16 Temmuz 2025

15 Temmuz: Halkın kolektif güvenlik bilincinin uyanışı

15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi, Türkiye siyasi tarihinde benzersiz bir toplumsal direnişle karşılandı. Halkın tepkisi sadece siyasi değil, kolektif bir güvenlik bilincinin dışa vurumuydu.

15 Temmuz 2016’da Türkiye, siyasi tarihinde sıra dışı olaylara tanıklık etti. Her ne kadar askerî müdahaleler Türkiye’nin siyasi geçmişinde alışılmadık olmasa da darbe girişimine karşı oluşan kitlesel direnç oldukça sıra dışıydı. Çünkü bu kez darbe girişimi karşısında toplumun tüm kesimlerinden gelen güçlü ve ortak bir direniş sergilendi. Daha da dikkat çekici olan ise darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra dahi kitlelerin haftalar boyunca meydanları terk etmeyerek direnmeye devam etmesiydi. Bu toplumsal refleksin sebepleri ve anlamı, derinlemesine analiz edilmesi gereken önemli bir olgudur.

Bu yazının amacı; “Ne oldu da toplum, daha önce hiç olmadığı kadar güçlü ve kitlesel bir biçimde darbeye karşı direnç gösterdi?” sorusunun cevabını bulmaktır. Zira biliyoruz ki Türkiye daha önce de birçok askerî darbe ve müdahale yaşadı. 1960, 1971, 1980 ve 1997 gibi dönemlerde ordunun siyasete doğrudan veya dolaylı müdahalelerine tanıklık ettik. Ancak bu süreçlerde geniş halk kitlelerinin sokaklara dökülerek darbeye karşı doğrudan bir direniş sergilediğine pek şahit olmadık. O hâlde, 15 Temmuz’u bu kadar farklı ve sarsıcı kılan neydi? Bu direnç duygusu nereden doğdu? Toplumun farklı kesimleri nasıl oldu da bu kez ortak bir güvenlik refleksiyle hareket etti?

Benim kanaatimce bu soruların yanıtı, güvenlik kültürümüzün tarihsel kodlarında ve özellikle de bu kültürün şekillenmesinde etkili olan “yabancı müdahalesi travmasında” saklı. 15 Temmuz, yalnızca bir darbe girişimi değil, aynı zamanda tarihsel hafızamızda yer eden dış müdahale korkularının yeniden tetiklendiği bir kırılma anıydı. Bu nedenle halkın gösterdiği tepki sadece bir siyasal refleks değil, daha derin ve kolektif bir güvenlik bilincinin dışavurumuydu.

Güvenlik kültürü

Siyasal kültürün bir görünümü olarak kabul edilen güvenlik kültürü, yalnızca bireylerin ya da kurumların güvenlik politikalarına dair karar alma biçimleriyle sınırlı bir alan olarak görülmez. Aksine, güvenlik kültürü; bir toplumun güvenliğe ilişkin nasıl düşündüğünü, neyi tehdit olarak kabul ettiğini ve kimi dost, kimi düşman olarak algıladığını belirleyen daha derin, daha anlam yüklü bir değerler setidir.

Bu kültür; bireylerin, grupların ya da kurumların güvenliğe dair benimsediği değerler, inançlar, normlar ve davranış kalıplarının toplamından oluşur. Yani aslında güvenlik kültürü; teknik değil, sosyolojik bir yapıdır. Gözle görülmesi, doğrudan ölçülmesi ya da objektif kategorilere ayrılması oldukça zordur. Çünkü güvenlik kültürü, zamana yayılan sosyal etkileşimler sonucunda inşa edilir; tarihsel hafıza, kimlik ve aidiyet gibi faktörlerle şekillenir.

Bu noktada altını gerekir ki bir aktörün neden “dost” ya da “düşman” olarak algılandığı, sadece onların sahip olduğu askerî ya da ekonomik kapasiteyle açıklanamaz. Çünkü güvenlik algısı, yalnızca rasyonel çıkar analizlerinden ibaret değildir. Hangi aktörün tehdit olarak görüleceği ya da kimlerin dost kabul edileceği, çoğu zaman kolektif hafızanın, ideolojik yaklaşımların ve kültürel değerlerin etkisiyle belirlenir. Bu açıdan baktığımızda güvenlik kültürü, özünde anlamla ilgilidir. Güvenliğe dair tutum ve refleksler, toplumların dünyayı nasıl algıladıklarıyla, tarihsel deneyimlerinden nasıl dersler çıkardıklarıyla ve kimliklerini nasıl tanımladıklarıyla doğrudan ilişkilidir.

Sonuç olarak, güvenlik politikalarını anlamak için yalnızca maddi kapasitelere değil; aynı zamanda o toplumun siyasal kültürünün bir görünümü olan güvenlik kültürüne, yani tehditleri nasıl yorumladığına ve güvenliği nasıl tanımladığına da bakmak zorundayız.

Türk güvenlik kültürünün kodları

Ülkemizin güvenlik kültürünün oluşumunda uzun tarihimiz boyunca yaşanan gelişmeler özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem tecrübeleri hayati bir rol oynamıştır. 19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı yapısal faktörlülerin etkisiyle dış müdahalelere açık hâle gelmesi, içerideki etnik ve dinî azınlıklar üzerinden emperyal güçlerin baskısını artırmıştır. Bu süreç, Balkan Savaşları ve ardından gelen Birinci Dünya Savaşı ile zirveye ulaşmış ve nihayet imparatorluk dışarıdan gelen askerî bir basınçla yıkılmıştır.

