NASA uyardı, uzmanlar detaylandırdı: Türkiye kıyılarında yükselen risk

Haberin Eklenme Tarihi: 5.12.2025 15:41:00 - Güncelleme Tarihi: 5.12.2025 15:54:00

2024’te küresel deniz seviyesinin beklenenden çok daha hızlı yükselmesi dünya ve ülke kamuoyunda geniş yer buldu. NASA ve uydu verilerine göre, bu yıl deniz seviyesinde yıllık yaklaşık 0,59 cm artış yaşandı. Bu, bilim insanlarının beklentisinin yaklaşık üçte biri kadar daha yüksek. Bu dikkat çekici sıçrama, küresel ısınmanın yalnızca buzulların erimesiyle değil, aynı zamanda okyanusların ısınarak genleşmesiyle (termal genleşme) de deniz seviyesini hızlıca yukarı çektiğini gösteriyor.

1993–2023 dönemini kapsayan uydu ölçümleri, deniz seviyesinin bu süre zarfında yaklaşık 10–11 cm yükseldiğini ortaya koyuyor. Ancak asıl tehlike, bu yükselişin sabit bir hızdan ziyade “giderek ivmelenen bir artış” trendine işaret etmesi: veriler, 1990’ların başındaki ortalama yıllık 2-2,5 mm’lik artışın, 2020’lerde 3-4 mm’nin üzerine çıktığını gösteriyor.

Bu küresel tablo, deniz kıyısında yaşayan milyonlarca insan özellikle kıyı kentleri için alarmı daha da yükseltiyor. Eğer deniz suyu yükselmeye, okyanuslar ısınmaya devam ederse, kıyı taşkınları, tuzlu su istilası, altyapı ve yerleşim alanlarının su baskını riski gibi tehditler pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ciddi biçimde hissedilecek. Bu yüzden deniz seviyesindeki yükseliş, gelecek on yılların planlamasında mutlaka dikkate alınması gereken bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Ancak etkilerin nasıl hissedileceği, hangi bölgelerin daha kırılgan olduğu ve atılması gereken adımlar konusunda tabloyu netleştiren unsurlar uzmanların Tercüman’a özel yaptıkları değerlendirmelerinde ortaya çıkıyor.

“Olası aşırılıklar milyarlarca insanı etkileyebilir”

İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sevinç Asilhan, şunları kaydetti: “İnsanlık için en büyük iklimle ilişkili risk, birbirini pekiştiren ekstrem hava olaylarından özellikle kasırgalar, şiddetli yağışlar, taşkınlar ve kuraklıklardan kaynaklanmaktadır; bu aşırılıklar doğal ve sosyal sistemleri sınırlarının ötesine itme etkisi gösterir. Bireysel tehlikeler yönetilebilirken bunların birleşik meydana gelmesi gıda ve su güvenliğini tehdit eder, tarım ekonomilerini çökertebilir, ölümleri artırabilir, göçü hızlandırabilir ve bölgeleri istikrarsız hâle getirebilir. Bu aşırılıklar, kaydedilmiş tarihte olduğundan daha sık ve daha yoğun olup, hızla büyüyen şehirlerde yaşayan milyarlarca insanı etkilemektedir. İklim değişikliğine bağlı olarak meydan gelmekte olan hava olayları (kasırgalar, taşkın ve sellere neden olan şiddetli yağışlar, kuraklık, aşırı ısınma veya soğumalar ve diğerleri) ile birlikte deniz seviyelerinde artış beklenmektedir. NASA ve diğer araştırma merkezlerinin tahminleri farklılıklar göstermektedir.”

“En kötü iklim senaryosu…”

