}
13 June 2025

Selen Beytekin: “Müzik sayesinde özümüze dönebiliriz”

Jazz dünyasının ünlü ismi Selen Beytekin, son dönemde adından sıkça söz ettiriyor. Galataport Uluslararası Jazz Festivali öncesi bir araya geldiğimiz Beytekin ile festivalin perde arkasını, jazz’ın kendisine kattıklarını, Türk insanının jazz müziğine bakışını ve yeni projelerini konuştuk.

Bu yıl ikincisi gerçekleşecek Galataport Uluslararası Jazz Festivali’nin fikir aşamasından sahneye taşınma süreci nasıl gelişti? Bu projeyi hayata geçirirken sizi en çok heyecanlandıran ve en çok zorlayan unsurlar nelerdi?

Geçtiğimiz yıl daha önce de konser verdiğim Galataport İstanbul’un değerli ekibi ile bir araya gelip böyle güzel bir mekânda bir jazz festivali yapmak için çalışmalara başladık. Ferit Şahenk ve Gür Çağdaş’ın özel olarak hayata geçirmek için destek verdiği, neden bizim de “Montreaux Jazz gibi bir jazz festivalimiz olmasın ki?” diyerek giriştiğim bu projede hayalim katılan insanları da festivalin seyircisi değil, bir parçası yapmaktı. Bu durum festivalde seyircilerin ücretsiz konserlere katılımının dışında dans, yaratıcı müzik atölyeleri ve alanları, amatör müzisyenler ve şarkıcıların profesyonel festival sahnesine çıkmaları, üniversitelilerin katılımı derken herkesin festivali aktif olarak sahiplenmesini sağladı. Ben müziğin bir araya getirici olduğunu vurgulamak isteyerek herkesi erişilebilir olarak bir araya getirmek istedim. İnanılmaz güzel bir birliktelik ortaya çıktı. Zorlayan unsurları konuşmaya gerek olduğunu düşünmüyorum, sadece hiç yapılmamış bir işi hayal olarak insanlara anlatmak ve onları ikna etmek her zaman zordur. Bu zorluğu aşarak ilk festivali çok güzel bir şekilde gerçekleştirmiş olduk.

Festivalin hem sanatçısı hem organizatörü olmak büyük bir sorumluluk. Bu iki kimliği aynı anda taşımak yaratıcı sürecinizi ve sahne deneyiminizi ne yönde etkiliyor?

Festivali oluşturmak, yani teorik kısmı ile uygulama kısmı yani organizasyonunu üstlenmek aslında olması gereken bir durum. Hayali doğru uygulayınca işler başarılı oluyor. Çünkü kimse benim aklımdakini benden iyi bilip uygulayamaz. Dolayısıyla benim için çok emek ve sorumluluk isteyen bir süreç oldu. Ama tabii bir de hem kurulumları yapıp hem diğer herkesin sunuculuğunu yapıp sonrasında sahneye çıkmak inanılmaz zor ama keyifli oldu. Bu beni ayrıca besleyen bir durumdu. Superman gibi sürekli kıyafet değiştirip sahnede, sahada olup her zaman hatırlayacağım çok tatlı anılar biriktirmiş oldum.

Festivalin içeriğinden grafik tasarımına, yemek konseptine kadar her aşamada söz sahibi oldunuz. Bu kadar çok boyutlu bir projede kendi caz anlayışınızı ve vizyonunuzu yansıtmak adına nasıl bir yol izlediniz?

Festivali yaratırken festival programına ek olarak özellikle içeriğini tamamen benim yapacağım konusunda anlaşarak başladığım için logo tasarımından tutun, konseptte elektrik projelerinin çizimi, booth üretimi, yemek menüsünün tariflerine kadar hazırlanması testi gibi konuların hepsini kendim hazırladım. Çok detaycı davranmamın sebebi jazz’ın renkli dünyasını en iyi en çekici şekilde katılımcılara aktarmak oldu. Dream gurubunun inanılmaz şefleri ile hazırladığım menü hayata geçti. Antur’un sahada kontrolü ile hiçbir şeyi aksamadan devam ettirebildim. Galataport kendini adamış ekibi ile tüm detayları uyguladık ve New Orleans gibi jazz’ın aslında bir sokak müziği olup herkesin sevebileceği, içinde bulunmaktan zevk alacağı bir kavram olduğunu katılımcılar ile paylaşabildik.

