}
14 April 2025

Prof. Dr. Münevver Üçer: “Tezhibi dünyaya tanıtmak istiyorum”

“Gelenek Gelecektir” adlı sergisiyle beş yıl aradan sonra sanatseverlerle eserlerini buluşturan Prof. Dr. Münevver Üçer ile tezhip sanatını, ilham kaynaklarını, eserlerinde getirdiği yenilikleri ve gelecekteki hedeflerini konuştuk.

Öncelikle tezhip sanatına olan ilginiz nasıl başladı? Sanatsal yolculuğunuzda sizi en çok etkileyen unsurlar neler oldu?

Tezhip yolculuğuma 1982 yılında üniversiteye girmemle başladım. Üniversite giriş sınavında iki bölüm seçmiştim. Biri geleneksel Türk sanatlarıydı, biri de seramik bölümüydü. Seramik bölümünün sınavını kaçırdım. Demek ki kaderimde geleneksel varmış, diyorum. Geleneksel sanatları kazanınca ilk yıl tabii ortak dersler gördük. Fakat ikinci yılda bir ana branş, bir yardımcı branş seçiyordunuz. Ben tabii süslemeyi görünce, tezhibin süsleme olduğunu anlayınca hemen tezhibi seçtim. Tezhiple bu şekilde tanışmış oldum. Şunu hep söylüyorum, ben Allah'ın sevgili kuluyum. Çünkü beni böyle bir sanatla tanıştırdı ve bu sanat mesleğim oldu. O nedenle gerçekten şanslıyım.

Hocam, “Gelenek Gelecektir” ismi oldukça anlamlı. Beş yıl aradan sonra açtığınız bu kişisel serginiz için bu başlığın anlamı nedir? Bu başlıkla sanatseverlere aslında hangi mesajı veriyorsunuz?

Tezhip, 8. ve 9. yüzyıldan itibaren var olan bir sanat. İlk önce Budizm, Manizm ile ilişkili olarak doğuyor, ardından da İslam’la çok iyi örtüştüğü için bu kültürde ilerliyor. Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim tezhiple süsleniyor. 16. yüzyılda ise Kanun Sultan Süleyman’ın hamiliğinde bu sanat doruk noktasına çıkıyor ve Şahkulu, Kara Memi gibi önemli sanatkârlar döneme damgasını vuruyor.

Ben bir akademisyenim, öğrenci yetiştiriyorum ve tezhip sanatını bu yüzyılda da devam ettirmeye çalışıyorum. Dolayısıyla içinde yaşadığımız yüzyılda “Bir Münevver Üçer var” demek istiyorum. O yüzden geçmiş ve gelecek bir arada olmak üzere bu yüzyılda neler yapabileceğimin arayışı içindeyim. 16. yüzyılda motif ve desen olarak her şey yapılmış. Bu yüzyılda ancak lazer kesim, 3D gibi çeşitli teknolojik metotları sanata ekleyebiliriz. Ben tuvalde çalışmayı seçtim. “Niye tezhip sanatını tuvallerin üzerine yapmayayım?” dedim ve bir yenilikle bir sunum yaptım.

“Lale benim vazgeçilmezim”
Serginizin ana temasını oluşturan lale motifi, geleneksel Türk sanatında pek çok önemli anlamlara sahip. Bu motifin sunduğu anlamlar nelerdir? Siz bu sergide lale motifini nasıl bir yorumla izleyiciye sundunuz?

Tezhipte olduğu gibi lale benim de vazgeçilmezim. Üniversite sınavına hiç hazırlanmadan girmiştim. Bize “Bir lale albümü, albüm kapağı yapın” demişlerdi. Sınavın konusu buydu. Ve ben laleyle ilk defa bu şekilde tanışmış oldum. Ardından da vazgeçilmezim oldu. Bilindiği üzere “Allah”, “lale” ve “hilal” kelimeleri ebcet hesabında 66’ya tekabül ediyor. Bu sebeple bizim kültürümüzde lale, sanatsal olarak Allah’ı temsil ediyor. Bu benim için çok özel. Duru, narin ve dik duruşlu bir çiçek, lale. Onun formunu ya da kendisini her eserimde mutlaka kullanırım. Bu sergimde de ana tema lale. Laleler, olmazsa olmazımız.

“İnsanlar tezhibe dokunmalı”
Yüzyıllar boyunca gerçekleşen bir sanatsal aktarımı çağdaş metotlarla yeniden yaratıyorsunuz. Eserlerinizde geleneksel ve modern unsurları nasıl bir denge içerisinde buluşturuyorsunuz?

