Trajikomik proje: Bektâşî Devleti
Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, başkent Tiran’da “Bektâşî Tarikatı Egemen Devleti” olarak adlandırılacak bir oluşum kuracaklarını açıklayarak tartışma yarattı. Bektâşîlik tarihsel süreç içerisinde hangi aşamalardan geçti? “Bektâşî Devleti” fikri ne kadar gerçekçi?
Bektâşîlik Sünnî dünya içerisinde teşekkül eden tasavvufî bir oluşum, bir İslam tarikatıdır. Adını Hacı Bektâş-ı Velî’den (ö. 669/1271) almakla birlikte tarikatın bilinen formunu kazanması Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğu coğrafyada olmuştur. Mevlevîlik ve Bayramîlik ile birlikte Bektâşîlik Anadolu’da kurulan üç ana tarikattan biridir. Bir başka ifadeyle Bektâşîlik bir Türk tarikatıdır ve âyin dilinde, duâlarında, gülbenglerinde kurulduğu andan bugüne Türkçenin kullanılmış olması bu özelliğini somut bir şekilde ortaya koyar.
II. Mahmud’un Yeniçeri ordusunu ortadan kaldırırken Bektâşîliği de yasaklamasına değin kendisine özgü din yorumuyla Bektâşîlik, Osmanlı toplumunda “denge unsuru” olarak adlandırılabilecek bir vazife icra etti. Bununla birlikte II. Mahmud’un uzun vadeli neticeleri hesaplanmamış bir kararla tarikatı yasaklaması, etkileri bugün dahi hissedilen olumsuzluklara yol açacaktı. Zira asırlarca hizmet ettikleri Osmanlılar tarafından yasaklı kılınmalarının yol açtığı travmatik ruh hâli Bektâşîlerin ilerleyen yıllarda Osmanlı toplumundaki muhalif cereyanlarla birlikte hareket etmelerine sebebiyet verdi.
Bektâşîlerin önce Jöntürkler ve akabinde İttihat ve Terakki ile birlikte yol yürümeleri, Balkanlar’da yaşanan isyan hareketlerinin mühim bir kısmında Bektâşî dergâhlarının âdeta karargâh gibi kullanılması; nihayetinde 1826’da yaşanan olayla doğrudan irtibatlıdır. 1850’lerden itibaren Bektâşîler nispeten toparlanıp yasaklı yılların izlerini silmeye çalışsalar da Mısır hariç hiçbir zaman öncesinde sahip oldukları prestijli konumu elde edememişlerdi.
Arnavutluk Bektâşîlerin merkezi haline nasıl geldi?
1925 yılına gelindiğinde Bektâşîlik ikinci bir büyük darbe daha aldı. Zira yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti diğer tarikatlarla beraber Bektâşîliği de yasaklı ilan etti. O dönemde Hacıbektâş Dergâhı’nın başında bulunan Salih Niyazi Dedebaba (ö. 1941) bir müddet söz konusu yasağın kaldırılabileceği ya da en azından gevşetilebileceği umuduyla Ankara’da ikamet etti.
Herhangi bir olumlu işaret alamayınca memleketi olan Arnavutluk’a giderek orada dönemin devlet başkanı Ahmed Zogu’nun desteğini alarak Tiran’ı Bektâşîliğin yeni merkezi hâline getirdi. Artık Bektâşîlik denilince Anadolu değil, Arnavutluk hatıra gelecekti. Ne var ki Ahmed Zogu’nun İtalyan işgali sonrasındaki Bektâşîlik için yeni bir safhaya geçişin habercisiydi.
Komünist dönemde Arnavutluk’ta Bektâşîlik Müslüman nüfusu ayrıştırmak için kullanılabilecek en uygun araç olarak görüldü ve bu doğrultudaki politikalar hayata geçirildi. O dönemde ekilen tohumlar yalnızca o zamanda değil, komünist rejimin sona ermesi sonrasında da zararlı neticeler üretmeye devam etti. Nüfusunun yarıdan fazlası Müslüman olan Arnavutluk’ta Müslüman halk arasında tefrika yaratma faaliyetleri bunlardan yalnızca biridir. Örneğin Wikipedia’nın Arnavutluk’ta inanç grupları hakkında bilgi verilen kısmında oranlara göre sırasıyla İslam, Hristiyanlık, Ateizm ve Bektâşîlik gibi bir tasnif yer alıyor. Bu tasnif ve benzeri uygulamalar üzerinden uzun zamandan beri devam eden sahte bir algı oluşturma teşebbüslerinin en trajikomik neticesi ise “Bektâşî Devleti” projesidir.
