17 Temmuz 2025

Sayfalar arasında: İnsanın Anlam Arayışı

Bu yazı dizimizin ilk durağında, 30'dan fazla dilde yankı bulan ve 16 milyonu aşkın okura ulaşan bir eserin izini sürüyoruz. Viktor E. Frankl'ın "İnsanın Anlam Arayışı" ile insan ruhunun en karanlık anlarda bile nasıl bir umut ışığı bulabileceğini keşfedeceğiz.

Nietzsche'nin eserlerini bir kez okuyan biri, zihin yoluyla temas ettiği düşüncelerin kendi varoluşunun dokusuna işlenmiş kişisel manifestolara dönüştüğünü, beklenmedik anlarda ve hayatının dönüm noktalarında, onları derinlemesine anlamlandırarak yeniden keşfedebilir. Günümüzde isminden saygıyla söz edilen, nörolog ve psikiyatrist Viktor Emil Frankl için Nazilerin hüküm sürdüğü, 1942 yılı işte böyle bir dönemdi. Franklʼın evlendikten sadece dokuz ay sonra etnik kimliği nedeniyle tüm ailesiyle birlikte, Theresienstadt gettosunda bulunan toplama kampına gönderildiğinde tutunduğu tek şey Nietzsche imzasını taşıyan “Yaşamak için bir nedeni olan insan her türlü nasıla katlanabilirˮ sözüydü. Felsefe adına söylenen tek bir söz, edilen bir yemin gibi burada geçirdiği yıllarda Franklʼa yarenlik edecekti... Toplama kampında, nörolog ve psikiyatrist kimliğini bir kenara bıraktığında Naziler için sadece bir numara, bir de isimden ibaretti...

Viktor

Viktorʼun hikâyesi 26 Mart 1905 yılında, Viyanaʼda başladı. O günlerde Avusturya- Macaristan İmparatorluğu sınırları içerisinde bulunan Viyana; Almanlar, Çekler ve Macarlar gibi farklı etnik grupları içerisinde bulunduran, siyasi ve kültürel değişimlerin merkezinde olan bir şehirdi. Viyana'nın çehresi bu süreçte değişirken, Viktorʼun insan zihnini anlama tutkusu, onu daha orta öğretimdeyken uygulamalı psikoloji ve felsefe derslerine yöneltti. 1923ʼte liseden mezun olduktan sonra Viyana Üniversitesiʼnde tıp okumaya başladı. 19 yaşında henüz öğrenimi devam ederken yazdığı ilk bilimsel makale, Internationale Zeitschrift für Psychoanalyse’de (Uluslararası Psikanaliz Dergisi) yayımlandı. Sigmund Freud'un masasına kadar ulaşan bu dergiyle birlikte psikanalizin duayeni, makalenin getirdiği yeni yaklaşımın detaylı çözümlenmesinden o kadar etkilendi ki genç Viktorʼa yazarak makaleyi yayımlatmak amacıyla izin istedi. Sonrasında Viktor Frankl ve Sigmund Freud arasındaki yazışmalar uzun süre devam etti.

Viktor, bir taraftan bilimsel alanda çalışmalarına devam ederken, bir taraftan da sosyal meselelere de dâhil olmaya çalışıyordu. Avusturya Sosyal Demokrat Partisiʼnin gençlik kolu olan Sozialistische Mittelschüler Österreich’nin (Sosyalist Orta Öğretim Öğrencileri) başkanlık görevini üstlenmişti. Bu süreçte, belki de sosyal alanlarda yürüttüğü çalışmaların da etkisiyle psikanalize dair Freudyen yaklaşımların sebep-sonuç ilişkisini sorgulamaya ve yeni kuramları incelemeye başladı. Daha sonra Alfred Adlerʼin öğrenci topluluğuna katıldı ve bireysel psikoloji üzerine dersler verdi. 1925 yılında ikinci bilimsel makalesi olan “Psychotherapie und Weltanschauung”u (Psikoterapi ve Dünya Görüşü) yine Adlerʼin kurucusu olduğu The Journal of Individual Psychology’de (Uluslararası Bireysel Psikoloji Dergisi) yayımladı. Alfred Adler, insanların yaşama arzusundaki temel motivasyon kaynağının sosyal ilişki kurabilmek ve bir yere ait olma güdüsünün sonucu olduğunu savunur. Viktor Frankl ise karşıt bir görüşle merkezi motivasyon kaynağının temelini insanlardaki anlam kavramının oluşturduğu konusundaki ısrarcı yaklaşımı sebebiyle Adlerʼin öğrenci topluluğundan çıkarıldı. 1926 yılına gelindiğinde ise Viktor Frankl kendi teorisini geliştirmeye başladı. Bu teoriye temelinde yatan kavramı tanımlayabileceği, Yunanca “anlam yoluyla terapiˮ anlamına gelen bir isim verdi:

