
Papa Francis’in ardından: Papalık ve seçim usulleri
Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis hayatını kaybetti. Peki, yerine kim seçilecek? Bu sorunun ardına düşüp Papalık kurumunun köklerini, tarihte oynağı rolleri, yaşadığı evrimsel süreci ve seçim usullerini inceledik.
Papalık kurumu, Batı dünyasının en eski ve kesintisiz kurumlarından biri olarak hem Katolik Kilisesi'nin ruhani liderliğini üstlenmiş hem de tarihsel süreçte derin siyasi etkiler bırakmıştır. 1929 Laterano Antlaşması ile Vatikan Şehir Devleti'nin egemen hükümdarı statüsünü kazanmasıyla benzersiz bir konuma erişen Papalık, binlerce yıl boyunca ruhani bir merkez ve zaman zaman önemli bir siyasi aktör olmuştur. Özellikle bir Papa'nın vefatı veya görevden ayrılması sonrası yeni Papa'nın seçildiği Konklav süreci, kurumun tarihine ve süreklilik mekanizmalarına olan ilgiyi canlı tutmaktadır. Bu durum, Papalığın kökenlerini, evrimini ve lider seçim yöntemlerini anlamayı önemli kılmaktadır.
Papalık otoritesinin doğuşu: Petrus’tan Erken Orta Çağ Papalığına
Katolik doktrinine göre Papalık otoritesi, İsa'nın havarisi Simun Petrus'a dayanır ve Matta İncili'ndeki "Sen Petrus'sun... Kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım... Göklerin Egemenliği'nin anahtarlarını sana vereceğim" (Matta 16:18-19) sözleriyle temellendirilir (6, 8). Bu pasaj, Petrus'a hem onursal hem de yargısal bir öncelik ("primacy of jurisdiction") atfettiği şeklinde yorumlanır. Bu yetkinin, Kilise'nin kalıcı yapısı aracılığıyla Petrus'un halefleri olan Roma Piskoposlarına geçtiği (Papalık Önceliği - Papal Primacy) kabul edilir.
Roma Piskoposu'nun otoritesinin artmasında, Roma'nın İmparatorluk başkenti olması, Petrus ve Pavlus'un şehirde şehit edilmesi gibi faktörler rol oynamıştır. Başkentin 330'da Konstantinopolis'e taşınması, Roma'nın sembolik önemini artırmıştır. Erken dönemde I. Clemens ve Antakyalı İgnatius gibi figürler Roma Kilisesi'nin özel konumuna işaret etmiş, Papa I. Stephanus ise Matta 16 ayetini otoritesini savunmak için kullanmıştır. Zamanla "Papa" unvanı Roma Piskoposu'na özgülenmiş, "Pontifex" unvanı benimsenmiş ve Papa I. Leo döneminde (440-461) Papa'nın "Petrus'un Mirasçısı" ve nihayetinde doğrudan "İsa'nın Vekili" (Vicar of Christ) olduğu anlayışı gelişmiştir. Papalığın merkezî yönetim organı olan "Kutsal Makam" (Holy See) kavramı da bu süreçte ortaya çıkmış, Papalığın ruhani kimliğinin yanı sıra hukuki ve diplomatik bir kimlik kazandığını göstermiştir. Bu otorite gelişimi, teolojik yorumlar, tarihsel koşullar ve Roma piskoposlarının iddialarının birleşimiyle oluşan kademeli bir süreçti.
Orta Çağ Papalığının zirvesi ve krizleri
Papalık, 11. ve 13. yüzyıllar arasında Avrupa'daki siyasi ve dinî gücünün doruğuna ulaştı. Bu dönemde Papalar, kralları görevden alma gücüne sahipken, Kilise en büyük ekonomik ve siyasi güç hâline geldi. Papa III. Innocentius (1198-1216), kendisini "Tanrı ile insan arasında" konumlandırarak Avrupa kralları üzerinde üstünlük iddia etti, Haçlı Seferleri'ni yönlendirdi ve siyasi meselelere doğrudan müdahil oldu.
Bu güç, dünyevi otoritelerle çatışmaları da beraberinde getirdi. En önemlisi, piskopos atama yetkisi üzerine çıkan Atama Tartışması (Investiture Controversy) idi. Papa VII. Gregorius'un, imparatorun atama hakkına meydan okuması ve Papalık üstünlüğünü ilan eden Dictatus Papae (1075) belgesi, İmparator IV. Heinrich ile şiddetli bir mücadeleye yol açtı. Heinrich'in aforoz edilmesi ve Canossa'da af dilemesi (1077), Papalık otoritesinin sembolik zaferi olsa da çatışma ancak 1122 Worms Konkordatosu ile kısmi bir çözüme ulaştı.
