
Asrın felaketinden sonra yeniden inşa edilen umut
6 Şubat depremlerinin üzerinden tam iki yıl geçti. Binlerce insanı sevdiğinden, ailesinden, yuvasından koparan bu depremlerin kalbimizdeki izleri hâlâ derin. Yeniden birlikte ayağa kalkarken, yaşananlara gelin birlikte bakalım. İlk durağımız depremlerin merkez üssü Kahramanmaraş…
6 Şubat 2023. Tam iki yıl önce… Merkez üsleri Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 7,7 ve 7,6 Mw büyüklüğünde Türkiye’de iki ayrı deprem meydana gelmiş, derin acılarla ülkemizi kalbinden sarsmıştı. Bu iki büyük depremden merkez üssünün dışında Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Adana, Malatya ve Elazığ şehirleri de etkilenmiş; depremler binlerce insanın hayatını elinden almıştı. Üstelik daha bu sarsıntıların şokunu atlatamamışken 20 Şubat’ta Hatay’da 6,4 Mw büyüklüğünde bir deprem daha yaşanmıştı. Yaşananlar korkunçtu, resmî rakamlara göre 53 bin 537 kişi yaşamını yitirirken 107 bin 213 kişi yaralanmıştı. Daha binlercesi, milyonlarcası ise kalben, ruhen kaybettikleri sevdiklerinin, ailelerinin, komşularının, yurttaşlarının acısıyla yarım kalmıştı. Bu derin bir yara; anlayamadığımız, tanıklık edemeyeceğimiz gerçeklikte elem verici. Evini, yuvasını, ailesini o tarihte yıkıntılar arasında bırakan bunca insanın yaşayabileceği mücadele tahayyül edilemeyecek kadar zor… Tahayyül edilemese dahi bu acıyı Türkiye’nin, hatta dünyanın dört bir yanından insanlar kalplerinde hissettiler ve el ele verip; depremzedelerin yaralarını birlikte sarmaya gayret ettiler. Bu kolektif dayanışma, bir nebze olsun bu yaraya pansumandı. İyileşmek ve toparlanmak için hâlâ beraber olmaya, gayretle birbirimize destek olmaya ihtiyacımız var; zaman uzun ama yol almaya da devam ediyoruz.
Yaşanan sarsıntılar, maddi ve manevi büyük hasarlara yol açmıştı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre 717.614 bina hasar görmüştü. Özellikle Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman ve Malatya gibi illerdeki yıkım çok daha büyük boyuttaydı. Evler, iş yerleri, tarım arazileri, altyapı tesisleri zarar görmüştü. Sevdiklerini, ailelerini kaybetmelerinin yanında depremzedeler barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamamakla mücadele ediyorlardı. Depremin yarattığı psikolojik, ekonomik ve sosyal travmalarla başa çıkmak kolay değildi. Bu sebeple ihtiyaçlar milletçe el ele verilip karşılanmaya çalışıldı. Önce kısa bir süreliğine çadır kentler, ardından konteyner kentler kuruldu. Gıda, su ve altyapı desteği, ekonomik yardımlar sağlanmaya çalışıldı. Şimdi toplu konutlar inşa ediliyor; önce evlerini kaybeden hak sahibi, ardından da kiracı depremzedelerin barınma ihtiyaçları karşılanmaya devam ediyor. Ama dediğimiz gibi yolun henüz başındayız; hâlâ konteyner kentlerde kalan, evlerine kavuşmayı bekleyen binlerce insan var…
Bu süreçte devlet kurumları kadar çeşitli sivil toplum kuruluşlarının da desteği oldukça önemliydi… Özellikle süreklilik arz eden destekleriyle sivil toplum kuruluşları, depremzedelerin hayata tutunmaları açısından elzem bir role sahiplerdi. KADEM, bunlardan biriydi şüphesiz. Ailenin tüm yükünü omuzlarında taşıyan, çocukları için kendisi için çabalamaktan hiç vazgeçmeyen depremzede kadınların ihtiyaç duydukları gerek maddi gerekse psikososyal destekleri alabilecekleri kuruluşlardan biriydi. Biz de Tercüman’ı temsilen, KADEM ile beraber deprem bölgesini ziyaret ettik; konteyner kentlere konuk olduk. Önce Kahramanmaraş’ta, ardından Adıyaman ve Malatya’da ağırlandık; oradaki depremzedelerin duygularına, hislerine, ihtiyaçlarına, dileklerine kulak verdik. Gelin, depremzede kardeşlerimizin hikâyelerini, mücadelelerini birinci ağızdan dinleyelim…
