07 May 2025

Keşmir sorunu: Tarihin kördüğümünden belirsiz bir geleceğe uzanan çıkmaz

Siyasi, askerî ve dinî çatışmaların merkezinde yer alan Keşmir, 80 yıldır Asya coğrafyasının kanayan yarası. Şu sıralarda savaşlar, hak ihlalleri ve küresel çıkmazların arşa çıktığı bir dönem yaşanıyor. Hindistan, Pakistan ve Çin arasında krize yol açan Keşmir sorununun çözümü mümkün mü?

Güney Asya'nın kalbinde yer alan Keşmir; on yıllardır süregelen, uluslararası hukukun, jeopolitik rekabetlerin ve en önemlisi milyonlarca insanın kaderinin iç içe geçtiği karmaşık bir sorunun adıdır. Temelde Hindistan ve Pakistan arasında, Çin'in de bölgesel iddialarıyla dolaylı olarak taraf olduğu bu toprak anlaşmazlığı, köklerini Britanya Hindistanı’nın 1947'deki sancılı bölünme sürecine dayandırır. O tarihten bu yana, Keşmir en az üç büyük savaşa, sayısız sınır çatışmasına, kitlesel insan hakları ihlallerine ve derin bir güvensizlik ortamına sahne olmuştur. Sorunun sadece devletlerarası bir egemenlik mücadelesi olmanın ötesinde, Keşmir halkının kendi kaderini tayin hakkı, değişik etnik ve dinî grupların beklentileri, tarihsel mağduriyetler ve iç siyasi dinamikler gibi çok katmanlı boyutları bulunur. Bu durum, Keşmir'i "dünyanın en uzun süredir çözülemeyen uluslararası anlaşmazlıklarından biri" ve bölgede istikrarsızlığın daimî bir kaynağı hâline getirmiştir.

Son yıllarda yaşanan gelişmeler, özellikle Hindistan'ın 2019'da Cemmu ve Keşmir'in özel statüsünü kaldırması ve ardından Nisan-Mayıs 2025'te yaşanan Pehlgam Saldırısı sonrası tırmanan gerginlikler, sorunun ne denli kırılgan bir zeminde ilerlediğini ve her an daha büyük bir krize evrilme potansiyeli taşıdığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. "Sindoor Operasyonu" gibi askerî misillemeler, iki nükleer gücün karşı karşıya geldiği bu coğrafyada barış umutlarını daha da zayıflatmıştır. Bizler de Keşmir sorununun tarihsel arka planını, günümüzdeki çok boyutlu yapısını, başlıca aktörlerin pozisyonlarını, uluslararası güçlerin etkisini ve geleceğe yönelik olası senaryoları derinlemesine incelemeyi amaçladık.

Keşmir sorununun bugünkü karmaşıklığını anlamak ancak tarihsel köklerine inmekle mümkündür. 1947'deki bölünme, sorunun temelini atmış ve ardından gelen on yıllar boyunca çatışmalar ve çözümsüzlüklerle dolu bir miras bırakmıştır.

1947 bölünmesi ve tartışmalı katılım

Britanya Hindistanı'nın sona ermesiyle ortaya çıkan Hindistan ve Pakistan devletleri arasında, prensliklere kendi geleceklerini belirleme hakkı tanınmıştı. Müslüman çoğunluklu Cemmu ve Keşmir Prensliği'nin Hindu Mihracesi Hari Singh, başlangıçta bağımsız kalmayı tercih etse de Pakistan'dan gelen kabile milislerinin işgali ve iç isyanlar karşısında Hindistan'dan askerî yardım istemek zorunda kalmış ve 26 Ekim 1947'de Hindistan'a Katılım Belgesi'ni imzalamıştır. Hindistan, bu belgeyi tüm Keşmir üzerindeki egemenliğinin yasal dayanağı olarak görürken; Pakistan, Müslüman çoğunluk prensibine ve katılımın koşullarına itiraz ederek bu durumu hiçbir zaman tam olarak kabul etmemiştir. Bu tartışmalı katılım, ilk Hint-Pakistan Savaşı'nı (1947-1948) tetiklemiş, savaş Birleşmiş Milletler (BM) arabuluculuğunda 1 Ocak 1949'da imzalanan bir ateşkesle sona ermiş ve Keşmir fiilen Hindistan ve Pakistan kontrolündeki bölgelere ayrılmıştır. Bu bölünme, Ateşkes Hattı (daha sonra Kontrol Hattı - LoC) olarak bilinen bir sınırla perçinlenmiştir.  

