
Dinmeyen felaket: Nekbe’nin 77. yılında Gazze’nin sürgün kaderi
Nekbe’nin 77. yılında Gazze’de dinmeyen acı: Ekim 2023’ten beri süren katliamlar ve zorla sürgün, bir halkın bitmeyen felaketini haykırıyor. Gözyaşları direnişe dönüşürken, insanlık onuru Gazze’de can çekişiyor. Bu, hepimizin sınavı…
Yıl 2025. Takvim yaprakları bir asra yaklaşan bir acıyı, Nekbe’yi, “Büyük Felaket”i 77. kez fısıldıyor kulaklarımıza. Ama bu fısıltı, artık sağır edici bir çığlığa dönüştü Gazze’de, Ekim 2023’ten beri, Akdeniz’in masmavi sularına kan karışıyor, zeytin ağaçlarının gölgesi matem tutuyor ve bir halk, kendi toprağında bitmeyen bir sürgünün en acımasız halkalarından birini yaşıyor. Bugün Gazze’ye bakmak, sadece bir coğrafyaya değil, insanlığın vicdanına açılan kanayan bir yaraya bakmaktır. Bugün Filistin’i anlamak, 77 yıldır dinmeyen bir ağıtın yankılarını duymaktır.
Bu yazı ise sadece rakamların ve tarihlerin ötesine geçerek, o topraklarda yaşananların ruhuna dokunma çabasıdır. Ekim 2023’ten itibaren Gazze ve Filistin’de yaşanan katliamlar, insanlık onurunun ayaklar altına alındığı, çocukların gülüşlerinin çalındığı, annelerin feryatlarının göğe yükseldiği bir zaman dilimi olarak kazındı hafızalara. Ve tam da Nekbe’nin 77. yılında, o büyük felaketin hayaleti, Gazzelilerin bir kez daha evlerinden, yurtlarından koparılıp meçhule sürüklenmesiyle daha da somutlaştı, daha da acıttı. Bu, bir toprak kavgası olmanın ötesinde bir varoluş mücadelesidir. Bu, umudun bombardımanlar altında yeşermeye çalıştığı, gözyaşının direnişe dönüştüğü bir hikâyedir.
Nekbe: Bir halkın belleğindeki kök salmış acı
1948’de, İsrail Devleti’nin kuruluşuyla birlikte yüz binlerce Filistinli; evlerini, köylerini, anılarını geride bırakarak yollara düştü. Bu, bir gecede mülteci olmanın, vatansız kalmanın adıydı: Nekbe. O gün açılan yara, nesiller boyu aktarılan bir travmaya, Filistin kimliğinin ayrılmaz bir parçasına dönüştü. Kaybedilen yalnızca topraklar değildi; bir yaşam biçimi, bir kültür, bir geçmişti aynı zamanda. Mülteci kampları, geçici olması umut edilen ama kalıcılaşan sürgünlerin acı mekânları oldu. Geri dönüş hakkı, uluslararası hukukun tanıdığı ama İsrail’in asla kabul etmediği bir hayal olarak kaldı.
Nekbe’nın nedenleri arasında Siyonist hareketin bir Yahudi devleti kurma çabaları, İngiliz Mandası dönemindeki politikalar ve Balfour Deklarasyonu, yoğun Yahudi göçü ve BM’nin taksim planı gibi karmaşık tarihî ve siyasi gelişmeler yatıyordu. Ancak sonuç, Filistinliler için tek bir kelimeyle özetlenebilirdi: Felaket. Yüzlerce köy haritadan silindi, zeytinlikler söküldü, evler yıkıldı veya başkalarına verildi. Bu, fiziksel yıkımın yanında gelen Filistin toplumunun sosyal ve kültürel dokusuna indirilen ağır bir darbeydi.
Ekim 2023: Nekbe'nin hortlayan hayaleti Gazze semalarında
Ve takvimler Ekim 202’'ü gösterdiğinde, dünya bir kez daha Orta Doğu’nun kalbindeki bu kanayan yaraya kilitlendi. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarının ardından İsrail’in Gazze Şeridi’ne başlattığı askerî operasyon, kısa sürede eşi benzeri görülmemiş bir yıkıma ve insani trajediye dönüştü. Uluslararası ajansların raporları, Gazze’de yaşananların vahametini gözler önüne seriyordu: Binlerce ton bombanın daracık bir coğrafyaya yağdırılması, on binlerce sivilin hayatını kaybetmesi, yaralanması ve bunların büyük bir çoğunluğunun kadın ve çocuklardan oluşması.
