03 October 2024

Ben o çocuğu tanıyorum, ismi Habil’di

Bir öteki icat edip onu katletmek Avrupa’nın yüzyıllardır sürdüregeldiği bir geleneği… Beyaz adamların katlettiği milyonlarca insanla beraber yok olan vicdan; beylerini, efendilerini çoktan yaratmış gibi. Ötekiler aynı, failler aynı, tarihler farklı...

2024’ün Eylül ayı, Almanya’nın başkenti Berlin’deyiz. 10 yaşında esmer bir çocuk, beyaz tenli ve amcaları yaşındaki kocaman ve müsellah polisler tarafından gözaltına alındı. Çocuk, elinde sadece bir devletin, Filistin’in bayrağını taşıyordu ve yakalandı, tek suçu da buydu üstelik. Bu çocuk, beyaz tenli ve elindeki de İsrail bayrağı olsaydı hangi polisin nefesi yeterdi tutuklamaya? Suçlu gibi karakola götürüldü yavru. Kim olduğunu biliyorum o çocuğun, siz de biliyorsunuz. Çünkü bu 10 yaşındaki sabiyi daha önceleri de defalarca gördüm.

Beyaz adamlar bunu hep yapıyor. Evladı atasından, toplumları özünden, nice canları da hayattan koparıp alıyorlar. Türk insanını Türk insanından da ayıran, -izm’lerle örülmüş duvarlarımızın tuğlalarını da verenler onlardı. Yakalayıp mahvetmek, hatta tüm imalarıyla öldürmek, bu güruhun ata sporu, normali, mizacı hatta. Meriç’in deyimiyle; “Mâverayla göbek bağını koparmış bir dünyanın insanı ya intihar eder ya da öldürür. Öldürmek, maddeci Avrupa’nın, yani Batı’nın alın yazısı. Kendini ve daha da çok başkalarını öldürmek…”

Bizi de maddeci, paragöz, dünyevi, materyalist yapabilmek için öldürmediler mi sanıyoruz sahiden, madden ve de manen? Hatta bazılarımızın eline otorite, güç, silah, hatta bazen darağacı verip bir diğerini öldürtmedi mi? Hintlinin kanını birkaç grup Hintliye, Kongolunun kanını Kongoluya, Arap’ın kanını Arap’a döktüren de bu beyaz adamdı nitekim. Ahmed Arif, “bunlar engerekler ve çıyanlardır / bunlar aşımıza ekmeğimize / göz koyanlardır / tanı bunları / tanı da büyü” diyerek tanıtmaya çalışıyordu bize. Evet Ahmed Ağabey, zemheri de uzadıkça uzadı.

Bu çocuğu daha önce Nebi Salih bölgesinde İsrail askerlerinin yakaladıklarında da gördüm. Kolunda alçı vardı. O vakitte de askerlerin elinden kurtulamadı. Aynı zamanda ve fakat 1987’de de taşlarla kolları kırılıyordu bu çocuğun, tam da Birinci İntifada zamanı. TRT’de izlerken kanım donmuştu. Havsalam henüz ne zalimi ne mazlumu ne zulmü tanımlamaya yetmiyordu. Donarak ve hayretle; bir insanın bırak çocuğu, başka bir erişkin insana dahi bu eylemi nasıl yapabileceğini anlayabilecek kadar büyümemiştim henüz. Kolu kırılan çocukla akrandım, 7 yaşındaydım.

Katledilen vicdan: Kendini ve herkesi yok eden…

Hep kovalayıp durdu beyaz adam. Kendi insanını dahi avlamaktan geri durmadı, yeter ki ötekileştirebilsin. Sadece çirkin diye, bir tuhaf gözüküyor diye büyücü dediler, cadı dediler, avlarına öyle başladılar. Evropa tarihinin sayfaları bu utançlarla dolu. Türlü işkence sonrası katline ferman verilen, ateşlerde yakılan yine kadınlar ve çocuklardı. Şifa dağıtabildiğini iddia eden kilise, eke kadınların bitkisel ilaç yapma gücü karşısında tökezledi. Bir nevi kocakarı ilaçları. Karizmaları fena hâlde çizilen rahipler, gözleri dönecek kadar öfkelenmiş olmalılar ki önce bu eke kadınların ve ardından çocuklarının canına kıydılar. Mecazen değil, diri diri yaktılar. Güçlü adamların işine ve çıkarlarına gelmeyen herkese uyguladıkları tarife buydu. Hâlen de bu, hiç değişmez.

