
AGİT Minsk Grubu dağılıyor: 33 yıllık başarısızlık öyküsü
44 Gün Savaşı’ndan sonra işlevini yitiren AGİT Minsk Grubu, Washington’da imzalanan Azerbaycan-Ermenistan Barış Anlaşması’yla birlikte tarihe karışıyor. Peki “statü” tartışmalarının gölgesindeki Minsk Grubu 1992’den bugüne ne yaptı?
Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı, Bakü ve Erivan’ın Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) Minsk Grubu’nun feshedilmesi için katılımcı devletlere çağrıda bulunduğunu bildirdi. Yapılan açıklamaya göre, her iki ülkenin dışişleri bakanları, AGİT Dönem Başkanı’na ortak bir başvuru yaparak AGİT Minsk Süreci’yle ilgili yapıların kapatılmasını talep etti. Başvurunun ardından AGİT Bakanlar Konseyi’nin Minsk Grubu’nun feshedilmesine dair taslak kararı katılımcı devletlere iletildi ve kararın kabulü için gerekli prosedürlere destek istendi.
“Minsk süreci” nasıl başlamıştı?
Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde Ermenistan’ın desteğiyle harekete geçen ayrılıkçı güçler ve daha sonra Ermeni birlikleriyle çıkan çatışmaları sonlandırmak için başlayan diplomatik girişimlerin kurumsallaşması olarak Minsk Grubu’na doğru giden süreç aslında Batılı güçlerden bağımsız olarak Rusya ve Kazakistan arabuluculuğunda 1991’de imzalanan Jeleznovodsk Bildirisi’yle başladı. 1991’de imzalanan bu bildiri tarafların ateşkesini öngörmekle birlikte herhangi bir çözüm içermiyordu. Nitekim çatışmalar kısa sürede yeniden alevlendi. Böylece Batılı güçler sürece dahil oldu ve 1992’de (o dönemki adıyla) Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) Dışişleri Bakanları Konseyi, Minsk Konferansı adıyla bir konferans düzenleme kararı aldı. Konferansa Azerbaycan ve Ermenistan’ın yanı sıra ABD, Rusya, Fransa, Belarus, Almanya, İtalya, İsveç, Türkiye, Çekya ve Slovakya davet edildi. Bununla birlikte çatışmaların sürmesi nedeniyle konferans uzun bir süre toplanamadı.
Emperyalist güçlerin “eş başkanlığı”
Sovyetler Birliği’nin enkazının altından henüz kalkamadığından Güney Kafkasya’da savaşı kışkırtan Rusya’nın da desteğiyle Karabağ bölgesini ve Azerbaycan’ın bu bölgenin dışında kalan birçok önemli kentini işgal eden Ermenistan, askeri güçle elde ettiği statükoyu korumak istiyordu. Moskova’nın öncülük ettiği Bişkek Protokolü’yle bu aslında 1994’te sağlandı. Azerbaycan’ın imzalamak durumunda kaldığı protokolle sağlanan ateşkes, Minsk konferansının toplanıp Minsk Grubu’nun oluşmasının da zeminini oluşturdu. Aynı yılın aralık ayında yapılan Budapeşte Zirvesi’yle Minsk Grubu’na eş başkanlık sistemi getirildi ve üç büyük emperyalist güç olarak ABD, Rusya ve Fransa’nın eş başkanlığı dönüşümlü olarak yürütmesi kararlaştırıldı. Bu, o tarihlerde üç ülkeyle de Bakü’ye göre çok daha yakın ilişkiler içindeki Ermenistan’ın lehine bir durumdu.