Logoterapi

1920ʼlerde Viyana şehrinde Birinci Dünya Savaşıʼnın yıkıcı etkisi en çok gençler arasında hissediliyordu. Hayat koşullarına dair beslenen umutlar, insan türüne dair inançlar ve daha iyi bir gelecek hayali yıkılan şehirlerin molozları altında kalmıştı. En sonunda Viyana'da gençler arasında yaygınlaşan intihar vakaları o kadar artmıştı ki bu olaylar artık bir salgın statüsünde inceleniyordu.

Viktor Frankl, 1928 ve 1930 yılları arasında tıp öğrenimini sürdürürken, gençler arasında yıl sonu karnelerinin ardından meydana gelen intihar vakalarındaki artışı ve sebeplerini gözlemlemek için Viyana şehri tarafından da desteklenen, öğrencilerin ücretsiz bir şekilde yararlanabileceği danışmanlık merkezleri kurdu. Bazı kaynaklarda Charlotte Bühler, Erwin Wexberg ve Rudolf Dreikurs gibi psikologların da yardımını alarak yürüttüğü çalışmalar sayesinde 1931 yılında tek bir öğrencinin bile intihar ederek ölmediğini belirtilir.

Doktorasını 1930'da tamamlayan Viktor Frankl, 1933'ten 1937'ye kadar Viyana'daki Am Steinhof psikiyatri hastanesinde görev aldı. Burada intihar vakalarının yanı sıra, kadınlara yönelik intihar önleme programının da başkanlığını yaptı. Sonrasında özel bir muayenehane kursa da 1938 yılında Nazi Almanyası’nın Avusturyaʼyı ilhak etmesinin ardından etnik kimliği sebebiyle burayı kapatmak zorunda kaldı.

1940'ta Viyana'da bulunan ve Yahudileri hâlâ kabul eden tek hastane olan Rothschild Hastanesi'nin kadrosuna nöroloji bölümü başkanı olarak katıldı. Burada toplama kamplarına sevk edilmeden önce, zihinsel engellilerin tespiti ve yok edilmesi görevini üstlenen Nazi ötanazi programından pek çok sayıda hastanın hayatını kurtarmayı başardı.

1941 yılında Tilly Grosser ile evlenen Viktor Frankl, 9 ay sonra yaşam yolculuğundaki en zor sınavıyla yüzleşmek üzereydi:

Faşizm

24 Eylül 1942ʼde Viktor Frankl ve bütün ailesi, sadece Yahudi kökenli olmaları gerekçesiyle tutuklanarak, 144.000 tutsak gibi ölüm kamplarına ulaşım için bir ara istasyon işlevi gören Theresienstadt gettosuna gönderildi. Theresienstadt aynı zamanda Frankl ailesinin de toplama kamplarında ilk kaybını yaşayacağı yerdi. Babası Gabriel Frankl burada açlık ve zatürreden hayatını kaybetti.

