Erciyes Dağı'nın binlerce yıllık tarihini ve mitolojik dokusunu "Kapadokya’nın Gizemli Mabedi: Erciyes" adlı belgesel ile ekranlara taşıdınız. Doğan Tekatlı yapımcılığında çekilen bu belgeselin fikri nasıl ortaya çıktı?
Kayseri’de bağ ve bahçeleriyle, doğasıyla ve Erciyes Dağı’na olan yakınlığıyla bilinen “Hacılar” isimli bir ilçe var. Buranın halkı, genellikle bölgeye kök salmış Kayserili ailelerden oluşur ve Erciyes Dağı ile aralarında sıkı bir bağ vardır. Eşim Mürüvvet T. Geyikçi ve ailesi de onlardan biridir. İşte tam bu nokta da eşim ve dedem Sayın Mustafa Biçer’le yaptığım sohbetler, Erciyes Dağı’na dair öğrendiğim mitolojik hikâyeler ve doğal güzellikler, beni Erciyes Dağı’nı detaylı bir araştırmaya yöneltti. Üstelik küçük yaşlarda babam Sami Geyikçi’nin kompakt makinesiyle çektiği Erciyes Dağı fotoğrafları da hafızamdaydı. Eş zamanlı şekilde o dönem, Bluport Yapım olarak, yine aynı ekiple birlikte bir AB projesi olan “Hafıza: Kültepe” isimli belgeselimizi tamamlamıştık. Kültepe, şehrin kuzeydoğusunda bulunan ve günümüzden şu ana kadar yapılan kazılardan elde edilen verilere göre 4 bin yıl öncesine kadar uzanan antik bir şehir. Burada yapılan kazı çalışmalarında da çıkarılan iki tablette, ardından Hitit dönemine ait Hisarcık’ta bulunan bir anıtta ve Roma döneminde basılan kimi sikkelerde de Erciyes Dağı’na olan hayranlığı ve saygıyı öğrendiğimizde, yapımcımız Doğan Tekatlı ile bu hikâyelerin anlatılması gerektiğine karar verdik.
Erciyes’in kültürel mirasına, medeniyetlerle olan ilişkisine ve efsanelerine vurgu yapılan bu belgeselin çekim sürecinde karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Bazı bölgelere ulaşımlarda zorluklar yaşadık. Mesela, Gereme Harabelerine ulaşım normal bir vasıtayla mümkün değil. Aynı zamanda rotayı da çok iyi bilmek gerekiyor. Öyle ki ulaşımın çok tehlikeli olduğu kısımlarda tecrübeli bir rehbere ve şoföre ihtiyacınız var. Bu kısımda Erciyes A.Ş’den çok destek aldık. Hem kurum yetkilileri hem de çalışanları bilhassa Ömer Bey, tüm ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi titizlikle yerine getirdiler.
Belgesele konu olan pek çok şeyi daha önce bölge halkının da duyduğunu zannetmiyorum. Öyle değil mi?
Doğru. Çünkü çoğu konu ilgili profesörler tarafından henüz bilimsel araştırma sürecinde veya bilimsel araştırma süreci yeni sonuçlanmış hâlde. Dolayısıyla akademik olarak süreci tamamlanmamış bir şeyin halka ulaşması da zaten mümkün değil. Bunu bir zincir olarak düşünürsek, halka ulaşma süreci zincirin son halkası gibi görünüyor. Bunu da zaten sanırım biz belgeselciler üstleniyoruz.
Erciyes Dağı’nın son patlaması günümüzden 9-10 bin yıl önce gerçekleşmiş. Hatta Erciyes Dağı oluşmadan önce Erciyes Dağı’na tabiri caizse annelik yapan bir dağ var, Erciyes Dağı onun patlamalarından oluşuyor. Mesela Kültepe’de kazıları devam eden evlerden birinde iki adet tablet çıkarılıyor… Bu tabletler de Erciyes Dağı’nın bilinen ilk ismi, ticari antlaşmada geçiyor veya Kapadokya Krallığı döneminde sikkelerde Erciyes Dağı’nın tasvirleri bulunuyor. Bu tasvirler, dönemin sosyolojik yapısını anlatan mitolojik efsaneleri barındırıyor. Bunların pek çok çoğunu ben de bilmiyordum. Bu belgesel aracılığıyla öğrendik. Eminim halkımız da işin uzmanı olarak içinde değilse, bilmiyordur.
“Türkiye’de yapay zekâ destekli olarak üretilen ilk belgesel olduğunu düşünüyoruz”
"Kapadokya’nın Gizemli Mabedi: Erciyes”i bölgeye dair çekilen diğer belgesellerden ayıran temel özellik nedir?
