
Postmodern insanın kurtuluş reçetesi
Küreselleşmeyle küçük bir köy hâline gelen dünyamızda tabiattan sonra bu kez insan zihninin “işgal” edildiğini görüyoruz. Peki postmodern çağın insanları kendilerine nasıl çekidüzen verebilir? İnsanın değer kodlarını koruması, karşı durması neden önemli? Gelin, birlikte değerlendirelim.
Bilumum iletişim ve haberleşmenin, hatta alışverişin ışık hızını geçtiği, dijitalleşmenin yaygınlaştığı, insanların yüz yüze değil, sosyal medya ortamlarında görüşüp iletişim kurduğu, haz ve hızın kutsandığı, tabiattaki havanın, toprağın ve suyun kimyasal atıklarla kirletildiği, gıda ve besin maddelerinin tohumuyla oynanıp genetiğinin değiştirildiği, insanın yaratılıştan getirdiği biyolojik erkek ve kadın cinsiyetinin küçümsenip güya bireysel özgürlük adına değiştirilmeye yeltenildiği, insanların ihtiyaçlarının karşılanması için var edilen ve üretilen mal ve servetin insanlar arasında adil bir şekilde döndürülmeyip küresel kapitalist tekellerde bulundurulduğu, insan insanın dostu değil, insan insanın kurdu olarak görüldüğü ve dünyada yaşayan insanların bir kısmının küresel sömürü ve talan sebebiyle açlık ve susuzluktan öldüğü, bir kısmının yeterli derecede beslenemeyip ölümcül hastalıklara maruz bırakıldığı, bazı insanların acı ve gözyaşları üzerine bölge ve dünya egemenliklerinin kurulmaya çalışıldığı; kan, acı, şiddet ve savaşın rutinleşip sıradanlaştığı, insanın doğal yaşam alanı olan tabiatın nükleer atıklarla tahrip edildiği, insanlar ve devletlerarası ilişkilerin hak ve hukuk yerine çıkar ve fayda üzerine kurulduğu; akıl, reel gerçeklik ve vahyî temellerden uzak yarı-sapkın dinî emeller için insanların yerlerinden ve yurtlarından sürülüp vahşice katliamlara maruz bırakıldığı, kısacası insanlığın katledildiği adına postmodern çağ dedikleri bir zaman diliminde hayatta kalmaya çalışıyoruz.
Küreselleşmenin etkisiyle küçük bir köye dönüşen bu dünyanın insanı neyini kaybetti de acınası hâle düştü? Bize öyle geliyor ki günümüz postmodern çağ insanını içinde yaşadığı tabiatı, doğayı ve bizzat kendi varlığını tahribe sevk eden şey; yine Batılı insanın geliştirip bütün dünya insanlığının önene koydukları pozitivizm ve sekülarizm akımlarıdır. Batı’da ortaya çıkan gerçekliği beş duyu organlarının verilerine ve tecrübeye indirgeyerek Yaratıcı’yı ve metafiziği hayal mahsulü gören pozitivizm ve yaşanan dünya hayatını önceleyerek, bu hayatın dinle, metafizik âlemle, yani peygamberlik ve vahiyle ilişkisini koparmaya çalışan sekülarizm; modernitenin, yani çağdaş yaşamın temellerini oluşturarak yeni ve bambaşka bir dünyanın kurulmasına sebebiyet vermiştir. Sanayi Devrimi, başka bir deyişle makineleşme ile kırsal kesimdeki nüfus azalmaya, şehirli ve kentli nüfus artmaya, asırlardır benimsenip yaşanılagelen dinî ve ahlaki kural ve değerler zayıflamaya, birey ve toplum hafızası modernleşerek çağdaşlaşmaya başladı. Evet, insanlık insanlığını, yani onu gerçek manada insan yapan nazari değil, pratik ve gerçekçi dinî ve ahlaki değerlerini kaybetti ve acınası bu sevgisizlik ve şefkatsizlik hâlini yaşamaya başladı.
