Ahıska Türkleri'nin sürgünü: 81 yıllık derin acı
14 Kasım 1944'te, Stalin rejimi Ahıska Türkleri'ni anavatanları Gürcistan'dan sürgün etti. Yaklaşık 100.000 insan, Orta Asya'ya gönderildi, binlerce kişi hayatını kaybetti. Birlikleri parçalandı ve geri dönüş hakkı tanınmadı. Nesiller boyu süren insanlık dramı hafızalardaki yerini koruyor.
14 Kasım 1944. 2. Dünya Savaşı’nın en karanlık son dönemlerinin hâkim olduğu, geniş bir coğrafyada acıyla bezeli nice hikâyenin bugünü dahi etkiler şekilde vuku bulduğu bundan tam 81 yıl öncesinde, dönemin Sovyetler Birliği ve lideri Josef Stalin tarafından insanlık ve bilhassa Türk dünyası adına esef verici bir siyasi karar daha uygulamaya sokuldu. Artan Nazi saldırganlığı, katı Sovyet rejimi ve bölgenin kırılgan yapısında her daim etkin Stalinist güvenlik politikaları çerçevesinde 14 Kasım 1944’te vuku bulan “kitlesel bir sürgün” planıyla Ahıska Türkleri, tarihsel yurtları olan Gürcistan'ın Meshet(i) bölgesinden tamamıyla koparıldı ve başta SSCB'ye bağlı diğer uydu ülkeler olmak üzere geniş bir coğrafyaya dağıtıldı.
Ahıska Türkleri'nin bu acı deneyimi, modern devletler tarihinde zorla yer değiştirme politikalarının etkilerini anlamak açısından bugün halen kritik bir örnek teşkil ediyor. Sadece Türk dünyası ve Avrasya çalışmaları için değil, aynı zamanda uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında incelenmesi gereken bir vaka olarak önemini koruyan Ahıska Türkleri'ni ve her şeye rağmen kimliklerini onurlu bir şekilde korumayı başardıkları zorlu tarihsel dönemeçleri, 14 Kasım vesilesiyle bu yazımızda özetle ele almak istiyoruz.
Ahıska Türkleri'nin tarihi ve 1944 Sürgünü’ne giden yol
Öz vatanları olarak bildikleri Gürcistan'ın Meshet(i) bölgesinden kaynaklı Mesket veya Meshet(i) Türkleri olarak da literatürde yer eden Ahıska Türkleri hakkında tarihçi ve araştırmacılar arasında bilhassa, ilk yerleşimleri ve kökenlerine dair farklı görüşler hâkimdir. Ancak bu topluluğun çoğunluğunun etnik olarak Türk oldukları, ayrıca bölgedeki Osmanlı yönetimi sırasında Müslüman olan Türkleşmiş Gürcü ve Kafkas halklarını da aralarına dâhil ettikleri hususunda genel bir fikir birliği mevcuttur. Bugün bir Ahıska Türkü'nün evine misafir olunduğunda, adeta Anadolu'nun bir bölgesine ziyaret gerçekleştirildiği, lehçe/şiveye kadar aynı Türkçe'nin konuşulduğu, aynı Anadolu yaşam örf, adet ve geleneklerinin aileler arasında yaşatıldığı ise tartışılmaz bir gözlemdir.
Ahıska bölgesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılda bölgeyi hâkimiyetine almasıyla Türk nüfusun yoğunlaştığı bir alan haline gelmiş, bilhassa 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Çarlık Rusya’sının bölgeyi ele geçirmesi ise Ahıska Türklerinin statüsünde ve refahında önemli değişikliklere yol açmıştır. Buna rağmen Rus İmparatorluğu'nun yerel halkları kendi çıkar ve emelleri etrafında toplama siyaseti ve pek çok Türk topluluğunu da etkileyen "Rus Oryantalizmi" siyaseti etkisinde de nüfus varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
Sovyetler dönemine gelindiğinde ise bölge, öncelikle Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne dahil edilmiştir. Esasen kendisinin de zaman zaman Gürcü kimliği sıklıkla vurgulanan 'demir lider' Stalin döneminde yürütülen “iç tehdit” algısına dayalı politikalar ise, özellikle Nazi Almanya'sının dönemin "millet, milliyetçilik, etnik birliktelik" gibi kavramlarını ustalıkla farklı bölgelerde kullanır hale de gelmesiyle, Karadeniz kıyıları ve Kafkasya’daki etnik toplulukları potansiyel güvenlik riski olarak kodlamıştır. Ahıska Türkleri de bu çerçevede diğer pek çok kadim halk grubu gibi, "üstün Sovyet devletinin bekası" ve “sınır güvenliği açısından sakıncalı” görülen unsurlar arasına dahil edilmiştir.
Sürgün ve sürgün sonrası yaşam-kimlik
Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler, İnguşlar ve Kırım Tatarları gibi diğer halklarla birlikte 1944’te Sovyetler Birliği’nin iç bölgelerine zorla göç ettirilen Ahıskalılara karşı en büyük operasyon, bundan tam 81 yıl önce, 14 Kasım 1944 sabahı, Stalin dönemi en meşhur güvenlik/istihbarat aygıtı NKVD birlikleri tarafından başlatıldı.
Resmî kayıtlara göre yaklaşık 90.000–100.000 Ahıska Türkü kısa süre içinde tren vagonlarına doldurularak başta Orta Asya coğrafyasına (Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan) gönderildi. Kasım ayı itibariyle anılan coğrafyada iklimin ağırlığının hissedilmeye başladığı bir dönemde göç süreci olağanüstü zor kış koşullarında gerçekleşti. Hayvan taşımacılığında kullanılan kapalı vagonlarda yolculuk haftalar sürdü.
