27 February 2025

En büyük düşman: Korkulara yenilmek

Hepimizin aklından geçmiştir: Ne kadar yaşayacağım, ne zaman öleceğim, nasıl yaşlanacağım, yaşlandığımda ne olacak? Bunlar, insanoğlunun çağlar boyunca üzerine düşündüğü, irdelediği sorular. Peki, engelli bireyler ve aileleri? Onların düşüncesi, yarına duydukları endişe ne yönde?

İnsan doğar, büyür, yaşar ve ölür. Her insanın bildiği bir gerçektir bu. Rahmetli babaannem şöyle derdi “Üç gün yatak, dördüncü gün toprak.” İnsan bu gerçeği bildiği için yaşlandıkça ölmekten ziyade elden ayaktan düşmekten korkar olur. Yapabildiklerini belirli bir süre sonra yapamamaya başlamak zor gelir insana. Daha önce yürüyerek gittiği yere iki adım sonrasında yorulup gidememek, gördüğü güzellikleri tekrar eskisi gibi görememek, lezzetini doya doya aldığı bir yemeğin lezzetini aynı şekilde yeniden alamamak insanı korkutur.

Herhangi bir engeli olmayan bir insan dahi bunları düşünüyor, bunun korkusunu içinde hissediyorken, engelli bireylerin veya ailelerinin yaşlılık, hatta ölümle ilgili kaygılarını görmezden gelmememiz lazım. Carlos Castaneda, muhteşem kitabı “Don Juan’ın Öğretileri”nde insanın dört düşmanından bahseder. Bizi ve tüm engellileri, ailelerini ilgilendiren dört büyük düşman. Kitapta Carlos Castaneda Don Juan’a bu düşmanları sorar: “Söylesene Don Juan, nasıl düşmanlar bunlar?”

Ardından da düşmanlar tanıtılır:

 “İnsan, yavaş yavaş öğrenmeye başlar; önceleri azar azar, sonra da büyük parçalar hâlinde. Çok geçmeden düşünceleri çatışır. Öğrendiği şey; umduğu, düşlediği gibi çıkmamıştır. Bu durum, onu korkutur. Öğrenim, hiç de beklendiği gibi olmamıştır. Öğrenimin her adımı yepyeni görevler yükler insana; kişinin korkuları acımasızca birikirler, baş kaldırırlar. İşte, doğal düşmanların birincisiyle böyle karşılaşılır: Korkuyla! Yenmesi güç, hain, korkunç bir düşmandır korku. Bütün yol boyunca saklanır, ummadığın yerlerde sinsi sinsi bekler seni. Eğer, onu karşında gördüğün zaman, kaçmaya başlarsan, unut artık bilgiye falan ulaşmayı.”

“Korkup kaçan kimseye ne olur?”

“Bir şey olmaz. Ama öğrenemez bir daha. Korkusunu göğüslemesi, korkusuna karşın öğrenme yolunda bir adım daha ilerlemeyi göze alması gerekir. Bir adım daha, bir adım daha. Korkuyla dolmalı... Evet! Ama korksa da ilerlemeyi sürdürmeli, durmamalı. Bu işin yöntemi böyledir! Bu birinci düşmanın pes edeceği bir an gelecektir. Adama güven duygusu gelir. Niyeti daha da güçlenir. Öğrenmeyi öyle korkutucu bir şey gibi görmez artık. Bu sevinçli an gelince, birinci doğal düşmanını yendiğini çok iyi bilir insan.”

“Korkusunu bir kez yitirmeye görsün insan, artık yaşamında korku nedir bilmez. Korkunun yerini zihin berraklığı alır, korkuyu silen bir zihin berraklığı. Artık o kimse ne istediğini biliyordur; o isteklerini nasıl doyuracağını da biliyordur. Yeni öğrenimleri kazanmak için adımlarını nasıl atması gerektiğini sezer; her şey apaçık çıkmıştır ortaya. Artık hiçbir şey saklı değildir bu adamdan.”

