Hakikatin tersten kurgusu: Trump vs BBC kavgası
Trump'ın BBC'ye açtığı 10 milyar dolarlık dava, basın özgürlüğünün kaderini sorgulatıyor. BBC'nin montaj iddiaları, gazetecilik etiğini küresel ölçekte yargı önüne çıkarıyor. Hakikat sonrası çağın en çarpıcı örneği olarak tarihe geçiyor.
Tarih, bazen o kadar keskin bir ironiyle döner ki, geçmişin kahramanları, bugünün kurgusunda kötü adam, dünün savunucuları ise bugünün sanığı olur. 1735 yılında, New York’un tozlu mahkemelerinde, İngiliz Vali William Cosby’yi eleştirdiği için zindana atılan matbaacı John Peter Zenger, avukatı Andrew Hamilton’un “Gerçek, iftiraya karşı mutlak bir savunmadır” sözleriyle özgürlüğüne kavuştuğunda, gelecekte bu ilkenin kendi torunları tarafından nasıl tersyüz edileceğini tahmin edemezdi. Zenger davası, basının iktidarı eleştirme hakkının “gerçek” kalkanıyla korunabileceğinin ilk müjdecisiydi. Bugün ise, yaklaşık üç yüzyıl sonra, tam tersi bir senaryoyla karşı karşıyayız: Bir zamanların “tiranlığına” karşı gerçeği savunan Amerikan ruhu, şimdi bir Amerikan başkanının, İngiliz devlet yayıncısını “gerçeği çarpıtmakla” suçladığı devasa bir hukuk savaşına tanıklık ediyor. Tarih, kendi kahramanlık hikayesini sil baştan yazıyor.
Zenger davasında “gerçek”, güçsüzün silahıydı. Bugün, Donald Trump’ın BBC’ye karşı açtığı 10 milyar dolarlık davada ise “kurgu”, güçlünün mızrağı hâline geldi. İroninin ilk katmanı burada başlıyor: Basın özgürlüğünün temel taşını döşeyen Amerikan ruhu, şimdi aynı ilkeyi, dünyanın en köklü yayın kuruluşlarından birini mahkûm etmek için kullanıyor. Zenger, İngiliz otoritesine karşı gerçeği savunmuştu; Trump, İngiliz yayıncılığının otoritesini, yine “gerçeğe ihanet” iddiasıyla sarsıyor. Tarihsel döngü, bu kadar sert ve alaycı olamazdı.
Trump’ın yıllardır dilinden düşürmediği “fake news” (yalan haber) kavramı, BBC’nin Panorama belgeselindeki bir video montajıyla somut bir hukuk argümanına dönüştü. Büyük ironi şu ki, medyayı sürekli “halk düşmanı” ilan eden bir siyasetçi, şimdi medya etiğinin en temel ilkelerini (“bağlamı korumak”, “gerçeği tahrif etmemek”) savunur pozisyonda. Adeta, “Sizi kendi oyununuzla vuruyorum” diyor. Zenger’in avukatı Hamilton, gerçeğin gücüne olan inancıyla jüriyi ikna etmişti. Trump’ın avukatları ise, gerçeğin BBC tarafından nasıl kurgulandığının adli bilişim analiziyle mahkemeye sunuyor.
Davanın kalbinde, zamanın kendisine yapılan bir müdahale yatıyor. Trump’ın 6 Ocak 2021’deki konuşmasında, “Kongre binasına barışçıl ve vatanseverce yürüyeceğiz” cümlesi ile “Cehennem gibi savaşın” ifadesi arasında tam 55 dakikalık bir zaman farkı var. BBC’nin Panorama ekibi, aradaki bu yarım saatten fazla konuşmayı, tıpkı bir film kurgucusu gibi, makaslayıp attı. Ortaya çıkan yapıda, Trump sanki tek bir nefeste, “Gidin ve savaşın” demiş gibi bir izlenim yaratıldı.
İşte bu noktada, sinemanın “Kuleşov etkisi” gazeteciliğin “hakikat etiği”ne meydan okuyor. Kuleşov’a göre, iki ayrı görüntü yan yana getirildiğinde izleyicide üçüncü bir anlam doğar. BBC’nin yaptığı da bu: İki ayrı zaman diliminden alınan cümleler birleştirilerek, Trump’ın niyetine dair üçüncü ve tamamen farklı bir anlam -doğrudan şiddet çağrısı- inşa edildi. Tarihsel ironi ise şu: BBC, belgeselciliğin anavatanı sayılan bir ülkenin yayıncısı olarak, sinematik kurgu tekniklerini, bir siyasi figürün tarihsel konuşmasının anlamını değiştirmek için kullanmakla suçlanıyor. Yani sanatı, hakikatin yerine ikame etmekle.
İngiliz İmparatorluğu’nun yumuşak gücü, Amerikan mahkemelerinde
Bir başka çarpıcı ironi, mahkemenin adresinde gizli. Trump, davayı İngiltere’de değil, Florida’da açtı. Yani, İngiliz imparatorluğunun bir zamanlar “üzerinde güneş batmayan” topraklarında hüküm süren bir kültürün modern temsilcisi BBC, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın kazanıldığı toprakların bir eyaletinde yargılanıyor. Tarihsel perspektiften bakınca, bu, bir nevi kültürel ve hukuki bir “settle of scores” (hesaplaşma). Amerikan Devrimi’nin ruhu, bu sefer savaş meydanlarında değil, mahkeme salonlarında, İngiliz kurumlarına karşı zafer arıyor.
