ABD hâkimiyeti tehlikede mi?
ABD, Nadir Toprak Elementleri üzerindeki Çin tekelini görmezden gelerek stratejik bir hata yaptı. Çin, bu kozuyla ABD’nin bağımlılığını ifşa etti. ABD, kısa vadeli ticari kazanımları stratejik bağımsızlıkla takas etti. Tüm bunlar ABD’nin küresel hegemonyasının kalıcı olarak sarsıldığının kanıtı mı?
Başkan Trump ve danışmanlarının, ABD-Çin ticaret müzakerelerinin ardından zafer naraları atması ve hatta bir Nobel Ödülü’nü hak ettiklerini iddia etmeleri beklense de bu anlatıların ardında yatan gerçek, çok daha karmaşık ve Washington için rahatsız edici. Dünyanın en kritik ikili ilişkisindeki son çatışma, ABD’nin ekonomik üstünlüğünü kanıtlamak bir yana, stratejik bağımlılığının ve jeopolitik zayıflığının çarpıcı bir ifşası oldu. Başlatılan ticaret savaşı, ticari bir zaferden ziyade, Çin’in eline kalıcı bir jeopolitik kaldıraç bırakan bir çatışmaya dönüştü.
ABD-Çin anlaşmanın basit bir ticari ateşkesten öte jeopolitik bir geri çekilme olarak kabul etmek gerekebilir. Washington’ın diplomatik başarısızlığı, basit ticari kayıpların ötesine geçerek, müttefiklerin ve rakiplerin, ABD’nin stratejik hedefleri belirleme ve uzun vadeli çıkarlarını koruma yeteneğine olan inancını temelden sarstı.
Sun Tzu paradoksu
Bu stratejik gerileme, M.Ö. 5. yüzyıldan gelen bir bilgelikle açıklanabilir: Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” eserindeki o meşhur prensip: “100 savaşta 100 zafer kazanmak becerinin zirvesi değildir. Düşmanı savaşmadan alt etmek becerinin zirvesidir.” Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in son dönemdeki manevraları, tam da bu prensibi modern jeopolitik arenaya taşıdığını gösteriyor.
Pekin yönetimi, ekonomik kaldıracını, özellikle de Nadir Toprak Elementleri (NTE) üzerindeki mutlak kontrolünü bir silah olarak kullanarak, Batı Pasifik’te tek bir füze bile ateşlemeden belirgin bir askerî ve siyasi üstünlük sergileme yolunu seçti. ABD’nin ticari ürünlere olan Çin bağımlılığına odaklandığı savaşta, Pekin sessizce ABD’nin modern endüstrisinin ve ulusal güvenliğinin temelini oluşturan NTE’lere olan derin, ikamesi zor bağımlılığını kullandı.
Bu durum, ticaret savaşının kritik gerçeğini ortaya koyuyordu: Stratejik asimetri. Bir yanda, Çin’in kolayca Brezilya’dan veya Arjantin’den tedarik edebileceği soya fasulyesi gibi ikame edilebilir ticari gıda ürünleri; diğer yanda ise ABD’nin nükleer denizaltılarından F-35 savaş uçaklarına, güdümlü füzelerden lazerlere kadar ulusal güvenliğin kalbindeki her türlü hassas askerî teçhizatın üretimi için hayati olan, ikamesi yıllar sürecek Nadir Toprak Elementleri. Tek bir nükleer denizaltının dört tona kadar NTE gerektirebileceği düşünüldüğünde, bu bağımlılığın stratejik kırılganlığı ürkütücü...
Çin, küresel NTE arzının yaklaşık %90’ını, altı ağır nadir toprak mineralinin ise tek tedarikçisi konumunda. Bu tekel, Washington için stratejik bir boyunduruk anlamına geliyor. Çin’in bu kozu 2010 yılında Japonya ile yaşadığı deniz anlaşmazlığı sırasında kullanmış olmasına rağmen, ABD’nin buna karşı hazırlıksız yakalanması büyük bir stratejik hata olarak değerlendirilebilir.
Trump yönetiminin ticaret stratejisi, aceleci tarifelere ve tek taraflı baskıya dayanıyordu. Ancak bu yaklaşım, Çin’in anında misillemesini tetikledi. Başkan’ın “Kurtuluş Günü” tarifelerini açıklamasından sadece iki gün sonra Çin, bazı nadir toprak elementleri için ihracat kontrollerini duyurmuş ve ardından bu kısıtlamaları büyük ölçüde genişletmişti. Bu, Pekin’in stratejik hazırlığını ve Washington’ın hatalarını beklediğini gösteriyor.
Ticaret savaşının ilk aşamasını sonlandıran Phase One Anlaşması, Fikri Mülkiyet (IP) koruması ve teknoloji transferi gibi 20. yüzyılın ticari şikâyetlerine odaklanmıştı. Ancak anlaşmanın en büyük stratejik boşluğu, ABD’nin en kritik açığı olan NTE tedarikine dair bağlayıcı ve uzun vadeli hükümler içermemesiydi. ABD, ticari kaygılara odaklanırken, ulusal güvenliği ve stratejik bağımsızlığı tehlikeye atan en önemli kaldıraç noktasını müzakere masasında elde etme fırsatını kaçırdı.