Orta Çağ'da Papalık, iç bölünmelerle de sarsıldı. 1054'te Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) Kiliseleri arasındaki Büyük Bölünme (Schisma) gerçekleşti. “Filioque” maddesi, Papa'nın üstünlük iddiası gibi teolojik, siyasi ve kültürel farklılıklar bu ayrılığın temelini oluşturdu. 14. yüzyılda ise "Avignon Papalığı" (1309-1378) ile Papalık Fransız etkisi altına girdi ve Roma'ya dönüşün ardından "Büyük Batı Bölünmesi" (1378-1417) patlak verdi. Bu dönemde iki, hatta üç rakip Papa'nın ortaya çıkması Papalığın otoritesini ciddi şekilde sarstı. Kriz, Konstanz Konsili (1414-1418) tarafından tek bir Papa'nın (V. Martinus) seçilmesiyle çözüldü. Ancak Papa'nın otoritesini sorgulayan Konsilyarizm akımını güçlendirdi.
Rönesans, Reform ve yenilenme süreçlerinde Papalık
Rönesans dönemi, Papalık için sanatsal parlaklık ve artan dünyevileşme eleştirilerini bir araya getirdi. Papalar, Michelangelo ve Raphael gibi sanatçıları destekleyerek Roma'yı bir sanat merkezine dönüştürdü. Ancak bu projelerin finansmanı ve Papaların İtalyan siyasetine müdahalesi, özellikle para karşılığı günah affı anlamına gelen endüljans satışı gibi uygulamalar, Kilise'nin ruhani misyonundan uzaklaştığı eleştirilerine yol açtı.
Bu zemin, 16. yüzyılda Martin Luther öncülüğünde başlayan Protestan Reformasyonu'na uygun bir ortam hazırladı. Luther ve diğer reformcular, Papalığın mutlak otoritesini, endüljansları ve birçok Katolik doktrinini eleştirdi. Reformasyon, siyasi ve sosyal faktörlerin de etkisiyle hızla yayıldı ve Avrupa'nın mezhep birliğini bozdu. Papalık, siyasi etkisini ve mali gücünün önemli bir kısmını kaybetti.
Katolik Kilisesi'nin Reformasyona cevabı, Karşı Reformasyon (Katolik Reformu) oldu. Bu hareketin merkezi, Trent Konsili (1545-1563) idi. Konsil, Katolik doktrinini netleştirdi, Protestan ilkelerini kınadı ve Kilise içinde disiplin reformları yaptı (rahip eğitimi, piskoposların görev yerlerinde ikameti, endüljans satıcılarının kaldırılması vb.) Konsili, modern Katolikliğin temellerini atarak Papalığın sarsılan otoritesini yeniden sağlamlaştırmaya çalıştı.
Modern çağda Papalık: Uyum ve yeniden tanımlama
19. yüzyıl, Papalık için büyük değişimler getirdi. İtalyan birleşmesi (Risorgimento) sırasında Papalık Devletleri kaybedildi ve 1870'te Roma'nın İtalyan birliklerince ele geçirilmesiyle Papaların dünyevi hükümdarlığı fiilen sona erdi. "Roma Sorunu" olarak bilinen bu dönem, Papaların kendilerini Vatikan'da "mahkûm" görmesiyle geçti. Bu sorun, 1929'da Mussolini hükûmeti ile imzalanan Laterano Antlaşmaları ile çözüldü. Bu antlaşmalarla bağımsız Vatikan Şehir Devleti kuruldu, Kutsal Makam İtalya'yı tanıdı, mali tazminat ödendi ve İtalya'da Kilise-devlet ilişkileri düzenlendi (Konkordato). Bu antlaşma, Papalığın modern statüsünü belirledi ve dünyevi yönetimden ziyade ruhani liderliğe odaklanmasını sağladı.
Papalığın dünyevi gücünü kaybettiği bir dönemde toplanan Birinci Vatikan Konsili (1869-1870), Papalık otoritesinin ruhani boyutunu güçlendirdi. Konsil, Papa'nın tüm Kilise üzerinde tam yargı yetkisini (papalık önceliği) ve en önemlisi Papalık Yanılmazlığı (Papal Infallibility) dogmasını ilan etti. Bu dogma, Papa'nın belirli koşullar altında (ex cathedra) iman ve ahlak konularında tanımlama yaptığında hatadan korunmuş olduğunu belirtir.
20. yüzyılın ortalarında Papa XXIII. Ioannes tarafından toplanan İkinci Vatikan Konsili (1962-1965), Kilise'yi modern dünyaya açmayı hedefleyen “aggiornamento” (güncelleme) ruhuyla önemli reformlara imza attı. Kilise'nin "Tanrı'nın Halkı" olarak tanımlanması (Lumen Gentium), ayinlerde yerel dillerin kullanılmasına izin verilmesi (Sacrosanctum Concilium), Kilise'nin modern dünyayla diyalog kurması (Gaudium et Spes) ve Hristiyan olmayan dinlerle (özellikle Yahudilikle) ilişkilerin yeniden tanımlanması (Nostra Aetate) gibi kararlar alındı. Bu konsil, Kilise içinde gelenek ve değişim üzerine süregelen tartışmaları da beraberinde getirdi.
