Nasıl çıkarız aydınlığa?
Tacize, şiddet ve istismara uğrayan amnezi hastası bir kadının kurtuluş hikâyesini konu alıyor “Karanlıktan Kaçış” adlı film. Eril tahakkümün içinden konuşulduğunda kurtuluş hikâyesi ne kadar mümkün olabilir, gelin bu soruya film üzerinden cevap arayalım.
Ataerkil bir toplum içinde kadınların yaşamak, beden ve ruh bütünlüğünü korumak, eşitsizlik ve şiddete karşı durabilmek için akıl almaz mücadeleler verdiği apaçık. Sistemin ürettiği şiddeti durdurmak adına kadınlar bunca mücadele verirken, adalet için gerek hukuksal gerekse sosyal hayatın içinde haklarını savunurken; bu dinamikleri yeniden üretip üretmemek sorunların çözümü adına o kadar elzem ki… Pek çok kadın doğduğu andan itibaren toplumun kendisine dayattığı cinsiyet normlarına göre hareket etmek zorunda kalıyor; bir erkeğin güdümünde, pasifize edilerek, “hizmet” görevi bilincinde yetiştiriliyor, eğitim hakkına erişimi engelleniyor ya da kısıtlı tutuluyor, çalışma hayatında daha az maaşla, potansiyelinin çok altında çalışması beklenip terfi alması engelleniyor, hatta sırf cinsiyetinden dolayı işe alınmıyor, zaten büyük bir kısmının çalışması aile bireyleri tarafından yasaklanıyor… Ve maalesef ki hayatın bu süreçlerinde muhakkak tacize, şiddetin farklı türlerine maruz kalıyor; aile bireyleri, öğretmenleri, akranları, patronları, erkek arkadaşları, eşleri tarafından. Öyle ki yoldan geçen herhangi biri tarafından bile… Binlerce kadın bu tahakkümün altında can veriyor; ardında kalanların adına yürüttüğü adalet arayışı belki seneler sürüyor, belki failin serbest bırakılması, iyi hâl indirimiyle neredeyse hiç bedel ödemeden, ceza almadan dışarıda özgürce dolaşmasıyla sona eriyor.
Yıllardır kadınlar omuz omuza verip erkek hegemonyasının üzerlerinde bıraktığı ağırlığı kaldırmaya çalışıyorlar; farkındalık kazandırmaya, çözüm üretmeye, eşitsizliği ve haksızlığı ortadan kaldırmaya yönelik büyük bir çabanın içine giriyorlar. Siyasi, ekonomik, kültürel pek çok etmen; eril çıkarı koruyor ve bu mücadele hep ikinci planda bırakılıyor. Farkındalık söylemleri, kamu spotları, ulusal ya da uluslararası kurum ve kuruluşlar aracılığıyla yürütülen çalışmalar bazen bu çıkarları eritebiliyorken bazen de bizzat bunun üreticisi olabiliyor. Alışagelen dilin, yapının değişmesi ne yazık ki kolay olmuyor. Reklamlardan filmlere, kamusal söylemden gazetelere, resmî politikalardan kültürel özel alana, ekonomik pazardan kapitalist çalışma sistemine kadar her alanda bu yapının yeniden üretildiğine şahit oluyoruz. “Karanlıktan Kaçış” filmi hem bu sistemin gediklerinde dolaşması hem de o gediklerden birini oyması sebebiyle değişmeyen-değişemeyen sorunları gösteriyor beyaz perdede. Bu noktadan bakıldığında “kadına şiddet” konulu herhangi bir kampanyanın, söylemsel veya görsel yansıtımın, sanatsal ya da kamusal bir gösterimin bıraktığı samimiyetsiz ikircilikliğini yansıtıyor. Peki, nasıl? “Kadına şiddet” konusuna eğilip farkındalık yaratmak isterken nasıl “eril takahhüm”ün sergilenişini izletebilir bir film? Zaten geleneksel sinemanın sürekli yaptığı bir şey bu. Belki de bu kalıpları yıkamadığımız için değişemiyordur pek çok şey, kim bilir?
