustralya’nın Filistin-İsrail çatışmasına karşı tutumuna yönelik neler söylüyor?
Millî İstihbarat Akademisi’nden Prof. Dr. Nurşin Güney “Avusturalya’daki Gazze konusundaki büyük destek hareketlerini tüm dünyadaki İsrail’e yönelik tepkilerden bağımsız okuyamayız. Gerçi Avusturalya ABD ile askerî-savunma ittifakı olan bir ülke. Bu bağlamda Trump yönetimine uluslararası ilişkiler konularında yakın hareket ediyor Avustralya. Ama dünyadaki Filistin’i tanıyan Batılı devletlerin sayısı da giderek artmakta. Bu nedenle zaman içinde Avustralya’nın da bu gidişattan etkilenmesi kaçınılmaz. Ve özellikle eğer Birleşik Krallık da Filistin’i tanırsa o zaman Common Wealth üyesi olan Avustralya’nın da Filistin meselesine desteği artar” diyerek bu durumu güç dengesi üzerinden okuyor.
Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Zuhal Mert Uzuner ise “Avusturalya’nın dış politikası açısından insani bir kırıma sessiz kalması, Batı normları açısından beklenmez. Bunca zaman beklenmesi antisemitizm ile suçlanma kaygısı olarak açıklanabilir. Malum Batı'da da bu konu çok tartışıldı. Ancak mevcut gelişmeler ışığında kimse bu facianın sorumluluğunu paylaşmak istemiyor. Devletler seviyesinde her şeyi okumaya çalıştığımız bir döneme geri dönüyor gibiyiz ancak unutmamak gerekir ki iletişim çağında katılım talebinin arttığı bir sürece ilerliyoruz. Bu ne kadar gerçekleşecek göreceğiz. İnsani değerlerin tamamen yok sayılabileceği, eski cağlardan beri hiçbir şeyin değişmediği söylemi gerçek mi? Ben sanmıyorum” diyerek gösterilerin mahiyetine yönelik fikirlerini dile getiriyor.
Aynı zamanda Prof. Dr. Uzuner, Gazze’deki durumun vahşetinin kimse tarafından artık görmezden gelinemeyecek düzeyde olduğuna dikkat çekerek siyasi anlamda tepkilerin yeterli olmamasını şöyle açıklıyor: “BM Genel Sekreteri Antonio Guterres Gazze hakkındaki açıklamalarında ‘Gazze'ye yardımların yavaşça akması değil, büyük bir hızla yağması lazım’ dedi. Durum bu kadar ciddi. Gazze'de olanlar insanların duygularını değil, insanlığı yok ediyor. Bir şey yapamama duygusu bizi de saldırı altında hissettiriyor, ki bu zaten böyle. Netanyahu bu bağlamda bütün dünyaya bir savaş açmış durumda. Bu teröre karşı bir savunma değil, ‘Ben istediğimi istediğim yerde istediğim zaman yaparım, herkesi de sustururum’ diyor. Bu yapılana ses çıkaramama durumu siyasetçilerin baskı altına alınmasıyla ya da ekonomik kanallarla gerçekleşiyor. Bu da zaten kriz içinde olan dünyada siyasetin temsil kapasitesinin daha zayıflamasına sebep oluyor. Yani radikal dinci bir savaş suçlusu dünyaya meydan okurken; siyasetin paslanmış çivileri titriyor, cıvataları gevşiyor.”
“Avustralya hükûmeti antisiyonizm ve antisemitizm kavramlarına nasıl bakıyor?” sorusuna ise Prof. Dr. Uzuner, “Avustralya’nın antisiyonizmin gelişmesine hâlâ mesafeli olduğunu düşünüyorum. Antisiyonizm, İsrail’in varoluş hakkını da tartışmaya açacaktır. Ancak yasa dışı yerleşim konusu artık çok açık karşı çıkılan bir mesele. Medyanın kontrol gücünü yadsımamız mümkün değil. Evet, siyonizmin ciddi bir destek bulduğu medya yapısı olduğu bir gerçek. Hatta sadece geleneksel medya kanalları değil, sosyal medya bile sorunlu. Bu da gösterilerin daha geniş duyulmasına engel olabiliyor” yanıtını vererek Avustralya’nın bu tutumunun ilerleyen dönemde seçimlere olası etkisi noktasında da şu yorumda bulunuyor: “Siyasette paranın etkisi büyük. Bu bağlamda Filistin'e sempatisi olan adayların seçilmemesi için çalışanlar olacaktır. Öte yanda zaman çabuk ilerliyor. Netanyahu bu enkazın altında birkaç aşırı dinci ile kalırsa herkes kendini temize çekmek isteyecektir. Siyonistler dâhil!”