“Bu da ikinci düşmanın karşısına çıkarır onu: Berraklık! Ulaşılması o denli zor olan zihin berraklığı korkuyu kovar ama kör eder insanı aynı zamanda. İnsanın kendisinden kuşku duymamasına yol açar; istediği şeyi yapabileceği inancını verir ona. Çünkü o kişi artık her şeyi apaçık görebilmektedir. Berraklığın yüreklendirdiği kişi, bir türlü durmak bilmez. Korkuyu nasıl aşmışsa yine öyle yapmalıdır; berraklığa meydan okumalıdır. Elde ettiği berraklığı, önünü daha iyi görüp yeni adımlarını ona göre atmak için kullanmalıdır. En önemlisi de berraklığının bir yanlışlık sonucu ortaya çıktığını düşünmelidir.”

“Bu yere ulaşınca, ardından koştuğu erke sonunda kavuştuğunu bilecektir. Ne isterse yapar artık bu erkle. Dostu, onun buyruğundadır artık. Ne isterse, yasa odur. Çevresinde ne varsa görmektedir. Ne var ki üçüncü düşman dikiliverir karşısına: Erk! Düşmanların en güçlüsüdür erk. En doğal şey, ona boyun eğmektir. Öyle ya, kimsenin buyruğunda değil midir erk? Buyurur; kimi sakıncaları göze ala ala kendi yasalarını kendi yapar. Kendimizin gibi görünen erkin, gerçekten kendimizin olmadığını kavrayarak... Bütün öğrendiklerimizi dikkatle ve inançla kullanarak, sürekli olarak sınırlarımızı zorlamayarak... Kendimizi denetleme durumunda, berraklığın ve erkin hatalardan da kötü olduğunu görebilirsek, her şeyi denetimimiz altında bulundurduğumuz bir noktaya erişebiliriz. İşte o noktada erkimizi nasıl ve ne zaman kullanabileceğimizi biliriz. Üçüncü düşmanı böylece yenmiş oluruz. Bu da insanı öğrenim yolculuğunun sonuna getirir. Bir de ne görürsün! Sonuncu düşman karşına dikilmiş durmaktadır: Yaşlılık! Düşmanların en acımasızıdır bu. Hiçbir zaman bütünüyle yenemeyeceğimiz bir düşman... Sürekli olarak savaşıp uzak tutmaya çalışmaktan başka yapılacak bir şey yoktur.”

En büyük korku: Ya sonra?

İnsanoğlunun en büyük dört düşmanını böyle anlatıyor Carlos Castaneda kitabında. Tüm bunları niye yazdığıma gelince… Engelli bireylerin ve ailelerinin en büyük korkusu yaşlanmaktır demiştik. Bunu iki taraftan, iki farklı şekilde ele almak gerekir. Engelli bireylerin aileleri açısından baktığımızda korkunun başlangıç noktası, yaşlanıp elden ayaktan düşmek ve daha önemlisi doğduğumuz andan itibaren bildiğimiz tek gerçek olan ölümle yüz yüze gelmek. Engelli bireylerin aileleri, kendileri öldükten sonra çocuklarına ne olacağı kaygısını hep taşırlar. Kendilerinden sonra evlatlarına, kardeşlerine nasıl bakılacağı veya onunla kendileri gibi ilgilenilip ilgilenilmeyeceği kafalarında hep bir soru işareti olarak kalır. Bilhassa özel bireylerin aileleri için yaşlanma ve ölüm, kendilerinden öte evlatlarına ne olacağı düşüncesinden dolayı büyük bir endişe yaratır. Ülkemizde bunun çözümü geçmiş yıllarda yok gibi bir durumken, 04/11/2016 tarihli, 29878 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Engelli Bireylere Yönelik Özel Bakım Merkezleri Yönetmeliği” ile güvence altına alındı. Her ne kadar güvence yasalar nezdinde verilmiş olsa da bilhassa annelerin yüreğinde evlatlarına yönelik endişe elbette kalmaya devam edecektir.