Karanlık: gerilim, polisiye, suç üçlüsü…
29 Mayıs Çarşamba akşamı düzenlenen bir galayla ilk seyircisiyle buluştu “Karanlıktan Kaçış”. Filmin yönetmen koltuğunda Tolga Toga oturuyor, senaristliğini de Süleyman Soysal ve Kaan Öztürk paylaşıyor. Amnezi hastası bir kadının yaşadığı istismarı anlama, kaçma ve ardından kurtulma hikâyesini konu alan filmde Esin karakterine Tuvana Türkay, onun kurtarıcısı rolündeki Anıl karakterine ise Serhat Teoman hayat veriyor. 24 yaşında trafik kazasında annesini ve babasını kaybeden Esin, aynı kazadan yaralı olarak kurtuluyor fakat hafızasını yitiriyor, her uyandığı gün belleği sıfırlanıyor. Kazadan sonra bir rehabilitasyon merkezinde tedavi gören Esin, hasta bakıcısından hemşiresine kadar pek çok kişinin, hatta jandarma komutanının dahi istismarına ve şiddetine maruz kalıyor. Bunu ilerleyen dakikalarda tuttuğu günlükten öğreniyoruz -kendisi de öyle öğreniyor- nitekim her güne bu yaşanılanları unutarak başlıyor. Rehabilitasyon merkezindeki şiddet ve istismar, başka sonuçlar doğurunca (Esin’in hemşireyi öldürmesi gibi) hasta bakıcının onu kaçırıp bir dağ evine kapatmasıyla oluşabilecek sorunlar kontrol altına alınıyor. Yani istismar üç kişi tarafından devam ettiriliyor. Bu kişilerden biri jandarma komutanı (Burak Sarımola), diğer ikisi merkezin hasta bakıcısı (Saygın Soysal-Sefa Zengin) …
Hasta bakıcı Cengiz (Saygın Soysal), günlük rutinleri bir aile kurgusuyla atlatmaya çalışıyor; Esin’in her gün unutulan geçmişinde eş olarak konumlanıyor. Yanlarında bir çocuk var, sağır ve dilsiz. Film boyunca çocuğun kim olduğunu asla öğrenemiyoruz, fakat Esin için kurgulanan aile yaşamında onun evladı rolünde bu çocuk. Notlar ve video kasetleriyle Esin’in geçmişine kanıtlar icat ediliyor, bu videolar ve notlarla güne başlatılıyor. “Memento” filminden esintiler evin kapısını, penceresini çarpar diye beklesek de Esin’e rehabilitasyon merkezinde doktorunun verdiği günlük keşke esintiyle devam etseydi film dedirtiyor. Bu günlükten çıkacak istismar analizini ne Esin yapabiliyor bir müddet ne de istismarcısı bir tehdit olarak algılıyor. Esin’in tekele alındığı, istismar sürecinin bu evde devam ettiği düzen; ancak şehirden kırsala travmatik ilişkisini unutmak için gelen gazeteci ile alt üst olma şansına erebiliyor.
Kurtarıcı erkek figürü: Gazeteci Anıl…
Anıl bir gazeteci, sevgilisinin onu aldattığına şahit olmasıyla ağır bir depresyona giriyor ve çalışma hayatı sekteye uğruyor. Arkadaşının kırsaldaki dağ evinde birkaç gün kendini dinlemek adına inzivaya çekiliyor. Henüz ilk geldiği günde ormanda yürüyüş yaparken küçük bir kız çocuğuyla karşılaşıyor ve olaylar başlıyor. Esin ve Cengiz’le birlikte yaşayan kız çocuğunun şiddet gördüğü her hâlinden belli fakat konuşamadığı için bunu ancak tepkilerinden ve kolundaki izlerden anlayabiliyoruz. Anıl, çocukla iletişim kurmaya çalışırken ormanda avlanan Cengiz çıkageliyor. Ne hikmetse -belki de gazetecilik refleksiyle- Anıl bu “baba-kızın” pek sağlıklı bir ilişkisinin olmadığını düşünerek peşlerine düşüyor, onları takip ediyor. Esin’i de evin bahçesinde ilk defa orada görüyor. Jandarma komutanının Cengiz’in evine gelmesiyle de kaçıyor oradan, kaldığı eve dönüyor.
Bu tetikleyici bir unsur mudur, Esin’in ilk kaçış denemesi Anıl’ın gelmesiyle mi gerçekleşti bilinmez… Ama o akşam Esin hem komutanın bakışından hem de Cengiz’in kendisine yaklaşma çabasından rahatsız oluyor; Cengiz’in tecavüz girişimi ise travmalarını bölük pörçük de olsa hatırlatıyor. Bu korkunç anıların etkisiyle Cengiz’e saldırıp elinden kurtulabiliyor. O hengamede günlüğü ve anahtarı kapıp arabayla (hafızasından direksiyon bilgilerinin silinmemesi sonucu) kaçarken yolda kaza geçiriyor ve onu bulup kurtaran Anıl oluyor. İç kanaması var mıdır, yarına sağ çıkar mı bilmediği yaralı bir insanı sırf “Beni ona götürme” diye sayıkladığı için hastaneye götürmüyor, ambulansı da aramaktan vazgeçiyor. O geceyi Esin, Anıl’ın kanepesinde, Anıl ise günlüğün başında geçiriyor. Elbette sabah her şey sil baştan, Anıl süreci Esin’e anlatmayı kahveden sonraya bıraktığı için Esin günlüğü kapıp yine kaçıyor. Günlüğün yuva olarak belirttiği Cengiz’in evine gitmesi olağan olduğu için Anıl’ın onu bulması güç olmuyor fakat şahit oldukları cinayetin etkisi Esin’e büyük bir şok yaşatıyor. Döndüklerinde günlüğü birlikte okuyorlar ve Esin’in yaşadığı istismar sürecini, sayfalardaki anlatımlar neticesinde anlayabiliyorlar.
