08 August 2024

Bu kulağı tırmalayan popülist kelimesi de neyin nesi?

Demokrasi ve popülizm gibi mevhumlar bize ne anlatıyor? Sahi dünya halklarını “etnik” diye tasnif edenler de kimler? Ey insanlık! Kafalarınızı kaldırıp jokeyin kim olduğuna bakma zamanınız çoktan gelmedi mi?

Uzun yıllar boyunca çeşitli radyolarda dünya müziği programları yaptım. Asya’dan Güney Amerika’ya, Afrika’dan Rusya’nın kılcal yollarında bulunan yerel köylerdeki müziklerine kadar yayılan bir yelpazeydi programım. Alışılagelmiş şekilde bir yayın gütmedim. Herhangi bir eserin takdimini yaparak onları dinleyiciye sunmadım sadece, şarkıların eğer varsa sözlerini izah ettim, yeri geldi enstrümanları hakkında bilgi verdim, yeri geldi o topluluğun müzikleri ve sesleri üzerinden sosyolojilerini, dinî inanışlarını, antropolojilerini izah etmeye, tanıtmaya çalıştım. Bu sayede dinleyicilerim de bizzat ben de çok yer gezmiş, çok farklı halklar tanımış, duymuş, duyumsamış olduk. Bir nevi şiirlerinden, enstrümanlarından, dillerinden ve ezcümle şarkılarından seyrettik milletleri ve daha küçük kavimleri. Benim bu yaptığım programı tanıtmak isteyen birileri vardı ve hakkımda şöyle bir cümle kullanmışlardı: “Etnik müziğin adresi.” O zamanlar bu tanıma karşı çıkmış olsam da yeterince sövmemişim anlaşılan. Etnik… Etnik mi? Niye etnik? Yani bırak müziği, toplumların Greenwich’i, nirengi taşı, referans noktası ya da ismini nasıl koyarsanız, neresiydi ki diğer dünya halkları “etnik” diye tasnif ediliyordu? Bu noktaya tabii ki birazdan geleceğim.

Bu ülkede kelimeler, bazı anlamlara gelmiyor…

Dünyanın birçok ülkesinde demokrasi sistemi hâkim, kâğıt üzerinde de olsa… Hatta yasal olarak krallık idari şeklinde yaşamlarına devam ediyorlarsa da demokrasi bir nevi hava gibi, su gibi gereksinim, tanım itibariyle. Demokrasi, dünya tarihinin sorguya ve suale kapalı cennet hülyası. Sorgulamaya niyet edeni dahi yok kılan, ortadan kaldıran bir yapı günün sonunda. Türkiye özelinde konuşmak gerekirse ithal ettiğimiz hemen tüm ideolojiler, sistemler, ilkeler yahut inkılaplar jakobence tepeden inme metoduyla giydirildi. Ülkemin Robespierre’leri azımsanmayacak kadar güçlü. Siyasi konuşmuyorum, siyaseten hiç. Siyaset bilimi üzerinden popülist söylemlerin peşindeyim. Ama bu kulağı tırmalayan popülist kelimesi de neyin nesi? İyi bir şey mi, yoksa sıradan halkın dahi günlük hayatına hakaretamiz bir ifade olarak nüfuz etmiş bir şeytan mı? Demokrasi sayesinde idarenin tepesine gelen insanların elitler güruhunu yaratacak olması demokrasi kavramının bir getirisi olduğu gibi, halkın gözden ve sözden düşmesi de popülizmin belini kıracaktı. Yani tanımları düzgün tanımlanmamış kavramlar, mahir olmayan ellerde -ki ithalatçı olduğumuz için- kargaşadan başka hiçbir işe yaramıyor. Bu ülkede kelimeler, bazı anlamlara gelmiyor.

Modern popülizm nasıl şekillendi?

