10 Ekim 2025

Almanya’da AfD rüzgârı: “Artık ‘marjinal' değil"

Alman aşırı sağı, yerel seçimlerde elde ettiği başarıyla dikkatleri üzerine çekti. AfD’nin yükselişinin ne anlama geldiğini ve olası sonuçlarını Almanya’nın önde gelen siyaset bilimcileriyle görüştük.

“Alman gök gürültüsü gerçek Alman özelliğidir. Çok çevik değildir, biraz yavaş ama gümbürdeyerek ilerler.”

Almanya siyasetinin radikal sağı Almanya İçin Alternatif (AfD), son yerel seçimlerde elde ettiği çarpıcı sonuçlarla ülke gündeminin merkezine yerleşti. Ülkenin en büyük eyaletlerinden Thüringen, Saksonya ve Brandenburg’da oy oranını yüzde 30’un üzerine çıkaran AfD, Saksonya ve Thüringen’de ise yarışı önde bitirdi. Batı eyaletlerinde tabanı sınırlı kalan AfD, doğuda merkez partileri geride bırakarak artık yalnızca liberal-sol ve Avrupa Birliği (AB) karşıtlığına tutunan reaksiyoner seçmenlere yaslanmadığını gösterdi. Göç politikaları, enerji krizi ve ekonomik memnuniyetsizlik üzerinden yürüttüğü sert kampanyalar AfD’ye geniş bir destek zemini sağladı.

AfD’nin yükselişi, sadece bölgesel bir dalgalanma değil. Son kamuoyu araştırmaları, partinin ülkenin tamamında kalıcı biçimde güçlendiğini ortaya koyuyor. Bild ve Infratest dimap tarafından eylül ayında yapılan anketlerde AfD’nin ulusal oy oranı yüzde 22–23 bandına çıkarak ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birliği/Hristiyan Sosyal Birliği’nin (CDU/CSU) hemen arkasında bulunuyor. Özellikle genç erkekler ve ekonomik olarak kırılgan bölgelerin işçi sınıfında AfD’ye yönelimin hızlandığı gözleniyor. Uzmanlar bu artışı, hem hükümete yönelik memnuniyetsizliğin hem de yaşadıkları mağduriyetlerin, kimlik bunalımının ve fakirliğin sorumlusu olarak hedef gösterilen “sistemin elitlerine” karşı duyulan tepkinin birleşimi şeklinde yorumluyor.

Brüksel’in ileri gelenleri ise “ABD’de Donald Trump, Fransa’da Le Pen, İtalya’da Georgi Meloni, Macaristan’da Viktor Orban, Rusya’da Vladimir Putin…” diye sıraladıkları aşırı sağcıların yükselişini mistik bir fenomen olarak ele almayı ve AfD’nin beklenmedik çıkışını da bunun doğal bir sonucu olarak görüp kınamayı tercih ediyor.

Peki Almanya’nın önde gelen siyaset bilimcileri AfD’nin yükselişi nasıl değerlendiriyor?

Kiel Üniversitesi Güvenlik Politikası Enstitüsü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Joachim Krause, Dresden Teknik Üniversitesi Uluslararası Siyaset Öğretim Görevlisi Dr. Jochen Kleinschmidt, Frankfurt Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Görevlisi Dr. Mohamed Salhi, Siyaset Bilimci Dr. Christoph Schiebel, Siyaset Bilimci Dr. Jürgen Lang’a sorduk.

“Merkez sağ ve sol, Almanları konsolide edemedi”

Almanya’da aşırı sağın yükselişini ABD Başkanı Donald Trump, Fransız Ulusal Birlik Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı Le Pen veya İtalya Başbakanı Georgia Meloni gibi aktörlerin “mistik” yükselişinin doğal bir sonucu olarak görmek doğru mu? Siz bu yükselişi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Joachim Krause: AfD’nin yükselişini, 2015 sonbaharında başlayan yasa dışı göçmen akınına bağlıyorum. O dönemde dönemin Şansölyesi Merkel, hiçbir güvenlik taramasından geçirmeden bir milyon yabancının ülkeye girişine izin verdi. Ardından gelen “trafik lambası” koalisyonu da bu açık kapı politikasını sürdürdü ve bu durum küçük bir parti olan AfD’nin Almanya’daki ikinci en güçlü siyasi aktör haline gelmesine yol açtı.