Öncelikle Erciyes Dağı’na dair “ilk” tarihî kültürel miras belgeseli. Bu anlamda çok büyük bir önemi var. Çünkü daha önce Erciyes Dağı bu yönüyle hiç ele alınmamış. Buna ek olarak Türkiye’de “yapay zekâ destekli” olarak üretilen ilk belgesel olduğunu düşünüyoruz. Çünkü henüz bir örneğini görmedik. Buna ek olarak belgesel de kullanılan müzikler, anlatım tekniği ve ele alınış biçimi olarak da Türkiye’de bir ilke göz kırpıyor. Mesela Türkiye’de çekilmiş ve yayımlanmış dağ belgesellerinin hiçbirinde o dağın oluşum süreciyle alakalı bir animasyon filmi göremezsiniz. Çünkü hem teorik olarak oldukça zaman alan bir mesele hem de uygulaması, bütçelendirmesi ve hayata geçirmesi oldukça zor. Oysa bir dağın hikâyesini anlatmaya en başından başlamak ve bu yüzden de onu görsel materyallerle desteklemek zorundasınız. Yoksa izleyicinin ilgisini kaybedebilir ve filmden doğru etkiyi alamayabilirsiniz.
Ayrıca uygulamasını gerçekleştirdiğimiz yapay zekâ canlandırma sahneleri de oldukça zaman alan ve işi zorlaştıran ögelerden birisi. Günümüzde yapay zekâ, aktif olarak hayatımıza girmiş olsa da uygulama konusunda -özellikle video içerik üretimi konusunda- gelişmeye devam ediyor. Ancak son gelen güncellemelerle birlikte oldukça gerçekçi görseller üreterek bunu da doğru anatomik tepkilerle hareketlendirip çok iyi sonuçlar elde etmeye başladık. Belgeselde de bunu doğru şekilde kullanmaya özen gösterdik. Bugün günümüzden 4 bin yıl önceki bir Kültepe’yi canlandırmak isteseniz, figüranlarından dekoruna çekim maliyeti çok uçuk rakamlar çıkacaktır. Hâlbuki biz, bunu yapay zekâ desteğiyle neredeyse iyiye yakın bir sonuçla elde etmeyi başardık. Elbette sanat yönetimi konusunda eksikleri vardır fakat bu ve bunun gibi çalışmalar ileriye dönük çoğu değişimin büyük adımlarıdır. Üstelik sinematografik olarak da bayağı bir farklılık kattı.
Belgeselin odağında yer alan Erciyes Dağı’nın tarih boyunca ruhani bir merkez olarak görülmesinin nedeni nedir?
Heybetidir. Fiziksel üstünlük her zaman bir avantajdır. Erciyes Dağı, insanoğlunun gücünün yetemeyeceği büyüklükte bir dağ olarak, tarih boyunca pek çok efsanede anlatılmış. Eski insanlar, tanrılarını buralara konumlandırmış ve yüksekliğini yücelik olarak nitelendirmiş. Bu da nesilden nesle hem gen olarak hem de kültürel kod olarak aktarılmış. Biz de binlerce yıllık bu tarihe ışık tutmak istedik.
Erciyes için neden “bir dağdan fazlası” yorumu yapılıyor? Buna katılıyor musunuz?
Bu yorum, kişiden kişiye değişebilir. Kimisi için yalnızca bir dağken kimileri içinse evet, bir dağdan fazlası. Mesela onlardan biri olarak yorumlayacak olursam, bir kere jeolojik anlamda çok etkileyici bir dağ. Büyüklüğü ve görüntüsü, şehrin durağanlığına ve sıkıcılığa ciddi bir dinamik katıyor. 3,5 milyon yıllık tarihine baktığımızdaysa, medeniyetlerle kurduğu ilişkiler ve kazandığı vasıflarda onu yalnızca bir dağ olmaktan çıkarıyor.
“Kapadokya’nın Gizemli Mabedi: Erciyes” belgeseli, yalnızca tarihsel bir anlatı değil; aynı zamanda doğa ve insan arasındaki köklü bağlara ışık tutan bir başyapıt olmayı hedefinde. Bu bağlara ilişkin neler söylersiniz? Doğa ve insan bölgede hâlâ bir bütün mü?
İnsanoğlunun doğayla olan ilişkisi her zaman olmuş ve de olmaya devam edecektir. Çünkü insan olmadan doğa var olmayı başarabilir fakat doğa olmadan insan var olamaz. Belgeselimizde aslında bunu çok net anlatıyor. Günümüzden 4 bin yıl önceki halkın Erciyes Dağı ile olan ilişkisiyle, bugün modern halk ile Erciyes Dağı arasındaki ilişki de değişmeyen tek şey, Erciyes Dağı’dır. Bir “Ozymandias” şiiri gibi...
Bu belgeselinizin izleyiciler üzerinde nasıl bir etki yaratacağını düşünüyorsunuz?