Viktor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı isimli eserinde Theresienstadt yolculuğunun sonrasında yaşadığı anıları ve dikenli tellerin ardına geçmeden önce geliştirdiği “logoterapi” yönteminin ana hatlarını anlatır. İnsanın Anlam Arayışıʼnda yer alan birinci bölümünün başlangıç kısmı toplama kamplarında yaşanan dramatik anlardan çok, burada bir parça ekmek bulabilmek ve gaz odalarına gönderilmemek için tutsakların verdiği büyük yaşam mücadelesinden söz eder. Viktor Frankl, daha önce defalarca anlatılan acı hadisleri her ne kadar kitabında yinelemekten kaçınmak istese de toplama kamplarında yaşananların büyük kısmı aslında bunlardan ibaretti. Esaret altındaki insanlar, yetersiz beslenmelerine karşın zorunlu olarak sanayi ve ulaşım gibi alanlarda ağır koşulda çalıştırılıyor, çalışamayacak durumda olanlar ise ayrılarak nakil araçlarına bindirilip sevk edilerek, gaz odaları ve fırınları bulunan merkezî toplama kamplarında yaşamdan koparılıyordu. Her nakil aracı daha önce belirlenen sayıda tutsağı bu toplama kamplarına ulaştırmakla görevliydi. Katledilecek insan sayısı tercihe değil, zorunluluğa dayalıydı. Naziler, soykırımda bile verimliliği esas alıyordu.

Viktor Frankl, Theresienstadt'ta geçirdiği üç yıllık mücadelenin ardından, 19 Ekim 1944ʼte insanlık tarihinin en karanlık çukurlarından birine düşecekti:

Auschwitz

Viktor Frankl ve beraberinde gönderilen 1500 tutsağın günler boyu süren zorlu yolculuğunun ardından ulaştıkları cehennem kapısının üzerindeki ironik ˮArbeit Macht Frei” (Çalışmak Özgürleştirir) tabelası bütün uğursuzluğuyla yeni ziyaretçilerini selamlıyordu.

Auschwitzʼe gelenlerin yüzde doksanı, ellerine birer kalıp sabun verilerek, üzerinde birkaç Avrupa dilinde “banyoˮ yazan odalara gönderiliyordu. Toplama kamplarının, en iyi bilinen soykırım uygulaması Almanca “desinfizieren” (dezenfekte etmek) kelimesine yeni ve acımasız anlamını bu yıllarda kazandırmıştı.

Hayatta kalanlar ise sadece hayatta kalabilecekleri kadar öğünlerle beslenip, zorlu koşullarda, hakaret edilerek ve çoğu zaman hak etmedikleri fiziksel şiddetlere maruz kalarak, ağır işlerde çalıştırılıyordu. Tüm bunlar olurken, eğer yaşamlarına devam etmek istiyorlarsa sağlıklı ve dinç görünmek onlar için bir zorunluluktu. Aksi hâlde, gaz odalarında imha edildikten sonra yakılan bedenlerinden geriye kalan külleriyle, gübre olarak varlıklarını sürdürürlerdi. Viktor Franklʼın burada geçen günlerini bir yaşadığı tek bir anıyla anlatmak gerekseydi:

“Korkunç bir kâbus gördüğü bariz olan ve yatağında çırpınıp duran bir arkadaşımın iniltilerine uyandığım geceyi hiç unutmam. Kâbus ve bilinç yoksunluğu nöbetlerinden mustarip olan insanlara her zaman üzüldüğüm için zavallı adamı uyandırmak istedim. Ansızın yapmak üzere olduğum şeyden korkup, adamı uyandırmak üzere uzattığım elimi geri çektim. O sırada, hiçbir rüyanın, ne kadar korkunç olursa olsun kampın bizi çevreleyen gerçekliğinden daha dehşet verici olamayacağını anlamıştım ve ona bunu hatırlatmak istemedim.”

Frankl, tüm bu şartlar içerisinde, Auschwitzʼe geldiği gün el konulan kişisel eşyaları arasında kaldığı için yok olan bilimsel notlarını en baştan oluşturmaya çalıştı. Bunun için yeterli olanağı yoktu ve bulabildiği kâğıt parçalarına anahtar kelimelerle notlar almaya burada başladı.

İnsanın Anlam Arayışı eserinde Frankl, Auschwitzʼde geçirdiği zaman diliminden bahsederken her ne kadar aylara yayılan bir süreç izlenimi verse de burada sadece üç gün bulunmuştu. Sonrasında çalışmaya elverişli görülmesiyle, yaşam Franklʼı yeni bir toplama kampına sürükleyerek sıradaki sürprizini yapmıştı:

Dachau

Buraya gönderilmek için vagonlara bindirilen Viktor Frankl ve beraberinde sevk edilen tutsaklar içlerinde büyük bir korku taşıyordu. Hangi kampa gönderildikleri söylenmemişti ve Mauthausen kampına gönderilmelerinden ölesiye korkuyorlardı.