“Müzik sayesinde saflaşır, özümüze dönebiliriz”
Dünya Jazz Günü’nde gerçekleştirdiğiniz lansman konseri ve ardından gelen festival programı, Türkiye’de jazz kültürüne nasıl bir katkı sağlıyor sizce? Bu festivalin geleceğiyle ilgili hedefleriniz neler?

Türkiye’de jazz’ı uluslararası nitelikte icra eden çok iyi sanatçılarımız var. Bu niteliği gösterebileceğimiz ve de uluslararası isimleri de davet ederek sanatçılarımızı ülkemizde bir araya getirebileceğimiz birçok önemliydi. Jazz’ın kökenleri olan Afrikan-Amerikan müzik ve bunun türevlerini daha çok dinleyici ve amatör müzisyene de yayarak kültürün gelişmesi ve yayılması hedefi festivalin en önemli amacıdır. Birleştirici müziği ne kadar iyi anlar ve icra edersek insanlık olarak da o kadar saflaşır özümüze döneceğimize inanıyorum. Bu yıl ikincisi gerçekleşecek olan festivali Doğul Entertainment ve Pozitif üstleniyor ve onlar da aynı ruhta bu işi yapı.

Sahneye çıkmadan önce ritüelleriniz var mı? Performans öncesi kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz? 

Sahneye çıkmadan önce hazırlık sürecim tabii ki kostüm, makyaj, saç gibi detaylar var ama öncesinde yaptığım bir ritüelim yok. Ben her an ruh olarak sahneye çıkmaya hazırım ve çıktığım anda sanki asıl dünyama gelmiş olmanın rahatlığıyla sahne alıyorum.

Konser repertuvarınızı oluştururken ruh hâliniz mi yön verir, dinleyici kitlesi mi, yoksa mekânın atmosferi mi? 

Dinleyici kitlesinin isteyeceği tarzda parçalar seçmem, repertuarım her zaman tamamen benim sevdiğim parçalardan oluşur. Ama sahnedeyken bu parçaların icra sırasına tabii ki öncelikle seyirci ve atmosfere sonra da hem kendi ruh hâlime göre karar veririm. Sabit ve katı hiçbir şeyim yoktur. Değişkenlik ile tüm enerji akışını doğal bir uyum ile büyütmek için bu iletişimin olmasının çok önemli olduğuna düşünüyorum.

Sahneye ilk adımınızı atmadan hemen önce zihninizden geçen ilk cümle ne olur genelde? 

Hiçbir cümle geçmiyor. Hatta çok ilginçtir bunu yakın çevrem iyi bilir, sahneye çıkıp indiğim süre arasını indiğimde hatırlayamıyorum. Gerçekten süre nasıl geçti, detaylar neydi hafızamda olmuyor. Sonradan videoyu izlediğimde ya da birileri “Bak bu oldu” dediğinde hatırlıyorum. Sanıyorum bu tamamen o anın içinde olmaktan kaynaklanıyor.

19 yıllık sahne hayatınıza baktığınızda, müziğinizde sizce değişmeyen tek şey nedir? 

Yaşam enerjisi. Müziğin varlığının doğayla bağlantı kurup, yalnız olmadığımızı görmek ve büyük gücü hissedebilmek için var olduğunu düşünüyorum. Bu ise yaşam enerjisi ile geçiyor.

Sizce her şarkının “ruhu” var mıdır? Varsa, siz nasıl temas kuruyorsunuz? 