Umudu inşa eden şehir: Kahramanmaraş
İlk durağımız Kahramanmaraş’tı. 6 Şubat depremlerinin merkez üssü olan bu şehirde AFAD’ın verilerine göre 12.789 kişi hayatını kaybetmişti, binlercesi de yaralanmıştı. Deprem esnasında 7.492 bina yıkılmış, 11.929 bina da enkaza dönmüştü. 36.169 bina ağır hasarlı; 131.635 bina ve iş yeri de orta hasarlıydı. Yıkılan binaların enkazlarının kaldırılması, orta hasar ve üzeri binaların yıkılması ve ardından toplu konutların inşa edilmesi maalesef uzun zaman gerektiren süreçlerdi. Buna rağmen -yine AFAD’ın verilerine göre- Kahramanmaraş’ta bugüne kadar TOKİ tarafından inşa edilen 32.907 konutun, YİGM tarafından inşa edilen 5.170 köy evinin kurası çekildi ve hak sahiplerine evleri teslim edildi. TOKİ, Emlak Konut ve YİGM tarafından 43.666 konutun ise ihalesinin yapıldığı biliniyor, 2025’in sonuna kadar da şehirde 63.030 konutun tamamlanarak hak sahibi ailelere teslim edilmesi planlanıyor.
Şu an bu verilere göre 7.838 aile konutlarında fiilen ikamet ediyor fakat hâlâ konteyner kentte yaşayan 66 binden fazla depremzede var. Kentte 41 konteyner kent bulunuyor. Bunlardan biri bizim de ziyaret ettiğimiz Dulkadiroğlu semtinde yer alan Baykar Konteyner Kenti… KADEM’in bu konteyner kentte hizmet verdiği kadın destek merkezine Mütevvelli Heyeti Başkanı Sümeyye Erdoğan Bayraktar ile birlikte konuk olduk. Bayraktar, basın açıklamasında depremzedelerle kurdukları bağdan, KADEM’in bölgedeki faaliyetlerinin etkilerinden bahsederken ise şu ifadeleri kullanmıştı:
“Hepimizin yüreğinde derin yaralar açan o kara günde Türkiye ve sınır komşumuz Suriye'de 60 binin üzerinde can kaybı yaşandı. Binalarla birlikte hayatlarımız da sarsıldı. Ama bir şekilde yeniden nefes almaya başlamamız gerekiyordu. KADEM yönetimindeki arkadaşlarla birlikte depremin dördüncü gününde buraya geldik. Taşıyabildiğimiz kadar yardım paketiyle henüz enkaz başında yakınlarını bekleyen insanlara destek olmaya çalıştık. İkinci haftanın sonunda bölgedeki kadınlara daha çok destek olabilmek için İstanbul'daki kadın destek merkezimizin küçük bir modelini çadır kentte oluşturma kararı aldık ve depremin üçüncü haftası destek çadırımızı kurduk. Bir yandan kadınlara destek olmaya çalıştık, bir yandan KADEM çalışanları ve gönüllüleri buraya gelip bilfiil bölgede görev yaptı. Kahramanmaraş'ın yanı sıra Hatay, Adıyaman ve Malatya’da kadın destek merkezlerimiz faaliyette. Şu ana kadar bu bölgede 7.101 kadına hizmet verdik. Yine bu bölgede 26 kadın bizimle çıktığı yolculuğun ardından kendi işini kurdu veya işe başladı. Son yaptığımız destek merkezi etki analizi de buraya gelen kadınların kendilerini çok daha iyi hissettiklerini, hayata çok daha güçlü tutunduklarını, kendileri ve aileleriyle çok daha barışık olduklarını ortaya koydu. Bu da bize hem doğru zamanda doğru yerde olduğumuzu gösterdi hem de yeni çalışmalar için motivasyon sağladı. Bundan sonra da birlikte güçlenmek için bölgedeki çalışmalarımızı sürdüreceğiz.”