“Aşamalı” çözüm/çözümsüzlük paketleri
Ermenistan yalnızca sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti topraklarını değil Karabağ’ın güneybatısındaki Kubadlı’yı, Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Laçın Koridoru’nun geçtiği Laçın’ı, Ermenistan’la sınır oluşturan dağlık Kelbecer’i, Ağdam ve Füzuli şehirlerini, İran’a açılan Cebrayıl bölgesini ve Zengilan’ı da işgal etmişti. Minsk Grubu eş başkanları, Karabağ bölgesinin statüsüne karşılık bu şehirlerin Ermeni güçler tarafından aşamalı olarak Azerbaycan’a devredilmesini pazarlık konusu ediyordu. Azerbaycan, işgal altındaki bölgelerinin kurtarılması için Karabağ’ın statüsü konusunda ayak diretmiyor ve çözüme açık bir pozisyon alıyordu. Bununla birlikte Azerbaycan topraklarının yaklaşık %18-20’sini işgal eden Ermenistan’da ılımlı bir isim olarak öne çıkan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan 1998 başında çıkan iç siyasi krizin kurbanı olmuş ve süreç bozulmuştu. Bu, birçokları için Rusya’nın 2000’lerin başında yeniden ayağa kalkışının ve sürecin dizginlerini AGİT’in elinden alışının bir işareti olarak görüldü.
“Ortak devlet” önerisi
Ter-Petrosyan sonrası süreçte Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, 1999’ın başında “Dağlık Karabağ” ve Azerbaycan konfederasyonu şeklinde de anlaşılabilecek olan “ortak devlet” gibi absürt bir öneri sundu. Azerbaycan bunu kesin olarak reddetti. Bu, AGİT’in yavaş yavaş çözümsüzlük karşısında tükendiği ve sürecin tıkandığı noktaydı. 1999-2001 arasında Fransa’nın başkenti Paris’teki görüşmeler ve ABD Florida’daki Key West Zirvesi de Azerbaycan’ın diplomatik girişimlerini sürdürdüğü ancak Erivan’ın çözümsüzlükte direterek AGİT’in önünü tıkadığı eşikler oldu. Ermenistan, Rusya’nın sürecin yönetimini devralması için işi yokuşa sürüyordu ancak 2000’lerle birlikte ayağa kalkan Rusya, önce 2008’de Gürcistan’a müdahalesi ve ardından 2014’te Kırım’ın ilhakıyla birlikte artık Ermenistan’a ihtiyaç duymayacak ve 2020’deki 44 günlük savaşta pasif bir pozisyon olarak Ermenistan’ın tüm “kazanımlarının” yitirilmesini izleyecekti.
4 Gün Savaşı’ndan 44 Gün Savaşı’na değişen dengeler
2020 öncesinde Azerbaycan için işleri değiştiren dönüm noktası 2014’teki Ağdam/Tovuz sınır hattı çatışmaları ve 2016’da bazı tepe ve stratejik noktaların ele geçirildiği 4 Gün Savaşı oldu. Önce 2011’de Kazan’da Rusya’nın eski Devlet Başkanı Dmitri Medvedev ve sonra 2012-14’te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Soçi’de giriştiği arabuluculuk çabaları başarısız olunca askeri harcamalarını hızla artıran iki taraf bu iki çatışmada birbirini sınadı. Çatışmaların özellikle ikincisinde Bakü, o güne kadar hep Ermenistan lehine ağır basan askeri durumun kendi lehine değiştiğini hissetti. Artık kendine daha çok güvenmeye başlayan Azerbaycan’ın daha önce askeri statükonun korunması ve Ermenistan’ın “en azından” işgal edilen Karabağ dışındaki toprakları geri vermesi üzerine temellenen Minsk Grubu’nu sürecin dışında tutmak istemesi bu yüzden şaşırtıcı olmadı. Nitekim daha sonra AGİT gözlem mekanizmalarının güçlendirilmesi kararları alınsa da bunlar sahada hiçbir zaman uygulanmadı.
Eylül 2020’de başlayan 44 Gün Savaşı ise Minsk sürecinin ve dolayısıyla AGİT Minsk Grubu’nun fiilen sonu oldu. Ermenistan’da iktidarı Batı destekli bir sürecin sonunda ele geçiren Başbakan Nikol Paşinyan’a tepkili Rusya’nın ilişkilerinin gittikçe iyileştiği Ankara’yla da durumu riske atmamak için sessiz kalmasıyla Azerbaycan, (Türk İHA’larının ilk kez devletler arası bir savaşta kullanıldığı) savaşın sonucunda topraklarını büyük ölçüde özgürleştirdi. Rusya arabuluculuğunda imzalanan üçlü bildiriyle ateşkes imzalandı ve bu, Minsk Grubu’nun tamamen oyun dışı kalması ve Kremlin’in eski “etki alanı” içinde baş rolü tekrar devralması demekti. Nitekim Bakü de artık Minsk Grubu’nun misyonunun sona erdiğini, toprak bütünlüğünün sağlandığını, dolayısıyla eski “statü tartışmalarının geçersiz olduğunu ilan etti. Ermenistan’ın başlangıçta kendi lehine barış çabalarını bile fazlasını talep ederek dışladığı Minsk Grubu’nu tekrar devreye sokma isteği Rusya tarafından engellendi.