Yinelenen savaşlar ve kırılgan ateşkesler

1947-48 savaşının ardından Keşmir, Hindistan ve Pakistan arasında tekrarlayan silahlı çatışmaların merkez üssü olmaya devam etmiştir. 1965 Savaşı, Pakistan'ın Hindistan yönetimindeki Keşmir'de bir ayaklanma başlatma girişimiyle alevlenmiş, ancak askerî açıdan kesin bir sonuç getirmemiştir. 1971 Savaşı, esas olarak Doğu Pakistan'ın (bugünkü Bangladeş) bağımsızlığı üzerine odaklansa da Hindistan'ın kesin zaferiyle sonuçlanmış ve bölgesel güç dengesini değiştirerek Simla Anlaşması'nın imzalanmasına zemin hazırlamıştır. 1999'daki Kargil Çatışması ise iki ülkenin nükleer silah sahibi olmasının ardından yaşanan ilk büyük askerî gerginlik olması nedeniyle uluslararası alanda büyük endişe yaratmış ancak LoC'nin statüsünde köklü bir değişiklik getirmemiştir. Bu savaşlar, sorunu çözmek yerine düşmanlığı derinleştirmiş, güvensizliği artırmış ve her iki tarafta da ulusal anlatıları katılaştırmıştır.  

Diplomatik gayretler ve uygulanamayan BM kararları

Askerî çatışmaların yanı sıra, soruna diplomatik çözümler bulma girişimleri de olmuştur. Taşkent Deklarasyonu (1966) ve Simla Anlaşması (1972) bu çabaların en bilinen örnekleridir. Taşkent Deklarasyonu, 1965 Savaşı sonrası statükoyu büyük ölçüde geri getirirken, Simla Anlaşması, farklılıkların ikili müzakerelerle çözülmesini ve LoC'ye saygı gösterilmesini temel almıştır. Hindistan, Simla Anlaşması'nı sorunun çözümünde ikililiği vurgulayan bir çerçeve olarak yorumlarken, Pakistan uluslararası platformlarda, özellikle BM nezdinde konuyu gündeme getirmeye devam etmiştir. BM Güvenlik Konseyi, 1948'den itibaren aldığı birçok kararla (örneğin, 47 sayılı karar) Keşmir'in geleceğinin halk oyuyla (plebisit) belirlenmesi çağrısında bulunmuştur. Ancak askerden arındırma konusundaki anlaşmazlıklar, Hindistan ve Pakistan'ın çelişen tutumları ve Soğuk Savaş dönemi jeopolitik dinamikleri nedeniyle bu plebisit hiçbir zaman gerçekleştirilememiştir. Uygulanamayan bu BM kararları, Keşmir halkı ve Pakistan için önemli bir referans noktası olmaya devam ederken, Hindistan için geçerliliğini yitirmiş bir gündem maddesi olarak görülmektedir.  

Ayaklanmanın yükselişi (1989 sonrası)

