
Emeklilik mi? O da ne? Danimarka’dan sevgilerle…
Danimarka’nın 70 yaş kararı: “Mezarda emeklilik” çağına hoş geldiniz! Bastonla son nefese dek çalışmanın trajikomik analizi ve küresel sistemlerin iflasına hicivli bir bakış.
Ah, Danimarka! Vikinglerin torunları, medeniyetin beşiği, mutluluk endekslerinin gediklisi... Ve şimdi de “70'ine kadar çalış, sonra da muhtemelen Azrail’le emeklilik planı yaparsın” felsefesinin öncüsü! Gerçekten de takdire şayan bir vizyon. Kim demişti ki insanlar yaşlanınca yorulur, dinlenmek ister diye? Saçmalık! Asıl marifet, bastonla fatura kesmekte, titreyen ellerle e-posta yanıtlamakta, “Evladım, o Excel tablosunu bi’ büyütsene, göremiyorum” diye gençlere takılmakta.
Danimarka hükümetini canıgönülden tebrik etmek lazım. Nihayet biri çıkıp bu “emeklilik” denen, topluma yük olan, ekonomiyi yavaşlatan, insanları tembelliğe iten çağdışı uygulamaya “Dur!” dedi. Düşünsenize, 60’lı yaşlarınızda emekli olup hobilere dalmak, torun sevmek, dünyayı gezmek... Ne kadar da bencilce! Oysa 70’e kadar çalışarak hem ülke ekonomisine katkıda bulunabilir hem de Alzheimer’a karşı zihninizi zinde tutabilirsiniz. Tabii, eğer o yaşa kadar zihin diye bir şey kalırsa. Ama olsun, niyet önemli.
“Çalışmak ibadettir”den “mezarda emekliliğe”: Bir evrim hikâyesi
Bir zamanlar, insanlar avlanır, toplanır, sonra da kabilenin yaşlıları ateş başında gençlere bilgeliklerini aktarırdı. Sanayi devrimiyle birlikte işler biraz değişti. Fabrikalarda uzun saatler çalışıldı, sonra da “Artık yeter, biraz da gençler çalışsın” denilerek bir emeklilik yaşı belirlendi. Bu yaş, genelde ortalama yaşam süresinin biraz altındaydı ki, insanlar birkaç yıl da olsa “yan gelip yatmanın” tadını çıkarsın. Ne naif zamanlarmış!
Sonra birileri çıktı, “Efendim, insanlar daha uzun yaşıyor, sağlık hizmetleri gelişti, emeklilik sistemleri çöküyor!” diye bir yaygara kopardı. Haklılar mıydı? Belki. Ama çözüm gerçekten de insanları ömürlerinin son demlerine kadar çalıştırmak mı olmalıydı? Yoksa bu, “Madem daha uzun yaşıyorsunuz, o zaman daha uzun süre de bize hizmet edeceksiniz, köleler!” demenin kibarcası mıydı? Pardon, “değerli çalışanlarımız” demek istemiştim.
Danimarka’nın bu kararı, aslında bir domino etkisinin son halkalarından biri. Önce “Bakın, sağlık harcamalarımız arttı, yaşlı nüfus çoğaldı, bu sistem böyle gitmez” denilerek emeklilik yaşları yavaş yavaş yukarı çekildi. 60 oldu 62, 62 oldu 65, 65 yetmedi 67... Şimdi Danimarka “70 olsun, bizim olsun!” diyor. Yarın bir gün Japonya çıkar, “Bizde 100 yaşını gören çok, 85’ten önce emeklilik hayal!” derse şaşırmamak lazım. Hatta belki de gelecekte “Doğrudan Mezarda Emeklilik Paketi” gibi cazip (!) tekliflerle karşılaşırız. Cenaze masrafları şirketten, mezar taşına “Yılın Çalışanı” plaketi hediye!
Küresel emeklilik sistemleri: Kim kimi kandırıyor?
Dünyadaki emeklilik sistemlerine baktığımızda, bir curcuna görüyoruz. Her kafadan bir ses çıkıyor, her ülke kendi “mükemmel” formülünü bulduğunu iddia ediyor.