Mauthausen, Nazi Almanyasıʼnın en acımasız toplama kamplarından biriydi. “Vernichtung durch Arbeit” (Ölüm Yoluyla Yok Etme), bu kampın yürüttüğü politikanın sloganıydı. Bu politika; tutsakları doğrudan öldürmek yerine, onları aşırı ağır ve insanlık dışı çalışma koşullarında dolaylı olarak ölümlerine neden olmayı amaçlıyordu.

Neyse ki rota Dachau toplama kampına bağlı olan Kaufering IIIʼe doğru çevrildi ve neredeyse 3 gün süren, tuvalet ihtiyaçlarının giderilmesine bile izin verilmeyen grup, idrar kokan vagonlar içerisinde dahi esaret altında sevinebilmişlerdi. Bu kampta gaz odası ve krematoryum bulunmuyordu. Bacası olmayan bir toplama kampına gönderilmenin verdiği neşeye hiçbir şey engel olamamıştı. Auschwitz artık çok uzaktaydı.

Frankl, 25 Ekim 1944ʼte geldiği Kaufering IIIʼten sonra yine buraya bağlı bir birim olan Turkheimʼe gönderildi. Naziler için yenilgi yaklaşırken, daha önce dinamik bir şekilde sağlanan kısıtlı imkânlarla hayatta kalmaya çalışan esirleri daha kötü günler bekliyordu. Dachauʼya bağlı tüm kamplara sağlanan besin desteği kesilmiş, SS subayları ve esirler bozulmuş yemek artıklarını bile değerlendirmeye başlamıştı. Hatta Frankl, kitabında aylar sonra karşılaştığı bir arkadaşından Kauferingʼde yamyamlığın başladığıyla ilgili haberler aldığını belirtmiştir.

Tüm bu zorlu süreç ve toplama kamplarında geçen iki buçuk yılın ardından, 27 Nisan 1945 günü geldiğinde Amerikan askerlerinin yürüttüğü bir operasyonun ardından Viktor Frankl özgürlüğüne kavuştu.İnsanın Anlam Arayışıʼnda özgürlükten bahsettiği şu satırları kaleme almıştı:

“Özgür kalmış bir tutsağın her biri için kamptaki deneyimlerini düşünürken tüm bunlara nasıl katlandığını anlamadığı bir gün gelir. Nasıl ki özgürlük günü geldiğinde her şey ona güzel bir rüya gibi göründüyse, bir gün kamp anıları da kabus gibi görünür.ˮ

Tilly

Viktor Frankl, koşulların ağır olduğu kamp günlerinde, dayanma gücünü artık içinde hissedemediğinde Tillyʼe olan sarsılmaz sevgisi Franklʼın ayakta kalmasını sağlıyordu. Frankl, Tillyʼi kamp günlerinde “Arada bir, yıldızların söndüğü ve sabahın pembe ışığının, karanlık bir bulut kümesinin ardından belirmeye başladığı gökyüzüne bakıyordum fakat karım aklımdan çıkmıyor, onu korkutucu bir netlikle hayal edebiliyordum. Onu bana cevap verirken işitiyor, gülümsemesini, açık ve cesaret verici bakışlarını düşünüyordum. Gerçek ya da değil, bakışları o sırada doğmakta olan güneşten daha parlaktıˮ sözleriyle anlatmıştı.

İki buçuk yıl boyunca yaşadığı sürecin her aşamasında Tillyʼi merak ediyor, hayatta olmasını umuyordu. Oysa Frankl, özgürlüğüne kavuştuktan kısa bir süre sonra Viyanaʼya döndüğünde 1945 yılının başlarında, Tillyʼnin Bergen-Belsen toplama kampında hayatını kaybettiğini öğrendi. Frankl sevgiye dair düşüncelerini şu satırlarla ifade etmişti: “Artık çok iyi öğrendiğim tek bir şey biliyordum: Sevgi fiziksel bir varlık olarak, sevilen kişiden çok daha öteye gidiyordu.ˮ