Küresel ısınmaya bağlı olarak kıyı bölgelerde su seviyesindeki yükselmeler, sonuçları ve risklerine dair de düşüncelerini paylaşan Prof. Dr. Asilhan, “Dünya genelinde deniz seviyesi 1993'ten bu yana yaklaşık 11 cm arttı ve artış hızı 2023 yılına kadar yılda 0,21 cm'den 0,45 cm'ye, iki katına çıktı. Gözlem ve uydu kayıtlarından önce, yaklaşık 1870'den itibaren, artış insan kaynaklı ısınma nedeniyle genel olarak toplamda 23 cm oldu. Gelecek küresel ısınma senaryolarından insan kaynaklı emisyon salınımlarının artacağını öngörürsek; 2030 yılına kadar yılda 0,50 cm ve 2050 yılına kadar yılda 0,65 cm'ye ulaşması bekleniyor, buna bağlı olarak küresel deniz seviyeleri 2023'ten 2050'ye kadar ek olarak 20,5 ± 5,4 cm daha yükselebilir. Dünya genelinde küresel iklim değişikliğine bağlı meydana gelmekte olan hava olaylarının riski ve önceliği iyi değerlendirmelidir, mevcut veriler küresel ısınmaya bağlı canlı yaşamı için daha önemli ve yakın zamanda meydana gelebilecek hava olaylarını işaret etmektedir. Ülkemizin kıyı bölgelerinde, küresel ısınmaya bağlı olarak artarak devam edecek insan faaliyetleri ve karbon emisyonlarına ile birlikte yaşayacağı riskler yapılan model projeksiyonlar ile ortaya konmuştur. Öngörü yapabilmek için kullandığımız iklim modelleri farklı insan faaliyeti, ekonomi ve karbon emisyonlarını içermektedir; en iyi senaryoda insan faaliyetlerinin dünya atmosferini değiştirmeyeceği ve iklim değişimine uyum kararlarının ülkeler ve dünya genelinde uygulandığını varsayarken, en kötü iklim senaryosu ise insan faaliyetleri, ekonomik uygulamalar ve sera gazlarının nefes aldığımız atmosferi değiştireceğini küresel ısınmanın artarak devam edeceğini ifade etmektedir” ifadelerini kullandı.

"2100’e kadar olan küresel model projeksiyonlarının bölgemizdeki kıyılarda en az 0,43 ve en fazla 0,84 m arasında yükselme ve hatta bazı modeller ise 1 metre ve üzerinde artış olabileceğini öngörüyor" diyen Prof. Dr. Asilhan, sözlerine şöyle devam etti: “Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yapılan tahminlere göre 2050’ye kadar Akdeniz en az 9,8 ile en fazla 25,6 cm ve 2100 yılına kadar ise belirsizliğin çok fazla olduğunu göz önünde bulundurarak en fazla 1 metreyi aşması öngörülmüştür”

Bu model tahminlere bağlı olarak değerlendirme yapacak olursak Türkiye'nin sahil şehirlerinde yaşayan nüfus yaklaşık 6 milyon, kıyı şeridinin uzunluğu 8333 km ve dört farklı denizle çevrili olmasına bağlı olarak ekonomik kayıplar için şunları belirtebiliriz:

  • 20 cm yükselme: Yıllık 327 milyon USD zarar
  • 40 cm yükselme: Yıllık 1,746 milyar USD zarar
  • 2100 yılına kadar potansiyel: Yıllık 10 milyar USD

Dünya atmosferinde meydana gelen değişim ülke sınırları ile sınırlı değildir ve tüm canlı sisteminde yıkımlara neden olabilir. Kıyı seviyelerindeki öngörülen artışlara bağlı olarak İstanbul için Terkos Gölü (ana su kaynağı), Büyükçekmece ve Küçükçekmece gölcükleri tuzlu su kirliliği riski altında kalacak; 15 milyon nüfusunun su kaynaklarını tehdit edecektir:

Kadıköy Metro İstasyonu ve tüm hızlı ulaşım sistemi tuzlu su baskını riskine sahiptir.

  • Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Küçüksu Köşkü ve UNESCO Tarihî Yarımada alanları su baskını riski altındadır.
  • İstanbul, Türkiye'nin Gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH)'sının %27,5'ini üretiyor; büyük bir felaket 1.500.000 kişiyi yoksulluğa itebilir.