- Pay-As-You-Go (dağıtım esaslı) sistemler: Bizim gibi birçok ülkenin benimsediği, “Bugünün çalışanları, bugünün emeklilerini finanse eder” mantığı. Kulağa hoş geliyor, değil mi? Ama bir sorun var: Genç nüfus azalırken yaşlı nüfus artınca, çalışan sayısı emekli sayısını karşılayamaz hâle geliyor. Sonuç? Ya primler artıyor ya maaşlar düşüyor ya da emeklilik yaşı uzuyor. Bingo! Danimarka bu sonuncusunu seçmiş gibi. Ne de olsa, “Gençler, sizin için çalışıyoruz... Ta ki siz de bizim gibi 70'inize gelene kadar!” demek çok daha insancıl.
- Fonlu sistemler (bireysel emeklilik ağırlıklı): “Herkes kendi bacağından asılır” felsefesi. Çalışırken bir fona para yatırırsınız, o para değerlenir (ya da değerlenmez, orası biraz şans işi), emekli olunca da oradan maaş alırsınız. Kâğıt üzerinde harika. Ama ya fon batarsa? Ya enflasyon birikiminizi kuşa çevirirse? Ya da o parayı yönetecek kadar finansal okuryazarlığınız yoksa? O zaman da gelsin “70'inde kasiyerlik” mesleği!
- Karma sistemler: Yukarıdaki iki sistemin “en iyi” yönlerini birleştirmeye çalışan (genelde en kötülerini birleştiren) modeller. Biraz devletten, biraz bireyden, biraz da kutsal ruhun yardımıyla bir şeyler yapılmaya çalışılır. Sonuç genelde yine hüsran ve yine “Hadi bakalım, biraz daha çalışın da sistem çökmesin” çağrıları.
- Aslında tüm bu sistemlerin ortak bir yanı var: İnsanı bir maliyet unsuru olarak görmek. “Ne kadar az emekli maaşı ödersek, o kadar kârdayız” mantığı. “Ne kadar geç emekli olurlarsa, o kadar uzun süre prim öderler ve daha az maaş alırlar, süper!” zihniyeti. İnsanın refahı, mutluluğu, yaşlılıkta hak ettiği huzur? Onlar teferruat. Önemli olan bilançolar, tablolar, grafikler. Grafikte “emeklilik harcamaları” kalemi düşünce, birileri odalarında gizlice göbek atıyor olmalı.
70 yaşında çalışmanın “faydaları”: Bir hiciv denemesi
Danimarka modelini eleştiriyoruz ama belki de biz yanlış düşünüyoruzdur. Belki de 70 yaşında çalışmanın sayısız faydası vardır da biz göremiyoruzdur. Gelin, bu “faydaları” bir sıralayalım:
Sürekli sosyalleşme: Evde oturup sıkılacağınıza, iş yerinde gençlerle (!) kaynaşır, güncel dedikoduları takip edersiniz. (Tabii, eğer kulaklarınız duyuyorsa ve gençler sizinle konuşmak istiyorsa.)
- Zihinsel dinçlik: Her gün yeni sorunlarla boğuşmak, karmaşık görevleri yerine getirmek beyninizi zinde tutar. Bulmaca çözmeye ne gerek var, iş hayatı zaten bir bilmece! (Unutkanlık başlarsa da sorun değil, nasılsa her şeyi not alacak bir asistanınız... olmayacak.)
- Fiziksel aktivite: Ofiste o koridordan bu koridora mekik dokumak, toplantıdan toplantıya koşturmak (tabii tekerlekli sandalyeyle de mümkün) günlük spor ihtiyacınızı karşılar. (Bel fıtığı, diz ağrısı gibi küçük detaylar göz ardı edilebilir.)
- Ekonomik özgürlük (!): Emekli maaşına muhtaç kalmadan, kendi paranızı kazanmanın (!) hazzını yaşarsınız. O parayla da bol bol ilaç, vitamin ve belki de yeni bir işitme cihazı alırsınız.
- Gençlere rol model olmak: Bakın çocuklar, biz bu yaşta bile çalışıyoruz, siz de tembellik etmeyin! (Gençlerin “Aman dede, gölge etme başka ihsan istemez” bakışları arasında.)
- Topluma katkı devamlılığı: Üretkenliğin son damlasına kadar topluma hizmet etmek... Ne ulvi bir görev! (O son damla genelde hastane yatağında ya da iş başında kalp kriziyle son bulabilir ama olsun, şehitlik mertebesi sayılır.)