Demos ve Kratos, yani sıradan insan ve kuvvet kelimelerinin birleşimi demokrasi. Popülizm ise kurulu düzene diş geçiren, elitler zümresine karşı halkın gücünü önceleyen, aynı demokrasi gibi bir yönetim şeması, fikri, ideolojya örgüsü. Popülizm tabii kelime olarak mahzurlu, pürüzlü bir kelime. Popüler olanın taşıdığı ucuzluk ve kalitesizlik gibi muhtelif menfi tanımlardan ötürü sevmiyoruz çoğumuz. Aslında halk, popüler olan bu sevimsizliğin kendi içinden çıktığını bilmesine rağmen aynada kendi aksini görmeye tahammül edemediği için sevmiyor. 1923’ten bu yana Türkiye siyaset, sanat ve irfan dünyası demokrasiden ziyade popülizm hegemonyasındaydı. Federico Finchelstein demokrasi ile popülizmin arasında yaşadığı tenakuzu zenofobi, yani yabancı düşmanlığı, güçlü otoriter liderler, uzun vadede yaratılan yeni elitler, yeni seçkinler noktasında değerlendiriyor. Bilhassa modern popülizmin İkinci Dünya Savaşı sonrası faşizmi doğrultusunda şekillendiğini belirtiyor. İktidara gelmeden önce popülizmi savunan ve uygulayan liderler, erkin kendisi ve yapının sahibi olduğu noktada demokrasinin millî irade sancağına bürünüyor. Bilhassa popülizm kuramlarıyla bilinen Ernesto Laclau, demokrasi ile popülizmi çoğu yerde eklektik ve mütemmim cüzler olarak görür. Ancak benim itirazım şuna: Bruno Bauer, yani Karl Marx’ın hocası; Prusya’daki zalim monarşi sistemi içinde Yahudilerin dinlerinden ötürü üçüncü sınıf insan muamelesi gördüğünü düşünüp dinin tamamen ortadan kalkmasını istiyordu. Böylelikle de herkes eşit olacaktı ve Yahudiler haklarına kavuşabilecekti. Marx ise sorunun çözümünü dinin ortadan kaldırılmasında görmüyor, bilakis fakir Yahudi halkın tutunduğu bir ip olarak telakki ettiğini düşünüyordu. Din sayesinde de halklar gerçek kavramlarla mücadele yerine ruhi dünyalarında debeleniyordu. İşte bu yüzden de “Die Religion ist das Opium des Volkes” yani o meşhur “din toplumların afyonudur” vecizesini kuruyor. Ayrıca belirtelim; “opium” yani afyon, dönemin ağrı kesicisidir, morfinidir, yatıştırıcısıdır. Evet, konumuz Marx olmasa da bu örnek üzerinden okuyalım itirazımı. Ne Prusya var ne Yahudiyiz ne de dinimiz uyuşturuyor. Kısaca bu cümlenin ne zarfıyız ne mazrufu. Yıllarca dinsizimiz böylesi basmakalıp ve ithal söylemler üzerinden fikir beyan etme gafletinde ve hezeyanında bulundu, inançlı kesimi kendilerince küçümsemek ve ötekileştirmek çabasıyla. Bu ülkenin kendini aydından sanan, o güne dek kimsenin cahilliklerini yüzüne vurmadığı gerçek elitistler, sahipsiz kavramları taştan taşa vurdular. Halkın, halkların manevi (onlar için moral diyeyim sevinsinler) duyguları ve inançları tekamülün, yani üst lige çıkmanın, ‘ah evropa’ düzeyine ulaşmanın, ‘moderin gavur çağdaşlar bizi adama saysınlar’ın, sözüm ona çağdaşlığın en kalın bariyerleriydi. Kimdi bu kendini bilmez cühela tabakası? Benim işim halkın elitistlere çaldıkları galebe olan popülizmi anlatmak. Fakat halk düşmanlarının geri kalmış ülkelerde demokrasi ve popülizm çığırtkanları olmaları kimseyi aldatmasın, zira kurulu düzen dediğimiz sistem hep onlara çalışır, masa hep kazanır, masa da masaymış ha!

Popülizmin sol ideoloji ürünü olduğunu söylemeden hulasa yapmayacağım. Ama güzel ülkemde elitistlere sorsanız onlar da sol ideoloji neferleri. İdris Küçükömer ne buyurmuştu “Düzenin Yabancılaşması” eserinde? “Türkiye’de sol sağdır, sağ soldur.” Dışarıdan her ithal ettiğimiz tanımı giymeye çalıştıkça başımıza gelmeyen kalmayacaktır. Sağ-sol kuramları da Sanayi Devrimi mahsulü değil miydi? Bizim sanayi devrimimiz ne ara oldu da konumlandık allasen.

