21 Ağustos 2025

Bir fotoğrafın anlattıkları: ABD'nin Batı hakimiyeti sürüyor

ABD, askeri ve ekonomik gücüyle Batı dünyasında hâkimiyetini sürdürürken, Avrupa içindeki bölünmüşlük ve zayıflıklar nedeniyle Washington’ın politikalarına eklemlenmek zorunda kalıyor.

Geçtiğimiz gün Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki Oval Ofis’te Rusya-Ukrayna Savaşı’nda izlenecek politikaları görüşmek üzere Avrupalı liderleri ve önemli Batı kuruluşları şef bürokratlarını ağırlaması uluslararası medyada yankı buldu. Ziyaretin içeriği ve Ukrayna’ya Rusya karşısında verilecek desteğin boyutu stratejik açıdan asıl önemli mesele olmakla birlikte, ziyaretin halk ve medya nezdinde daha büyük ilgi gören boyutu ise, Avrupalı lider ve bürokratların Oval Ofis’te Trump’ın karşısında adeta sıraya giren ilkokul çocukları gibi dizilmeleri oldu. Avrupalı bazı basın-yayın organlarında bu konu bir “utanç vesilesi” olarak değerlendirilirken, akademisyenlerin gözünde ise ABD’nin Trump döneminde “güç yoluyla barış” (peace through strength) çizgisinin netleştirilmesi ve Avrupalı devletlerle yeni bir tür hizalanma (bandwagoning) sağlanmasının ilk işaretleri olarak değerlendirildi.

Peki, günümüzde ABD’nin Batı dünyasındaki öncü konumu ne ölçüde devam ediyor ve bu fotoğraf karesi bize neyi anlatıyor? Bu yazıda isterseniz biraz istatistikler üzerinden Trump’ın karelere yansıttığı ABD’nin halen özellikle Batılı devletler üzerinde yoğun şekilde hissedilen baskın gücünü somutlaştırmaya çalışalım.

ABD’nin askerî gücü: “küresel jandarma"

Öncelikle ABD’nin 1 trilyon dolara yakın askeri harcamaları ile bu konuda yalnızca Batı dünyasında değil, tüm dünyada uzak ara en savurgan -veya farklı bir bakış açısında göre bonkör- ülke olduğunu ve Washington’ın gücünü günümüzün otoriterleşen dünya düzeninde demokrasi ve insan hakları gibi ilerici değerlerden değil, daha çok silahlarından aldığı belirtilmeli. Öyle ki, Dünya Bankası (WB) verilerine göre, Ukrayna ile halen savaştaki Rusya’nın askeri harcamaları ABD’nin yaklaşık 9’da biri, ABD için en büyük stratejik hasım olarak görülen Çin’in askeri harcamaları ise ABD’nin 3’te biri düzeyinde. ABD, 2023 yılı rakamları itibariyle, tüm dünyadaki askeri harcamaların 2,5’ta birini yapacak (yaklaşık 2,4 trilyon dolar) kadar gözünü karartmış ve uluslararası sistemde askeri liderliği kimseye bırakmama konusunda ısrarcı bir devlet. “Küresel jandarma” olarak da adlandırılan ABD’nin askeri harcamaları Avrupalı devletlerle kıyaslandığında ise aradaki farklar daha da açılıyor. Hatta öyle ki, Avrupa Birliği (AB) üyesi tüm devletlerin askeri harcamaları bile ABD’nin askeri harcamalarının yanına yaklaşamıyor. Bu nedenle, güvenliğini İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar büyük ölçüde NATO’ya ve ABD’ye ihale etmiş olan Avrupalı liderlerin Putin’in yarattığı güvenlik riskleri karşısında Trump’ın önünde sıraya giren çocuklar gibi dizilmeleri hiç de tesadüfi değil. Hatta tam da bu nedenledir ki, ABD ile 

Rusya, Soğuk Savaş’tan kalma bir düzenle, aslında birbirlerinin kendi bloklarındaki öncü ve lider konumlarını güçlendiren ve kâğıt üzerinde hasım olmalarına rağmen birbirlerine işlevsel olarak destek olan küresel aktörler.

Global Fire Power (GFP) web sitesinin analizlerine göre, mevcut askeri güç anlamında da ABD, halen dünyanın en güçlü devleti durumunda. ABD’ye askerî açıdan meydan okuyabilecek güçler arasında ise Rusya ve Çin dışında kayda değer bir güçten söz etmek imkânsız. Zira Avrupalı devletler bu konuda ABD’nin ve aynı zamanda Rusya ile Çin’in çok gerisinde yer alıyorlar.

Stratejinin doğruluğunu zaman gösterecek

ABD, askeri gücünün devamlılığını sağlayan ekonomik güç konusunda ise Çin karşısında giderek zorlanıyor. Dünya Bankası’nın 2024 verilerine göre nominal yıllık gayrisafi milli hasıla (GDP) yani ekonomik büyüklük konusunda ABD’nin Çin karşısında üstün konumu sürse de, aktüel satın alım gücünü daha iyi ölçen satın alma gücü paritesi (PPP) konusunda Çin, ABD’yi 10 seneyi aşkın bir süredir geçmiş ve aradaki farkı giderek açmaktadır. Bunun farkında olan ve küresel liderliğini Pekin karşısında giderek kaybettiğini anlayan Washington, bunun için Başkan Donald Trump (2017-2021, 2025-) dönemlerinde küresel ekonomiyi yavaşlatacak ve Çin’in agresif büyümesini dizginleyecek korumacı politikaları benimsemekte ve diğer ülkelere de kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bunun doğru bir strateji olup olmadığını ise elbette zaman gösterecektir. AB ise, 27 üyesinin tamamı ile ABD karşısında kayda değer bir ekonomik güç olarak varlık gösterebilse de, hem ülkeler arasındaki mevcut anlaşmazlıklar ve AB’nin geleceğiyle ilgili belirsizlikler, hem yüksek teknoloji (yapay zekâ, savunma sanayii vs.) gerektiren alanlarda Avrupa’nın geri kalmışlığı, hem de ABD’nin küresel bilgi akışını uluslararası medya ve internet platformları üzerinden kontrol edebilmesi nedeniyle Brüksel’in Washington’a rakip olabilmesi oldukça zordur.

Avrupa, Trump sonrasına hazırlanabilir

Tam da bu nedenlerle, Avrupalı liderler, Başkan Trump’ın karşısında dizilmiş ve Ukrayna konusunda Trump’ın Rusya’yı kayıracak bir barış planına onay vermemesi için onu ikna etmeye çalışmışlardır. Bu durum aslında yeni olmamakla birlikte, AB’nin bütünleşme, derinleşme ve genişleme bağlamında atılım yapmadığı sürece ABD ve Çin gibi küresel güçlere ve askeri olarak da Rusya’ya rakip olamayacağının anlaşılması açısından manidardır. Bu bağlamda, ABD’nin Ukrayna ve İsrail-Filistin gibi konulardaki tavırları, hizalanma teorisi doğrultusunda, Avrupalı devletlerin bu politikalara er veya geç belli ölçülerde eklemlenmesini gerektirecektir. Ancak son söz şu da söylenmelidir ki, ABD’nin demokratik sisteminin iki kutuplu yapısı nedeniyle, sonraki seçimlerde olası bir Demokrat Başkan’ın Trump’ın yaptıklarını tersyüz etmesi gayet olası ve akla yatkın bir ihtimaldir. Bu nedenle, Avrupalı devletler birkaç yıl dişlerini sıkarak Trump sonrası döneme de hazırlanma formülünü tercih edebilirler.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...