Xi’nin parlak hamlesi
Anlaşma kapsamında, Çin’in NTE ihracat kontrollerini bir yıllığına askıya alma hamlesi, stratejik bir deha örneği olarak değerlendirilebilir. Bu hamle, Amerika Birleşik Devletleri'nin acil askerî ve endüstriyel stoklama ihtiyacını kısa vadede hafifleterek derhâl bir kriz riskini ortadan kaldırıyor. Ancak bu bir yıllık süre, Batı’nın NTE tedarik zincirini bağımsızlaştırmak için gereken minimum sürenin, yani 5 ila 7 yıllık sürenin çok altında.
Xi, bu arayı vererek, Batı’yı toptan ve pahalı bir “Manhattan Projesi” tepkisinden kaçınmaya ikna ederken, uzun vadeli stratejik baskı aracını kalıcı olarak elinde tuttu. Çin, soya fasulyesi alımına devam ederek ABD’li çiftçilere kısa vadeli ticari tatmin sağladı ancak karşılığında NTE üzerindeki stratejik tekelini bir tehdit aracı olarak korudu. Terry Lynch'in (Power Metallic Mines CEO'su) dediği gibi: “Bu arada, Çin ile bir anlaşma yapmak zorunda kalacağız.” Bu takas, ticari açıdan simetrik görünse de stratejik açıdan Çin’e kalıcı bir kaldıraç sağlayacaktı.
Jeopolitik bedel ve müttefik güvenilirliği
Ticaret müzakereleri sırasında ABD yönetiminin attığı adımlar, ticari kazanımların ulusal güvenlik ve jeopolitik çıkarlardan daha öncelikli tutulduğu yönünde ciddi eleştirilere neden oldu. TikTok gibi ulusal güvenlik endişesi taşıyan uygulamalara bile izin verilmesi ve hatta Tayvan'a silah satışının ertelendiği iddiaları, Çin’in ticari pazarlık sırasında bu hassas konuları bir koz olarak kullandığı şüphesini uyandırıyor.
Bu stratejik geri adımlar, ABD’nin küresel liderlik pozisyonunda kendi kendine sebep olduğu bir zayıflık yarattı. Center for American Progress (CAP) analizi, Trump yönetiminin Çin’e yaklaşımının “stratejik bir serbest düşüşte” olduğunu belirtiyor.
Amerikan gücünün gerilemesindeki kilit bir faktör ise müttefik güveninin aşınması. Trump’ın müttefiklerine karşı sergilediği tutum, Pekin’e karşı ortak bir cephe oluşturma ve iş birliği yapma olasılığını azalttı. Eski liberal sistemin hegemonyacı bir güç olarak hükmedebilmek için tasarlanmış mükemmel bir mekanizması varken, ABD’nin bu mekanizmayı diplomatik istikrarsızlıkla bozması, liderlik otoritesini yıpratıyor. Üst düzey bir Japon yetkilinin “Başkanın attığı her tweete tepki göstermemeliyiz” şeklindeki yorumu, Amerikan dış politikasının güvenilmez ve düzensiz olarak algılanmasına yol açan güven erozyonunun şiddetini gözler önüne seriyor. Müttefiklerin ABD’ye güvenmemesi durumunda, tek başına Çin’e karşı koyma yeteneği azalır ve bu da ABD’nin “hükmetme” gücünün yapısal olarak gerilemesine neden olur.
Amerikan çöküşünün habercisi mi?
Xi Jinping, Nadir Toprak Elementleri üzerindeki kontrolünü silahlandırarak, Sun Tzu’nun “düşmanı savaşmadan alt etmek” prensibini kusursuzca uyguladı ve stratejik etkinliğini stokladı. NTE kısıtlamalarının bir yıl süreyle askıya alınması, Amerikan liderlerine ve dünyadaki diğer liderlere kırılganlıklarını hatırlatmanın kalıcı bir yolu olarak işledi. Pekin, ABD’nin zayıf tedarik zincirini iyileştirmesine engel oldu ve bu zayıflığı gelecekteki anlaşmazlıklar için tekrar tekrar kullanmak üzere hazır tuttu.
Amerika Birleşik Devletleri, küresel alanda Çin’in kendi ekonomisine uyguladığı taktiğin bir benzeriyle karşı karşıya kaldı. ABD’nin diplomatik istikrarsızlığı ve kendi yarattığı ticari zayıflığı, küresel çapta bir güç transferi isteği olarak yorumlanabilir. Hegemonya, ekonomik ve askerî güçle olduğu kadar müttefiklerin liderliğe olan güveniyle de korunur; bu güven ise ciddi şekilde yıkıldı.
Dolayısıyla bu stratejik yenilgi, ABD’nin bir ticaret savaşını değil, küresel güvenilirliğinin ve nüfuzunun bir kısmını da önümüzdeki yıllarda kaybetmiş olabileceği anlamına geliyor. Bu durum, küresel olarak Amerikan çöküşünün habercisi olarak algılanabilir. ABD, ticaret savaşını ticarileştirerek jeopolitik bir savaşa dönüştürme hatasını yaptı ve bu hatanın bedelini küresel nüfuz kaybıyla ödemeye başladı. Küresel liderliği hâlâ tartışılmaz olsa da bu yenilgi, Amerikan gücünün kısıtlandığı algısını pekiştirdi ve gelecekteki çatışmalar için Çin lehine yapısal bir zayıflık oluşturdu.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.