
Tocqueville ve Vitoria: Sömürgecilik karşılaştırması
Fransız siyasetçi Alexis de Tocqueville ve 16. yüzyıl İspanyol sömürge sistemini eleştiren, hukukçu, rahip Francisco de Vitoria… Bu iki düşünür farklı zaman dilimlerinde sömürgecilik hakkındaki gözlem ve eleştirileri ile dikkat çekerler. Peki nedir birbirlerinden farkları, gelin birlikte bakalım.
Sömürgecilik, fethedilenin kendi hikâyesini fethedenin kalemiyle yazmasıdır. İnsanın kendi toplumuna yabancılaşması; yüzyıllarca birikerek oluşan toplumsal hafızanın yıkımı, hazin sonudur. Yeniden doğuş vaadiyle gelip, karanlığı yayan yeni dünya aldatmacasıdır. Sömürge sahip olduğun gökyüzünün sana bir daha güneş açmaması, aysız bir gecedir. Bu edebî betimleme sonrasında çokça tartışmalara, araştırmalara konu olan bu gerçekliği iki farklı perspektifle incelemeye alalım.
Fransız siyasetçi, Amerika ve Fransız devrimi üzerindeki gözlemleri ile tanınan Alexis de Tocqueville ve 16. yüzyıl İspanyol sömürge sistemini eleştiren, hukukçu ve Dominikan tarikatına mensup rahip Francisco de Vitoria… Bu iki düşünür farklı zaman dilimlerinde konu hakkındaki gözlem ve eleştirileri ile dikkat çekerler. Tocqueville, 19. yüzyılda Fransızların Cezayir’i sömürgeleştirmesi sırasında yaşarken, Vitoria 16. yüzyılda İspanyol İmparatorluğu’nun Amerika kıtasındaki fetihleri döneminde görüşlerini ortaya koymuştur.
Tocqueville: “Zorunlu” sömürgecilik
Tocqueville 19. yüzyıl Avrupa siyaseti ve düşünce yapısının önemli halkalardan birini oluşturur. Dönemindeki toplumsal değişiklikleri anlamak için başvurulması gereken önemli bir kaynaktır. 1805’te Paris’te dünyaya gelen Tocqueville Norman bir aristokrat ailede dünyaya gözlerini açmıştır. 1823-27 yılları arasında hukuk okumuş sonrasında stajyer yargıç olarak kariyer hayatına başlamıştır. Muhafazakâr bir görüşe sahip olması beklenirken, liberallerin yanında yer almıştır. 1835’te siyaset biliminin kültleri arasında yer alacak Amerika’da Demokrasi eserinin birinci cildini yayımlamıştır. 1789 Fransız Devrimi öncesi ve sonrası toplumsal durumu “L’état social et politique de la France avant et depuis 1789” başlıklı denemesini yayımlamıştır. Bu çalışma, 1859 yılında yayımlanan Eski Rejim ve Devrim (L’Ancien Régime et la Révolution) isimli eserinin temelini oluşturmuştur. Kendisi Fransız siyasetine yön vererek hem milletvekili hem de dış işleri bakanı görevlerinde bulunmuştur.
Tocqueville, sömürgeciliği ulusal şan ve gereklilik olarak görüyordu. Özellikle Cezayir’in sömürgeleştirilmesi, İngilizlerin ilerlemesi karşısında bir prestij meselesiydi. Ulus devletin, varlığını korumak için sömürgelere sahip olması, köleliğin yeni bir formda devletin varlığı içinde harmanlayarak yaşaması gerektiğine inanmıştır. Bundan dolayı “Cezayir’in sömürgeleştirilip ana vatanın şanına katılması” bir zorunluluktu.
Tocqueville Cezayir Üzerine Bir Çalışma adlı eserinde: "Bir halk, genişlemek zorundadır. Eğer genişlemezse, zayıflamaya başlar. Bu yüzden Fransa’nın Akdeniz’in ötesine geçmesi yalnızca bir fetih değil, aynı zamanda bir zorunluluktur" der. Osmanlı İmparatorluğu, Cezayir’e belli bir özerklik vererek kontrolü sağlıyordu. Ancak Fransa bu sistemi tamamen yok ederek kendi kontrolünde bir sistem yaratmak istedi. Tocqueville bu süreçte uygulanabilecek temel stratejiler üzerinde durdu.
“Avrupalı Cezayir” olarak nitelediği strateji; yerli halkı “öteki” konumuna sürükleyerek, Fransız kolonilerini oluşturmayı hedefledi. Osmanlı sonrası Cezayir’i zapt etmek için şiddet ve baskı unsurlarının kullanılmasını savundu. Sömürge ve Kölelik kitabında sömürgeciliğin üç hâline değinerek askerî, dinî ve iktisadî kolonileşmenin üzerinde durdu. Kolonileştirmenin en temel noktası olarak aile ve evliliğe değindi. Zira kendi ülkesinde bir kahraman fakat Cezayir kırsalında korku salan bir yabancı olan Fransız askerinin kabul görmesi ve toprak üzerindeki hâkimiyeti sağlaması için bu kaçınılmaz bir gereklilikti. Dinî ve iktisadî kolonileşmeye gelirsek, bunları ortak mülkiyete dayandırır. Köylerin kurulması ve güçlendirilmesi, imar ve eğitim çalışmalarının yapılmasını kapsar. Sistem, ülkesinde yokluk içinde yaşayan Fransız’ı cezbetmeli ve yeni vatana davet etmelidir. Bu düşünce ülkede gasp, yerinden etme, zorla el koyma gibi baskıcı politikaları destekledi:
“Cezayir’i elinde tutmak isteyen bir halk, orada yalnızca askerî değil; aynı zamanda tarımsal ve ticari bir varlık da oluşturmalıdır” (Discours sur l’Algérie, 1848).