Bu tarihsel kırılmalar, ülkemiz güvenlik kültüründe çok derin bir izler bırakmıştır. Çünkü Osmanlı’nın çöküşü, yalnızca bir imparatorluğun sona ermesi değil; aynı zamanda toprak kaybı, nüfus hareketleri, göçler ve milyonlarca insanın travmatik tecrübeler yaşaması anlamına geliyordu. Dolayısıyla bu dönemden itibaren dış aktörlere yönelik bir “müdahale hassasiyeti” siyasi düşüncemizde yerleşik hâle gelmeye başladı. Bu acı tecrübeler, yabancı müdahalesine karşı en etkili savunma mekanizması olarak algılanan devletin egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve ulusal kimliğini koruma dürtüsünü, güvenlik kültürünün merkezine oturmasına yol açtı.

Bu durum yalnızca tarihsel bir refleks olarak kalmadı, Soğuk Savaş sonrası yaşanan bazı olaylar üzerinden de yeniden üretilerek derinleşti. Irak’ın işgali, Suriye’de yaşanan iç savaş, Libya’nın parçalanması gibi yakın coğrafyamızda yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin çevresindeki ülkelerin tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi küresel aktörler tarafından doğrudan ya da dolaylı yollarla işgale, parçalanmaya ve kontrol kaybına uğradığını gösterdi.  Bu süreçlerde sadece toprak bütünlüğü değil; aynı zamanda ulusal onurların zedelenmesi, kültürel ve siyasi bağımsızlığın örselenmesi gibi sembolik kayıplar da yaşandı. Bu da ülkemizin güvenlik kültüründe “yabancı müdahalesine karşı duyarlılığı” tarihsel belleğin bir uzantısı olarak daha da derinleştirdi.

15 Temmuz darbe girişiminin güvenlik kültürü üzerindeki etkisi

15 Temmuz, sadece başarısız bir darbe girişimi değil; aynı zamanda toplumsal hafızaya, tarihsel hafızamızda çok derinlerde yer alan yabancı müdahalesi travmasının yeniden canlandığı bir dönüm noktası olarak kodlandı. Bu girişimin, dış bağlantıları açık bir yapılanma tarafından gerçekleştirilmiş olması ve sürecin yabancı bir ülkede planlanıp koordine edilmesi, Türkiye’nin tarihsel olarak taşıdığı “dış güçlerin iç işlerimize müdahalesi” algısını yeniden ve güçlü bir şekilde hatırlattı.

Tarih boyunca Osmanlı’nın çözülme süreci, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki manda tartışmaları, Sevr Anlaşması ve daha yakın dönemde Soğuk Savaş sonrası bölge ülkelerinde yaşanan işgaller, Türk güvenlik kültüründe yabancı müdahalesine karşı derin bir hassasiyet oluşturmuştu. 15 Temmuz, bu tarihsel birikimi tetikledi, geçmiş travmaların güncel bir örneği olarak yeniden hatırlandı.

Bu hatırlatmada karar vericilerin, ana akım medyanın, akademiyanın ve sivil toplumun 15 Temmuz darbe girişimini ülkeye yönelik geçmişte yaşana yabancı müdahalesinin bir benzeri olarak çerçevelemesi de oldukça önemli rol oynadı. Aslında tek başına darbe girişimi değil, sayılan odakların konuya dair yaklaşımının toplumsal kesimler tarafından benimsenmesi darbe girişimi ile güvenlik kültürü arasındaki bağlantıyı sağlayan bir faktör olarak işlev gördü.

Bu nedenle halkın darbeye karşı gösterdiği olağanüstü direnci yalnızca anlık bir tepki olarak değerlendirmek eksik olur. Bu kitlesel refleks, toplumun güvenlik kültüründe yerleşmiş olan “egemenliğin ve ulusal onurun savunulması” anlayışıyla doğrudan ilişkilidir. Kitleler, geçmişte yaşanan acı tecrübelerden yola çıkarak âdeta “bir daha asla” deme iradesi gösterdi.

Darbe girişimi sonrasında yaşanan gelişmeler de bu refleksin ne kadar yerinde olduğunu pekiştirdi. Bir yanda darbenin arkasındaki yapının terörist faaliyetleri, diğer yanda bazı yabancı aktörlerin bu yapıyı kullanarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini tehdit etmesi, güvenlik kültürümüzün temel bileşenlerinden biri olan yabancı müdahalesi hassasiyetini daha da güçlendirdi.

Aynı zamanda 15 Temmuz; sadece geçmişin travmalarını yeniden hatırlatan bir olay değil, geleceğe yönelik bir güvenlik bilinci inşasının da dönüm noktası olarak okunmalıdır. Halkın gösterdiği direnç, sadece bir tepki değil; güvenlik kültürünü şekillendiren yeni bir tarihsel deneyimdir. Bu olay, güvenlik kavramının devletin tekelinden çıkıp, halkın kolektif sahiplenmesine dönüştüğü bir an olarak toplumsal hafızaya kazındı. Sonuç olarak 15 Temmuz; Türk güvenlik kültüründe zaten güçlü olan yabancı müdahale hassasiyetini yeniden gün yüzüne çıkardı, aynı zamanda bu kültürün yeni bir toplumsal bilinçle yeniden inşa edilmesine uygun zemin hazırladı.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...