Dr. Jürgen Lang: Bahsettiğiniz tüm isimler geniş anlamda “sağ popülizm” yelpazesine ait. Ben genellikle “aşırı sağ” terimini kullanmaktan kaçınırım çünkü bana göre yeterince kesin değildir. Elbette AfD de bu yelpazeye dahildir. Ancak AfD’nin yükselişi Trump, Meloni ya da Le Pen’le doğrudan bağlantılı değil. Dünyadaki sağ popülizmin yükselişinin açıkça toplumsal nedenleri var. Bu, halkın kötü niyetli bir elit tarafından kandırıldığı düşüncesinden kaynaklanıyor.

“Halk, bürokrasi ve ekonomik durgunluktan bıktı”

Dr. Mohamed Salhi: Bu çok boyutlu bir mesele. Birçok kişi bunun avro krizi ya da göç krizi nedeniyle olduğunu söyler ancak kesinlikle başka boyutları da var. Bunlardan biri, Alman ana akımının entegrasyon/asimilasyon etrafındaki tartışmaları normalleştirmesi, bu da AfD’nin kültürel ve göçle ilgili taleplerine zemin hazırladı. Gerçekte eleştirilecek somut bir “kriz” olup olmamasından bağımsız olarak, AfD bu sürecin aktif bir parçası. Parti artık sadece bir “marjinal fenomen” değil.

Dr. Jochen Kleinschmidt: Bu, tek bir açıklaması olmayan karmaşık bir olgu. Ancak çeşitli araştırmalar, AfD seçmenlerinin büyük çoğunluğunun partinin ideolojik ve politik söylemlerini gerçekten benimsediğini gösteriyor. Dolayısıyla bu, basit bir protesto oyu değil. Partinin özellikle doğu eyaletlerinde, kırsalda ve bazı geç endüstrileşen bölgelerde daha popüler olması dikkat çekici. Bu oyların da büyük kısmı, daha önce oy kullanmayan seçmenlerden geliyor.

Dr. Christoph Schiebel: Alman siyasi sistemi, bir yandan nitelikli iş gücü eksikliğini kontrollü göçle gidermeye çalışırken sığınmacı akınını denetim altına almakta başarısız oldu. Bu ikilem AfD’nin 2025 yılında Bundestag’da ikinci en büyük parti haline gelmesine yol açtı. Halk, bürokrasiden, ekonomik durgunluktan ve ilerleme eksikliğinden bıkmış durumda. Merkez sağ, merkez sol ve sol partiler, toplumun artan parçalanmışlığı ve sertleşen sosyal rekabet ortamında halkı konsolide etmekte başarısız oldu. Kimlik siyaseti kutuplaşmayı artırdı ve kültürel sürtüşmelere neden oldu. Kısacası, aşırı sağın yükselişi “mistik” figürlerle açıklanamaz. Bu yükseliş, Almanya’nın sosyal yapısındaki kırılmalarla ilgili.

“AP’deki sağcı partiler bile AfD’yi ‘radikal’ buluyor”

Kıta Avrupası’nın diğer aşırı sağ partileri genellikle “Rus yanlısı” olmakla, AB karşıtlığıyla ve -örneğin Polonya’da olduğu gibi- Katolik kimlikleriyle öne çıkıyor. AfD’nin Avrupa’nın diğer aşırı sağ partilerinden farkı nedir?

Dr. Joachim Krause: AfD, prensipte diğer sağ popülist partilere benzer. Ancak Fransa’daki Ulusal Birlik gibi partilerden çok daha milliyetçi, ırkçı ve aşırıcıdır. Öyle ki AfD artık Avrupa Parlamentosu’nda (AP) sağcı ve milliyetçi partilerin oluşturduğu blokta yer almıyor çünkü bu partiler bile AfD’yi fazla radikal buluyor.

Dr. Jürgen Lang: Öncelikle AfD benzersiz bir parti. Kısmen liberteryen, kısmen ırkçı (völkisch) ve kısmen sosyal meselelerle ilgilenen bir “melez” parti. Parti içinde Putin’i hem destekleyen hem karşı çıkan kesimler var. AB karşıtlığı ve göçmen karşıtlığı oldukça güçlü. Ancak partide aşırı Hristiyan kimliğini pek bulamazsınız.