Curtin Üniversitesi’nde Küresel Gelecekler Kurucu Profesörü Joe Siracusa da bu tarihî protestonun Avustralya’nın iç politikasına yönelik bir etkisinin olmayacağını ama gelecekteki hükûmet politikalarını marjinal olarak etkileyebileceğini belirtiyor ve nedenini şöyle açıklıyor: “Bunun nedeni oldukça basit. Avustralya bağlamında, iktidar partilerinin dış politika üzerinde tekeli var ve dışarıdan gelen tartışmalara pek izin vermiyorlar. Örneğin, 1965'te ABD’nin yanında Vietnam Savaşı'na girme konusunda kamuoyunda bir tartışma yaşanmadı, tıpkı George W. Bush'un yanında İkinci Körfez Savaşı'na girme konusunda olmadığı gibi. Avustralya'daki siyasi elitler, dış politikayı baştan sona kontrol eder.”
Ayrıca Prof. Siracusa “Bu kitlesel protestoların, Avustralya'nın ABD ile geleneksel dış politika hizalanmasını değiştirmesi pek olası değil. Ancak Trump yönetimi, konuyu yakından inceleyecektir. Trump'ın tarifelerinin muhtemelen daha fazla etkisi olurdu. Avustralya, Kore Savaşı'ndan ve 1951'deki ANZUS Anlaşması'ndan bu yana Washington'la âdeta kenetlenmiş durumda” diyerek Avustralya yönetiminin politik duruşunu da özetliyor. Hatta antisiyonizm ve antisemitizm kavramları arasındaki politik ayrıma yönelik vurgu hususunda da “Avustralya hükûmeti bu ayrımı yapma zahmetine girmiyor; bu, bir politikadan ziyade daha çok tembellikten kaynaklanıyor. Merkez sağdaki Avustralya İşçi Partisi, İsrail'in Gazze'deki soykırım niteliğindeki savaşına (Başbakan Netanyahu'nun saçmalığı) yönelik eleştirilerin, antisemitizmle hiçbir ilgisi olmadığını düşünmüyor. Bu anlamda Avustralya, Washington'u oldukça yansıtıyor” yorumunda bulunuyor.
Yüz binlerce insanın katılmış olduğu böylesi büyük bir protestonun Batı medyasında çok fazla gündeme gelmeyişini, Trump yönetimine karşı muhalefette yaşanan güven krizinden kaynaklandığını söylüyor Prof. Siracusa. Protestoların Avustralya’nın iç dinamiklerine olası etkisine dair ise “Çeşitli İşçi Partisi grupları içindeki ve aralarındaki siyasi söylemde, partinin azınlıktaki sol kanadı ile çoğunluktaki merkez sağ kanadı arasında sert bir parti içi tartışma yaşanmasını bekliyorum. Sık sık merkez solun yanında yer alan Dışişleri Bakanı Penny Wong'un eli kolu bağlı olacak. Bu arada hükûmetin uzlaşısına bağlı kalarak kendi görüşünü dile getirmeye çalışıyor. Örneğin, Dışişleri Bakanı Wong daha bugün, gelecekte bir Filistin devleti kurmaya yetecek kadar Filistinli kalmayabileceğini söyledi. Hükûmetine yönelik eleştirileri genellikle satır aralarından okunuyor” şeklinde tahminlerini belirtiyor.
Geleceğe bakış: Bir umut!
Avustralya’daki tarihî Gazze yürüyüşü; Gazze’deki trajedinin küresel vicdanı nasıl harekete geçirdiğinin, sosyal medyanın aktivizmi nasıl dönüştürdüğünün ve iç siyasetin dış politikayı nasıl şekillendirebildiğinin somut bir analizini sunuyor bize. Uzmanlar bu konuda siyasi düzlemde çok etkisinin olmayacağı kanaatinde olsa da ve yürüyüşün uzun vadedeki etkisi henüz belirsizliğini koru da bir umut Avustralya hükûmeti, dış politikasında kamuoyu baskısını daha fazla hesaba katmak zorunda kalabilir. Böylelikle ülkedeki bu sivil hareketle birlikte sosyal ve politik tartışmaların merkezine “insan hakları” ve “uluslararası hukuk” kavramları daha güçlü bir şekilde yerleşebilir. Ama en önemlisi Sydney’den yükselen bu ses, sadece Avustralya’yı değil; diğer tüm ülkeleri de İsrail’e karşı harekete geçirmeyi başarabilir, dünyanın -özellikle Batı’nın- Filistin meselesine bakışında potansiyel bir paradigma değişiminin habercisi olabilir.
Evet, bu sadece bir umut. Ama yüz binlerce insanın Gazze’deki zulme karşı tek bir seste birleşmiş oldukları da bir gerçek. Göz kapamak, duymamazlıktan gelmek, tepkisiz kalabilmek artık mümkün olmamalı. Bu dil, din, ırk fark etmeksizin hepimizin sorunu; coğrafi sınırların, siyasi çıkarların da çok ötesinde…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.