Cumhuriyet’i kurtarmak
Cumhuriyet’in ilan edilmesinin üzerinden 101 yıl geçti… Kurtuluş Savaşı ile topraklarımız düşman işgalinden arındırılırken artık kültür ve sanat alanında başlamıştı mücadelemiz. Peki, ne kadar yol katettik 101 yıl boyunca?
Çankaya Köşkü kütüphanecisi Nuri Ulusu anlatıyor:
“… ‘İstediğiniz kitapları karton kutular aldırdım, onların içine koydurup özel trenle naklettireceğim’ deyince ‘Dur biraz bekle’ dedi. Kitap adedine şöyle bir baktıktan sonra kütüphaneden çıktı, odasına gitti. Biraz sonra bir baktım iki tane cephane sandığını, muhafız alayı erleri getirip kütüphaneye koyuverdiler ve gittiler. Ne olduğunu anlamadan, bakıp dururken Atatürk içeri geldi, benim şaşkın şaşkın baktığımı görünce, ‘Ne o Nuri oğlum, şaşırdın değil mi? Şaşırma, şaşırma, savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun, bilemezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanatla savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur; işte şimdi cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini artık kitaplar alsın’ dedi.”
Bugün Cumhuriyet 101 yaşında. Kurtuluş Savaşı biteli 101 sene oldu. Latin rakamlarını kabul edeli 100, uluslararası saat ve takvim sistemine geçeli 99, Milli Eğitim Teşkilatı kurulalı 98, sanayi ve sanat mektepleri açılalı 97, Latin alfabesine geçeli 96, Halkevleri açılalı 92, Tercüme bürosu kurulalı 84 sene oldu. Ve dahası…
Çankaya Köşkü’nün tozlu kütüphanesinde, bir zamanlar cephane taşıyan sandıklar artık kitaplarla doluydu. Atatürk, kütüphaneci Nuri Ulusu’ya dönerek, “Savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanatla savaşımızdır,” demişti. Aradan geçen 101 yılda bu savaşta ne kadar yol kat ettik?
Rakamlar acı gerçeği gösteriyor
TÜİK’in açıkladığı 2022 yılı verilere göre, son 12 ay içerisinde 15 yaş ve üzeri fertlerin yüzde 69’unun hiç kitap okumadığı, yüzde 31’nin ise en az bir kitap okuduğu aktarılıyor. Yine aynı araştırmada en çok kitap okuyan yaş grubu yüzde 50,9 ile 15-24 yaş aralığında. En az kitap okuma oranı ise yüzde 14 ile 65 yaş ve üstü yaş aralığında olduğu belirtiliyor. Genelde ise toplam nüfusun yüzde 31’i kitap okuyor görünüyor. Yani memleketimizde her 10 kişiden 7’si kitap okumuyor.
Peki ya yayıncılık sektörü? TÜİK, Kültür ve Turizm Bakanlığı istatistikleri, ISBN Türkiye Ajansı verileri ve sektörel kaynaklara göre ise Türkiye’de 2023 yılında basılan yaklaşık 450 milyon kitabın büyük çoğunluğu eğitim kitaplarından oluşuyor. Yani zorunlu olan okumalar… Yetişkin edebiyatının payı ise yaklaşık yüzde 15-20.
Cumhuriyetin ilanından bu yana atılan tüm adımlar ile ilkokul eğitimi zorunlu hâle getirildi, karma eğitime geçildi, yeni üniversiteler açıldı, mesleki eğitim yaygınlaştırıldı, çeviri faaliyetleri arttı, edebî dergiler çoğaldı… Türkiye’nin kültürel modernleşme sürecinin temellerinin atıldığı pek çok yapı kuruldu ve hem okuryazarlığın artması hem de kültürel yaygınlaşmanın sağlanması için haylice inisiyatif geliştirildi. Peki sonuç? 101 yıl sonra hâlâ toplumun üçte ikisi kitapla barışamamış durumda.
Whitman’ın 150 yıllık kehaneti
Amerikalı düşünür Walt Whitman, bundan tam 150 yıl önce yazdığı satırlarda bugünü görmüş gibi. Materyalizmin cumhuriyetçi erdemlere galebe çaldığını belirten yazar, para kazanmanın en yüce hedef hâline gelmesi, toplumsal değerlerin yerini bireysel zenginlik hırsının alması, iş dünyasının ahlaki değerleri aşındırması, toplumsal dayanışmanın zayıflaması, kültürel değerlerin ikinci plana atılmasından endişeyle bahsediyordu. 2024 Türkiye’sinde aynı endişeleri taşımıyor muyuz?