Tezhip, biraz önce bahsettiğim gibi çağlar öncesine dayanan bir sanat ve bu sanatın kurallarını, motiflerini bozmadan devam etmemiz gerekiyor ki bir yüzyıl sonra da aynı kurallar bozulmadan devam etsin. Bunların yanı sıra ben bu yüzyıldan da bir şeyler vermeye çalışıyorum. O nedenle motiflerde, kompozisyonlarda bir değişiklik yok. Sadece formlar değişiyor. Yani bu sanat, daha önce bir el yazması eserin içinde ya da Kur’an’ımızın kenarında süsleme olarak yer alıyordu. Matbaadan sonra el yazması eserler artık yapılmadığı için tezhip de duvarlarımızı süsleyen levhalar hâline geldi. Bu yüzden ben de levha olarak duvarlara astığımız tezhip neden resim sanatı gibi olmasın dedim ve tezhibi tuvallere taşıdım. Sulu boyalarla denemeler yaptım. Bir akademisyen olarak öğrencilerime yeni şeyler verme hevesinde olduğum için gravürlerde tezhibi kullandım.

İstanbul teması vazgeçilmezlerim arasındaydı; camilerimiz, Kız Kulesi, Galata Kulesi sergimdeki eserlerimde kullandığım İstanbul simgeleri oldu. Ayrıca İstanbul’un Eylül ayındaki renk geçişleri, gökyüzündeki maviden kızıla doğru o renk geçişi, o muhteşem görüntü beni her zaman etkilemiştir. O yüzden bu renk geçişlerini de eserlerimde kullandım. Aynı zamanda Kâbe’nin de benim için ayrı bir anlamı var. Zaten gitmeyi de çok seviyorum. Bu yüzden Kâbe’nin motiflerini fonlarımda kullanmak, benim için her zaman bir gurur kaynağı olmuştur.

Yaptığım yeniliklerden biri de camı kaldırmaktı. Ben sanatın insanların içine girmesini çok istiyorum. Cam bana her zaman eserle izleyici arasında bir barikat gibi gelmiştir. O yüzden camı kaldırdım. İnsanlar tezhibe dokunsun istiyorum.

Sanatsal üretiminizin yanı sıra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde akademisyen olarak da görev alıyorsunuz. Öğrencilerinize tezhip sanatını aktarırken hangi temel prensiplere odaklanıyorsunuz? Geleneksel bir sanatı yeni nesillere aktarmanın zorlukları ve güzellikleri sizce neler?

Tezhip, çok ince bir sanat.  Hat örneğin, öğrenmesi zor bir sanattır ama öğrendikten sonra çabuk yazarsınız. Tezhip öyle değildir. Öğrenmesi de yapması da zordur. Sanıyorum o yüzden kadın öğrencilerim daha fazla. Geçmiş yüzyıllarda kadının statüsü daha farklı değerlendirildiği için tezhip de diğer alanlarda olduğu gibi erkek egemen bir sanattı. Ama günümüzde bu durum daha farklı bir hâle geldi. Özveriyle, sabırla çalışanlar daha çok kadınlar artık. Dolayısıyla bu sanatta daha çok kadınlar ilgileniyor.

Bir de her meslekte olduğu gibi işinizi çok sevmeniz gerekiyor. Bir doktor arkadaşıma sormuştum: “İnsanları ameliyat ediyorsunuz, çok incelikli ve önemli bir iş. Yaparken hiç korkmuyor musunuz?” Cevaben “Hayır, yaparken zorlanmıyorum, çünkü sevdiğim işi yapıyorum” demişti. Bu çok önemli bir şey. Sevdiğiniz bir işi yaptığında zorlukların hepsini aşabiliyorsunuz. Normalde ben çok sabırsız bir insanımdır. Ama tezhip yaparken bir sandalyede sekiz-dokuz saat oturabiliyorum. Bu, sevda gibi bir şey sanırım.

Cem Behar’ın sözü vardı “Aşk olmadan meşk olmaz” diye. Onun gibi…

Evet ve yeni bir şeyler katmak, yenilikler yapmak, bunları sunmak, beni daha da coşturuyor. Beş yıl aradan sonra yeni bir coşkuyla başladık.