Filmimizde kullandığımız arşiv görüntüleri, belgeler, anlatılan hikâyeler ve konu, oldukça fantastik. Bu yüzden izleyici de bırakacağı histe eminim bu yönde olacaktır. Seyircimizin bir süre, anlatılanların gerçekliğini sindirmekte güçlük çekeceğine inanıyoruz. Tam da bu anda Erciyes Dağı’na gözlerini dikmelerini istiyoruz. Çünkü anlatılanların hepsi gerçek. Belgeselimizde yer alan konuşmacıların her biri, bu konuları ayrı ayrı çalışan alanında uzman profesörler. Bilhassa mitolojik hikâyeler seyircilerin ilgisini çekecektir.
“Projelerimde gizem yaratmayı seven yönetmenlerdenim”
Belgesel çekmek hem yaratıcı hem de bilgi dolu bir süreç. Bir belgesel yapmak, bir konuya derinlemesine bakış açısı sunarak izleyicilere yeni perspektifler kazandırmak amacıyla gerçekleşir. Sizin uyguladığınız metotlar nelerdir? Kendi açınızdan süreç nasıl işliyor?
Ben belgesel projelerimizde daha çok gizem yaratmayı seven yönetmenlerdenim. Çünkü insanların iç dünyasında tarif edemediği duygulara dokunmak, onları bir konuya çekmek konusunda gizem işimizi daha da kolaylaştırıyor. İzleyiciler, adını koyamadıkları duyguyu tanımlamak için o duygunun peşine düşüyorlar ve böylelikle aydınlanma süreci başlıyor. Benim projelerimde takip ettiğim yöntem de bu duygulara hükmedecek bir sinematografi yaratmaya çalışmaktan geçiyor. Ama sinemanın pahalı bir sanat olduğu da aşikâr. Sinemanın avantajı, çok iyi bir anlatım dili olması ve anlatmak istediğiniz şeyi pek çok materyalle destekleyebilmeniz. Fakat dezavantajı tabii ki bu materyalleri bir araya getirmek için gerekli olan maddi güç.
Belgesel sinemanın tarihsel süreç içinde geçirdiği değişim ve şu an içerisinde bulunduğu duruma dair neler söylersiniz?
Değişimden derken neyi kastettiğimizi iyi belirlememiz gerekiyor. Eğer teknolojik bir değişimse, evet. Olağanüstü bir değişim, tüm sinema sektöründe gözlemlenebilir. Fakat bunun dışında pek bir değişim göremiyorum. Çünkü insanlığın sorunları çağlar boyu aynı olduğu için belgesellerin sorunları ve anlatıları da yine aynı derecede konular üzerinden ilerlemeye devam ediyor.
Belgesel ve yapay zekâ arasındaki ilişki de giderek daha fazla önem kazanıyor. Yapay zekâ, belgesel üretiminde daha önce mümkün olmayan pek çok şeyi mümkün kılmakta ve yaratıcı, üretken süreçlerde önemli değişiklikler yapmakta. Bu bahsettiğimiz son belgeseliniz de Türkiye’de “yapay zekâ destekli” olarak üretilen ilk belgesel olma özelliği taşıyor. Buna dair neler söylersiniz?
Yalnızca belgesel dalında değil, genel olarak sinema ve dijital dünyada yapay zekâ olağanüstü noktalara doğru ilerleme kaydediyor. Fakat sinema özelinde konuşacak olursam bütçe konusuna büyük katkısı olacağı kesin. Zira doğru promptlarla ve ek programlarla devasa bir sette yapacağınız büyük bir işi veya bilgisayar üzerinden tasarlayacağınız bir CGI görüntüsünü, yapay zekâ ile tasarlamanız çok da zor olmayacaktır. Bu tabii üretim sürecini zaman ve para yönünden çok ciddi şekilde etkileyecek değişikliklere sebep olacaktır.
Sinema çalışmalarınızı Kayseri’de yürütüyorsunuz. Sektörel açıdan İstanbul dışında bir yerde ikamet etmenin zorlukları ve avantajları neler?
İmkânlar kısıtlı, tek zorluğu bu. Fakat yaratım sürecine pek çok faydası var. Yani imkânsızlıktan imkân yaratmak gibi bir klişe söz konusu. Evet, klişe ama gerçek.
Sinema kariyeriniz açısından önünüzde daha uzun yıllar olduğu bir gerçek. “Poşet”, “Son Akşam Yemeği”, “Ziyaretçi”, “Hafıza: Kültepe”, “İhtiyaç Molası” ve "Kapadokya’nın Gizemli Mabedi: Erciyes" adlı çalışmalarınızla piyasada “Ben de varım” dediniz. Bundan sonra sinema kariyerinizin nasıl şekillenmesini umarsınız?
Sinema benim için kariyer noktası değil, güvenli bir alan. Kendimi güvende hissettiğim ve mutlu olduğum bir yer. Burada ne kadar çok arkadaşım, dostum, sevdiğim insan olursa o kadar mutlu olurum. Tabii bu da daha fazla film, daha fazla festival, daha fazla ödül demek. Bu yönüyle bir lineer akış olursa hayatımda, çok mutlu olurum.