İzmir için kıyılarındaki su seviyesindeki değişimler ile oluşacak ekonomik, gıda ve diğer kayıplar:

  • 20 cm yükselmede: Yıllık 314 milyon USD zarar
  • 40 cm yükselmede: Yıllık 997 milyon USD zarar”

Prof. Dr. Asilhan, “Küresel Isınma ve Türkiye Kıyılarındaki Riskler” başlığı altına ise şunları ekledi:

  • Türkiye'nin kritik pamuk ve meyve-sebze üretim bölgesi olan Çukurova deltası su baskını ve tuzlu su sızması tehdidi altındadır. Doğal yapısı değiştirilen sahil şeridinde taşkın ve sel şiddeti artacak ve Çukurova'nın kaybı ulusal gıda güvenliğini ciddi şekilde etkileyecektir.
  • Karadeniz ve Rize’de aşırı ve şiddetli yağışların artması bekleniyor. Özellikle 24 saatlik maksimum yağışlardaki artış nedeniyle, 2050 yılına kadar 100 yıllık taşkın ve sel riskinin %20-46 oranında artması ve bu olayların daha sık meydana gelmesi öngörülüyor.
  • Ekosistem açısından, Türkiye kuş türlerinin %75'ine ev sahipliği yapan Kızılırmak Deltası sistematik tahribat ile karşı karşıya kalacak. Azalan sediman ve yükselen sular, Karadeniz kıyılarında erozyon artışına yol açacak ve tarım alanlarında üretim düşüşü meydana gelecektir.
  • Türkiye genelinde yeraltı suyu tuzlanması örneklerini görmeye başladık. Mersin-Kazanlı bölgesinde klorür seviyeleri 3000 mg/l'nin üzerine çıkmış ve bu durum bazı kuyuların kapatılmasına neden olmuştur.
  • Türk kıyılarında milyonlarca kişi, tarımsal sulama alanları, endüstriyel su temini ve belediyelerin içme suyu sistemleri açısından tehdit altında bulunuyor.
  • Ekonomik projeksiyonlara göre, kıyılarda 1 metre yükselme olursa, bu Türkiye'nin mevcut GSYİH'sının %6'sı kadar sermaye kaybına yol açabilir. Uyum maliyetlerinin GSYİH'nın %10'u civarında olması ve kıyılardaki altyapı çalışmalarının büyük şehirler için yaklaşık 20 milyar dolar tutacağı öngörülüyor.
  • İnsan güvenliği açısından, 1 metre yükselme durumunda en az 300.000 kişi doğrudan tehdit altındadır; 2050 yılına kadar 470.000–730.000 veya daha fazla kişi yıllık taşkın riskine maruz kalacaktır.
  • Küresel örnekler de uyarıcı: ABD’de 2100 yılına kadar 13 milyon kişinin kıyı bölgelerinden göç etmesi veya yer değiştirmesi bekleniyor.
  • Ticaret ve altyapı açısından, Türkiye'nin kritik kıyı uluslararası ticaret merkezleri tehdit altında ve bu durum bölgesel ve küresel ekonomi üzerinde yıllık milyarlarca dolarlık ticaret akışını değiştirebilir. Altyapılarda, elektrik üretim ve su arıtma tesisleri, ulaşım ağları, hastaneler, acil servisler, iletişim ve enerji üretim tesisleri deniz seviyesindeki yükselmelerden etkilenme riski taşıyor.
  • Türkiye’nin kıyı nüfus yoğunluğu ve mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda, kıyı şeridindeki su seviyesindeki değişimlerin dikkatle izlenmesi gerekiyor; yaklaşık 30 milyon insan kıyı bölgelerinde yaşıyor ve örneğin sadece İstanbul ulusal GSYİH’nin %27,5’ini üretiyor.
  • Kentsel planlamada, kuraklık, taşkın, sel, fırtına, kasırga, aşırı ısınma ve soğuma ile deniz seviyesindeki yükselme gibi risklere uyum sağlanmalıdır.
  • Gelecek nesiller için tehlike yalnızca ısınmadan kaynaklanmıyor. Sistemlerin direnç kaybetmesi, tarım ürünlerinin yetiştirilememesi, havza alanlarının kuruması, enerji şebekelerinin aşırı ısınması ve toplulukların geri dönüşü olmayan bir bozulmayla karşılaşması söz konusu.
  • Dönüştürücü uyum ve eşitliğe dayalı iklim planlaması olmadan, çoklu tehlike olayları herhangi bir tek felaketten daha fazla olarak medeniyetin geleceğini şekillendirme riski taşıyor. Önlem ve hazırlık yapılmadan geçen her yıl geri dönülmez değişiklikleri kalıcı hâle getiriyor; kaybolan kıyı ekosistemleri geri gelmiyor ve geleceğe bıraktığımız ekonomik kayıplar artıyor.
  • Sürdürülebilir su kaynakları, yenilenebilir enerji, altyapı ve iklime dayanıklı şehirler aracılığıyla şimdiden hazırlık yapmaya başlarsak, gelecek nesillerimizi güvence altına alabiliriz.