Dün çaputlar giyip çamurlar içinde sefil bir yaşam sürerken de buydular; bugün İtalyan kumaşlardan özel dikilmiş takım elbiseleri içindeyken de müsaviler. Hayranı olduğumuz bunlar; benzemek için, takdirlerini kazanabilmek için her şeyimizden vazgeçtiğimiz, feragat ettiğimiz, tarihimize ve ecdadımıza sövdüğümüz, aynadaki aksimize mermi sıktığımız azmettiricilerimiz ve katillerimiz hep aynı kişiler. Onları muteber ve efendi olarak görenlerimizin zavallılığını tarih bir gün yazar belki; hani tarih güçlüler tarafından değil, doğrular tarafından kaleme alınmaya başladığında. Elif Küçük Durur, 2022’de yayımlanan derlemesinde yaşadığımız durumu şöyle özetliyor: “Stockholm Sendromu yaşayan birey, maruz kaldığı şiddeti benimsemekle kalmamakta, şiddet uygulayanla özdeşim kurarak onu anlamaya ve hatta savunmaya başlamaktadır.”

Aynı çocuk: farklı zamanlar, farklı bedenler

20. yüzyıl başlarında da görmüştüm bu çocuğu, Kongo’da hem de. O zamanki beyaz adam, çocukların dirseklerine taşlarla vurarak kırmaya çalışmıyordu. Çocukların ellerini ve ayaklarını diri diri kesip atıyorlardı, hiç uğraşmadan, acımadan. Milyonlarca elsiz ayaksız çocuk düşünün. Bakın milyonlarca diyorum, az buz değil, 10 milyon. Üstelik bu rakam, tüm Avrupa’nın Afrika’da uyguladığı mezalim faturası değil; sadece Belçika’nın sadece Kongo’da yaptığı zulüm, katliam, vahşet, soykırım, adına ne deniyorsa. Gözümün önüne gelen o fotoğrafı hayatımdan çıkarmak için neler vermezdim: 5 yaşındaki kızının kesilip önüne bırakılmış el ve ayağına bakakalan babanın çaresizliği ve hüznü. Dileyen ve yüreği kaldıran, bu fotoğrafa internette çok rahat ulaşabilir. Kongolu o baba gözünden bir an seyredebilir miyiz dünyayı? Haydi şimdi hep birlikte o muazzam, o modern ve harikulade Brüksel şehrine gidelim ve pastanelerinde satılan kesik el figürlü çikolatalardan yiyelim. Bon appétit!

“Human zoo” diye bir kelime öbeği var İngilizcede. Duymamış olmanız kuvvetle muhtemel. Rabbime şükürler olsun, lisanımız bu tanıma bir karşılık bulmamış, bulamamış, aramamış bile. “İnsan hayvanat bahçesi” diye tercüme edebiliriz. Evet, gerçekten sakil bir çeviri oldu ama anlamı da sakil zira. Yıllarca süren bu panayır, beyaz adamlar tarafından avlanan, beyaz olmayan insanları yakalayıp hapsettikleri ve aşağıladıkları bir cehennemdi. Hayır, yüzyıllar öncesindeki bir tanım değil, 1958’e kadar sürdü. Oradan aklımda birkaç görüntü var yine, sizin de kolaylıkla bulabileceğiniz. Papağan kafesine tıkılmış küçücük siyahi bir yavru ve onu besleyen, onunla akran iki diğer beyaz kız çocuğu. Bir karede de çitleri içinde anlamsızca dolaşan mahpus bir maymun muamelesi gören Filipinli, Kızılderili, Perulu kadınlar ve çocuklar. Vicdanımız sızladı mı, kaldıysa? Peki ya yapanların?

Bitmeyen süreç: “Diğeri” tükenmeyecek

Karanlık Orta Çağ sadece Avrupa’ya özgü değil. Bir tuhaf olduğu için Sokrates’e baldıran içiren Atinalılar, erke karşı iştigalleri yüzünden Galileo Galilei’yi hapseden Vatikan, farklı fikirlerinden ötürü gördüğü işkenceler sonrasında Hallac-ı Mansur’u katleden Abbasiler veyahut Sühreverdi’yi gözünü kırpmadan hiç eden Halepliler çok da farklı değillerdi. Birileri için çıkarlarına uymayan insanlar her daim bariyer ve tehlikelidirler. Kızlarını diri diri toprağa gömen bir Arap ile bebek yaştaki kızlarla evlenen İngiliz feodallerin aynı cahiliye dönemini yaşadıklarını ispat edebilirim, aralarında yüzlerce yıl olsa da. Yanı sıra sırf onlar, “tehlikeli” diye kimi işaret ediyorlarsa bunu kabullenmek bizim boynumuza düşen vazife olamaz, öyle değil mi? Oysa beyaz adam “terörist” dedi diye bizim de o kişileri terörist addetmemiz sadece köleliğimizi, aptallığımızı, esaretimizi gösterir. İsmet Özel’in mısraı özetlemiyor mu durumu: “Tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya / tarantulaymış benim adım diyecek değilim.”