Her şeyin ruhu vardır, şarkıların da eğer gerçekten doğal bir şekilde ortaya çıktıysa ruhu vardır. Bu sevinç, hüzün, hareket, agresyon, pişmanlık, melankoli gibi sayısız ruh hâlini yansıtabilir. Müziğin samimiyeti var ise o ruh dinleyicilere güçlü bir şekilde aktarılır. Ben müziği olumsuz hislerimi göstererek yapmıyorum, aksine hayatımda ne olumsuz etkide kaldıysam bunları alıp içimde daha güzele dönüştürüp yaşam enerjisi, ümit veren şarkılara dönüştürerek temas kuruyorum. Müziğin onarım gücünün ışık gösteren ruh ile var olduğunu derinden hissediyorum, biliyorum.

Jazz müziğin doğaçlama ruhu sizi sahnede özgürleştiriyor mu, yoksa her an tetikte olmaya mı itiyor? 

Özgürleştirme diye bir kavramın olmadığını düşünüyorum. Bir insanın özgürleşebilmesi demek zaten öncesinde bağlı, boyunduruk altında olması demek. Özgür insan zaten özgürdür. Özgür insanın yaptığı müzik aslında jazz’dır. O yüzden bende her an tetikte ve özgür olmayan insanların icra ettiği jazz anlaşılmıyor, beğenilmiyor ama özgür insanların icrası anlaşılıyor ve onun ile çok güçlü bir bağ kuruluyor. Doğaçlama kavramı aslında uyum demektir. Çünkü doğada her şey her an değişiyor, insan mevcut durumu ne kadar hissedip o anda doğaçlama yapabilirse uyum sağlıyor. Harmoni oluşuyor. Ben de hiçbir zaman tetikte değilim, sahne benim doğam; müzik, seyirci, atmosfer, güneş, ay ne etki ediyorsa müziğe, doğaçlamaya yansıyor. Hiçbir zaman da tetikte olmadan, doğal hâliyle akıyor.

“İnşaat mühendisliği ve mimarlık üzerine aldığım eğitim müziğime katkı sağlıyor”
Mühendislik ve mimarlık eğitiminizin müzikal bakışınıza kattığı “yapısal” bir katkı oldu mu hiç? 

Ben inşaat mühendisi ve mimarım. Hatta yüksek mimarım. Mimarlıktan önce analitik düşünme yatkınlığımdan kaynaklı seçtiğim inşaat mühendisliği ve eğitimi benim bu yapımı destekleyip yaptığım her işte, müzikte de büyük bir katkı sağlıyor. Mimarlık da aynı şekilde yaratıcılığı ile farklı disiplinler de olsa birbirini besliyor.

“Jazz'ı fraktal geometriyle analiz etmek” gibi sıra dışı bir yaklaşımı müziğinize uygularken neleri fark ettiniz? 

Ben üniversitede İTÜ İnşaat Mühendisliği’ni okurken aynı zamanda çift anadan Matematik Mühendisliği okumaya da başladım. İnşaattan mezun olurken ders saatleri uyuşmadığı için Matematik Mühendisliği’nin son dönemini bitirmeyip bıraktım ama daha sonra mimarlıkta bu bilgilerimi de kullandım. Tezim uzun bir tez olup multidisipliner olduğu için kısa anlatımı çok zor.

Duyduğum her sesin, melodinin görsel olarak bir bağlantısı olduğunu, farklı algılardaki his benzerliğinin aslında arasında matematiksel bir bağ olduğunu kanıtlayan bir tez. Örnek olarak barok müzik bir kilisenin mimarisi ile eşleşiyorsa bu uyum arasındaki geometrik bağlantıyı fraktal geometrisi ile kendi yarattığım algoritmalarda kanıtlayan bir tez oldu. Jazz armonisi çok zengin olduğu için hep hissettiğim o bağlantıyı kanıtlamış olduğum ve ileride daha da genişletmeyi düşündüğüm çalışmam oldu.

Jazz vokalliği sizin için sadece bir sesle değil, bir bedenle ve tavırla da yapılan bir ifade biçimi midir? 