“Yüksek falezli kıyılar görece daha az risk altında”

Prof. Dr. Deniz Ekinci de Türkiye kıyılarında olası deniz seviyesi yükselmelerinin etkilerini detaylı bir şekilde değerlendirdi. Türkiye’nin Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz boyunca uzanan geniş kıyı şeridinin, jeomorfolojik çeşitlilikleri, yoğun yerleşim alanları ve ekonomik faaliyetleri nedeniyle ülkenin en hassas bölgelerinden biri olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ekinci, yüksek falezli kıyıların görece daha az risk altında olduğunu belirtti. Buna karşın, büyük akarsu ağızlarındaki alçak kıyılar ve delta ovaları, tarım ve yerleşim açısından değerli alanlar olmalarına rağmen tuzlu su baskınlarına karşı kırılgan durumda bulunuyor. Bu noktada, Sevinç Asilhan’ın Türkiye kıyılarındaki su seviyesindeki artışın tarım, yerleşim ve altyapı üzerindeki riskleri vurgulayan uyarılarıyla paralellik görülüyor.

Prof. Dr. Ekinci, olası yükselme senaryolarını da şöyle açıkladı: “0,5 metrelik yükselmede Samsun ve Çarşamba deltası ile İstanbul’un kıyı ilçeleri risk altında; 1 metrelik yükselmede Karadeniz’de Sinop ve Samsun’daki yerleşimler ciddi tehlike altında; 1,5–2 metre yükselme senaryosunda ise delta alanlarının tamamen kaybolabileceğini ve kıyı boyunca yerleşimlerin büyük kısmının su altında kalabileceğini belirtti. Bu değerlendirme, Sevinç Asilhan’ın 2050’ye kadar olası yükselmelerin kritik tarım ve yerleşim alanlarını tehdit edeceği uyarısıyla örtüşüyor.”

Sosyo-ekonomik etkiler açısından Prof. Dr. Ekinci, kıyı kentlerinde yaşayan milyonlarca insanın doğrudan etkileneceğini, tarım üretiminin azalacağını, turizm ve sanayi altyapısının zarar göreceğini ifade etti. Özellikle delta ve alçak kıyılarda tarım faaliyetlerinin yeniden planlanması ve kıyı koruma yapılarının güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Bu noktada, Sevinç Asilhan’ın ekonomik kayıp projeksiyonları ile uyumlu olarak, olası bir metre yükselmede Türkiye GSYİH’sının %6’sı kadar sermaye kaybı yaşanabileceği ve kıyılarda altyapı uyum maliyetlerinin milyarlarca doları bulabileceği uyarısı hatırlatılabilir.

Prof. Dr. Ekinci’nin değerlendirmeleri, Sevinç Asilhan’ın küresel ısınma ve yerel iklim değişikliği kaynaklı riskler konusundaki öngörüleriyle uyumlu olmakla birlikte, bazı noktada farklı bir perspektif sunuyor: Ekinci, özellikle kıyıların jeomorfolojik yapısına odaklanarak yüksek-falezli ve alçak kıyılar arasındaki risk farkını net biçimde ortaya koyuyor ve planlama önceliklerini coğrafi hassasiyetle ilişkilendiriyor. Bu, Sevinç Asilhan’ın genel iklim ve yükselme senaryoları yaklaşımına tamamlayıcı bir veri katıyor.

Bu bağlamda, Prof. Dr. Ekinci, Türkiye kıyılarında deniz seviyesi yükselmesiyle mücadelede şu önlemleri öneriyor: “Kıyı bölgelerinde yeni yerleşim planlamaları yapılması, delta ve alçak kıyı bölgelerinde tarım faaliyetlerinin yeniden düzenlenmesi, kıyı koruma yapıları (setler, dalgakıranlar) inşa edilmesi ve afet yönetimi planlarının güçlendirilmesi. Bu öneriler, hem Sevinç Asilhan’ın hem de uluslararası uyum çalışmalarının vurguladığı stratejilerle örtüşüyor.”