Özel bireylerin yanı sıra bedensel, görme, duyma, konuşma gibi engelleri olan bireylerin aileleri ise evlatlarına verecekleri eğitim ile kendilerinden sonrasına hazırlayabilirler. İşte burada devreye paralimpik spor giriyor. Paralimpik sporlar sayesinde engelli bireyler hem maddi anlamda kazanç sağlıyorlar hem de toplum içinde yapabilirliklerini görüp gösteriyorlar. Ülkemizdeki Paralimpik Komite -engel derecesi ne olursa olsun- her engelli bireyin spor yapabilme özgürlüğünü onlara veriyor. Böylelikle engelli bireylerin ve ailelerinin geleceğe yönelik endişeleri azalmaya başlıyor. Paralimpik sporlarda kazanılan başarılar, aynı zamanda engelli sporcuların maddi kazanımlarını en üst seviyeye çıkartabiliyor. Birey böylelikle hem spor yaparak fiziksel açıdan kendini geliştirebiliyor hem de ekonomik bağımsızlığını elde edebilip geçimini idame ettirebiliyor. Zira olimpiyatlarda olduğu gibi paralimpik oyunlarda da madalyalara verilen ödüller; hatırı sayılır ölçüde iyi bir kazanç fırsatı ortaya koyuyor.

İnsanoğlunun en büyük düşmanı olan yaşlılık, engelli bireyler için ne ifade ediyor? Aileler en azından engelli çocuklarının hayatlarına devam edeceklerine inanırlarsa mental anlamda bir rahatlama yaşarlar.  Peki engelli bireyler, bilhassa bedenen engeli olan kişiler? Tekerlekli sandalye veya protez, ortez kullanan engellilerin hissiyatı ne yönde? Gençliklerinde veya belirli bir yaşa kadar kendi ihtiyaçlarını zor da olsa yapabilen, tek başına tuvalete giden, banyo yapabilen, ev işlerini bir şekilde halledebilen, merdiven çıkan veya yolda yürüyen engelli bireyler yaşlandıklarında tek başlarına bunları yapamadığında ne oluyor?

Önce yapamadıklarını yaptığı için mutlu olan, kabul gören, “Sizden hiçbir farkım yok” diyen engelli bireyler; yaş ilerledikçe tekrar aynı durumla karşı karşıya geldiklerinde büyük bir duygusal çöküş yaşayabiliyorlar. Bunu önlemek adına her engelli bireye kendisi ile barışması ve kabullenmesi gerektiğini çok önceden profesyonel yardımla sunmak gerekiyor.

Düşmanı yenmek!

Kendi adıma son yıllarda bunu çok fazla düşünmeye başladım. Yıllarca yönetmenlik, gazetecilik yaparken ve bilhassa spor medyasında bulunurken statlara, antrenmanlara, spor organizasyonlarına gidip geldim. Bazen karda kışta, bazen güneş altında hiçbir zaman zorluklara aldırış etmeden işimi yaptım. Radyoya gidip geldim. Ama şimdi düşünüyorum; bir gün gelecek, ben bunları yapmak için adım atmakta zorluk çekeceğim. Eskisi gibi elimde iki tane bastonla yürümek yerine belki de tekerlekli sandalye ile gidip gelmek zorunda kalacağım. Önce bunun olacağını kabullendim. Olmasını yavaşlatmak için yediğime içtiğime dikkat ederken antrenman yaparak güç kazanmaya çalıştım. Sonunda bunlar olduğunda hayatıma başka bir yön verebilmek için on sene sonrasının planını yaparak devam ettim. On sene sonra kendimi görmek istediğim yer için çalışmalara başladım. Eğer gidip gelemeyeceksem, gidemediğim yerleri yazarım dedim.

Bazen hayatı kurgulamak gerekir. Kurguladığımız hayat bizim üzüntülerimizi, endişelerimizi alıp götürür. Bu sebeple hayatı senaryo yazarak kurgulamaya karar verdim. Yaşlanmak kaçınılmaz bir son ama bakış açımızı değiştirerek kaçınılmaz olana kendimizi hazırlayabiliriz. Dediğim gibi neyi nasıl kabullendiğimiz önemli. Kabullenmek, teslim olmak ve sonrasında kaderin iplerine sıkı sıkıya sarılmak… Ölüm bir tırtılın kelebek olması kadar güzeldir. Eğer inanıp, hiç ölmeyecek gibi çalışıp, az sonra ölecek gibi O’nun sevgisini gönlümüzde yeşertebilirsek…

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...