BBC’nin “tarafsızlık” ve “doğruluk” mirası, Florida’nın “Aldatıcı Ticari Uygulamalar Yasası” karşısında savunma arıyor. Trump’ın avukatlarının zekice hamlesi burada yatıyor: Davayı sadece “iftira” zeminiyle sınırlamayıp, BBC’nin “haber” adı altında “kusurlu ve aldatıcı bir ürün” sattığını iddia ederek, konuyu bir tüketici hukuku meselesine çeviriyorlar. Yani, BBC’nin yüzyıllık prestiji, Florida’daki bir alışveriş merkezinde yanıltıcı reklam yapan dükkanla aynı hukuki kategoriye indirgeniyor. Bu, bir kuruma yapılabilecek en büyük sembolik indirgeme.
Amerikan iftira hukukunun kutsal metni sayılan New York Times v. Sullivan kararı, kamu figürlerinin davacı olduğu durumlarda “gerçek kötü niyeti” (actual malice) kanıtlama şartı getirir. Bu, aşılması neredeyse imkânsız bir yükseklikteki hukuki bir settir. Ancak ironi, bu seti aşacak merdiveni BBC’nin kendi eliyle sunmasıdır.
Skandal patladıktan sonra BBC Yönetim Kurulu Başkanı Samir Shah’ın yaptığı açıklama ve özür, hukuken bir intihar notu niteliğindeydi: “Kurgunun, Başkan Trump’ın doğrudan şiddet eylemi çağrısı yaptığına dair yanlış bir izlenim yarattığını kabul ediyoruz.” Daha da çarpıcı olanı, BBC’nin eski bir editoryal danışmanının, yayın öncesinde üstlerini bu kurgunun sorunlu olduğu konusunda uyardığına dair belgelerin medyaya sızması. Yani, Trump’ın avukatlarının kanıtlaması gereken “kasıtlılık” veya “umursamazlık”, BBC’nin kendi iç yazışmalarıyla ortaya dökülüyor. Zenger davasında gerçek, dışarıdan getirilen bir kurtarıcıydı; bu davada ise suçlunun cebinden çıkıyor.
Sus payları ve medya imparatorluklarının diz çöküşü
Trump’ın BBC’ye dava açmaktaki cesaretinin arkasında, CBS ve ABC gibi Amerikan medya devlerini dize getirmiş olması yatıyor. CBS, 16 milyon dolarlık; ABC, 15 milyon dolarlık uzlaşma ödedi. Bu ödemeler, medyanın “dördüncü kuvvet” olma iddiasının, hukukun ve ticari kaygıların karşısında nasıl eridiğinin göstergesi. İronik olan, bu kurumların ödediği paraların, Trump’ın kendi deyimiyle “başkanlık kütüphanesine” aktarılacak olması. Onu yıkmak isteyen medyanın parası, onun tarihteki yerini anlatan bir kütüphaneyi inşa edecek. Tarih, yine kara mizah yapıyor.
Şimdi sıra, bu tazminat kültürünü icat etmekle suçlanan İngilizlerin en saygın kurumunda. BBC, Amerikan medyasının aksine, ticari değil, kamu parasıyla, lisans ücretiyle finanse ediliyor. Trump’ın talep ettiği 10 milyar dolar, nihayetinde İngiliz vergi mükellefinin cebinden çıkacak. Bu durum, davayı kişisel bir anlaşmazlıktan, İngiliz halkı ile bir Amerikan başkanı arasındaki dolaylı bir hukuk savaşına dönüştürüyor. Bir zamanlar vergilerine isyan ederek bağımsızlığını kazanan bir ulusun başkanı, şimdi başka bir ulusun vergileri üzerinden tazminat peşinde.
Bu dava, kim kazanırsa kazansın, kaybedenin gazeteciliğin itibarı ve toplumsal güven olduğu bir dönüm noktası. Zenger’in davası, “Gerçek konuşabilmeli” ilkesini doğurmuştu. Trump-BBC davası ise “Acaba bu gerçek mi, yoksa kurgu mu?” şüpheciliğini kurumsallaştırıyor. Editörler artık kesme, yapıştırma tuşlarına basarken, hukukçu titizliğiyle düşünecek. Bu, belki daha sorumlu bir gazeteciliğe yol açar; ama aynı zamanda korkuya dayalı bir otosansür rejimini de beraberinde getirebilir.
Tarihin en büyük ironisi, belki de şudur: John Peter Zenger, kendi küçük matbaasında, gerçeğin iktidarı devirebileceğini kanıtlamıştı. Bugün, elinde çok daha güçlü iletişim araçları olan Donald Trump, gerçeğin kurgulanışının, bir medya iktidarını devirebileceğini kanıtlıyor. Zenger’in mürekkebi özgürlüğü yazmıştı; bugünün dijital kurgu yazılımları ise, özgürlük ile manipülasyon arasındaki ince çizgiyi silikleştiriyor. Tarih döner, ama bazen öyle bir döner ki, geldiği noktayı unutur ve kendi karikatürüne dönüşür. BBC ile Trump arasındaki bu epik çekişme, işte o karikatürün çerçevesini çiziyor: Hakikatin kendisi değil, onun kesilip biçilmiş hâli üzerinden verilen bir savaş. Ve bu savaşta, gerçeğin kendisi, belki de en büyük kayıp olacak…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.