“Eskiden 100 yılda bir görülen seller artık her yıl yaşanabiliyor”

İşte tam bu noktada İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İklim Bilimi ve Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Toros’un küresel perspektifi, Ekinci’nin yerel perspektifini destekleyici nitelikte: "Deniz seviyesi yükselişi genel olarak buzulların ve buz tabakalarının erimesi ve okyanusların ısınarak genleşmesi olarak ikiye ayrılır. Hızlanma, basitçe, her yıl suya eklenen hacmin büyüdüğü anlamına gelir. Deniz seviyesindeki hızlı yükselme, değişime uyum sağlamak için kalan sürenin beklenenden daha kısa olduğuna işaret ediyor. Santimetre cinsinden küçük artışlar, fırtına kabarmaları ve aşırı hava olaylarıyla birleştiğinde, kıyılarda çok daha sık ve yıkıcı sellere yol açar. Eskiden 100 yılda bir görülen seller, artık her yıl hatta yılda birkaç kez yaşanabilir hâle geliyor.”

NASA'nın son verilerini değerlendiren Prof. Dr. Toros, küresel deniz seviyesi yükselişinin boyutlarını şöyle aktardı: "2024 yılında küresel deniz seviyesi, beklenen yıllık artış olan 0,43 cm'nin oldukça üzerine çıkarak 0,59 cm olarak gerçekleşti. Bu, yükseliş hızındaki belirgin bir ivmeyi işaret ediyor. Uydularla düzenli ölçümlerin başladığı 1993 yılından bu yana, küresel ortalama deniz seviyesi toplamda 10 cm yükselmiş durumda. En dikkat çekici bulgulardan biri, son on yıllık artış hızının, ilk on yılın iki katından fazla olmasıdır; bu durum sürecin üstel bir ivmeyle hızlandığını gösteriyor."

Okyanusların bu süreçteki rolüne değinen Toros, durumu şöyle özetledi: "2024’teki artışın ana sebebi, ısınarak genleşme oldu. Normalde toplam artışın yaklaşık üçte birini oluşturan bu etken, 2024’te toplam yükselişin üçte ikisini tetiklemiştir. Okyanuslar, atmosfere saldığımız fazla ısının %90'ından fazlasını emerek bir tür tampon görevi görüyor. Bu durum, suyun sıcaklığının artmasına ve hacminin genişlemesine sebep oluyor. Isınarak genleşmenin baskın hâle gelmesi, küresel sıcaklık artışının okyanusların derinliklerine ne kadar nüfuz ettiğinin ve artık buz erimesi kadar önemli bir etken hâline geldiğini gösteriyor."

“IPCC’ye göre, sera gazları yüksek seviyede kalırsa, 2100’e kadar deniz seviyesi 1 metreye çıkabilir”

Toros, geleceğe dair senaryoları da şöyle: "Uluslararası bilim kuruluşları ve uzay ajanslarının gelecek senaryoları, yeni veriler ışığında daha da kötümserleşiyor. IPCC raporları, yüksek sera gazı emisyonlarının devam etmesi durumunda, deniz seviyesinin 2100 yılına kadar 1 metreye kadar yükselebileceğini öngörüyor. Bu senaryo, milyonlarca kıyı sakininin göç etmek zorunda kalması ve yüzlerce kilometre karelik tarım arazisi ile kritik altyapının tuzlu su istilasına uğraması anlamına geliyor. Türkiye de sahiller risk altında. Ülkemizin uzun kıyı şeridi ve yoğun kıyı yerleşimi, küresel tehdidin ön saflarına bizi taşıyor."

Son olarak Türkiye özelindeki durum hakkında da şunları ifade etti: "Türkiye’deki bilimsel çalışmalar, Akdeniz kıyılarında son 20 yılda yaklaşık 6 cm’lik bir yükseliş yaşandığını gösteriyor. Ulusal ve uluslararası modeller, Türkiye kıyıları için 2050 civarında 50 cm ve 2100 civarında 1 metreye kadar yükselme senaryolarını içeriyor. Bu öngörülere göre İstanbul, İzmir, Çukurova Deltası, Antalya kıyıları ve Marmara Bölgesi'nin alçak rakımlı sahil şeritleri en büyük risk altındaki bölgeler arasında yer alıyor. Deniz suyunun yeraltı sularına sızması, tarım arazilerinin tuzlanması ve kıyı erozyonunun hızlanması gibi ekolojik ve ekonomik etkiler şimdiden kendini göstermeye başladı."