KADEM’in kurduğu bu bağ, karşılıksız değildi. Kadın destek merkezlerinden hizmet alan birçok kadın yaşadıkları bu zorlu süreçte nasıl yeniden hayata tutunduklarını anlatıyorlardı. Uzman sosyolog ve psikologlar tarafından burada psikososyal destekler veriliyor; örgü, boyama gibi çeşitli kurslar ve atölyeler düzenleniyor. Psikolojik destek alan depremzede danışanlardan biri olan Gülcan Ağırman’ın “Ben çok kötü durumdaydım, depremden çok etkilenmiştim. Kapımı açıp dışarı çıkamıyordum, çocuğuma ders çalıştıramıyordum, nefes alamıyordum, çok yalnız kalmıştık, yaşam bitmişti bizim için. Buradaki psikolog hocalarımdan çok destek aldım, onların dokunuşuyla yaşam enerjimi yeniden buldum” sözleri bu hizmetlerin aslında ne kadar elzem olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde yine destek alanlardan Gönül Hanım’ın “Kimseye merhaba diyemiyordum depremden sonra, intiharı düşünüyordum. Psikolojik destekten sonra artık ayakta durabiliyorum, dışarı çıkabiliyorum, sosyalleşebiliyorum” ifadesi, psikolojik toparlanma için uzman çalışmalarına ihtiyaç duyulduğunu gözler önüne seriyor.
Gündelik hayata sarılmak: Dostlukta derman bulmak
Konteynerlerde kalan çoğu depremzede kadın, benzer problemlerle boğuşuyorlar; aile kayıpları, travmalar, maddi yıkımlar ve gündelik hayata dönmenin hem psikolojik hem ekonomik zorluğu… Bazıları psikolojik destek alırken bazıları atölyelerde ya da diğer komşularıyla sosyalleşerek travmaların gölgesinden çıkmaya çalışıyorlar. Bunlardan biri de konteynerler arasında gezerken tanıştığım Melek Hanım’dı. Melek Hanım, depremden iki buçuk ay sonra bu konteyner kente yerleşmiş, çadır kentte kaldıktan sonra… Depremde eşi ve çocuklarıyla kendilerini kirada oturdukları evden hemen dışarı atmışlar, çok şükür ki onlara bir şey olmamış. Ama ablasının evinde iki yeğeni can vermiş o depremde. Evlat acısı kadar yüreğini yakan bu kayıpla birlikte iki buçuk ay bir çadırda kayınvalidesi ile birlikte iki aile, yani dokuz kişi yaşamaya çalışmışlar. Bir yandan soğuk ve hastalık, öte yandan devam eden artçı sarsıntılar… Çocukları ve kendisi o günleri hâlâ atlatamıyor. Buraya geldikten sonra çocukların tedavileri yapılsa da izler derin elbette. “Tekrar toparlanmak çok zor, anılar çok taze çünkü. Yeğenlerimden biri on bir yaşındaydı, diğeri dokuz yaşındaydı. Bir de yeğen demek evlat demek zaten. Acılarımızla yaşamaya çalışıyoruz. Yine de elhamdülillah” diyor. Günlük zamanını çocuklarını okula hazırlamakla ve evin işleriyle geçiriyor, ikiz kızları bir de oğlu var. Eşi yakın zamanda işe başlayabilmiş, yirmi gündür… Tutunduğu en önemli desteklerden biri, acıları ortak olan komşularının muhabbeti: “Sohbet ettiğimde düşüncelerim, anılarım dağılıyor, bence en güzeli bu. Komşularım kapımı kapalı görseler hemen sorarlar ‘Melek neredesin?’ diye, birbirimize destek olarak atlatmaya çalışıyoruz.”