Cumhuriyet’in 101. yılında televizyon kanallarında kamu spotları dönüyor, markaların özel reklamları yayımlanıyor. Sinema filmleri, özel baskı kitaplar, concept sergiler, kutlamalar, adanmış dergi kapakları, gazetelerde eşantiyon olarak dağıtılan bayraklar vs vs. Hepsi de geçmişe bir saygı duruşuyla başlıyor, geleceğe de ümitle bakan dileklerle bitiyor. Peki bu gösterişli kutlamaların ardında gerçek bir kültürel dönüşüm var mı? Yoksa kültür ve sanat derken, milyon dolarların harcandığı bir “gösteriş sektörü” mü yarattık?
Daha geçen yıl seçimlerin gölgesinde ülkeyi terk etmeyi planlayan zihinler, kendinden farklı düşüneni ötekileştiren dudaklar, bugün coşkuyla Cumhuriyet kutlamaları yapıyor. Bu çelişki, kültürel dönüşümün yüzeyselliğini gözler önüne sermiyor mu?
Mesela, çok değil, 1960’ların sonu 70’lerin başından beri, iyi giyimli kişilerin daha yetenekli olduğunu sanıyor, sunumu iyi olan çalışanların diğer işlerinin de iyi olduğunu zannediyor, fit görünümlü insanları daha disiplinli kabul ediyor, çekici insanları daha zeki algılıyor, düzenli öğrencilerin akademik olarak daha başarılı olacağını düşünüyor, derse katılımı yüksek öğrencilerin sınav performanslarını daha yüksek olacağını bekliyor, pahalı ürünleri daha kaliteli zannediyor, popüler markaların yeni ürünlerinin de iyi olacağını bekliyoruz. Kısacası kültürel dönüşümümüz “halo etkisi / halo effect” istilası altında eriyor.
Cumhuriyet, demokrasi, özgürlük, eşitlik, kadın hakları gibi sosyal ve politik olgular da bu etkiden beri kalmıyor. Cumhuriyet denilince otomatik olarak modernlik, ilerilik, özgürlük ve eşitlik gibi kavramlar aklımıza geliyor; demokrasi ise adalet, özgürlük refah ve gelişmişlik algısı ile özdeşleşiyor. Sadece kavramların varlığı yeterli görünürken, içerik ve işleyiş ikinci planda kalıyor ve sorunlar görmezden geliniyor. Demokrasi vurgusu içi boş sloganlara dönüşüyor, Cumhuriyet Bayramı’nda sadece gösterişe odaklanıyoruz. Bir haftadır sosyal medyada Atatürk’ün Nutuk’taki o meşhur cümlesi hesaptan hesaba dolaşıyor; “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz!” – Her sene Mehmet Öznur Alkan hoca bu ifadenin tarihsel gelişmeler açısından ısrarla yanlış olduğunu ve doğru anlamını veren asıl cümlenin “Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz!” olması gerektiğini söylese de, hakikat kimsenin umurunda değil. Önemli olan akıma kapılmak, akımda olmak.
101 yıl sonra Cumhuriyet’e gerçekten samimiyetle sahip çıkabiliyor muyuz? Onu bu halo etkisinden kurtarmak için ne yapacağız? Uzmanlar sorunun temelinde toplumsal diyalog eksikliği ve eğitimin sadece teknik boyutuyla ele alınmasının yattığını belirtiyor. Demokratik toplum için kültürel gelişimin şart olduğunu, bunun da ancak güçlü bir eğitim sistemi ve toplumsal diyalogla mümkün olabileceğini vurguluyorlar. Eğitimi sadece teknik bir mesele olarak görmek, ahlaki boyutunu es geçmek, Cumhuriyeti kuran aklı idrak edememektir.
Goethe’nin yüzyıl önce sorduğu soru bugün hâlâ yanıt bekliyor: “… peki kimsin o zaman? – İlelebet şer isteyen ve ilelebet hayır işleyen o gücün parçasıyım ben.” Belki de Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında bu soruya verilecek yanıt, kültürel dönüşümümüzün de anahtarı olacak.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.