“Türkiye’de hastalanmaya korkuyorum”

Haberin Eklenme Tarihi: 30.12.2024 13:48:00 - Güncelleme Tarihi: 2.01.2025 11:13:00

26 Kasım 1989… 26 Mart 1989 Türkiye Yerel Seçimleri’nin üzerinden sekiz ay geçmiş, seçim sonucunda yedi siyasi parti arasında %28,7 oranında oy olan Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) birinci parti olmuştu. Böylelikle SHP İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 39 ilin belediye başkanlıklarını kazanmıştı. 1984 Yerel Seçimleri ile kıyaslandığında oyları yaklaşık 20 puan gerileyen iktidardaki Anavatan Partisi (ANAP) ise SHP ve Doğru Yol Partisi’nin (DYP) ardından üçüncü olmuştu. ANAP açısından bu elbette bir hayal kırıklığıydı, belki hem kendisinin hem de belediye sakinlerinin…

31 Ekim’de ise Cumhurbaşkanlığı Seçimleri gerçekleşti; üçüncü tur oylamayla birlikte Başbakan Turgut Özal Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Böylelikle Başbakanlık görevinden ayrılarak, Ali Bozer’in başbakanlığına vekalet ettiği kısa bir dönemin ardından Yıldırım Akbulut’u yeni başbakan olarak atadı. 9 Kasım’da ise Akbulut başkanlığında 47. Türkiye Hükûmeti kurulmuş oldu.

Henüz her şeyin siyasi açıdan taze olduğu ve gerilimin yüksek olduğu böyle bir dönemde elbette kamusal alanda da sesler yüksek çıkıyordu. Tercüman’ın 26 Kasım 1989 tarihli manşeti de çıkan bu seslerin kargaşasını yansıtıyordu. Göze ilk çarpan ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı İmren Aykut’un acı itirafıydı: “Türkiye’de hastalanmaya korkuyorum.” Bu bir bakanın kurabileceği ama aynı zamanda ülkenin koşullarını da ortaya koyabileceği en korkunç cümlelerden biri olmalıydı. Haberin devamında hastalara doğru teşhis konulamadığını belirten Bakan, şunları söylemişti: “Hastanelerdeki yetersizlik yüzünden birçok hasta ölüyor. Beyin kanamalı hasta geliyor. Tomografi yok. Haydi taksiye bindirilip özel tomografi çekilen yere götürülüyor. Hâlbuki bu hastanın yaşaması için kımıldamaması lazım belki. O da yetmiyor, alıp yeniden anjiyo için başka yere gönderiliyor. Siz tam teşekküllü hastane kursanız, âlet edevat her şeyi alsanız, doktoru, hemşireyi, teknisyeni getirmediğiniz zaman zaten sağlık hizmeti veremiyorsunuz. Gidin Kırşehir’e, Niğde’ye bakın. Geçen gün ‘Kapatın bari bu hastaneleri’ dedim.” Durumun vahameti ortadaydı ve Bakan’ın sözleri bu vahametin ne derece devlet tarafından görüldüğünü gösteriyordu.

Hemen altındaki haberde ise “Bayındırlık Bakanı’nın şirketi, başına iş açtı” başlığıyla öne çıkıyordu. Haberin detayı şöyleydi: “Milletvekili olunca, kardeşiyle birlikte inşaat şirketi kuran Cengiz Altınkaya, bazı PTT ihalelerini aldı. Bakan olunca şirketteki hisselerini eşine devreden Altınkaya, eski şirketi Aydın’da iki yapı kooperatifinin paralarının üzerine yatınca üyelerin boy hedefi oldu.”

Bunlara ek olarak Yeni Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı bütçesine dair yaptığı görüşmeye yönelik muhalefet partililerden gelen eleştiriler Tercüman’da yerini bulunuyordu: “Cülusa çıkmadan ödeneğini artırdı.” Öte yandan İnönü’nün afişleri Diyarbakır’da yakılıyor; istifalara tepkiler yağıyordu.

Elbette bu kargaşada DYP Lideri Süleyman Demirel’in de sesi duyuluyordu. Partisinin önceki günkü mitinginde iktidarı eleştiriyor; “Yeni hükûmet şimdi neyi yapacak? Eskisi neyi yaptı ki yenisi neyi yapacak? Babası neyi yaptı ki oğlu neyi yapacak?” diyordu. Bedrettin Dalan ise “İktidar ve muhalefetin tabanı yok. Bir siyasi parti vitrinini yenilemiyor. Öteki için vatandaş ülkeyi idare edemez diyor. Muhalefet partilerinin hiçbirinin iktidar şansı yok” diyerek hem iktidara hem de muhalefete yönelik eleştirilerini dile getiriyordu.

Söylemler, yaşananlar, politik gerilimler, ekonomik ve sosyal sorunlar… Türkiye’de yaşam bir şekilde devam ediyordu.