Papa seçimi: Konklav'ın evrimi
İlk yüzyıllarda Roma Piskoposu (Papa) seçimi, yerel din adamları ve halkın onayıyla, düzensiz bir şekilde yapılıyordu. Bu durum istikrarsızlığa yol açınca, seçim sürecini düzenleyen reformlar yapıldı. 1059 Kararnamesi (In Nomine Domini), Papa seçme hakkını öncelikli olarak Kardinal Piskoposlara vererek dış müdahaleleri azaltmayı hedefledi. 1179'daki Üçüncü Laterano Konsili, tüm Kardinallerin eşit oy hakkına sahip olduğunu ve seçilmek için üçte iki çoğunluk gerektiğini karara bağladı. 1274'te Papa X. Gregorius'un Ubi Periculum anayasası, seçimlerin uzamasını engellemek amacıyla Kardinallerin dış dünyadan yalıtılmış, kilitli bir alanda (Konklav - Cum Clave) toplanmasını zorunlu kıldı. Sonraki yüzyıllarda kurallar detaylandırıldı; Katolik kralların veto hakkı (jus exclusivae) bir süre uygulandıktan sonra 20. yüzyılda Papa X. Pius tarafından yasaklandı.
Günümüz Konklavı, büyük ölçüde Papa II. Ioannes Paulus'un Universi Dominici Gregis (1996) ve Papa XVI. Benedictus'un Normas Nonnullas (2013) belgeleriyle düzenlenir. Seçme hakkı, Papalık makamının boşaldığı gün 80 yaşını doldurmamış Kardinallere aittir (genellikle 120 ile sınırlı). Seçimler Vatikan'daki Sistine Şapeli'nde mutlak gizlilik içinde yapılır. Tek geçerli yöntem gizli oylamadır ve seçilmek için oylamaya katılanların en az üçte iki çoğunluğu gerekir. Oylama sonuçları, Sistine Şapeli bacasından çıkan dumanla (başarısızsa siyah, başarılıysa beyaz) dış dünyaya duyurulur. Belirli sayıda oylamadan sonra sonuç alınamazsa; en çok oyu alan iki aday arasında, yine 2/3 çoğunluk gerektiren bir oylama yapılır. Seçilen kişi kabul ettiğinde ve yeni ismini belirlediğinde, Aziz Petrus Bazilikası balkonundan "Habemus Papam!" ("Bir Papamız var!") diyerek ilan edilir.
21. yüzyılda Papalık: Meydan okumalar ve rol
21. yüzyılda Papalık, diplomasi, sosyal adalet ve ahlaki konularda küresel bir aktör olmayı sürdürmektedir. Kutsal Makam'ın geniş diplomatik ağı (180'den fazla devletle ilişki) ve Papaların barış çağrıları (örn. Ukrayna, Gazze), göçmen hakları savunuculuğu, çevre sorunlarına dikkat çekmesi gibi faaliyetleri bu rolü pekiştirmektedir. Papalar, Katolik sosyal öğretisine dayanarak ekonomik adalet, yoksullukla mücadele ve yaşamın kutsallığı gibi konularda seslerini yükseltmektedir. Özellikle Yahudilik ve İslam ile ilişkiler önemini korumaktadır.
Ancak Papalık, ciddi zorluklarla da karşı karşıyadır. Batı'daki sekülerleşme Kilise'ye bağlılığı azaltmaktadır. Küresel çapta ortaya çıkan din adamları tarafından cinsel istismar vakaları ve bu krizin yönetimindeki sorunlar, Kilise'nin ahlaki otoritesine ve güvenilirliğine büyük zarar vermiştir. Bu kriz, Kilise içinde klerikalizm, güç kullanımı, hesap verebilirlik ve şeffaflık gibi temel yapısal sorunları gündeme getirmiştir.
Son Papalar (II. Ioannes Paulus, XVI. Benedictus, Francis) farklı tarzlar ve önceliklerle bu zorluklara yanıt vermeye çalışmışlardır. II. Ioannes Paulus komünizmle mücadele ve küresel seyahatlerle, XVI. Benedictus teolojik derinlik ve gelenekle, Papa Francis ise küresel güneyden gelerek merhamet, sosyal adalet, çevre ve yapısal reformlarla öne çıkmıştır. Papa Francis'in Kardinal atamaları, gelecekteki Konklavların dinamiklerini etkileyebilir.
Sonuç olarak, 21. yüzyıl Papalığı, küresel görünürlüğü ve "yumuşak gücü" artmış olsa da sekülerleşme, iç krizler (özellikle istismar skandalı) ve çoğulcu dünyanın karmaşıklıkları nedeniyle otoritesi sorgulanan, paradoksal bir konumdadır. Cinsel istismar krizi, Papalığı kendi yapısal sorunlarıyla yüzleşmeye zorlayan bir katalizör olmuştur. Francis’in ölümünün ardından yeni seçilecek Papa'nın yaklaşımı, Kilise'nin gelecekteki yönelimini belirlemede kritik olacaktır.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.