Gördüğünüz gibi, 70’inde çalışmak aslında bir lütuf! Biz nankörlük ediyoruz. Danimarka bize bu lütfu sunarken, biz hâlâ “üç günlük dünya, biraz da keyfimize bakalım” derdindeyiz. Ayıp yahu!
Peki, ideal emeklilik nasıl olmalıydı? Bir hayalperestin notları
Madem hiciv yapıyoruz, biraz da hayal kuralım. Belki birileri duyar da ilham alır (pek sanmıyorum ama umut fakirin ekmeği).
İdeal bir dünyada emeklilik, insan onuruna yakışır bir şekilde planlanırdı.
- Emeklilik yaşı, ortalama sağlıklı yaşam süresi göz önüne alınarak belirlenirdi. Yani insanlar, gerçekten dinlenebilecekleri, hobilerini yapabilecekleri, sevdiklerine vakit ayırabilecekleri bir dönemde emekli olurlardı.
- Emekli maaşları, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayacak, hatta biraz da sosyal aktivitelere katılabilecekleri düzeyde olurdu. "Açlıktan ölmeyin yeter" mantığı terk edilirdi.
- Sağlık hizmetleri, yaşlıların ihtiyaçlarına göre özel olarak düzenlenir, erişilebilir ve ücretsiz ya da çok düşük maliyetli olurdu.
- Emeklilerin sosyal hayata katılımı teşvik edilir, onlar için kurslar, etkinlikler, geziler düzenlenirdi. "Yaşlılar evde otursun, ortalıkta dolaşmasın" zihniyeti tarihe karışırdı.
- Belki de bazı ülkelerde denenen "kademeli emeklilik" yaygınlaşırdı. Yani insanlar birdenbire iş hayatından kopmak yerine, çalışma saatlerini yavaş yavaş azaltarak emekliliğe yumuşak bir geçiş yaparlardı.
Ama bunlar hep hayal işte. Gerçek dünyada, Danimarka gibi ülkeler “ilericilik” adına insanları daha fazla ve daha uzun süre çalıştırmanın yollarını arıyor. Belki de amaçları, “Çalışmaktan ölen ilk insan” unvanını kendi vatandaşlarına kazandırmak. Kim bilir?
Tebessümle karışık acı gerçek
Danimarka’nın 70 yaş kararı, bir kara mizah başyapıtı gibi duruyor önümüzde. Güleriz ağlanacak halimize misali. Ama bu karar, aynı zamanda küresel bir trendin de habercisi. Sermayenin doymak bilmez iştahı, devletlerin “sürdürülebilirlik” adı altında insanı hiçe sayan politikaları ve giderek artan bireycilik, bizi bu noktaya getirdi.
Belki de gelecekte torunlarımız, “Dede, sen kaç yaşında emekli olmuştun?” diye sorduğunda, “Evladım, bizde emeklilik yoktu, biz doğrudan işten mezara transfer olurduk” diyeceğiz. Ya da daha da kötüsü, o soruyu soracak torunlarımız olmayacak, çünkü herkes o kadar çok çalışacak ki aile kurmaya, çocuk yapmaya vakit bulamayacak.
Ne diyelim? Danimarka'ya bu “aydınlanma” için teşekkürlerimizi sunarken, içimizden bir ses “Acaba sırada hangi ülke var ve çıtayı kaça yükseltecek?” diye sormadan edemiyor. Belki de hedef, Platon’un “Devlet”indeki gibi, çalışamayacak duruma gelenlerin nazikçe (!) toplumdan uzaklaştırıldığı bir düzen.
Şimdilik bize düşen, bu trajikomik duruma karşı ironik bir gülümsemeyle “Hayırlı işler, bol kazançlar!” demek. Ve tabii ki şimdiden mezar taşı siparişimizi hangi yazı karakteriyle yazdıracağımızı düşünmeye başlamak. Ne de olsa, 70’inden sonra çok vaktimiz olmayabilir! Belki Danimarka bu konuda da bir standart belirler, kim bilir? “ISO 9001 Kalite Belgeli Mezar Taşı Yazı Stilleri” gibi... Hayal gücünün sınırı yok sonuçta, özellikle de konu insanı daha fazla sömürmek olunca!

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.