Günümüz insanının sorunu: Açgözlülük
Günümüzde yaşayan postmodern çağın insanları, bireysel, sosyal, siyasi, iktisadi, meslek hayatlarında; ahlak kuralları yokmuş gibi davranmaktadırlar. Batılı modern çağ insanını, kendisinden olmayan diğer insanlara, kendisine emanet olarak bahşedilen tabiata ve doğal çevreye karşı acımasızlığa, zalimane davranışlara yönelten yegâne saik; bir türlü tatmin edemedikleri kötü ahlaki niteliklerden olan açgözlülükleri ve adalet duygusundan yoksun oluşlarıdır. Bu açgözlülük onları başkalarının elinde bulunan mal ve serveti, başka bir deyişle dünya nimetlerini zorla ve haksız yere kendi hâkimiyetlerine geçirmeye yönlendirmektedir. Daha doğrusu bu açgözlülük illetine yakalanmış modern insan ve özellikle yönetim gücünü ele geçirmiş otoriter yönetimler kamusal hayatı, alanı yahut dünyayı; kendilerine benzemeyen muhalif gördükleri insanlarla paylaşmak istememektedirler. Bu kötü niteliğe sahip insanlar evrende bulunan yer altı ve yer üstü bütün doğal maden ve kaynaklara hâkim olmak için çalışmaktadırlar.
Bu da gösteriyor ki Batı uygarlığının insanı, ahlaki değerlerin başında gelen var olanla yetinme, yeme içme, giyim kuşamda sade olma, gelir ve gider arasında dengeli olma anlamındaki kanaati[1] ortadan kaldırmış; yerine kötü ahlaki niteliklerden olan açgözlülüğün neticesi olan her şeye hâkimiyeti koymuştur. Açgözlülüğün kötülenmesi; insanlar arası düzenin bozulmasına, iyi ve faydalı olanın ortadan kalkmasına yol açması nedeniyledir.[2] Zira bu düşünüş ve davranış biçimi insanlığı haksızlığa, ahlaksızlığa mahkûm etmektedir. “Ben, ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderildim” [3] sözüyle ahlaklı olmayı dinin gayesi sayan Hz. Muhammed[4] ve İslam medeniyeti ise günümüz insanına hâkimiyetin değil, hakikatin peşinde olmayı salık vermektedir. Şu ayette bu durum açıkça gözler önüne serilmekte, açgözlülük yerilmekte ve insanlar ondan sakındırılmaktadır: “Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme.” [5]
Ruh ve bedenin parçalanışı: Cinsiyetsizlik
Dünya hâkimiyetinin peşinden koşan postmodern çağın Batılı bazı insanları, insanın doğal yaşam alanı tabiatı ve çevreyi daha fazla zenginlik ve ürün alma amacıyla kimyasal maddelerle tahrip etmeye çalıştıkları gibi insanı da yaratılış ve fıtratından, yani yaratılıştan sahip olduğu belli fiziki ve biyolojik özelliklerinden[6] uzaklaştırarak dönüştürmek, hatta cinsiyetsizleştirmek istemektedirler. Bireysel özgürlük adı altında insanın yaratılıştan getirdiği biyolojik cinsiyetini değiştirerek erkeğin kadınlaştırılması veya kadının erkekleştirilmesiyle cinsiyetsizleştirme çabaları, insanlığın sağlıklı türeyip varlığını devam ettirmesine engel teşkil ettiğinden yaratılışı hiçe sayan gayriahlaki bir davranıştır.
Toprağın, suyun ve havanın kirletilmesi, gıda ve besin maddelerinin kirlenmesine; insanın yaratılıştan getirdiği biyolojik cinsiyetinin fiziksel olarak değiştirilerek cinsiyetsizleştirilmesi de insanın sağlıklı ve meşru üreme fonksiyonlarını kaybetmesine ve ahlaki açıdan yozlaşmasına yol açacağından bu tür sapkın ve kötü davranışlara acilen son verilmeli ve gereken tedbirler alınmalıdır. İnsanın su ve gıdasının tahribi bedeninin, biyolojik cinsiyetinin tahribi de bedensel ve ruhsal bütünlüğünün bozulmasına yol açacaktır. Bu ise insan ve insanlığın geleceği açısından büyük bir risktir. İnsanın biyolojik cinsiyetinin değiştirilerek erkeğin kadınlaştırılması yahut kadının erkekleştirilmesi, suni kadın ve erkek cinsel organlarının takılması ve hormon verilmesi onları biyolojik manada kadın ya da erkek yapmamaktadır. Yani kadınlaşan bir erkek hamile kalıp çocuk doğuramamakta, erkekleşen bir kadın da erkeklik fonksiyonuna sahip olamamaktadır.
