17 June 2025

Sürdürülebilir yoksulluk nedir?

Yardım sektörü yoksulluğu bitirmiyor, besliyor! Afrika'da krizden beslenen bu sistemde, "uzmanlar" Afrikalılar olmadan kararlar alıyor. Bağışlar bağımlılık yaratırken, kıta yatırım ve ortaklık istiyor. Artık Afrika'nın kendi sesini duyurma zamanı!

Yardım sektörü, başarısızlığın daha fazla fonu garantilediği tek sektörlerden biridir. Kriz ne kadar kötüyse bütçe o kadar büyük olur. Yoksulluk, kalıcı bir manşet hâline gelir; çözülmesi gereken bir sorun değil, sürdürülmesi gereken bir hikâye. Bu, bağımlılığın dikkatlice tasarlandığı sözde “gelişmekte olan dünya”da olduğundan daha belirgin bir yerde yoktur. Peki ya Afrika? “Gelişmekte olan dünya”nın sözü geçtiği yerde de Afrika kıtasının başyapıt olmasında şaşırtıcı bir şey yok.

Her yıl raporlar yayımlanıyor, bütçeler harcanıyor; Cenevre, Brüksel ve New York’ta düzenlenen konferanslar televizyon haberlerinden çıkmıyor... Ve yoksulluk rahatça yerinde kalıyor. Afrika yahut Afrika’nın sözde az gelişmiş bilinen o ülkeleri yoksul kalmaya devam ediyor… Bunun sebebi de fikirleri, hırsları ve hatta kaynakları olmaması değil. Yoksulluğun kârlı hâle gelmesindendir. Şimdi de kârlı dediğime bakmayın, Afrikalılar hariç diğer herkes için kârlı olan bir durumdan söz ediyorum.

Afrikalısız Afrika konferansları

Konferansları severiz ya… Şöyle anlatmış olayım. “Afrika’da Kalkınma” konulu birilerin bir arada geldiği bir çalıştayı düşünün. Odada ne kadar kişi varsa yüzde üçünün Afrikalı olduğunu varsayalım. Geri kalanlar Batılı “uzmanlar”, kravatlı danışmanlar ve bağışçılardır. Panelistlerinden biri çok iyi niyetli, “Afrika Kırsal Tarım Dinamikleri” üzerine doktora yapmış nazik bir Avrupalı hanımefendidir.  Konuşmasına başlarken “yoksullukla mücadele için her yıl Afrika'ya gönderilen yüz milyonları” için dokunaklı bir şekilde anlatarak bağışçılara teşekkür etmiş. Sonra kendinden emin bir şekilde “Mali'deki yerel çiftçilerin nasıl güçlendirileceğini” anlattı.

Akabinde katılımcılarından elini kaldıran biri vardı. Hanımefendinin daha önce Mali'de bulunup bulunmadığını sormuş, o da gülümsedi ve “Hayır ama Mali verileriyle yakından çalıştım” dedi. “Mali verileri”… Malililerle değil. Bu arada hiç de varsayımsal bir durum değildir, gittikçe yaygınlaşan bir olaydır. Böylesi Afrika adına Afrikalısız toplanan bunca etkinlikler, standart hâline gelmiş bir model durumdadır.

İşte ezelden beri yardımların işlediği şekil böyledir. Sorun Afrika'da teşhis edilir, teşhis Paris ya New York’ta klimalı ofislerde yazılır. Çözümler Çad’ın bir tarlasına hiç adım atmamış danışmanlara yazdırılıp reçete Afrika hükûmetlerine verilir, o da tek bir şartla: Senaryoyu takip etmek. Neymiş, fon isteyen herkes doğru kelimeleri söylemeliymiş: Toplumsal cinsiyet eşitliği, insan hakları, yeşil ekonomi, demokrasi... Buna da dijital ile ilgili bir şey eklerseniz bonus puan.

Ancak sanayi politikası ya da enerji veya ekonomik ve siyasi egemenliği gibi cesur bir şeyin önerilmesi: Allah korusun. Ya bu bağışçıların raporu için yeterince cesur değil ya da daha kötüsü, kulağa siyasi geliyor. Böyle bir şey olamaz yani.

Türkiye'de insanlar ulusal haysiyet ve gururdan anlar. Kimsenin geleceğini dikte etmemesi gerektiği fikrini de anlarlar... Bu yüzden yabancılar kendilerinden daha iyisini biliyormuş gibi davrandıklarında Türk halkı sinirleniyor. Bunu hayal edin... Ama altmış yıl boyunca... Afrika böyle hissediyor.

Yardımlarla fonlanan danışmanlardan: Gözlemsiz sonuçlar, önyargılı çıkarımlar

Yerel STK'ları da unutmayalım. Bir zamanlar canlı olan taban örgütleri, bütçe peşinde koşan taşeronlara dönüştü. Artık sorun çözmüyorlar; mantıksal çerçeveyi çözüyorlar. Yerel gerçeklere değil, bağışçı diline hâkim olarak hayatta kalma meşguliyeti içeresindeler.