Misafir misafiri istemezmiş…

“Bu memlekette sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur; namuslu-namussuz vardır” cümlesini de analım Meriç’in. Yoksa babası Almanya’da göçmen işçi olup Türkiye’de göçmen Araplara zenofobik yaklaşan sözüm ona vatanperverliği hangi muteber düşünce akımına oturtabiliriz? Yahut bir zaman önce Balkan mezaliminden kaçan ve bu ülkeye sığınan Türk’ü, Boşnak’ı, Makedon’u, Bulgar’ı bugün nasıl ve neyden rahatsız olabilir? Misafir misafiri istemezmiş, mesel bu ya!  Evet, aslında bu sistemler “biz” ve “onlar” fikrini alevlendirmekten başka bir çıktı verememiştir son kertede. Bir yığın yaratmak ve diğer yığını ötekileştirmek, dilerseniz böl-parçala-yönet diyebilirsiniz. Bir çarlık ve onun etrafındaki feodal güçler altında ezilmiş olsaydık Narodnik Hareket’in hepimiz yılmaz savunucuları olabilirdik. Kim neyi nasıl tanımlayıp okuyor? Tabii bizler tüm tanımlarda halkı kutsamakta ve elitistleri ahlaki çöküntü içinde varsayıp halkı, güçlü ve sessiz bir ahlak timsali olarak kabul ettiğimiz bir düzlemde okuyoruz, Rousseau öğretileriyle. Kimsenin de maçası yemiyor, halkın “yüce ve güçlü ahlakını” sorgulamaya. Tjitske Akkerman, popülist hareketlerin doğası gereği sağ ideoloji üzerinde hayat bulur; demos yani halk yerine, ethnos yani etnik değerleri ön planda tutar. Böylece de popülist otoriterler de bu iki kavram arasındaki muğlaklığı pragmatist şekilde kendi lehlerine paradigmalara dönüştürürler diyor. Ama hangi ethnos, hangi etniğin değerleri?

Maymuncuk kültür

Etnik müzik dendiğinde tüylerim diken diken oluyor. Bu emperyalist, yani sömürgeci zihnin türettiği fikri; benim insanımın üç saniye üstünde düşünmeden kabullenmesinin altında yatan kompleks nedir? Yani ben neden bana zorla giydirilen mevhumların kuklası, kölesi, müşterisi, tüketicisi, avamı, belki de ahmağı olayım? Mesela Fulanilerin yaptığı bir müziği, dillerini veya sanatlarını etnik kültür altında okurken, neden Slovenleri etnik görmüyorum? Fulaniler Afrika’da yaşayan 40 milyon nüfuslu bir kabile. Slovenya ise 2 milyon. Slovenleri yahut 36 milyon nüfusuyla Polonyalıları etnik kelimesinde neden inceleyemiyoruz? Ama yaklaşık 1,5 milyarlık Hint kültürü pek tabii etnik unsurlar. Çin motifleri, Arap şiiri veya Şaman müzikleri küllüm etnik. Etnhos kelimesi bize hakikati anlatıyor. Biz bugün ethnos demiyoruz ama etnik yahut etnisite gibi kelimeleri kullanmaktan geri de durmuyoruz. Çünkü kelime kökeni itibariyle sosyal gruplardan bahsediyor ama bazı özellikleriyle. Eski Ahit’te de karşımıza geldiği hâliyle, inanmayanlar, paganlar ve kafirler için kullanılıyor. Eski İngilizcedeki anlamı da Hristiyan ve Yahudi inançlarının kâfirleri, yani bizler. Çok mantıklı. Batı kendi gütmediği, inancını ve dünya görüşünü giydirmediği, kültürünü iğfal etmediği her toplumu etnik unsurlar diye yaftalayabiliyor, kendini de utanmadan merkeze konumlayabiliyor. Bahusus sattıkları kültür (!) de popüler kültür oluyor. Yani dünya halklarının manevi değerlerinin kapısını açtıkları maymuncuk kültür.

Çin’deki bir müzisyen Amerikalı bir müzisyenin müziğine benzer bir şey yaparsa popüler kültürden sayılır, muteber bile gözükebilir. Belki Amerikalılar aferin bile diyebilir. Türk müziğinin devlet marifetiyle yasaklanıp Batı müziğini halka dayatıldığı zamanlarda da kabul görülmek için can atıyorduk. Emir aldığımız üzere Erzurum barı, Isparta tekesi, Tekirdağ horası veya Rize papilat horonu oynayarak değil; vals yaparak seviye atlayacaktık. Hani modern dünya bizi kabul eder, etknikten merkeze geliriz, kulübe dâhil oluruz. Belki sonra sahiplerimiz başımızı okşar da bize aferin diyerek ödül verirler diye. Peki ya Çin etnikse, etnik olmayan kim? İngilizler, Amerikalılar, Almanlar vs. Tüm bu cehennemin içinden sıyrılabilen, neyin ne olduğunu görebilecek kadar fikri hür vicdanı hür olan bir halka dönüştüğümüz zaman demokrasi ve popülizm gibi mevhumlar zihnimizde can bulacaktır, aksi takdirde at olduğumuz müddetçe kafamızı kaldırıp jokeyin kim olduğuna bakma çabamız dahi anlamsız olacaktır.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...