Bunları konuşurken bir çardağa geçmiştik, yanımıza bir hanım teyze geldi. Sohbetimiz birleşti, gözyaşları aynı günün yıkıntılarından sızıyordu çünkü. Anlatmaya başladı hikâyesini: Deprem gecesi evde tek başınaymış, eşi gece bekçisi olduğundan işteymiş. Kaldıkları evde kiracılarmış. Altı ay boyunca eşinin bekçilik yaptığı yerde kalmışlar, yıkılmadığı için. “Yakınlarımı kaybetmedim ama ölenlerin hepsi benim bacımdı, kardeşimdi” derken gözyaşlarını tutamıyor, hiç kolay değil, bugüne kadarki süreç onun için hep gözyaşlarıyla geçmiş. “Atlatamıyorum hâlâ, çok kötüydü. Şimdi buradaki atölyelerde örgü örüyorum yetim çocuklar için, Kur’an kursuna gidiyorum, komşularımla paylaşıyorum derdimi” diyerek bu travmayla mücadele yolunu gün içinde nasıl inşa ettiğini anlatıyordu aslında. Yine iyilik yaparak, yine metanete sığınarak.
Hikâyeleri birleştiren çatı: Ortak acılar, ortak hayaller
Çardak bir nevi kadınların birbirini dinlediği, sohbet ederek dertleştiği ortak alan gibiydi. Okula ve parka yakın olması sebebiyle de bu alan onları birleştiriyordu. Çardağın diğer bir yanında Fatma Hanım oturuyordu. 28 yaşında genç bir kadın, hayatında ilk kez depremi 6 Şubat’ta yaşamış, bu sebeple ilk başta anlamamış ne olduğunu. Önce eşi uyanmış, dışarı çıkmış. Evde çocuklarıyla tek kalmış Fatma, küçük kızının üzerine kapanmış, yıkılmış sonra zaten bina... Sadece kolonlar kalmış… Eşi gelip baltayla kapıyı açana kadar dua ederek, tekbir getirerek sakin kalmaya çalışmış. Görümcesi üst katında oturuyormuş, eşi onları kurtarınca görümcesini ve çocuklarını da kurtarmışlar yıkıntılar arasından. Kendi canlarını kurtarabilmişler ama deprem yeğenini almış, acısını yüreklerinde bırakmış. O günden bugüne değin yaşadıklarını şöyle anlatıyordu: “İlk zamanlarda benim psikolojim çok kötüydü, sürekli geziyordum, çadırda durmuyordum. Sonra bir psikolog geldi yanıma, ‘Sana nasıl yardımda bulunalım?’ dedi, onunla sürekli diyalog hâlindeydim, konteyner istediğimi söyledim. Psikolojimiz hiç iyi değildi, eşimin de benim de. Sağ olsunlar, konteynere geçmemizi sağladılar, bugüne kadar yemeğimizi verdiler, burada aş evi vardı, gidip yemeğimizi alıyorduk. Ayrıca bize yardım kartı da bağlamışlardı. Sonra Kur’an kursu açtılar, kütüphane açtılar, çocuklarımıza çok güzel ortamlar, etkinlikler yarattılar. Biz bu etkinlikler sayesinde dostlar edindik, yaralarımızı birlikte sardık. Biz bir deprem yaşadık ama insanlar hep bizimle beraberdi. Ben evden çıktığımda üzerime giyecek hiçbir şeyim yoktu, bir eşofmanla çıkmıştım dışarı ben. Ertesi gün hemen yardımlar yağdı buraya, kıyafetten tüm genel ihtiyaçlarımıza kadar karşıladılar. Bizi kaderimize terk etselerdi daha kötü olurduk. Burada çok iyi insanlarla tanıştık, oturup sohbet ettiğimiz çok güzel insanlara denk geldim.”
