
Konuşmaların ötesinde söylenmeyen acı gerçekler
BM Genel Kurulu’nda yapılan sarsıcı konuşmalar, yüzleşilmeyen asıl iç meseleler ve sorgular… Afrika ülkelerinin yönetim sorunlarını ve uluslararası politik tutumlarını bu konuşma özelinde sorguya açıyoruz.
Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Burkina Faso’nun Kamu Hizmeti Bakanı ve Mali’nin Dış İşleri Bakanı, silahlı terör örgütlerine karşı sürekli mücadele içerisinde olan ülkelerindeki önemli meseleleri ifade etmek üzere konuşma gerçekleştirmişlerdi ve konuşmaları kurul tarafından ilgiyle takip edilmişti. Fakat Birleşmiş Milletler kürsüyü, Rusya ile savaş hâlindeki Ukrayna’ya askerî destek sağlamak noktasında değişken geometrili bir politika izleyen bazı Batılı güçleri eleştirmek ve uluslararası kamuoyuna ağır suçlamalarda bulunmak için kullanmıştı. Bu sebeple daha kürsüye çıkmadan Burkina ve Mali hükümeti temsilcilerinin yapacağı konuşmaların dikkat çekeceği açıktı. Zira konuşmaların içeriği; darbeler yoluyla iktidara gelmelerini demokratik açıdan sorunlu bulanlara yönelik saldırgan ve provokatif tonlar barındırıyordu.
Vurucu konuşmalar başlıyor
Burkina Faso temsilcisi Bakan Bassolma Bazié, 2011 yılında Batı tarafından parçalanan ve Libya örneğiyle uluslararası ilişkilerdeki “yüksek diplomatik ikiyüzlülüğü” sert bir şekilde eleştirdi. Bazié, Libya’nın yerle bir olmasına katkıda bulunanların timsah gözyaşlarını ve gösterişli dayanışmalarını kınayarak resmî bağımsızlığının üzerinden altmış yıl geçmesine rağmen hâlâ Frankofon ülkelerini arka bahçesi olarak gören Fransa’nın başıboş ve sinsi paternalizmini ele aldı. Böylesi bir tavır, konuşması sırasında Fransa’ya karşı sert sözleri dile getiren Dumbuya’nın da konuşmasını öne çıkardı.
Gine Devlet Başkanı Mamady Doumbouya, BM Genel Kurulu’na çok dikkat çekici bir çıkış yaptı. Mamady, konuşmasında Afrika’nın olgunluğuna ve gençliğine atıfta bulunarak eski dünya düzeninden kopma çağrısında bulunuyordu. Ayrıca Afrika’ya “Batı tarafından empoze edilen” bir yönetim modelini kınayarak başarısız olduğunu bir daha hatırlatmıştı. Akabinde “Afrika, bize dayatılan bir yönetim modelinin sıkıntısını çekiyor. Bu model, tarihi boyunca onu tasarlayan Batı için kesinlikle iyi ve etkili bir model” demişti. “Bizi şu ya da bu gücün kontrolü altına olarak adlandırmak, bir milyardan fazla Afrikalı nüfusa hakarettir” ifadesinin ardından şu sözleri dikkatleri fazlasıyla çekmişti: “Biz ne Amerika yanlısıyız ne Amerika karşıtıyız. Ne Çin yanlısıyız ne Çin karşıtıyız. Ne Fransız yanlısıyız ne Fransız yanlısıyız ne de Rus karşıtıyız. Biz sadece Afrika yanlısıyız, hepsi bu.” İşte tam da Robert Dussey’in o günkü öğleden sonra söyleyeceği gibi “Afrika kendisi olmak istiyor… Afrika Afrikanofon’dur.”