Dolayısıyla cinsiyet değiştirenler ya da cinsiyetsizleştirilenler biyolojik cinsiyetinin gereği olan erkeklik ya da kadınlık fonksiyonlarını kaybetmektedirler. İnsanların biyolojik cinsiyetlerini değiştirip bozarak cinsiyetsizliği bir cinsel kimlik olarak sunmaya çalışanlar, cinsiyetsiz bir toplum oluşturmaya çalıştıkları gibi Tanrısız/ateist bir toplum da meydana getirmeye çalışmaktadırlar. Nitekim şeytanın emir ve sapıtmasıyla insanların bazılarının Allah’ın yarattığını değiştirecekleri hususuna yüce Kur’an’da değinilmiş, bu fiili gerçekleştirenler Allah’ı bırakıp şeytanı dost edindiklerinden dolayı ziyana uğrayanlar olarak kabul edilmiş ve kınanmışlardır.[7]
Geleneksel yaşımın karşısına konumlandırılan postmodern hayat anlayışı, kadının çıplaklığının ardından erkeğin çıplaklığını da normal bir şeymiş gibi sunmaya başlayarak insanın ahlaki değer kodlarıyla oynamaya başladı. Bunun en görünür örneği 2024’ün Mayıs ayında bütün dünyanın gözlerinin önünde yapılan Eurovision şarkı yarışmasında yaşananlardı. Şarkıcılar yarı çıplak olarak sahneye çıkarak şarkılarını ve dans gösterilerini sergilemişlerdi. Birincilik ise LGBT+ kimliğini ve “non-binary” (ikili olmayan) olarak isimlendirilen cinsiyetsizliği temsil eden eşcinsel İsviçreli erkek bir şarkıcıya verilmişti. “No Rules” (Kural Yok) şarkısını söyleyen Finlandalı erkek yarışmacıyla İspanyalı dansçılar da ten rengi bir iç çamaşırı ve tanga ile sahneye çıkmışlardı. Batılıların ortaya çıkardığı modernitenin sanat anlayışını yansıtan bu yarışmada şarkılardan ziyade çıplaklık, sapkın cinsellik ve cinsiyetsizlik[8] anlayışlarının propagandası yapılmıştı. Batı medeniyetinin modern yaşamı artık çıplaklık, cinsiyetsizlik ve sapkın cinsel ilişkilere indirgediğini bu örnek üzerinden görebiliyorduk.
Sonuç olarak günümüz post modern çağ insanlığının içinde yaşadığı tabiatı ve kendi fitrî yaratılışını tahripten kurtuluşu, yaşamının ontolojik/varlıksal, bireysel, toplumsal, siyasal, sosyo-kültürel, ekonomik vb. gibi her alanında dinî ve ahlaki ilke ve değerlerini yeniden hâkim kılmaktan geçiyor. Eğer bu başarılamazsa ki biz başarılacağı ümidindeyiz, postmodern çağ insanı kendi biyolojik ve psikolojik kıyametini hazırlıyor demektir.
Notlar:
[1] Taşköprîzâde Ahmed Efendi, Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi, Şerhu’l- Ahlâki’l- Adudiyye, Çev. Mustakim Arıcı, (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2014), 82. Hz. Peygamber dinde ve insanın kurtuluşunda kanaate sahip olmanın önemine şu sözüyle değinmiştir: “Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan, Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.” Müslim, “Zekât”, 125; Tirmizi, “Zuhd”, 35.
[2] Taşköprîzâde, Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi, 50.
[3] Ebû Abdullah Muhammed, Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn (Haydarabad: 1335-1342), 2/ 670; Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali el-Beyhâki, es-Sünenü’l- Kübrâ, (Haydarabad: 1344- 1356), 10/ 191.
[4] Taşköprîzâde, Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi, 30-31.
[5] Hicr, 15/88.
[6] Fıtrat, “yarmak, ikiye ayırmak, icat etmek, yaratmak” manalarına gelen fatr kökünden gelen bir isim olup “yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş” anlamında kullanılmaktadır. Bk. Hüseyin b. Muhammed Ragıp İsfehânî, el-Müfredât fî Garibi’l- Kur’ân (İstanbul: Daru’l-Kahraman, 1986), 575; Hayati Hökelekli, “Fıtrat”, TDVİA, (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1996), 13/ 47; Bekir Topaloğlu, İ. Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü (İstanbul: İSAM Yayınları, 2010), 94.
[7] en-Nisa 4/119.
[8] Kendilerini ne erkek ne kadın hissetmeyenlere verilen isim. “Non-binary” (ikili olmayan) da deniliyor.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.