Bunlardı hâlbuki, özgürlük mücadelesi veren efsanevi lider Nelson Mandela’yı yıllarca terörist ilan eden. Adam 1993’te Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Fakat Amerika 2008’e kadar terörist listesinden ismini düşürmedi. Bugün bana bu sefil cahillerin ve paçozların tanımlarını kabul etmemi emrediyorlar. Gûya ben de bu “muasır medeniyet” yalanını yutacağım ve putlarına, canavarlarına boyun eğeceğim, el pençe duracağım huzurlarında, haydi oradan. Bu safsatalara inanan köleler de kana susamış şekilde sokaklarda mülteci avına çıkıp onların evlerini ve işyerlerini kundakladılar, hem de daha dün. 15 yaşındaki bir çocuğa 12 mermi sıkıldı, Suriyeli diye, üstelik bir çocuk parkında, üstelik medeniyetler beşiği İstanbul’un göbeğinde. Cahiliye dönemi bitti mi sandınız?

Pek muteber beyaz adam, bana didaktik, terbiye edici, ahkam kesici, mütehakkim bir ses tonuyla emirler yağdıradursun, onların kanlı ve barbarca cinayet hikayelerini dinleyecek değilim. Çok değil, 60 sene önce milyonlarca çingeneyi, Sinti’yi, Slav’ı sırf kendilerinden değil diye katleden; adına da utanmadan “dünya savaşı” diyenleri gördüm. Dünya mı, hangi dünya? Sizin dünyanız o.

“Öteki”yi öldürmek

Ölüm emirleri veren siz, savaşan siz, barışan siz; ölen hep ve ölme sırası bekleyenler, her zaman diğerleri, yani ötekiler. Yahudilerin katledildiğini duymayan kalmadı, peki ya çingenelerin? Hâşâ huzurdan, Yahudilerle Çingeneleri aynı kefeye koyar mı onların tarihi! Yahudiler seçilmişlerin seçilmişi sanıyorlarken kendilerini, nasıl olur da bu mukaddes insan topluluğunu sadece onlara hizmet etsin diye tanrının yarattığına inandıkları sefil, esir ve aptal yaratıklar olan (!) ötekilerle ve diğerleriyle denk tutabiliriz, tövbe! Ötekilerin öldürülmesinde ne var, istatistik sadece. Savaş esnasında keskin nişancılar tarafından hedef tahtasına dönüştürüldüğü zaman da görmüştüm o 10 yaşındaki esmer çocuğu, ötekilerin arasında. Birkaç Nazi askeri; hedefi -yani çocuğu- tam alnından vuruyordu, hem de eğlencesine, tıpı tıpına İsrailli askerlerin eğlenerek öldürdükleri gibi, tıpkı Ayşenur’u vurdukları gibi.

Ben o çocuğu tanıyorum, o esmer çocuğu. Bazen Peru pasaportu taşıyordu, bazen kabilesiyle birlikte kendi hâllerinde Gana’daki bir ücra köyde yaşıyordu. Kimi zaman da sadece kendi kendine gelin güvey olan, “Bu topraklar bize vaat edildi” sanrısıyla bir grup nevrotik ve paranoid şizofrenik ruh hastası hırsız tarafından evleri çalınmaya çalışılırken, o esnada doğal olarak sokaklarında, bahçelerinde, parklarında oynarken katledilen masum çocuklardı. Örneğin Epstein gibi bir şeytanın kirli adasında kurbandılar seçkinlere. Dünyaca meşhur prensler, devlet başkanları, iş adamları tarafından tecavüze de uğradılar. New York’ta bir sinagogun altında ortaya çıkarılan tüneller niçin çocuklarla örtüştürüldü?

Ezcümle; Eylül 2024’te Avrupa’nın göbeğinde, 10 yaşındaki esmer bir çocuk, bir grup beyaz tenli polis gücünün elinden kurtulamadı, onu birlik olup koruyamadık. Aynı kaderi yaşayan öteki çocuklar gibi hepsi benim öz kardeşlerimdi. Ben o çocuğu tanıyorum, ismi Habil’di.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...