Togo Dış İşleri Bakanı Prof. Robert Dussey, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Afrika’nın düşük gelişmişlik düzeyi, sağlık krizleri, iklim değişikliği, küresel gıda tedarik zincirlerinin bozulması, dezenformasyon, silahlı çatışma ve terörizm gibi faktörlerin neden olduğu kırılganlıktan bahsetmişti. Ayrıca Dussey, Batı ülkelerin Afrika kıtasına saygı duyma çağrısında bulunarak BM Güvenlik Konseyi’nin kıtanın kalıcı varlığı konusunda reform yapılmasını talep etti. Aynı vesilesiyle mevcut dünyanın son derece hasta olduğunu ve patolojik durumunun BM kadar yüksek bir sorumluluk gerektirdiğini ifade etti.
Afrika kıtasıyla ilişkilere ilişkin olarak Batılı ve diğer güçleri, Afrika’da köklü bir değişime uğrayan tutum ve yaklaşımlarını değiştirmeye davet ederek “Afrika’nın, her bireyin onuruna saygı duyan bir ortaklığa ihtiyacı var. Biz sizin tebaanız değil, ortağınız olmak istiyoruz. Biz yabancı çıkarlara değil, halkımıza hizmet etmek istiyoruz” demekle ısrar etti. Kendisine göre bu yeni dinamik, kimseye karşı değildir. Ama “özgür, egemen, bağımsız, kendi kendisinin efendisi olmak isteyen yeni bir Afrika’nın ifadesi”dir. Batı dünyasını paternalist, aşağılayıcı, küçümseyici ve kibirli olmakla suçlayan Dussey, eksikliği her türlü ortaklığı anlamsız hâle getiren diyaloğa davet etmiştir onları.
Konuşmaların ardındaki esas sorular
Hâlbuki sözü edilen bu paternalizmi, küçümseme ve kibri anlamak; ufak bir araştırma gerektirir. Elimizi daima uzattığımız insanlardan ne gibi bir saygı bekleyebiliriz? Fransız kalkınma ajansının Togo’da 270 milyon euro değerinde projelere imza attığı söyleniyor. Dünya Bankası’nın da ülkemizin sözde yararına 386 milyon dolar değerinde 15 projesi de söz konusu. Devam ettikçe çoğaltılabilir… Kısacası yönetimin hemen hemen her alanına (sağlık, eğitim, tarım, girişimcilik, ulaştırma, bayındırlık vb.) müdahale eden Batı’nın bize nasıl saygı duymasını isteriz? Genel olarak Afrika ülkelerinin bütçeleri %60 oranındadır. Yani bu bütçelerin %40’ı Batı’nın yardımları, kredileri ve sübvansiyonlarından sağlanır. Besleyen elin, saygının hiçbir türünü bilmediği doğru.
Bağımsızlıktan 60 yıl sonra Bolloré adında bir sömürgecinin oğlu, sömürgecilikten kalma demir yoluna yönelik hiçbir zaman uygulanmayan bir modernizasyon projesi sunarak bizimle alay etmeye gelmişti. Bağımsızlıktan yarım yüzyıl sonra hâlâ bir sömürgecinin oğlundan en umut verici ulaşım ağımızı modernize etmesini beklemek ancak küçümsemelere yol açabilir. Togo, yıllık ortalama bir milyon tondan fazla üretimle dünyanın en büyük 11. fosfat yatağına sahiptir. Ancak Rusya’dan, Fas’tan ve genelde Dünya Bankası’ndan gelen finansmanla gübre ithal ediyorsak bize nasıl saygı duyulmasını bekleyebiliyoruz?
Bugün Afrika, Afrikalıların Afrikalıları ithal silahlarla öldürdüğü iç savaşların kıtasıdır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden Somali’ye, Sudan’dan Mali’ye kadar kardeşlerini öldüren Afrikalılarsa bize nasıl saygı duyulmasını bekleyebiliyoruz?
Panama belgeleri ve Gabon’daki son darbe bize -Afrika devletlerinin önde gelen yetkililerinin villalar şöyle dursun- vergi cennetlerinde büyük meblağlar sakladığı Afrika ülkelerimizdeki yolsuzluğun boyutlarını ortaya çıkarıyorsa bize nasıl saygı duyulmasını bekleyebiliyoruz?