Hastaneler, okullar, ibadethaneler, Birleşmiş Milletler tesisleri dahi hedef alınmaktan kurtulamadı. Gazze’nin kuzeyindeki insanlara güneye gitmeleri emredildi ancak güney de bombardımanlardan nasibini aldı. “Güvenli bölge” denilen yerler, ölümün kol gezdiği yeni tuzaklara dönüştü. Yüz binlerce insan, bir kez daha, atalarının 77 yıl önce yaşadığı o acı kaderle yüzleşti: Zorla yerinden edilme, mültecilik, belirsizlik… Gazze Şeridi’nin büyük bir bölümü moloz yığınına dönerken, hayatta kalanlar için yaşam mücadelesi daha da acımasızlaştı. Su, gıda, ilaç, yakıt gibi en temel ihtiyaçlara erişim imkânsız hâle geldi. Açlık ve hastalıklar, bombalardan kurtulanları tehdit etmeye başladı.
Analistler ve görgü tanıkları, yaşananları “ikinci bir Nekbe” veya “Nekbe’nin devamı” olarak nitelendirmekten çekinmedi. Hatta bazıları, “Bugün yaşananlar, Nekbe sırasında işlenen suçlardan daha korkunç” diyordu. Bu ifadeler, durumun vahametini ve Filistinlilerin yaşadığı derin umutsuzluğu yansıtıyordu. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ve ablukasının, bölgeyi yaşanmaz hâle getirme, Filistinlileri topraklarından sürme ve bir daha geri dönmelerini engelleme amacı taşıdığı yönündeki endişeler uluslararası kamuoyunda giderek yükseldi.
Sürgün: Bir kader mi, yoksa bir politika mı?
Gazzelilerin başka topraklara sürgün edilmesi meselesi, Nekbe’nin 77. yılında yeniden ve daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Bu, sadece bir savaşın yan etkisi olarak görülemezdi. Aksine, pek çok gözlemciye göre bu, İsrail’in uzun vadeli politikalarının bir yansımasıydı. Tarih boyunca Filistin topraklarında demografik yapıyı değiştirme çabaları, yerleşim birimlerinin sürekli genişletilmesi ve Filistinlilerin yaşam alanlarının daraltılması, bu politikanın somut örnekleriydi.
Ekim 2023 sonrası Gazze’de yaşananlar, bu endişeleri daha da derinleştirdi. İsrailli bazı yetkililerin Filistinlilerin Gazze dışına “gönüllü göçü” gibi ifadeler kullanması, uluslararası tepkilere neden oldu. Ancak sahadaki gerçeklik, “gönüllü” kelimesinin ne kadar anlamsız olduğunu gösteriyordu. Bombardıman altında, açlık ve susuzlukla boğuşan, her an ölüm tehlikesiyle yaşayan insanlar için “seçenek” diye bir şey kalmamıştı. Zorla yerinden edilme, uluslararası hukuka göre bir savaş suçudur ve Gazze’de yaşananlar, bu suçun tüm unsurlarını barındırıyordu.
Bu sürgün politikası, sadece Gazze ile de sınırlı değildi. İşgal altındaki Batı Şeria’da da artan yerleşimci şiddeti, ev yıkımları ve keyfi tutuklamalar, Filistinlilerin hayatını çekilmez hâle getiriyordu. Amaç, Filistinlileri yıldırmak, direnişlerini kırmak ve onları topraklarından vazgeçmeye zorlamaktı. Nekbe’nin ruhu, her bir yıkılan evde, her bir sökülen zeytin ağacında, her bir gözaltına alınan gençte yeniden canlanıyordu.