Dr. Mohamed Salhi: AfD başlangıçta Putin’e bir yakınlık gösterdi ancak Ukrayna’daki savaş ilerledikçe onunla tamamen özdeşleşmemek için biraz uzaklaştılar. Yine de önceden kullandıkları NATO karşıtı argümanları kullanmaya devam ediyorlar.

Dr. Jochen Kleinschmidt: Bazı AfD’li politikacılar, Rus ajanlarından rüşvet almakla suçlandıkları davalarda yargılanıyor. Partinin birçok yöneticisi, üyesi ve seçmeni Putin’in siyasi anlayışına samimi bir sempati duyuyor olabilir zira kadın düşmanlığı, milliyetçilik, liberalizm karşıtlığı ve otoriter yönetime eğilim gibi ideolojik unsurlar her iki tarafta da ortak. Bu bağlamda, “yozlaşmış Batı” yerine Rusya’yı tercih etme yöneliminin, 19. yüzyıl Alman muhafazakarlığında da gözlemlenebilir bir eğilim olduğunu hatırlatalım.

“Komünist ‘Doğu Alman’ mirasını sömüren parti: AfD”

Dr. Christoph Schiebel: Ulusal ve uluslararası düzeyde bakıldığında, AfD’yle diğer aşırı sağ ve popülist partiler arasında pek çok kesişim noktası var. Almanya içinde AfD’nin aslında iki kanadı var: Biri liberteryen, diğeri ise aşırı milliyetçi ve derin biçimde ırkçı. Partinin zirvesinde de iki lider bulunur: Liberteryen Alice Weidel ve aşırı milliyetçi Tino Chrupalla. Ancak bu iki isim bile parti içinde baskın tek bir figür haline gelemedi. Diğer Batı ülkelerindeki aşırı sağ ya da popülist partilerden farklı olarak, AfD tek bir karizmatik lider tarafından yönlendirilmez. Parti, daha çok öfke, siyasal protesto ve aşırı sağcı tutumlarla beslenir. Her iki kanadı da otoriterlik, gelenekçilik ve popülizmle karakterize edilir. Yine birçok aşırı sağ parti gibi AfD de feminizmi ve ekoloji mücadelesini reddeder. Dış politikada ise açık biçimde Rusya yanlısı bir çizgi izler. Bu eğilim, özellikle AfD’nin çok güçlü olduğu eski Doğu Almanya bölgelerinde belirgindir, bu da II. Dünya Savaşı sonrasında Doğu Bloku’na entegre edilmiş olan Doğu Almanya’daki eski komünist kimlikle ilişkili. İronik biçimde, bu tarihsel mirası en iyi sömüren parti aşırı sağ bir parti olmuştur.

“Büyük ölçüde kaos ve yıkım yaratabilirler”

Yerel seçimler ve son kamuoyu araştırmalarına bakıldığında AfD’nin genel seçimlerde iktidara gelmesini olası buluyor musunuz?

Dr. Joachim Krause: AfD’nin Thüringen, Saksonya veya Saksonya-Anhalt gibi bir ya da iki eyalette iktidara gelmesi mümkün. Böyle bir durumda büyük ölçüde kaos ve yıkım yaratabilirler. Neyse ki Alman Anayasası, bir eyalet hükümeti veya parlamentosu “çıldırırsa”, federal hükümete müdahale etme yetkisi veriyor.

Dr. Jürgen Lang: Oldukça olası. 2026’da Saksonya-Anhalt’ta eyalet seçimleri yapılacak. Tahminim, AfD’nin iktidara geleceği yönünde. Belki resmi bir koalisyonla değil ama Sahra Wagenknecht’in BSW’sinin dışarıdan desteklediği bir azınlık hükümetiyle. Bu, Alman siyaseti üzerinde büyük bir etki yaratacak çünkü demokratik partilerin AfD’yi sistemin dışında tutmak için inşa ettiği “koruyucu duvarı” yıkacak.

Dr. Christoph Schiebel: CDU/CSU’nun, AfD’yle iş birliği yapmak veya bir koalisyon kurmak durumunda kalması, kaçınılmaz olarak itibar kaybına yol açar. Üstelik bu partiler, uzun süredir aşırı sağın karalama kampanyalarına ve nefret söylemine maruz kalıyor. Bu tür bir yaklaşım, muhafazakar seçmenlerin önemli bir kısmını da uzaklaştırabilir çünkü CDU/CSU üyeleri sağdan ziyade merkeze yakındır. Ayrıca Protestan ve Katolik kiliseleri, göçmenlerin sınırlandırılması fikrine karşı çıkıyor.