Tocqueville, Cezayir’in derin kültürel bağlarının Fransa’nın önünde sert bir kaya gibi durduğunu biliyordu. Bu yüzden geleneksel yaşam kodları üzerinde yıkıcı politikalar geliştirilmesini savunuyordu. Köylerin yakılması, ekonomik ambargolar, göçe zorlamak gibi politikalarla halkın egemenliğini azaltıp, boş toprakların üzerine Fransızların yerleştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Ona göre yerli halk ve Fransız arasındaki ekonomik, hukuksal farklar net bir şekilde çizilmeliydi. Bu düşünce yerli halkı kendi toprağında ikinci sınıf hâline getirmiş, yabancılaşma ve ötekileştirmenin kapılarını aralamıştı:
“Fransız ve Müslüman toplumları arasındaki farklar o kadar büyük ki onları aynı yasalar altında birleştirmek mümkün değildir” (Travaux sur l’Algérie, 1841).
Vitoria’nın “haklı savaş” kuramı
Dominikan bir rahip ve hukuk dersleri veren bir eğitmen olarak Vitoria modern hukuk sisteminin kurucularından kabul edilir. Anglosakson dünyada çokça kabul görülerek, Hristiyan olmayanların hakkını savunan ilk Hristiyan olarak görülür. Buna karşın Antony Anghie, Henry Mechoulan, Chine Melville gibi hukukçu düşünürler tarafından eleştirilir. Onlara göre Vitoria, Amerikan yerlilerini “uygarlaştırılması” gereken kişiler olarak tanımlayarak kolonileşme ve savaşı meşru bir zemine oturtmak istemiştir. Küçük kabile geleneklerini, ölü yakma, yamyamlık gibi ritüelleri vahşi bulup toplumun medenileştirilmesi gerektiğini savundu.
Vitoria, Tocqueville’den farklı olarak İspanyolların yeni kıtadaki varlığını kısmen eleştirmiş ve fikirlerini “bellum iustum” (haklı savaş) ilkeleri doğrultusunda geliştirmiştir. Vitoria’ya göre bir savaşın haklı olması için belli şartları karşılıyor olması gerekir. Savaşın belli bir otorite tarafından deklare edilerek duyurulması gerekmektedir. Savaş yalnızca ciddi bir haksızlığa karşı başlatılabilir. Diplomatik ve barışçıl süreçlerden yanıt alınmadığı takdirde savaşa başvurulmalıdır. Orantılılık ilkesi gözetilerek karşılığında elde edilecek fayda ve zarar dengesine dikkat edilmelidir. Masum siviller korunmalı, sadece askerî alan içinde kalınmalıdır.
Bu yapıcı görüşlerine rağmen Vitoria için yerliler ehlileştirilip, uygar dünyaya entegre edilmesi gereken yabanıllardı. Onların uygarlaşmak için Hristiyanlığa ihtiyacı vardı. Zira Vitoria “Yerliler, Tanrı’nın yarattığı insanlar olarak doğuştan haklara sahiptir. Ancak barbar yaşam tarzları, onları erdemli bir hayata yönlendirmek için rehberliğe muhtaç kılmaktadır” diyordu. Yerli halkın Hristiyanlığı zorla kabul etmeme hakkını savunmasına rağmen kendisinin aynı zamanda bir tüccar olduğunu göz önünde bulundurarak Avrupalılarla ticarete, alışverişe yanaşmama hâlinde savaşı ve mülke el koymayı hak olarak gördüğünü söylemek gerekir. İletişim yokluğu ise durumu meşrulaştırmanın başka bir yoluydu. Yeni bir dil ve dinle topraklarına gelen beyaz adamın ne istediğini kavrayamayan insanlar, misafir ettikleri topraklara çöken bu topluluğa karşı nefsi müdafaada bulunup, mecburi silahlandığında bu durum İspanyollar tarafından savaş olarak görülüp yerleşimciliğin gelişmesine sebep olmuştur. Bu durum elindeki okla, mızrakla kendini savunan yerlileri masum sivil kimliğinden dışarı çıkarmıştır. Aynı zamanda dil ve yazının eksikliği iki taraf arasında haksız bir hukuk oluşturmuş, diplomatik yolların önünü tıkamıştır.
Tocqueville’in düşünceleri ulusal çıkarlar söz konusu olunca politikaların nasıl şekil değiştirdiğini gözler önüne sererken, Vitoria’nın düşünceleri ise ekonomik çıkarlar söz konusu olduğunda ılımlı görünen, insan haklarını gözeten bir durumdan nasıl çıkıldığını göz önüne sermektedir. Günümüzde sömürge politikaları şekil değiştirmiş, saydamlaşmış bir şekilde hayatımıza etki ederken daha önceki somut politikaların yıkımının etkileri de hâlâ devam etmektedir. Avrupa’nın “Uygarlaştırma, demokrasiyi getirme, özgürleştirme” düşünceleri günümüze kadar etkisini yitirmeden birçok işgale kapı aralamıştır.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.