Sesin tamamen titreşim olup hangi tür müziğin vokali olursa olsun tüm bedenle yapıldığı zaman yerini bulduğunu düşünüyorum. Ağzınızı kapatın, yemeği yemez ve tadı almazsınız. Gözünüzü kapatın, görmezsiniz. Dokunmayın, hissetmezsiniz. Burunuzu tıkayın, koku almazsınız. Fakat istediğiniz kadar kulaklarınızı kapayın ses titreşim olduğu için duymayı bırakın bütün vücudumuza geçer, işler. Tam tersi şekilde tüm bedenle yapılan müzik gerçek amacına ulaşır.

“Egoyu doğru şekilde var etmek önemli”
Sahne paylaştığınız usta müzisyenlerden öğrendiğiniz ve hâlâ kulağınıza küpe olan bir öğüt var mı? 

Öğüt değil ama çok sevdiğim bir arkadaşım ve yabancı bir müzisyen (Victor Wooten) benim hiç sevmediğim bir söze itiraz ederek bir cümle kurmuştu. “Leave your ego at the door” denir, yani “egonu bırak da sahneye gel.”  Bana da hep ters gelen bir cümledir. Victor bir keresinde bana herkes böyle diyor ama ego olmazsa insanların müzik yaparken kendi karakteri ortaya çıkmaz. Egoyu doğru şekilde var etmek önemli demişti. Tam da böyle düşünüyorum, sahne alırken herkesin doğru şekilde egosunu da ortaya koyarak kendi renkleri ve karakterlerini müziğe yansıtmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Soul ve blues’un duygusal derinliğini sahneye taşırken kendi içsel hikâyelerinizi de anlatmış oluyor musunuz? 

Soul ve blues ile içsel hikâyemin bağlantısı çekilen acılar değil, tam da müzikal olarak “Her ne yaşanmış olsa da her zaman ışık var, ümit var, hareket et, kendini ve başkalarını da onararak ayağa kalk, ışık saç” demesi… Bu benim hikâyem.

"Soul Vibes" gibi projelerdeki yolculuğunuzda sizi en çok besleyen şey neydi? Ekip ruhu mu, arayış mı, özgürlük mü? 

Ben senelerce “a cappella” korolarda söyleyip koroların şefliğini üstlenerek yönettim. Özellikle Viyano Konservatuarı’nın kardeş korosu European Voices. Benim için müzikte en önemli şey çok seslilik ve özellikle de gospel korosunun ruhu… Soul Vibes projesinde senelerdir jazz ekibimle yapmak istediğim çok sesliliği sevgili Kadir Dursun ile beraber hayata geçirdik. Jazz ekibine vokalleri ekledim ve beni besleyen şey olan o renkli dünyayı yaratma için çok daha fazla güç verdi.

Sizi dinlemeye gelen bir kişinin konserden çıktığında “İşte bunu hissettim” demesini istediğiniz şeyler nedir? 

Beni dinlemeye gelen kişinin konserden sonra “Fotoğraf çekilebilir miyiz?” değil, “Size sarılabilir miyim?” demesi. Çok sık oluyor ve beni en mutlu eden şey bu…

Sizce Türkiye’de jazz dinleyicisi nasıl bir noktaya evriliyor? Yeni kuşakla müzik nasıl değişiyor sizce? 

Jazz bizim müziğimiz değil, geldiği kökenler dilimizde de değil. Ama o kadar yaşam enerjisi dolu ve zengin bir müzik ki doğru icra edildiğinde dünyanın her yerinde çok büyük bir ilgi ve sevgi alıyor. Özellikle Türkiye’de bunu görüyorum. Gittikçe anlaşılıyor, seviliyor, yayılıyor. Çünkü gerçek ve doğal, bu nedenle de çok güçlü bir müzik.

Bunca yıl sonra hâlâ sizi heyecanlandıran, kalbinizi hızlandıran bir sahne hayaliniz var mı? Henüz gerçekleşmemiş bir düş? 

Var ama şu anda bahsetmek istemiyorum; umarım çok yakında hayalimi sözle değil, hayalimdeki gibi sizinle paylaşacağım.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...