
Anneler Günü’nde Gazze: Gözyaşıyla yazılan bir ağıt
Anneler Günü’nde Gazze’deki annelerin son iki yıllık feryadına kulak vermeye, bombalar, açlık ve evlat acısıyla sınanan yüreklerin direnişine dikkat kesilmeye ve dünyanın vicdanına çağrıda bulunmaya ne dersiniz? Onların acısı, insanlığın sınavı…
Dünyanın pek çok köşesinde Anneler Günü, sevginin, şefkatin ve fedakarlığın en saf hâlini kutladığımız, çiçeklerin, gülümsemelerin ve sıcak kucaklaşmaların kalpleri ısıttığı bir gün. Annelerimize olan minnettarlığımızı dile getirdiğimiz, onların varlığıyla anlam kazanan hayatlarımızı bir kez daha idrak ettiğimiz o özel gün. Ancak bu evrensel kutlamanın coşkusu, dünyanın bir başka köşesinde, Akdeniz’in kıyısında, son iki yıldır eşi benzeri görülmemiş bir insanlık dramının gölgesinde yankılanıyor. Gazze… Adı artık feryatlarla, enkazlarla ve dinmeyen bir acıyla özdeşleşen o küçücük toprak parçası. Orada Anneler Günü, hayatta kalma mücadelesinin, evlat kaybetmenin ve tarifsiz bir kederin gölgesinde, annelerin yüreklerinde kanayan bir yara olarak varlığını sürdürüyor.
Son iki yıl, Gazze’deki anneler için cehennemin yeryüzüne indiği bir zaman dilimi oldu. Ekim 2023’ten bu yana devam eden ve şiddeti giderek artan saldırılar, abluka ve bunların yol açtığı insani kriz, en çok kadınları ve çocukları vurdu. Anneler, bir yandan kendi canlarını korumaya çalışırken, bir yandan da yavrularını hayata tutundurmanın, onlara bir lokma ekmek, bir yudum temiz su bulabilmenin ve her an tepelerine yağan bombalardan sakınmanın imkânsıza yakın mücadelesini veriyor. Bu Anneler Günü’nde, Gazze’deki annelerin yaşadığı trajediyi görmezden gelmek, insanlığımızın bir parçasını yok saymak demektir. Onların sessiz çığlıklarına kulak vermek, acılarını paylaşmak ve bu drama dikkat çekmek, hepimizin vicdani sorumluluğudur.
Annelik: Kutsal bir direniş alanı
Annelik; coğrafya, dil, din veya ırk ayırt etmeksizin, insanlığın en temel ve en kutsal duygularından biridir. Bir annenin evladına duyduğu sevgi, onu koruma içgüdüsü, onun için yapamayacağı fedakârlık yoktur. Anne, yaşamın kaynağı, ailenin direği, toplumun temel taşıdır. Huzurlu bir yuvada, güvenli bir ortamda annelik yapmak bile başlı başına bir özveri ve sabır gerektirirken, Gazze’deki anneler, bu kutsal rolü, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir vahşetin ortasında yerine getirmeye çalışıyorlar. Onların anneliği, sadece bir sevgi ve şefkat yumağı değil; aynı zamanda bir direniş, bir hayatta kalma sanatı ve insanüstü bir sabır örneğidir.
Gazze’de anne olmak, her sabah acaba çocuklarım bugün hayatta kalabilecek mi korkusuyla uyanmaktır. Gazze’de anne olmak, enkazların arasında evladının cansız bedenini aramak ya da yaralı çocuğuna çaresizce sarılmaktır. Gazze’de anne olmak, açlıktan ağlayan bebeğine verecek bir damla süt bulamamanın verdiği kahırdır. Gazze’de anne olmak, bombardıman sesleri arasında, korkudan titreyen yavrularına masallar anlatarak onları sakinleştirmeye çalışmaktır. Gazze’de anne olmak, her gün ortalama 37 çocuğun annesini kaybettiği bir coğrafyada, “Acaba bir sonraki ben miyim?” endişesiyle yaşamaktır.
Son iki yılın bilançosu: Annelerin gözünden bir soykırım
Ekim 2023’te başlayan ve sonrasında aralıksız devam eden saldırılar, Gazze’yi bir açık hava hapishanesinden, yaşanması imkânsız bir enkaz yığınına dönüştürdü. Bu süreçte on binlerce insan hayatını kaybetti ve bu kayıpların yaklaşık %70’ini kadınlar ve çocuklar oluşturdu. Bu rakamlar, Gazze’de her saat başı iki kadının, her gün en az 50 kadının öldürüldüğü anlamına geliyor. Bu, sadece bir istatistik değil; binlerce annenin, binlerce ailenin yok oluşunun acı bir kanıtıdır.