1980'lerin sonlarında, Hindistan yönetimindeki Keşmir Vadisi'nde, siyasi haklardan mahrum bırakılma, hileli seçim iddiaları (özellikle 1987 seçimleri) ve özerkliğin aşındırılması gibi nedenlerle Hindistan yönetimine karşı kitlesel bir memnuniyetsizlik ve ardından silahlı bir ayaklanma başlamıştır. Başlangıçta Cemmu Keşmir Kurtuluş Cephesi (JKLF) gibi bağımsızlık veya kendi kaderini tayin hakkı arayan seküler grupların öncülük ettiği bu ayaklanma, zamanla Pakistan'dan destek aldığı iddia edilen İslamcı militan grupların (örneğin Hizbul Mücahidin, Leşker-i Tayyibe) etkisinin arttığı bir sürece evrilmiştir. Bu dönem hem militanların hem de Hint güvenlik güçlerinin neden olduğu yaygın şiddet olaylarına, ciddi insan hakları ihlallerine, binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve Keşmirli Panditlerin Vadi'den kitlesel göçüne tanıklık etmiştir. Bu süreç, Keşmir sorununu sadece devletlerarası bir anlaşmazlık olmaktan çıkarıp, karmaşık bir iç güvenlik ve insan hakları boyutunu da içeren çok katmanlı bir krize dönüştürmüştür.  

Günümüzdeki çok boyutlu kriz: Siyaset, toplum ve haklar

Keşmir sorununun bugünkü manzarası, tarihsel mirasın derin izlerini taşımakla birlikte, yeni gelişmeler ve dinamiklerle daha da karmaşıklaşmıştır. Kontrol Hattı'nın her iki tarafında farklı siyasi, idari ve sosyo-ekonomik gerçeklikler hüküm sürmektedir.

Ağustos 2019'da Hindistan hükûmetinin Anayasa'nın 370. maddesini yürürlükten kaldırarak Cemmu ve Keşmir'in özel statüsünü sona erdirmesi ve eyaleti iki Birlik Toprağı'na (Cemmu ve Keşmir ile Ladakh) bölmesi, bölge tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Hindistan hükümeti bu adımı, bölgenin tam entegrasyonunu sağlamak, kalkınmayı hızlandırmak, terörizmi bitirmek ve merkezî yasaların uygulanmasıyla eşitliği getirmek amacıyla attığını savunmaktadır. Bu süreçte bazı marjinalize edilmiş gruplara yeni haklar tanındığı ve altyapı yatırımlarının arttığı iddia edilmektedir. Ancak bu kararlar, Keşmir Vadisi'nde ve uluslararası alanda ciddi eleştirilere ve endişelere yol açmıştır. Siyasi liderlerin, aktivistlerin ve sivil toplum üyelerinin yaygın bir şekilde gözaltına alındığı, iletişim kanallarının uzun süre kapalı tutulduğu, ifade ve basın özgürlüğünün ciddi şekilde kısıtlandığı ve güvenlik güçlerinin orantısız güç kullandığına dair raporlar bulunmaktadır.

Ekonomik olarak özellikle pandemi ve ardından gelen kısıtlamalarla birlikte işsizliğin arttığı, yerel üretimin (elma, safran gibi) zarar gördüğü ve genel bir ekonomik durgunluk yaşandığı belirtilmektedir. Hindistan Yüksek Mahkemesi'nin 370. maddenin kaldırılmasını onaylaması ve seçimlerin yapılmasını emretmesi, siyasi sürecin geleceği açısından önemli olsa da bölgedeki derin yabancılaşma ve güvensizlik duygusunu gidermekte yetersiz kalmıştır.  

Pakistan yönetimindeki Keşmir (Azad Keşmir ve Gilgit-Baltistan): Özerklik iddiaları ve gerçekler