İnsanın Anlam Arayışı

İnsanın Anlam Arayışı ilk olarak, Almanca Psycholog erlebt das Konzentrationslager (Bir Psikolog Toplama Kampını Deneyimliyor) ismiyle 1946 yılında basıldı. Viktor Frankl kitabıyla, esaret altında geçirdiği süre boyunca yaşadıklarını ve bu yolla edindiği tecrübelerini logoterapiyle destekleyerek psikolojide yeni bir ekolün temsilcisi olmayı başardı. Bugüne kadar 30ʼdan fazla dile çevrildi ve 16 milyon adetten fazla okura ulaştı. Pek çok insana ilham vererek, yaşam yolculuklarının aslında trajedilerden ibaret olmadığını hissettirdi.

Eser ve logoterapi yaklaşımına dair tartışmalar sürse de yaşanan trajedi, dünya tarihinde kara bir leke olarak yerini aldı. Toplama kamplarının fiziksel varlığı 80 yıl önce tarihe karışmış olabilir. Ancak insanlık, ne yazık ki bu zulmün ruhunu farklı isimler ve çehreler altında yaşatmaya devam ediyor. Kuzey Kore, Çin ve Rusya gibi hükûmetler kendi yurttaşlarını tutsak ederek özgürlüklerini ellerinden alırken, İsrail ise seksen yıl önce atalarına yaşatılanların aynısını bugün Filistin halkına uygulayarak topraklarının tümünü bir toplama kampına dönüştürmek konusunda ısrarcı davranmaya devam ediyor.

Sadece hükûmetler değil; büyük şirketler, küçük patronlar ve müdürler özellikle ekonomik çıkmaza giren çalışanlarına bir zamanlar SS subaylarının yaptığı baskı ve sindirme politikalarına benzer davranışları dünyanın her yerinde sergiliyor. Peki ya görev tanımının dışına çıkan ve sınır ihlalinde bulunan kolluk kuvvetleri, öğretmenler, akademisyenler? Gerçekten 80 yılda dünya değişti mi? Yoksa değişen sadece zalimler ve zulme uğrayanlar mı? “Zulüm, kimse zalimlik yapmayınca biter; mazlumlar dâhil” demişti Yılmaz Erdoğan, “Bana Bir Şeyhler Oluyorˮ isimli tiyatro oyununda. Viktor Frankl ise yaklaşan tehlikeden şu şekilde söz etmişti:

“Dünya kötü bir durumdadır ve her birimiz elimizden gelenin en iyisini yapmazsak daha da kötüsü olacaktır. Bu yüzden uyanık olalım. İki şekilde uyanık olalım: Auschwitzʼden beridir insanın neler yapabileceğini biliyoruz. Hiroşimaʼdan bu yana ise neyin tehlikede olduğunu.ˮ

Kaynakça

Timothy Pytell. “The Missing Pieces of the Puzzle: A Reflection on the Odd Career of Viktor Frankl | Journal of Contemporary History”. Sage Publications, 2000.

Alexander Batthyány. “Logotherapy and Existential Analysis”. Proceedings of the Viktor Frankl Institute Vienna, Volume 1. Springer International, 2016.

Wolfgang Neugebauer. “Von der Zwangssterilisierung zur Ermordung. Zur Geschichte der NS-Ötanazi, Wien Teil II'de”. Böhlau, 2002.

Haddon Klingberg Jr. “When Life Calls Out to Us: The Love and Lifework of Viktor and Elly Frankl”. Doubleday, 2001.

Viktor E. Frankl. “Ein Psycholog erlebt das Konzentrationslager”. Verlag für Jugend und Volk, 1946.

Gabriele Vesely-Frankl. “Viktor E. Frankl | Frühe Schriften 1923 - 1942”. Facultas / Maudrich, 2005.

"Viktor Frankl | Biography, Books, Theory, & Facts". Encyclopedia Britannica, 2021.

Viktor E. Frankl. “Recollections: An Autobiography”. Basic Books, 2000.

Morton Schatzman. “Obituary: Viktor Frankl”. The Independent, 1997.

Viktor E. Frankl. “İnsanın Anlam Arayışı”. Okuyan Us Yayınevi, 2021.

Yılmaz Erdoğan. “Bana Bir Şeyhler Oluyor. Sel Yayınları. 2005.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...