“İklim değişikliğinin bariz şekilde kendini gösterdiğini gözlemledim”

Prof. Dr. Toros’un Türkiye kıyıları özelindeki değerlendirmeleri, Prof. Dr. Ekinci’nin coğrafi hassasiyetlere dayalı yerel analizleriyle örtüşür nitelikte; her iki bilim insanı da alçak kıyıların ve delta bölgelerinin öncelikli risk altında olduğunu vurguluyor. Bu çerçevede, bölgesel ölçümlerle desteklenen gözlemler, küresel verilerin Türkiye kıyılarına yansımasını somutlaştırıyor.

Son olarak Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Hidrolik Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Veli Süme, bölgede yaptığı lokal ölçümler ve gözlemler ışığında durumu şöyle aktardı:

“İklim değişikliğinin bariz şekilde kendini gösterdiğini gözlemledim. Global iklim değişikliği sadece deniz seviyesi yükselmelerine neden olmamakta, aynı zamanda dünya üzerinde mevcut olan ve hidrolojik döngü içerisindeki 1.400.000.000 km³ suyun dağılımını da etkilemektedir. Ben, iç deniz olarak kabul edilen Karadeniz’de, özellikle Doğu Karadeniz’de 2003 yılından beri lokal olarak deniz seviyesi ölçümü yapmaktayım. Bölgede iklim değişikliği bariz bir şekilde kendini hissettirmektedir. Özellikle ‘çayın ve yağmurun başkenti’ olarak kabul edilen Rize’de gözle görülür bir meteorolojik değişim mevcut. Bu durum Karadeniz’e dökülen akarsuların debilerinin azalmasına ve deniz seviyesinin bariz değişimine yol açmaktadır. Şu ana kadar 35–45 cm’lik bir değişim gözlemlenmiş durumda. Sonuçların acı bilançoları şimdiden görülmeye başlandı. Bu durum kıyı şehirlerini etkilemekle birlikte önemli kıyı problemleri oluşturmaktadır. Düzensiz yağışlarla birlikte selleri, taşkınları ve deniz taşkınlarını tetiklemektedir. Kıyılarda kıyı koruma yapıları, mendirekler ve balıkçı barınaklarında önemli hasarlar meydana gelmektedir.”

Tüm bu veriler ışığında, Türkiye kıyılarının riskleri hem küresel hem de yerel boyutlarda ciddi bir uyarı niteliği taşıyor. Prof. Dr. Asilhan’ın küresel senaryoları, olası ekonomik ve sosyo-ekonomik kayıpları gözler önüne sererken; Prof. Dr. Ekinci, hangi kıyı bölgelerinin jeomorfolojik olarak daha kırılgan olduğunu net biçimde ortaya koyuyor. Prof. Dr. Süme’nin lokal ölçümleri ve Prof. Dr. Toros’un küresel perspektifi, yükselen deniz seviyesinin yalnızca okyanusların ısınmasıyla değil, akarsu debilerindeki değişimlerle ve iklim kaynaklı diğer hidrometeorolojik faktörlerle de hızlandığını gösteriyor.

Bu çerçevede, delta ve alçak kıyılarda yaşayan milyonlarca insan, tarım arazileri, turizm ve sanayi altyapısı doğrudan risk altında. Uzmanların ortak uyarısı, acil önlemler alınmadan, gelecekte taşkın, tuzlu su baskını ve kıyı erozyonlarının çok daha büyük ekonomik ve ekolojik kayıplara yol açacağı yönünde. Bu nedenle kıyı koruma yapılarının güçlendirilmesi, afet yönetimi planlarının güncellenmesi ve kıyı alanlarının yeniden planlanması artık ertelenemez bir zorunluluk olarak öne çıkıyor.

Kaynaklar

IPCC AR6, Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli Raporu (2021-2023).

Dünya Bankası İklim ve Afete Dayanıklı Şehirler Projesi (2022).

G20 İklim Risk Atlası, Türkiye Özel Değerlendirme (2021).