“Ilımlı İslam” projenin en çarpıcı örneği: FETÖ
Arnavutluk’un sosyalist başbakanı Edi Rama geçen asırda “fikir ikizi” olan komünistlerin bıraktığı yerden bayrağı devralarak ilerleme niyetinde gibi gözüküyor. Bektâşîliği “İslam’ın hoşgörülü bir versiyonu” olarak nitelendirmek suretiyle aslında İslam’a ne kadar büyük bir hizmet yaptığı mesajını vermeyi de ihmal etmiyor. Oysa bu jargon neredeyse son kırk yıldan beri Batı’da “İslam’ın ılımlı yüzü” şekliyle genel olarak tasavvuf için kullanılıyor.
Sözde radikal hareketlerle mücadele adına Müslümanların yaşadığı muhtelif coğrafyalarda çeşitli tasavvufî yapıları desteklemek suretiyle daha “liberal”, daha “eşitlikçi” ve daha “hoşgörülü” bir İslam toplumu ihdas etme projesinde Batılı fikir üreticilerinin mahirane bir tarzda hayata geçirmeye çalıştıkları bu projenin bizdeki en çarpıcı örneği “FETÖ” olmuştur. Nitekim tasavvuf o yapının başındaki şahsın en çok istismar ettiği olgu durumundaydı.
Diğer taraftan Edi Rama’nın, daha doğrusu onun “akıl hocaları”nın bu “büyük fikri” (!) gündeme getirdikleri tarih de oldukça manidardır. Bu meselenin ayrıntısı bir yana “akıl hocaları” kısmının önemli olduğunu düşünüyorum.
Zira yukarıda da ifade edildiği üzere genel olarak tasavvufun, özelde ise her bir Müslüman coğrafyada orada faaliyet gösteren belli tarikatların Batılı gizli teşkilatların radarına girmesi ve bunlar üzerinden çeşitli organizasyonel projelerin hayata geçirilmesi yeni bir mesele olmadığı gibi artık bir sır da değil. Dolayısıyla bu “trajikomik” “Bektâşî Devleti” projesinin bu kapsamda değerlendirilmesi gerekiyor.
Edmond Brahimaj “dünya Bektâşîlerini” temsil edemez
Meselenin bir başka boyutu ise doğrudan Bektâşîliğin kurumsal yapısı ile alakalıdır. Bektâşîlik, Mevlevîlik ile birlikte diğer tarikatlardan farklı olarak tek bir merkezden yönetilir. Ayrıca yalnızca Bektâşîliğe has olarak tarikatın liderliğini yapacak olan kişi seçimle belirlenir.
Oysa komünist idarenin Arnavutluk’taki faaliyetleri tarikatın bu işleyiş tarzını bozmuştu. Bu durumun doğal bir neticesi olarak o dönemde Mısır’daki dergâhın başında bulunan Ahmed Sırrı Baba (ö. 1963) “dünya Bektâşîlerinin lideri” seçilmişti. Onun vefatı sonrasında ise herhangi bir seçim yapılmamıştı. Dolayısıyla asırlarca aynı usulle liderini belirleyen ve bunu tarikat kanunu kabul eden Bektâşîliği şu anda Arnavutluk’ta temsil ettiğini söyleyen Edmond Brahimaj adlı şahsın bu pozisyonu tartışmaya açıktır. Dünya Bektâşîlerini temsil etme durumu da söz konusu değildir.
Netice itibariyle Bektâşîlik; İslam kültürü dâhilinde ortaya çıkan, İslam’ın güzel ahlak idealini “eline, diline, beline” formülüyle hayata geçirmek için faaliyet gösteren Müslümanlar yetiştirmeyi gaye edinen bir tarikattır. Onu Müslümanları bölmeye matuf “gizli hedefler”in oyuncağı hâline getirmeye çalışanlara ilgili mercilerce gerekli uyarıları yapılması kaçınılmazdır.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.