Evlat acısının en ağırı
Gazzeli anneler için en büyük yıkım, şüphesiz evlatlarını kaybetmek oldu. Kimi anneler, bombalanan evlerinin enkazından çocuklarının cansız bedenlerini kendi elleriyle çıkarmak zorunda kaldı. Bir anne, öldürülen çocuklarının üzerine “üşümesinler diye” battaniye örterken bir diğeri, Ramazan Bayramı’nda giydirmeyi hayal ettiği bayramlıkları, enkazdan çıkardığı evlatlarının hatırası olarak sakladı. Prematüre doğan bebekler, hastanelere yapılan baskınlar ve tıbbi yetersizlikler nedeniyle kuvözlerde can verdi. Bir yaşından küçük yüzlerce bebek, İsrail bombardımanları altında doğup, yine aynı bombardımanlarda hayatını kaybetti. Yaklaşık 17.000 çocuk ya annesini ya babasını ya da her ikisini birden kaybetti. Bu çocuklar, savaşın en masum kurbanları olarak hem ebeveyn kaybının travmasıyla hem de hayatta kalma mücadelesiyle baş başa kaldılar. Anneler, kaybettikleri çocuklarının yasını tutamadan, hayatta kalanları koruma derdine düştüler.
Açlık ve susuzlukla imtihan
Abluka altındaki Gazze’de temel ihtiyaçlara erişim neredeyse imkânsız hâle geldi. Özellikle hamile ve emziren anneler ile küçük çocuklar, yetersiz beslenmenin en ağır sonuçlarıyla karşı karşıya kaldı. Bir anne, 11 yaşındaki kızının savaş ve abluka nedeniyle 35 kilodan 20 kiloya düştüğünü, sadece kemik ve deriden ibaret kaldığını anlatırken çaresizliğini dile getiriyordu. 155.000’den fazla hamile veya emziren kadın, suya ve hijyen malzemelerine son derece kısıtlı erişebiliyor. Anneler, çocuklarına yiyecek bulabilmek için hayvan yeminden yapılmış ekmekleri yemek, hatta açlıklarını hissetmemek için karınlarına taş bağlamak zorunda kaldılar. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA), Gazze’deki 17.000 hamile kadının açlığın eşiğinde olduğu uyarısında bulundu. Gazze’deki insanların %71’i şiddetli açlıkla, %98’i ise yetersiz beslenmeyle mücadele ediyor. Bu, sadece fiziksel bir çöküş değil, aynı zamanda annelerin çocuklarını besleyememenin verdiği derin bir psikolojik yıkım.
Doğum ve ölüm arasındaki ince çizgi
Gazze’de anne olmak, doğumun bir mucize değil, bir kâbusa dönüştüğü bir gerçeklikle yüzleşmek demek. Savaşın başından bu yana yaklaşık 50.000 kadın Gazze’de doğum yaptı. Her gün ortalama 180 kadın, bombaların gölgesinde, yıkık dökük binalarda, hijyenden ve tıbbi yardımdan yoksun koşullarda, “tehlikeli” ve “insanlık dışı” şartlarda bebeklerini dünyaya getirmek zorunda kaldı. Anestezi olmadan sezaryen ameliyatı olmak zorunda kalan annelerin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Saldırıların başlamasından itibaren hamile kadınların düşük yapma oranı %300 arttı. Anneler, doğum öncesi ve sonrası hayati tıbbi hizmetlere erişemedi. Yeni doğan bebekler, kuvöz yetersizliği, ilaç eksikliği ve sağlık sisteminin çökmesi nedeniyle hayata tutunmakta zorlandı. UNICEF’in de belirttiği gibi, Gazze’de bir çocuğun dünyaya gelişi bir kutlama değil, “cehennemde gözlerini açmak” anlamına geliyor.
Yıkılan yuvalar, paramparça hayatlar
Sürekli bombardımanlar nedeniyle yüz binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Anneler, çocuklarının ellerinden tutarak, yanlarına alabildikleri birkaç parça eşyayla bir sığınaktan diğerine göç etti. Çadır kentlerde, okullarda, hastane koridorlarında hayata tutunmaya çalışan bu anneler için “güvenli” bir yer yoktu. Her an ölüm tehlikesiyle burun buruna yaşayan kadınlar, çocuklarına hem anne hem baba olmak, onları hem fiziksel hem de ruhsal olarak korumak zorundaydı. Yıkılan sadece binalar değildi; yıkılan umutlar, hayaller ve bir neslin geleceğiydi.
Görünmeyen yaralar: Ruhsal travma
Gazze’deki annelerin yaşadığı travma, sadece fiziksel acılarla sınırlı değil. Sürekli ölüm korkusu, sevdiklerini kaybetme, açlık, susuzluk, yerinden edilme ve geleceksizlik, annelerin ruh sağlığını derinden sarstı. Eşlerini, çocuklarını, evlerini kaybeden kadınlar, ağır yas süreçleri ve travma sonrası stres bozukluğuyla mücadele ediyor. Çocuklar ise geceleri ağlayarak uyanıyor; yatak ıslatma, saldırganlık, içe kapanma gibi ciddi travma belirtileri gösteriyorlar. Anneler, kendi acılarını bir kenara bırakıp, çocuklarının bu korkunç travmalarla başa çıkmalarına yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ancak psikolojik destek imkânlarının neredeyse hiç olmadığı bir ortamda, bu yaraların sarılması mümkün olmuyor. Bu durum, psikolojik rahatsızlıkların kronik sorunlara dönüşme riskini artırıyor.