Duyguların dili: Acı, öfke, umut ve direniş
Rakamlar ve analizler, yaşanan trajedinin sadece bir boyutunu ortaya koyabilir. Ancak Gazze’deki ve tüm Filistin’deki insanların duygularını anlamak için kelimeler yetersiz kalır. Orada, her bir taşın altında bir hikâye, her bir gözyaşında bir tarih yatar…
Acı… En saf, en katıksız hâliyle acı. Evladını kaybeden bir annenin feryadındaki acı. Evinin molozları arasında geçmişini arayan bir babanın çaresizliğindeki acı. Yaralı bir çocuğun korku dolu gözlerindeki acı. Açlıktan ağlayan bir bebeğin sessiz çığlığındaki acı. Bu acı, fiziksel olmanın çok ötesinde ruhsal bir tahribattı. Bir halkın onurunun, hayallerinin, geleceğinin yok edilmesinin acısıydı. 77 yıldır dinmeyen, her yeni saldırıyla katmerlenen bir acı…
Öfke… Haksızlığa, adaletsizliğe, dünyanın sessizliğine karşı duyulan derin bir öfke. Kendi topraklarında parya muamelesi görmenin, en temel insani haklardan mahrum bırakılmanın öfkesi. Uluslararası hukukun çifte standartlarına, verilen sözlerin tutulmamasına, gücün haklı sayılmasına duyulan öfke. Bu öfke, bazen çaresizliğe, bazen de direnişe dönüşür. Ama her zaman oradadır, Filistinlilerin kalbinde kor bir ateş gibi yanar.
Umut… Tüm bu yıkıma, acıya ve umutsuzluğa rağmen, bir yerlerde hâlâ yeşermeye çalışan bir umut. Özgür bir Filistin umudu. Çocuklarının daha iyi bir gelecekte yaşayacağına dair umut. Adaletin bir gün tecelli edeceğine dair umut. Bu umut, zeytin ağacının kökleri gibi derindir, kurak topraklarda bile hayata tutunur. Filistinli sanatçıların eserlerinde, şairlerin dizelerinde, çocukların oyunlarında kendini gösterir. Bu umut, direnişin yakıtıdır.
Direniş… Nekbe’den bugüne Filistin halkının varoluş mücadelesinin adı direniştir. Bu direniş, sadece silahlı mücadele anlamına gelmez. Aynı zamanda kültürel direniştir, sanatsal direniştir, eğitimle direniştir, toprağa tutunarak direniştir. Her bir Filistinli, kendi varlığıyla, kimliğini koruyarak, hikâyesini anlatarak bu direnişin bir parçasıdır. Gazze’de enkaz altından çıkarılan bir kitap, yıkılan bir okulun bahçesinde açan bir çiçek, annesinin öğrettiği bir şarkıyı mırıldanan bir çocuk, hepsi bu direnişin sembolleridir.
Bitmeyen Nekbe ve insanlığın sınavı
Nekbe’nin 77. yılında, Gazze’de yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, Filistin sorunu çözülmeden Orta Doğu’ya barış ve istikrar gelmesi mümkün değildir. Bu sorun, sadece Filistinlilerin ve İsraillilerin değil, tüm insanlığın sorunudur. Uluslararası toplumun, vicdan sahibi her bireyin bu trajediye sessiz kalmaması, adaletin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için çaba göstermesi gerekmektedir.
Gazzelilerin başka topraklara sürgün edilmesi; yalnızca bir insani kriz değil, aynı zamanda uluslararası hukukun ve insanlık değerlerinin açık bir ihlalidir. Bu duruma göz yummak, gelecekte benzer trajedilerin yaşanmasına kapı aralamak anlamına gelir. Bugün Gazze’de yaşananlar, Nekbe'nin sadece geçmişte kalmış bir olay olmadığını, aksine devam eden, etkileri her geçen gün daha da derinleşen bir süreç olduğunu acı bir şekilde kanıtlamaktadır. Filistin halkının acısı ortaktır, feryadı evrenseldir. Onların özgürlük, adalet ve kendi kaderlerini tayin etme hakkı, tüm uluslararası sözleşmelerde ve insanlık vicdanında yerini bulmalıdır.
Bu yazı, bir ağıt olduğu kadar bir umut çağrısıdır. Gazze’nin çocukları güldüğünde, Filistin’in zeytin ağaçları barışın gölgesinde yeniden yeşerdiğinde, Nekbe’nin yaraları sarılmaya başlandığında, insanlık da kendi vicdanıyla barışacaktır. O güne kadar, Gazze’nin gözyaşları akmaya devam edecek ve Nekbe’nin hayaleti, adalet tecelli edene kadar dünyanın vicdanını rahatsız etmeyi sürdürecektir. Çünkü Filistin unutulmaz, Nekbe sürüyor ve insanlık onuru Gazze’de can çekişiyor. Ve bu, hepimizin sınavı…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.