Açlık, hastalık ve soğuk nedeniyle binlerce kişi yolda hayatını kaybedecekti. Varış noktalarında ise keza zorlu ve özel yerleşim rejimlerine zorunlu tutulan Ahıskalıların yaşam ve hareket özgürlükleri ciddi şekilde kısıtlandı. Sürgün edilen bu gibi topluluklar Sovyet literatüründe “özel yerleşimci” statüsünde değerlendirilmiş ve sıkı polis gözetimi altında yaşamaya ve istihbarat aygıtlarınca izlenmeye uzun müddet maruz bırakıldı.
Göç edilen Orta Asya’daki yerleşim bölgelerinde Ahıska Türkleri, başta tarım işçiliği ve komünel yerleşim yapılarında çalışmaya yönlendirilecek, ağır işlerde istihdam yoluyla kurulan yeni yaşam alanları bu toplumun bastırılmışlığına yeni bir boyut eklenecekti. Ancak Ahıskalılar, topluluklarının güçlü aile yapısı, dini pratikleri ve dilsel dayanıklılığı gibi özellikleriyle Anadolu'da görmeye alıştığımız bir dirençle bugüne kadar kimliklerini ustaca korumayı bilen halklar arasında yer etmeyi de bildiler.
20. yüzyıl ve “Sürgün üstüne sürgün”
Sürgün, Ahıska Türkleri’nin coğrafi olarak dağılmasına, kökensel belleklerinin zedelenmesine ve geri dönüş taleplerinin sürekli ertelenmesine neden oldu. 1956’da başlayan ve literatürde "de-Stalinizasyon" denilen diğer bir deyişle “Stalin döneminin günahlarıyla hesaplaşma” ve Kruşçev dönemi "rehabilitasyon süreci"nden de Ahıskalılar beklenen sonucu alamadılar. Diğer bazı sürgün halkları için geri dönüş imkânları kısmen yaratılmasına rağmen Ahıska Türkleri buna dâhil edilmeyecekti. Bunun temel gerekçeleri arasında Gürcistan’daki demografik hassasiyetler ve bölgesel etnopolitik rekabetler yer alır.
Buna ilave yaşanılan diğer bazı elim hadiseler, göç edilen yeni topraklardaki halklar ve yönetimlerle ihtilaflar, örneğin 1989’da Özbekistan’ın Fergana Vadisi’nde Ahıska Türklerini hedef alan adeta "pogrom" niteliğindeki saldırılar, topluluğun yeniden kitlesel göç dalgasıyla karşı karşıya kalmasına yol açtı. Bu olaylar sonrası binlerce Ahıska Türkü Azerbaycan’a, Sovyet sonrası yeni Rusya’nın Krasnodar ve Rostov gibi bölgelerine, Ukrayna’nın Donbas bölgesine ve Karadeniz kıyısına, Türkiye’ye ve ABD’ye göç etmek durumunda kalacaktı. Şüphesiz bu tür devamla yaşanan gelişmeler ise sürgün travmasını daha da derinleştirmiş, Ahıska Türklerini “sürgün üstüne sürgün” yaşayan bir diaspora topluluğu haline getirmişti.
Ahıska Türkleri’nin günümüzdeki durumu ve yeşeren umutlar
Bugün Ahıska Türkleri, yaklaşık 500.000–700.000 kişi arasında olduğu tahmin edilen halen dağınık bir nüfusa sahip. En yoğun olarak Türkiye, Rusya, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’da yaşamaya devam ediyorlar. Gürcistan’a geri dönüş meselesi hukuki ve siyasi engeller nedeniyle hâlâ tam olarak çözülemedi.
Ancak bu esnada Ahıska toplumu yaşadıkları her ülkede, kültürel kimliğini korumaya yönelik örgütlenme modelleri geliştirmiş; diasporanın özellikle Türkiye gibi başat alanlarda daha görünür hale gelmesi, kültürel ve akademik çalışmaların artmasına da katkı sağladı. Bu esnada, özellikle Ukrayna'daki savaş koşullarının da etkisiyle ülkemizden başta Cumhurbaşkanlığı ve ilgili Bakanlıklar düzeyinde bu kardeş halka yönelik destek ve politikaların her geçen gün arttığı müşahede ediliyor.
Sonuç olarak ise, Sovyet uluslaşması ve güvenlik politikalarının insani açıdan en dramatik örneklerinden biri olarak tarihte yerini koruyan Ahıska Türkleri sürgünü, bugün bize yalnızca bir coğrafi yer değiştirmeyi değil; kimliğin, toplumsal yapının ve tarihsel belleğin derin bir şekilde dönüştürülmesi girişimlerinin halen devam ettirilebildiği travmatik süreçleri hatırlatır. Nitekim, kimliksel süreklilik ve beşerî devamlılıkları adına Ahıskalılara derin izler bırakan 1944 ve sonrası dönem, bugün aynı Gazze'de insanlık adına yaşatılan acılara benzer ve şimdi kimi kesimlerin "Filistinlilerin kendi topraklarından sürülmesi planları"nda olduğu gibi, tarihte de her daim benzeri acıların farklı halklar arasında da geçerli olduğunu bizlere anlatır.
Bugün hâlâ süregelen geri dönüş tartışmaları, vatandaşlık sorunları ve diaspora içindeki tartışmalar, sürgünün etkilerinin nesiller boyunca sürdüğünü gösterse de Ahıskalılar birlik beraberlikleri, kültürlerine sahip çıkmaları ve Türkiye'den ABD'ye, Rusya ve Ukrayna'ya her geçen gün daha da etkin hale getirdikleri “çatı örgütleri” yoluyla onurlu bir surette ayakta kalmaya ve kendilerini ifade etmeye devam ediyorlar.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.