Pakistan'ın kontrolü altındaki Azad Cemmu ve Keşmir (AJK), kendi cumhurbaşkanı, başbakanı ve meclisi olan sözde özerk bir yapıya sahiptir. Ancak eleştirmenler, gerçek gücün İslamabad'daki merkezî hükûmette olduğunu, AJK'nın siyasi ve mali olarak Pakistan'a bağımlı olduğunu ve Pakistan'a bağlılık yemini etmeyen siyasi partilerin faaliyetlerinin kısıtlandığını savunmaktadır. Benzer şekilde stratejik öneme sahip Gilgit-Baltistan (GB) bölgesi de Pakistan tarafından yönetilmekle birlikte tam bir eyalet statüsüne sahip değildir ve anayasal belirsizlikler devam etmektedir. Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru'nun (CPEC) bu bölgeden geçmesi, GB'nin jeopolitik önemini artırmış ancak yerel halkın kaynakların yönetimi ve siyasi temsil konularındaki talepleri tam olarak karşılanmamıştır. Sosyo-ekonomik açıdan, AJK ve GB'de sanayi eksikliği, yüksek işsizlik, yetersiz altyapı (sağlık, eğitim) ve doğal kaynakların (su, ormanlar) sömürüsü gibi sorunlar yaygındır. İnsan hakları konusunda ise ifade, örgütlenme ve basın özgürlüğüne yönelik ciddi kısıtlamalar, siyasi muhaliflere ve milliyetçi gruplara yönelik baskılar, keyfi tutuklamalar ve zorla kaybetme iddiaları rapor edilmektedir.

Keşmir içinden yükselen farklı sesler: Beklentiler ve mağduriyetler

Keşmir sorunu, sadece Hindistan ve Pakistan'ın iddialarından ibaret değildir; bölgede yaşayan farklı grupların kendi özgün beklentileri, mağduriyetleri ve çözüm önerileri bulunmaktadır.  

  • Kendi kaderini tayin hareketleri: Tüm Partiler Hürriyet Konferansı (APHC) gibi şemsiye örgütler, Keşmir halkının BM kararları temelinde kendi kaderini tayin hakkını savunmakta; Hindistan yönetiminin sona ermesini, insan hakları ihlallerinin durdurulmasını ve Hindistan, Pakistan ve Keşmirli temsilciler arasında üçlü diyalog başlatılmasını talep etmektedir. Bu gruplar içinde bağımsızlık, Pakistan'a katılma veya genişletilmiş özerklik gibi farklı nihai hedefleri savunan fraksiyonlar bulunmaktadır.  
  • Keşmirli Panditler: 1990'larda Vadi'den zorla göç ettirilen Hindu azınlık olan Keşmirli Panditler, yaşadıkları travmanın "soykırım" veya "etnik temizlik" olarak tanınmasını, sorumluların yargılanmasını ve Keşmir'e güvenli ve onurlu bir şekilde geri dönüşlerini talep etmektedir. "Panun Kashmir" (Bizim Keşmir'imiz) gibi bazı örgütler, Vadi içinde kendilerine ait ayrı ve güvenli bir bölge oluşturulmasını savunmaktadır.  
  • Cemmu ve Ladakh'ın farklı perspektifleri: Hindistan yönetimindeki Cemmu bölgesi, Hindu çoğunluklu bazı ilçelere sahip olup, siyasi beklentileri genellikle Vadi'den farklılaşmaktadır. 370. madde sonrası bazı kesimler entegrasyonu ve kalkınmayı desteklerken, demografik değişim ve yerel haklar konusunda endişeler de dile getirilmektedir. Budist ve Şii Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu Ladakh bölgesi ise uzun yıllardır Keşmir Vadisi merkezli yönetimden ihmal edildiğini hissetmiş ve Birlik Toprağı statüsünü büyük ölçüde memnuniyetle karşılamıştır. Ancak şimdi, bu statü içinde daha fazla özerklik, anayasal güvenceler ve kültürel kimliğin korunması gibi yeni talepler yükselmektedir. Bu farklı sesler, "Keşmirli" kimliğinin homojen olmadığını ve herhangi bir çözüm sürecinin bu iç çeşitliliği dikkate alması gerektiğini göstermektedir.  

Keşmir sorunu, sadece yerel ve bölgesel bir anlaşmazlık olmanın ötesinde, büyük güçlerin stratejik çıkarlarının ve küresel jeopolitik dengelerin de etkilediği uluslararası bir boyuta sahiptir.  