Yardım sistemi semptomları sever. “Yoksulluğun azaltılmasını” finanse ediyor ama zenginlik yaratılmasını değil. “Dayanıklılığı” destekliyor ama devrimi değil. Değişim istiyor… Yeter ki güç yapısı aynı kalsın. Ya danışmanlar? Bahsetmişken, şunu da söylemek gerekir: Yardımlarla finanse edilen bir uzmanlar kuşağı var. Bunlar, her yıl farklı bir başlıkla aynı sorunlar hakkında raporlar yazmayı kariyer hâline getirmiş insanlar. Eğer şanslıysanız, “COVID Sonrası Dönemde Afrikalı Gençlerin Dayanıklılığı” konulu bir kapasite geliştirme çalıştayına davet edilebilirsiniz. Ücretsiz bir çanta ve bir sandviçle kesinlikle hiçbir işe yaramayacak bir çalıştaya katılmış olursunuz.

Ve akabinde, işler düzelmediğinde, bilin bakalım kim suçlanıyor? Afrikalılar: Yolsuzluk, yönetim eksikliği gibi etiketleriyle… Sanki bağışçılar masum seyircilermiş, sadece ahlaki açıdan yüksek bir yerden izliyorlarmış gibi. Oysa -açık olmak gerekirse- yardım sistemi çözümlerle ilgili olmadığını söylemek yerinde olur. Yönetimle ilgilidir. Kontrollü yoksulluk. Sizi sessiz tutmaya yetecek kadar umut verici. Seçkinleri rahat ettirecek kadar finansmanı var. Demokratik görünmeye yetecek kadar kapsayıcı katılımı sağlar. Yukarıda ele aldıklarım bize birkaç gerçeklilere götürüyor.

Yardım sistemi, kendi kendine çalışan bir sistemdir

Uluslararası yardım iyi yağlanmış bir makine gibi çalışır. STK'lar, ikili ajanslar, çok taraflı kuruluşlar; hepsi de klimalı ofisleriyle, ayda 10.000 avroluk “uzmanlarıyla”, kamera kapanır kapanmaz duran pilot projeleriyle bir oluyor. Ortaya çıkan her proje bir koordinatöre ihtiyacı vardır, sonra da bir asistana ve sonra değerlendirme yapana. Bu arada projenin iletişimcisi de ihmal edilmeyecek bir öneme sahiptir. Sonunda, 2 milyon avroluk bir bütçeden ancak 100 bin avro ilgili faydalanıcılara ulaşır, bu da iyi niyetli olurlarsa. Yine de o sırada, sonuç üretmek zorundalar. Gerçek değil ama ölçülebilir. Raporlama yapmalı, Powerpoint'ler hazırlamalı, başarı öyküleri derlemeliler. Ve hepsinden önemlisi: sorunları asla çözmemeliler. Çünkü çözülmüş bir sorun nihayete varan bir projedir. Oysaki durduran bir proje bütçede kesinti demektir.

İşte bu şekilde, Afrika'da yoksulluğun bir kartvizit hâline geldiği bir noktaya varmış oluruz. Yardım, sübvansiyon ve görünürlük elde etmek için yararlı olan bir tür resmî statü hâline geldi. Şöyle ki büyük uluslararası konferanslarda açlık çığlıkları atan kişi her zaman aç olan kişi değil, bağışçıların dikkatini nasıl çekeceğini bilen kişidir.

Bağımlılığa neden olan yardım, ondan geçinenler için yararlı

Söylenmesi gereken şu: Yoksulluk bir marka hâline geldi, bir poster. Ondan geçinenler için yararlı bir amaç. Seminerleri finanse ediyor; “Developpement Studies”, yani kalkınma çalışmalarında yüksek lisans yapanları haklı çıkarıyor, kariyerleri besliyor ve bağışçıları rahatlatıyor. “Yardım edenlere” temiz bir vicdan verirken, yoksulları... yoksul tutuyor. Ancak dikkatli olmakta fayda var. Tüm yardım endüstri mensupları kötü niyetli olmadığını sizin gibi ben de bilirim. Samimi insanlar, ilgili girişimler ve gerçek ilerleme peşinde olanlar vardır. Sorun sistemdir. Kendi başına bir amaç hâline gelmiştir. Özerkliği teşvik etmekten çok bağımlılığı yeniden üretir.