“Wagenknecht’in BSW’si ‘woke’ solu küçümsüyor”

Peki sol AfD’ye karşı nasıl bir tavır almalı? Solun kadın/LGBT, ekoloji ve azınlık çoğulculuk sorunlarıyla fazla “meşgul” olmasına bir “tepki” olarak ortaya çıkan BSW’nin çizgisi bu kapsamda bir yol gösterici olabilir mi?

Dr. Joachim Krause: Sol için bir çözüm var, İskandinav sosyalistlerini model almak.

Dr. Jürgen Lang: Sol hareket ikiye bölünmüş durumda ve bu iki kanadı uzlaştırmak neredeyse imkansız. Wagenknecht’in BSW’si “woke” sol kimlikçileri küçümsüyor. Aynı şekilde diğer taraf da onları dışlıyor. BSW de gittikçe popülist sağa yöneliyor. Bu sebeple işçi sınıfına odaklanan BSW’nin de ait olduğu “eski” sol popülist ve sağ bir çizgiye kayıyor.

Dr. Mohamed Salhi: BSW hala bir tür marjinal parti konumunda.

Dr. Jochen Kleinschmidt: BSW’ye destek veren toplumsal kesimler, AfD’inkilerden farklı. AfD desteğini daha çok kırsal bölgelerdeki orta yaşlı ve genç seçmenlerden alırken BSW esas olarak Doğu Almanya’daki yaşlı seçmenler tarafından destekleniyor. Federal Anayasa Mahkemesi, AfD’yi yasaklarsa, destekçilerinin bir kısmı BSW’ye yönelebilir ancak son anketlere göre genel tablo yine de pek değişmez.

Dr. Christoph Schiebel: Kısa bir süre için, eski komünist ve aşırı sol bir figür olan Sahra Wagenknecht, özellikle AfD’nin güçlü olduğu Doğu Almanya’daki bölgelerde belirli bir etki alanı yaratmayı başardı ancak Rusya’ya yönelik sıcak tutumu ve göçmenler konusundaki yaklaşımı, seçmenleri kalıcı biçimde çekmeye yetmedi. Nitekim Bundestag’a girmeyi başaramadılar. Sol Parti ise toparlanarak tarihindeki en güçlü dönemine girdi. Bu parçalı siyaset ortamında solun farklı fraksiyonları arasında derin görüş ayrılıkları sürüyor.

“Çifte vatandaşlığın kalkması Türkleri doğrudan etkiler”

Olası bir AfD hükümeti Türk kökenli Alman vatandaşlarını nasıl etkiler?

Dr. Joachim Krause: Büyük olasılıkla Türkler açısından çok fazla bir şey değişmez. Göç politikaları bakımından Türkler, Kuzey Afrika, Arap ülkeleri veya Afganistan’dan gelen insanlara kıyasla daha az sorun olarak görülüyor. Hatta Almanya’da AfD’yi destekleyen birçok Türk’ün olduğu anlaşılıyor.

Dr. Jürgen Lang: Partinin hangi kanadının baskın çıkacağına bağlı. Radikal kanat galip gelirse göçmen karşıtı politikalar güçlenecektir. Bunlar ırksal olarak “gerçek” Alman olmayan herkesin -Alman vatandaşı olsa bile- geri gönderilmesini istiyorlar.

Dr. Christoph Schiebel: AfD, “yeniden göç” (re-migration) politikasını savunuyor. Bu, partinin “kötü biçimde entegre olmuş” gördüğü göçmenleri sınır dışı etmek istediği anlamına geliyor. Parti ayrıca çifte vatandaşlığın kaldırılmasını da istiyor ki bu özellikle Türk kökenli göçmenleri doğrudan etkiler. Türkler, Afganlar, Araplar ve bir bütün olarak Müslümanlar, AfD’nin başlıca günah keçileri konumunda ve sıklıkla sosyal adaletsizlik, şiddet, cinayet ve terör saldırılarıyla ilişkilendiriliyorlar.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...