“Tezhibin değeri hâlâ bir resim sanatı kadar anlaşılamadı”
Peki bir sanatçı ve eğitmen olarak tezhip sanatının günümüzdeki yeri ve geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz? Genç sanatçılara bu alanda ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Tezhip, muhteşem bir sanat. Ama yapımı çok zor. Değeri hâlâ bir resim kadar anlaşılamadı. O kadar ince iş yapıyorsunuz ama değerini alamıyorsunuz. Özveride bulunmanız gerekiyor. Bunun için bizim birlik olup dünyaya açılmamız gerekiyor. Bundan 7-8 sene önce İtalya’daki Bienal’de 600 sanatçı arasında ikincilik ödülü almıştım. Bu ödülü kâğıt üzerine yaptığım klasik tezhip sanatıyla aldım. Düşünebiliyor musunuz? Hristiyan bir ülkede, bizim kültürümüzü bilmeyen, tezhibi tanımayan bir ülkede ödül alıyorsunuz. “Bana niçin ödül verdiniz?” diye sorduğumda “Bu kadar ince bir sanata ödül vermeyeceğiz de neye vereceğiz?” demişlerdi.

Önemli olan işimizi sevmek ve dünyaya bu sevdiğimiz işi taşımak. Gerçekten öyle zengin bir kültürün, sanatın içinde yaşıyoruz ki bunu her şekilde göstermek gerekiyor. Ben sanatımı dünyaya tanıtmak istiyorum ve bunun coşkusu, heyecanı içerisindeyim. Biz kendi kültürümüzün hamuruyla yoğrulduk. Batı’nın yetiştirdiği ölçüde bir heykeltıraş olamayabiliriz bu yüzden. Keza bizim sanatımız; tezhip, çini, minyatür… Dünya da bunları, farklılıkları görmek istiyor artık.

Öğrencilerime hep söylüyorum, “Çok şanslısınız böyle zengin bir kültürün içinde yaşadığınız için, çok iyi yerlere gelebilirsiniz ama çabayla.” Gençlerin tabii bir an önce hedefe ulaşma hevesleri var, sonuca çabuk ulaşmak istiyorlar. Ama olmuyor; bu yolda yavaş yavaş, özümseyerek adımları atmak gerekiyor.

“Ecdadımızın yaptığı eserlerin herkes tarafından görülmesini sağlamak istiyorum”
Anladığımız kadarıyla hem emek hem de büyük bir sevgi, sanatta başarı sağlıyor. Peki sizde bu sevgiyi büyüten unsurlar neler? İlhamınızı hangi kaynaklardan alıyorsunuz?

Benim her zaman ilham aldığım kaynaklar; Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesi’nde bulunan, Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan eserler. Bu kütüphanelere akademisyen olarak girebilme şansım oluyor; öğrencilerime yüksek lisans ve doktora tezleri yaptırıyorum. Ve görüyoruz ki muhteşem eserler var. Ama maalesef hepsi kitapların arasında kalmış. Buradaki tezhip çalışmaları gözle görünemeyecek kadar ince ve zarif şekilde işlenmiş. Ecdadımızın yaptığı bu muhteşem eserlerin herkes tarafından görülmesini sağlamak istiyorum. Bunun için çabalıyor, o eserlerden aldığım ilhamla çalışmalarımı duvarlara, tuvallere taşıyorum.

Benim ilham kaynağım genellikle 16. yüzyıl eserleri. 17. ve 18. yüzyıl eserlerinden de besleniyorum. Ama günümüz teknolojisiyle birleştirerek yeni şeyler yapmak, bir Münevver Üçer ismini ardımda bırakmak istiyorum tabii ki.

Peki hocam, son olarak “Gelenek Gelecektir” sergisinin ardından hem sanatsal hem de akademik olarak gelecek planlarınız nelerdir? Üzerine çalıştığınız veya hayata geçirmeyi düşündüğünüz yeni projeler var mı?

Yeni projelerim var. Üniversitede belli bir yere geliyorsunuz. Profesörüm, akademik olarak en yüksek yere kadar geldim. Eğitimci olarak zaten öğrencilerimi yetiştiriyorum. Ama biraz önce de söylediğim gibi, ben tezhip sanatının dünyadaki öncüsü olmak istiyorum. Bunun için koşan, emek veren kişilerden olmak istiyorum. Yurt dışındaki sergilerde, bienallerde yeni yorumlarımla var olmak istiyorum. Bunun için yaptığım bazı çalışmalarım var.

Ayrıca başka bir hayalim daha var. Üç büyük müzede sergi açmadan bu dünyadan gitmeyeceğim diyorum. The Metropolitan Museum of Art, Musée du Louve ve Royal Academy of Arts’da büyük sergiler açmak benim hayalim. Bu şekilde tezhip sanatını en güzel şekilde tanıtmak istiyorum.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...