Ve bu sadece Batı'nın sorunu değil. Afrika'da artan çabalarıyla Türkiye bile “yardım” modelinin cazibesinden kaçamıyor. Niyetleri daha iyi, retorikleri daha saygılı ve duruşları daha az babacan olduğu kuşkusuz. Ancak tonlarca yardım göndererek, sosyal medya da paylaşılacak bir fotoğraf için kuyular inşa ettirerek ve Ramazan'da yemek dağıtarak sürdürülebilir bir şey inşa etmeyi umuyor muyuz? Dayanışma elbette memnuniyetle karşılanmalıdır. Ancak şu rahatsız edici soruyu da sormalıyız: Kimse buğdayın nasıl ekileceğini sormuyorsa her hafta ekmek dağıtmanın ne anlamı var?

Hidroloji mühendisi olan Nijerli bir arkadaşım bir keresinde bana bir STK'nın köyünde nasıl bir kuyu inşa ettiğini anlatmıştı... Mevcut kuyunun 200 metre uzağında ancak “proje çevresinin” dışında. Bütçe onaylandı. İlgili bayrakları, pankartlarıyla ve bir milyon gazetecinin davet edildiği törene açılışı gerçekleştirildi. Ama bilin bakalım kuyu ne durumda? Hâlâ kullanım dışı. Yoksulluğun işi tam da budur: Anlamadan yapmak, dinlemeden hareket etmek, dönüştürmeden dağıtmak.

Bir de şu acı paradoks var: Ülkeler yardıma ne kadar bağımlı olursa, kendi kurumlarına o kadar az yatırım yapıyorlar. Bir STK her yıl öğretmen ithal ediyorsa neden öğretmen yetiştirsin? Bir insani yardım misyonu yılda bir kez ücretsiz hizmet veriyorsa neden bir devlet hastanesi inşa edilsin? Her ay gıda bağışı geliyorsa neden sanayi geliştirilsin?

Yardımın mantığı yeniden düşünülmeli

Senegalli gençlerin neredeyse çok çabalamadan bir tarım kooperatifi kurduklarını gördüm. Togolu kadınların 5 milyon avroluk bazı projelerden daha etkili olan kendi kendine yardım ağları kurduklarını gördüm. Sorun ne mi? Bu girişimler ne resmî ziyaret ne Avrupa Birliği’nin logosu ne de sübvansiyon alıyor. Bunun sebebi de zannediyorsam insanları ağlatmadığı içindir. Başka bir değişle, “acil insani yardım” kutusuna sığmadığı için kimsenin umurunda değil. Hâlbuki onlara ne yapmaları gerektiğinin söylenmesine ihtiyaçları yok; sadece biraz destek, görünürlük ve saygı istiyorlar. Sorarsan, bir çeşit “ortaklık”tan bahsediyorlar. Ama ne tür bir ortaklıktır ki parayla, planla ve son teslim tarihiyle gelir ve size “İşte ihtiyacınız olduğuna karar verdiğimiz şey bu” der?

Mevcut modelin gücü böylelikle tükendi. Afrika artık kendi ayakları üzerinde durmasına yardım edilmesini istemiyor. Koşmak istiyor, bunun sonucu sakatlanmakla eş anlamlı olsa, yine kendi başına ilerlemek istiyor. Tüm mantığın yeniden düşünülmesi gerekiyor: “Alıcı ülkeler” ve “bağışçılar” gibi konseptlerinden uzaklaşmak. Yardımdan yatırıma ve kurtarmaktan iş birliğe. Ve bunu başarmak için Afrikalıların kendileri konuşmalıdır. Bazı kötü tasarlanmış projelere “hayır” demeye cesaret etmeliler, şeffaflık talep etmeliler ve hepsinden önemlisi, kendi potansiyellerine inanmalılar. Çünkü hayır, yoksulluk kaçınılmaz değildir. Ancak çoğu zaman bir iş modeli hâline gelmiştir. Ve buna bir son vermek için yeni bir yardım planından çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Bunun için cesaret, fikirler ve biraz daha az danışmanlık gerekecek.

Bugün, yeni nesil Afrikalılar konuşuyor.  İstedikleri şey yatırım, hayırseverlik değil. Talep ettikleri şey ortaklık, acıma değil. Artık ebedî "yararlanıcılar" olmak istemiyor, gelişiminde tam teşekküllü aktörler olmak istiyor. Artık "yardım" görmek bir kenara duymak bile istemiyor. Saygı görmek istiyor. Kendisi için düşünme zorunluğunu hissetmeden sürdürülen bir ortaklığa ihtiyacı vardır.  Kendi modellerinin inşaatına karışmadan saygı çerçevesinde yürütülen ilişkiler. Acil yardımı mı? Evet. Ama sürekli yardıma kesinlikle hayır der. Bir dahaki sefere “Afrika'yı kurtarmak” için bağışçılar tarafından finanse edilen bir kampanya gördüğünüzde, parayı kimin aldığını sorun. Kuralları kimin yazdığını sorun. Bilhassa ve mutlaka da onlarca yıllık yardımdan sonra neden yardımın hedeflediği ülkelerin hâlâ fakir olduğunu sorun.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...