Karar vermek gerekiyor önce; kaçmak mı, mücadele etmek mi?
Kırsaldan kaçmaları pek mümkün gözükmüyor, bu sebeple beklemek zorunda hissediyorlar. Cengiz’i bekler gibi… İstismarcılardan ikisi Cengiz tarafından öldürülüyor zaten. Cengiz, Esin’i sakladığını düşündüğü tek kişi olan yabancıyı- yani Anıl’ı- da öldürmek üzere eve geliyor. Anıl’la Cengiz boğuşurken Cengiz’i öldüren Esin oluyor. Bu sahnede kötülüğü sonlandıran Esin olduğu için alışagelen erkek kahraman modelinden Anıl’ı çıkarıyor gibi görünse de “erkeğin gücü” veya “zekâsı” yine vurgulanan bir unsur olarak dikkat çekiyor. Kötülüğün sonunu bir kadın karakter getirse bile onu o sürece götüren yine eril bir güç olduğu için aynı perspektifte film sıkışıp kalıyor.
Ve yine ne acı ki tecavüz ve taciz sahnelerinde öne çıkartılan failin acımasızlığı ve kötülüğünden ziyade kadının güzelliği oluyor. Kadın bedeni üzerinden estetize edilen şiddet, sadece yeniden üretilmekle de kalmıyor bir haz malzemesi olarak da kullanılıyor. Failin yüzündeki orgazm ifadesi, kadın bedeninin güzelliğinden elde edilen haz maalesef taciz ve tecavüzü eleştirmiyor. Belki bir mağdurun travmasını belki de bir tacizcinin dürtüsünü tetikliyor ancak. Suçlular da asla hukuk önünde hesap vermiyor bu tür filmlerde ya kendi aralarında ya da “kurtarıcı bir adam” tarafından etkisiz hâle getiriliyorlar. İzlediğimiz sadece şiddetin beyaz perdedeki aksı oluyor, eleştirisi ya da farkındalığı değil. Kadın her daim bir erkeğin korumasına muhtaç hâlde sunuluyor popüler anlatılarda; bir türlü kurtarıcısı kendisi olamıyor. Onu tehlikelerden çekip çıkaran hep bir erkek karakter bulunuyor, gerçekte ise bunun tersi yaşanmasına rağmen. Bu kalıplardan çıkabilmek, gerçekte olan bitenden haberdar olmak gerek “farkındalık kazandırmak” için. Filmin ilk sekanslarında araba teybinden duyulan kadın cinayeti haberleri sadece bu gerçekliğin acı yüzünü yansıtabiliyor -ki radyo da hemen kapatılıyor. Sanıyorum bu sahnenin dışında gerçeklik tek bir çerçevede sıkışıp kalıyor, eril dünyada eriyip kayboluyor. Unutulmamalı ki kadınların hak ve adalet mücadelesi, bu dar çerçeveye sıkışan söylemleri de kapsıyor. Üretilen her anlatı bu mücadelenin temsiliyetini taşıyor çünkü. Senaryo, kurgu, sahne inşası her anlamda şiddetin, istismarın yeniden üretimine sebep olmayacak düzlemde yaratılabilmeli. Böylelikle belki “farkındalık” oluşturulabilir.
Film mutlu sonla bitiyor; Esin güvenli bir rehabilitasyon merkezine gidiyor ve tedavi oluyor, Anıl gazeteciliği bırakarak başarılı bir yazar oluyor. Esin karakterinin giydiği sarı elbise ise gala gecesi açık arttırmayla 60.000 TL’ye bir butik işletmecisi tarafından satın alınıyor. Elbiseye verilen miktar Mor Çatı’ya bağışlanacak. Umuyoruz ki kadınların yaşam için verdiği mücadele de mutlu bir sonla neticelenir; şiddetin, istismarın, eşitsizlik ve adaletsizliğin yok olduğu bir dünyaya uyanırız bir gün.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.