Büyük güçlerin Rolü: ABD, Çin, Rusya

  • Amerika Birleşik Devletleri: Tarihsel olarak Hindistan ve Pakistan arasında kriz yönetimi ve arabuluculuk rolleri üstlenmiş olsa da son yıllarda Çin'e karşı Hindistan ile stratejik ortaklığını derinleştirmesi, Keşmir konusundaki tutumunu da etkilemiştir. ABD'nin 2025 krizinde daha pasif bir rol aldığı gözlemlenmiştir.  
  • Çin: Keşmir anlaşmazlığının doğrudan bir tarafıdır; Aksai Çin bölgesini kontrol etmekte ve Shaksgam Vadisi üzerinde hak iddia etmektedir. Pakistan'ın yakın bir müttefiki ve Hindistan'ın stratejik bir rakibi olan Çin, ÇPEK projesiyle bölgedeki ekonomik ve stratejik varlığını artırmıştır. Çin, genellikle sorunun ikili çözümü çağrısında bulunsa da eylemleri çoğunlukla Pakistan'ın pozisyonuyla uyumlu olmuştur.  
  • Rusya: Hindistan ile geleneksel olarak iyi ilişkilere sahip olan Rusya, son yıllarda Pakistan ile de ilişkilerini geliştirmiştir. 2025 krizi sırasında itidal çağrısında bulunarak dengeleyici bir rol oynamaya çalışmıştır.  
  • Bölgesel dinamikler ve diğer aktörler: İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT) gibi uluslararası örgütler genellikle Pakistan'ın Keşmir konusundaki tutumunu destekleyen açıklamalar yapsa da, üye devletlerin Hindistan ile olan ikili ekonomik ve siyasi bağları nedeniyle somut bir etki yaratmakta zorlanmaktadır. Avrupa Birliği (AB) ise daha çok insan hakları ve diyalog vurgusu yapmaktadır. İran gibi bölgesel güçler zaman zaman arabuluculuk tekliflerinde bulunmuştur. Bölgesel istikrar, su kaynaklarının paylaşımı (özellikle İndus Nehri sistemi) ve terörizmle mücadele gibi konular, Keşmir sorununun komşu ülkeler ve daha geniş bölge üzerindeki etkilerini derinleştirmektedir. Hindistan'ın İndus Suları Anlaşması'nı askıya alması gibi adımlar, "su savaşları" endişelerini artırarak çatışmaya yeni ve tehlikeli bir boyut katmıştır.  

Barış arayışları, çözüm önerileri ve gelecek perspektifleri

Keşmir sorununa kalıcı bir barış getirmek, on yıllardır süren çabalara rağmen ulaşılamamış bir hedeftir. Çözüm arayışları, tarafların taban tabana zıt pozisyonları, derin güvensizlik ve karmaşık iç dinamikler nedeniyle çıkmaza girmiştir.