“Eş başkanlık” durduruldu
Avrupa Birliği (AB) arabuluculuğunda Brüksel’de 2021’in sonu-2022’nin başında yapılan Azerbaycan-Ermenistan müzakereleriyle görüşmeler ilk kez Rusya’nın arabulucu olduğu Moskova Barışı dışında Batı’da da resmen AGİT dışına taşınmış oldu. Ancak Rusya’nın Şubat 2022’de başlattığı Ukrayna işgaliyle ABD ve Fransa, Rusya’ya uygulanan diplomatik izolasyon çerçevesinde Minsk Grubu’ndaki eş başkanlıklarını dondurdular. Bakü ise “Minsk Grubu tarihe karıştı” tezini bu çerçevede başarıyla kullanıp işgal edilen topraklarının çok büyük kısmında yeniden kontrolü sağlamış “egemen bir devlet” olarak Karabağ’daki son ayrılıkçı unsurların temizlenmesi için son adımı atmaya hazırlanıyordu. Artık Karabağ gibi bir “statü” sorunu yoktu, Azerbaycan ve Ermenistan arasında imzalanması gereken bir “barış” sorunu vardı ve Paşinyan da ülkesindeki milliyetçi muhalefetin tepkisi ve siyasete bulaşan yozlaşmış Kilise’nin kışkırttığı darbe teşebbüsüne rağmen Bakü’yle aynı yöne gitmekte ısrar edecekti.
“Anti-terör” ve “etnik temizlik” iddiası
Fiilen işlevini yitiren Minsk Grubu 2023’te hiçbir toplantı yapmadı, eş başkan bildirisi yayımlamadı, resmi bir görüşme takvimi açıklamadı. ABD ve Fransa, Azerbaycan ve Ermenistan’la ayrı kanallardan temaslarını sürdürdü, Rusya da benzer şekilde bölgedeki “liderlik” rolünü bir şekilde yürütmeye çalıştı. Bu süreçte Azerbaycan’ın “anti-terör” operasyonuyla Karabağ’da kalan son ayrılıkçı Ermeni güçler etkisiz hale getirildi, 1991’de topraklarından sürülen Azerbaycanlılar vatanlarına geri döndü. Bu süreçte bir kez daha gerilen Bakü-Erivan ilişkileri yeniden toparlanacaktı. Nitekim Ermenistan’ın zoraki “etnik temizlik” iddiaları Avrupa Parlamentosu tarafından doğrulanamadı.
Washington Barışı
“Anti-terör” operasyonu sonucunda varlık nedeni tamamen ortadan kalkan Rus barış güçlerinin “Azerbaycan’a jest” olarak çekilmesiyle “iyi” başlayan, Azerbaycan’a ait bir sivil uçağın Rusya tarafından düşürülmesiyle ise bir anda tepetaklak olan Bakü-Moskova ilişkileri karşılıklı suçlamalar, tutuklamalar, sivil toplum kuruluşları ve medya organlarına baskılarla şiddetlenirken Azerbaycan, kendisi gibi Rusya’yı bir barış anlaşmasının dışında tutmaktan yana komşusu Ermenistan’la birlikte Washington’da barış anlaşmasına imza attı.
Böylece, 1992’den bugüne Ermenistan’ın “statü” tartışmalarının gölgesinde adeta bir çözümsüzlük aracına dönüşen bu “eş başkanlı” çıkar aygıtı, Azerbaycan’ın ustalıkla yürüttüğü diplomasi mücadelesi ve Türkiye’nin büyük desteğiyle elde edilen askeri başarılarıyla birlikte Paşinyan’ın da uzlaşmacı tutumu sonucunda fiilen tarihe karıştı. Kurumun resmen ilgası ise artık sadece prosedürlere kalmış durumda.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.