Fatma o esnada yanında oturan Melike Hanım’ı gösteriyordu. Melike Hanım ile konteyner kentteki Kur’an kursunda arkadaş olmuşlar. Zaten başka bir yere gitmiyormuş Melike Hanım, deprem hem annesini hem evladını ondan alınca uzun bir müddet kendine gelememiş. Hatırını soruyoruz önce, sonra anlatmaya başlıyor. Altı gün boyunca enkaz altında kaldığı zamanlar, evladını çıkardıktan sonra İstanbul’a tedavi ettirmeye çalıştığı süreçler aklına geldikçe duraksıyor, devam edemiyor. Depremden bir buçuk, iki ay sonra konteyner kente gelmişler. Burada daha çok Kur’an kursunda vakit geçiriyor, komşusunun çocuklarına bakarak para kazanıyor, eşi yeni işe girmiş onun da... Bir yandan çocuklarını okutmaya çalışıyor. Gerek kalbindeki acı gerekse ekonomik zorluklarla mücadele ederken çardaktaki dostları, komşuları ona destek olmaya gayret ediyorlar. Bunlardan biri Mine, diğeri Medine Hanım’dı. İkisi de yanımıza geldiler, biz konuşurken.
Medine Hanım, Melike Hanım gibi hem annesini kaybetmiş depremde hem de enkaz altında saatlerce kurtarılmayı beklemiş… Bu ortak korku, endişe ve üzüntü üzerinden depremi şu sözlerle anlatıyor Medine Hanım: “Biz enkazın altındaydık. Evimiz, çarşının içindeydi, büyük depremde yıkıldı. Azerbaycan Bulvarı’ndaki Gül Apartmanı’nda oturuyordum, beşinci katta. Bir uğultuya uyandım. Şakır şakır binamızın sallandığını duydum. Eşime ‘Kalk hemen, deprem oluyor’ dedim. Beşikteki bebeğimi aldım kucağıma, dışarıya çıkmaya çalıştım. Eşime dedim ki ‘Haydi oğlanı da uyandır da inelim hemen.’ Eşim donup kaldı, ne olduğunu anlayamadı, sonra da elektrikler gitti. Elektrikler gidince yatak odamızdaki pencerenin önünden kırmızı bir ışık geçti. Eşim ‘Dışarı çıkamayız Medine, hakkını helal eyle, gidiyoruz’ dedi. Ölüyoruz dedi yani. Sonra bina beşik gibi gidip gelmeye başladı, hızlandı ve birden bina arkaya gitti, katlar tek tek indi arkaya doğru. Her yerden çığlıklar yükseldi. ‘Allahuekber’ sesleri, kelimeyi şahadetler duyuluyordu. Enkaz altındaydık. Biraz durduk, eşim seslendi ‘Ben yaşıyorum’ diye, ben de iyi olduğumu söyledim ona, kucağımda bebeğimle. Eşim ayağına bir şey battığı için kımıldarken benim telefonum onun kucağına düştü. Telefonu açtı ama şarjı çok azdı. O esnada yeniden deprem oldu ve biz daha da aşağıya düştük, hiçbir yerden tutunamıyoruz. Telefonumuzu açtığımız için amcamın gelini bizi aradı, iyi olup olmadığımızı merak ettiği için. Hatlar birden kesildi, konuşamadık. Birilerinin ayak seslerini duyduk sonra ama ne kadar seslensek de kimseye sesimizi duyuramadık. Uykumuz geliyordu ama uyumaktan da korkuyorduk, bir yandan da çok üşüyorduk. Dualarla güç bulmaya çalışıyorduk. Sonra 'bir yerden bize soğuk geliyorsa açıklık vardır, telefonun ışığını oraya tutalım' diye düşündük ve öyle yaptık. Oradaki kişilerden biri tuttuğumuz ışığı görmüş, olduğumuz yere geldi, bizi buldu. Yakınlarımızın da orada olması sayesinde bizi çıkarabildiler. Büyük oğluma biz ulaşmamıştık ama o bizden önce çıkarılmış enkazdan, bize seslenmiş ama bize duyuramamış kendini. Çok şükür ki beşinci katta olmamıza rağmen kurtulabildik. Çok kötüydü, Rabbim kimseye yaşatmasın.”