Direnişin adı: Gazzeli anne
Tüm bu akıl almaz zorluklara ve acılara rağmen, Gazzeli anneler, insanüstü bir güç ve metanet sergiliyorlar. Onlar, yıkıntılar arasında filizlenen umudun, tükenmeyen sevginin ve sarsılmaz bir iradenin sembolü hâline geldiler. Han Yunus’taki Nasır Hastanesi’nde görev yapan Doktor Ala ez-Zeyyan’ın dediği gibi, “Gazze’de anne artık sadece sıradan bir anne olmaktan çıktı, en zor anlarda çocuklarına destek olan muazzam bir güç kaynağına dönüştü. Kaynakların kıt olduğu bu dönemde, anne her şeye rağmen çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan güvenli bir liman hâline geldi.”
Gazzeli anneler, açlıkla mücadele ederken bile çocuklarına son lokmalarını veriyor, en tehlikeli anlarda yavrularına siper oluyor, korku dolu gözlere umut aşılamaya çalışıyorlar. Onlar, sadece hayatta kalmıyor, aynı zamanda hayat veriyor, direniyor ve insanlığın en temel değerlerini ayakta tutuyorlar. Çocuklarının Anneler Günü’nü bilmediği bir ortamda, onları kalpleriyle kucaklayan, onlara “Güçlü olun, bu zor günler geçecek” diyen anneler, aslında tüm dünyaya bir ders veriyorlar.
Göç ve Diaspora Vakfı’nın da vurguladığı gibi, Gazzeli anneler çok haysiyetli anneler; yardım istemekte zorlanan, sabır göstermeye çalışan, ayakta kalmak için mücadele eden kadınlar. Onların bu sessiz direnişi, bu onurlu duruşu, takdirin ve saygının en büyüğünü hak ediyor.
Bir Anneler Günü’nde vicdan muhasebesi
Bu Anneler Günü’nde, dünyanın dört bir yanındaki anneler çocuklarından hediyeler alırken, sevgi sözcükleriyle şımartılırken, Gazze’deki bir anne, belki de çocuğunun mezarı başında gözyaşı döküyor olacak. Belki enkaz altında kalmış yavrusunun bir sesini duymak umuduyla bekliyor olacak. Belki de açlıktan ağlayan bebeğine çaresizce bakıyor olacak.
Eğer Gazzeli annelerin sesi duyulmazsa, hiçbir annenin gözyaşının güvende olmayacağını unutmamalıyız. Onların acısı, hepimizin acısıdır. Onların çığlığı, insanlığın ortak vicdanına bir çağrıdır. Bu Anneler Günü, sadece kendi annelerimizi hatırlamakla kalmayıp, aynı zamanda Gazze’deki annelerin ve dünyanın diğer çatışma bölgelerindeki tüm mağdur annelerin yanında olduğumuzu gösterme günüdür.
Onların yaşadığı trajedi, insanlığın ortak utancıdır. Çocukların öldürüldüğü, annelerin ağlatıldığı bir dünyada, hiçbir kutlama tam anlamıyla coşkulu olamaz. Gazze’deki anneler, Anneler Günü’nü kutlayamıyor olabilirler ancak onların fedakârlığı, sevgisi ve direnci, annelik ruhunun en saf ve en güçlü hâlini temsil ediyor.
Bir umut ve barış çağrısı
Bu metin, Gazze’deki annelerin yaşadığı tarifsiz acıyı bir nebze olsun dile getirme çabası... Onların hikâyesi, sadece bir haber bülteni detayı ya da bir istatistik rakamı değil. Onların hikâyesi, her birimizin kalbine dokunması gereken, gözyaşlarıyla yazılmış bir ağıt.
Bu Anneler Günü’nde ve her zaman, dualarımız ve kalbimiz Gazze’deki annelerle. Onların acılarının son bulması, çocuklarına güvenli ve huzurlu bir gelecek sunabilmeleri için uluslararası toplumun acilen harekete geçmesi gerekiyor. Kalıcı bir ateşkesin sağlanması, insani yardımların engelsiz bir şekilde ulaştırılması, yıkılan hayatların yeniden inşa edilmesi ve en önemlisi, bu zulmün sorumlularının adalet önünde hesap vermesi, insanlığın Gazze’deki annelere ve çocuklara olan borcu.
Unutmayalım ki bir annenin gözyaşı, toprağa düştüğünde sadece toprağı değil; tüm insanlığın vicdanını ıslatır. Gazze’deki annelerin gözyaşları dinsin, onların da yüzleri gülsün, onların da çocukları güvenle büyüsün diye barış için, adalet için, insanlık için sesimizi yükseltmeye devam etmeliyiz. Çünkü annelik, yaşamın kendisidir ve hiçbir anne, evladının acısıyla sınanmamalı. Bu Anneler Günü, Gazze’deki insanlık dramının son bulduğu, tüm annelerin çocuklarıyla birlikte huzur içinde yaşadığı bir geleceğe atılan ilk adımın miladı olsun…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.