Her yıl Avrupa’ya yasa dışı bir şekilde göç eden 300.000’den fazla insan göç ediyor. Yalnızca eylül ayında 8000 Afrikalı genç, İtalya’nın Lampedusa kentine vardı. Akdeniz’de 2000’den fazla Afrikalı genç ölüyor. Ama bu, daha iyi bir yaşam için can atan gençlerimizi Avrupa’ya kaçmaktan vazgeçirmiyorsa bize nasıl saygı duyulmasını bekleyebiliyoruz?
Nijeryalı yazar Wole Soyinka “Kaplan, kaplanlığını ilan etmez. Avının üzerine atlayıp onu yutar” der. Bağımsızlıklarını kazandıklarında Afrika’dakiler kadar az gelişmiş olmalarına rağmen Çin ve diğer Asya ülkelerinin yaptığı da buydu. Çin bugün dünyada saygı uyandırıyorsa bunun nedeni, Çinlilerin kollarını sıvayıp yolsuzluğa karşı acımasız bir savaş yürütürken ekonomik bağımsızlıklarını da elde etmek için mücadele etmesidir.
1993 yılında Avrupa Birliği; Togo ile iş birliğini askıya almış, ülke bu yardım olmadan birkaç yılını geçirmişti. O zamanlar kendi kaynaklarımıza güvenip tekrar ayağa kalkma cesaretine sahip olsaydık bugün yapılan konuşmalar gayet anlamlı olurdu. Bunun yerine iş birliğinin bozulmasına suç ve insanlık dışı bir operasyon muamelesi yaptıktan sonra yeniden kurulduğunda Lomé sokaklarında piyangoda ikramiye kazanmış gibi dans etmişler babalarımız. Bunun bize ne saygı sağlamasını bekleyebiliriz?
Çözüme için yüzleşme gerekli
Dolayısıyla Paternalizm, aşağılama, küçümseme ve kibir; ancak kollarımızı sıvayıp ciddi bir şekilde işe koyularak yolsuzluk denen kötülükle mücadele ettiğimizde sona erecektir. Jean Paul Sartre’ın “Cehennem başka insanlardır” dediğine inanmak çok kolaydır. Ancak liderlerimiz kendi iç sorunlarımızdan da kısmen sorumlu olduğumuzun tamamen farkında olmalıdır. Bizi kendi alçaklıklarımızdan temize çıkarmak için Batı’yı tek kötü olarak göstermek, “Kahrolsun Fransa!” sloganına son derece duyarlı olan Frankofon bir coğrafyada mükemmel bir iletişim operasyonudur. Gençlerimiz er ya da geç bunu açıkça görüp hesap soracaktır.
Söz konusu ülkelerinin temsilcileri, gerçekleri takdire şayan konuşmalarında hiç görülmemiş bir şekilde sertçe dille getirse de bunun ne kadar somut sonuçlar doğuracağını ya da kendi ülkelerinin siyasi ve ekonomik durumuna ne gibi etkileri olacağını düşünmemiş olmayalım. Yani onlardan beklediğimiz artık bu laf kalabalığı değil, çözümlerdir. Paternalist üsluba son vermek için harekete geçmek lazım. Çünkü ne de olsa Afrika devletlerinin ve özellikle Sahel’in kurtuluşu, kaderlerinin kontrolünü ele almalarında yatmaktadır.
Batılılara gelince her zaman ü kendimizi sorgulama konusundaki beceriksizliğimizden istifade ederek bizi istedikleri gibi sömürmeye devam edebilirler. Afrika ülkelerinin, özellikle de darbenin Batı demokrasisine ve onun sapkın etkilerine karşı iyi bir alternatif olduğu; Ukrayna ile savaşın patlak vermesinin ardından Rusya tarafından felç edilip artık gerçek bir gücü kalmayan BM’nin olmadığı kesindir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.