Bu travmanın ardından yaşadıkları bitmemişti Medine Hanım’ın. Bir umut köye, annesinin enkazdan çıkarılması için gitmişler. Annesi ancak beşinci gün çıkarılmış fakat hayata tutunamamış. Bu acıyla birlikte bir müddet kayınvalidesinin ve görümcesinin çadırında kalmışlar. İkinci aydan sonra buraya, konteyner kente yerleşmişler. “Burada geçiyor günümüz” diyor: “Oğlumu kreşe verdim, kreş açıldı burada. Bayağı şeyler öğrendi, arkadaşlar edindi, biz de hiç tanımadığımız kişilerle komşu olduk, arkadaş olduk. Bazen birlikte hüzünleniyoruz, eskilere gidiyoruz. Eski komşularım da çok iyiydi, vefat eden komşularım. ‘Haydi Medine gel, kahve yaptık’ derlerdi, kardeş gibiydik, çocukları beraber dışarı çıkarırdık. Şimdi buradaki komşularımız da öyle, özlediğimiz günler elbette oluyor ama güzel günler de oluyor. Atlatıyoruz diyemem belki ama her şeyi yaşıyor insan.” Bu sözler, insani bir refleksi öyle doğal bir şekilde yansıtıyor ki Medine'nin metanetine, sabrına, umuduna, hayata bakışına hayran kalırken buluyoruz kendimizi.
Mine Hanım ise hayatın başka bir gerçekliğiyle yüzleştiriyor bizi; rantçılıkla, fırsatçı müteahhitlerle, ev sahipleriyle yani. Mine Hanım çalışabilmek için çocuklarını Melike Hanım’a emanet ediyor bu süreçte, kazandığının bir kısmını onunla paylaşıyor, dostlukları bu bağla gelişmiş. Depremden çıktıkları kiralık ev, birkaç kez yıkım kararı almış. O esnada şahit olduklarını şu şekilde anlatıyor: “Evden en son çıkan bendim, yatak odası çökmüş vaziyetteydi. Müteahhit evi yıktırmadı, tadilat yaptırdı, şimdi daireleri kiraya vermişler yeniden, hem de fahiş meblağda. Gördüğüme söylüyorum, o apartmanda oturmayın, sağlam değil diye. Bu gibi fırsatçılara para ödeyeceğimize devletimize kira ödeyelim istiyoruz, ev imkânı sağlarsa…”
Bu temenni konuştuğumuz herkeste ortaktı. Hepsinin ortak dileği, hak sahiplerine çıkan konutların kendilerine de çıkması ya da hiç değilse daha makul kiralarda sağlam bir çatı altına yerleşmeleriydi. Maddi ve manevi zararların etkisi depremzedelerin yüreğini kor gibi sürekli yaksa da beraber vakit geçirmek, birbirine destek olmak, birlikte bir şeyler yapmak, kendilerinin olacak yeni evlerini hayal etmek onlara biraz da olsa iyi geliyor. Depreme dayanıklı, sağlam yapılarda yeniden evlerini kurdukları zamana şahit olmak, yaralarımızın iyileştiği günlere uyanabilmek bizim de öncelikli dileğimiz… Konteyner kentten çıkıp TOKİ tarafından inşa edilen toplu konutlara doğru ilerlerken aklımızda, yüreğimizde hep bu dilek vardı, bir de bu acıyı bir daha yaşamama duası…
Bu dua ile Adıyaman'a gitmek için yola koyuluyoruz...

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.