  • Geçmiş barış girişimleri ve diyalog kanalları: Simla Anlaşması, Lahor Deklarasyonu (1999) ve Agra Zirvesi (2001) gibi üst düzey görüşmeler, zaman zaman umut yaratsa da kalıcı bir ilerleme sağlayamamıştır. 2003'te ilan edilen ateşkes gibi bazı girişimler geçici bir sükûnet getirmiş ancak temel sorunlar çözülmediği için krizler tekrarlamıştır. Resmî kanalların tıkandığı dönemlerde, Neemrana Diyaloğu ve Pugwash Konferansları gibi II. Kanal diplomasi çabaları, taraflar arasında gayriresmî temasların sürdürülmesine ve yeni fikirlerin tartışılmasına olanak tanımış ancak bunların politika yapıcılar üzerindeki etkisi sınırlı kalmıştır.  
  • Önerilen çözüm modelleri: Yıllar boyunca Keşmir sorununun çözümü için çeşitli modeller önerilmiştir:
  • LoC'nin kalıcı sınır hâline getirilmesi: Mevcut Kontrol Hattı'nın uluslararası bir sınıra dönüştürülmesi, pragmatik bir çözüm olarak görülse de Pakistan ve birçok Keşmirli grup tarafından kabul görmemektedir.  
  • Bağımsız Keşmir: Tüm Keşmir topraklarını kapsayan bağımsız bir devlet kurulması, bazı Keşmirli grupların temel talebi olmakla birlikte ne Hindistan ne de Pakistan tarafından desteklenmemektedir.  
  • Genişletilmiş özerklik/kendi kendine yönetim: Keşmir'in farklı bölgelerine, kendi iç işlerinde geniş yetkiler tanıyan çeşitli özerklik modelleri önerilmiştir.  
  • BM denetiminde plebisit: Pakistan ve bazı Keşmirli grupların ısrarla savunduğu bu seçenek, Hindistan tarafından geçerliliğini yitirmiş olarak kabul edilmektedir.  
  • Bölgesel bölünme (Chenab formülü vb.): Bölgenin etnik ve dinî hatlar boyunca bölünerek farklı kısımlarının Hindistan veya Pakistan'a katılması ya da bağımsız olması gibi modeller de tartışılmıştır. Bu çözüm önerilerinin hiçbiri, tüm tarafların kabul edebileceği ortak bir zemin oluşturamamıştır.  
  • Gelecek perspektifleri ve riskler: Keşmir sorununun yakın gelecekte kapsamlı bir çözüme kavuşma olasılığı zayıf görünmektedir. Mevcut durumun devamı, yani düşük yoğunluklu çatışmalar, periyodik krizler ve kırılgan ateşkeslerle karakterize edilen bir "kriz normalleşmesi" en olası senaryolardan biridir. Ancak bu durum, özellikle iki nükleer güç arasında yanlış hesaplamalar veya istenmeyen tırmanmalar yoluyla her an daha büyük bir çatışmaya evrilme riskini barındırmaktadır. Hindistan'ın 370. madde sonrası politikaları ve Pakistan'ın buna karşı uluslararası alandaki çabaları, taraflar arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir. Su kaynaklarının bir anlaşmazlık unsuru hâline gelmesi, diyalog kanallarının neredeyse tamamen kapanması ve her iki ülkede de milliyetçi söylemlerin güçlenmesi, geleceğe yönelik karamsarlığı artırmaktadır.  

Kördüğümün çözümüne giden meşakkatli yol

Keşmir, yetmiş yılı aşkın bir süredir devam eden bir trajediye sahne olmaktadır. Tarihsel haksızlıklar, çelişen ulusal çıkarlar, etnik ve dinî fay hatları, dış müdahaleler ve en önemlisi Keşmir halkının göz ardı edilen beklentileri, bu sorunu içinden çıkılmaz bir kördüğüme dönüştürmüştür. Gönderilen belgedeki analiz ve bu değerlendirme, sorunun çözümünün tek boyutlu olmadığını, aksine çok katmanlı ve sabır gerektiren bir süreci zorunlu kıldığını ortaya koymaktadır.

"Çatışmayı kazanma" odaklı yaklaşımlar yerine, Keşmir'deki tüm toplulukların (Müslümanlar, Hindular, Budistler, Panditler, Vadi, Cemmu ve Ladakh halkları) insani boyutlarını, haklarını, sosyo-ekonomik refahını ve siyasi beklentilerini merkeze alan bir "barışı kazanma" stratejisine acil ihtiyaç vardır. Bu, öncelikle Hindistan ve Pakistan'ın dar ulusal çıkarlarının ötesine geçerek, Keşmir halkının sesine kulak vermesini ve anlamlı bir diyalog başlatmasını gerektirmektedir. Uluslararası toplumun da sadece kriz anlarında müdahale etmek yerine, sürdürülebilir bir barış sürecine yapıcı katkılarda bulunması, insan hakları ihlallerine karşı tarafsız bir duruş sergilemesi ve çözüm odaklı diplomatik çabaları desteklemesi kritik öneme sahiptir.

Keşmir'in geleceği belirsizliğini korurken, umut ancak tüm tarafların iyi niyetle, karşılıklı tavizlerle ve en önemlisi bölge halkının iradesine saygı göstererek atacağı adımlarla yeşerebilir. Aksi takdirde bu kadim topraklar, acıların ve çözümsüzlüğün sembolü olmaya devam edecektir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...