Geçtiğimiz günlerde bir araya geldiğimiz sanat tarihi uzmanı Doç. Dr. Laure Fagnart, Leonardo da Vinci’nin ‘zamansız’ bir sanatçı olduğunu ifade etti. Siz sanatçıya dair neler söylersiniz?
Sanatçının külliyatına baktığımızda kendi dönemindeki tüm sanatçıları etkilediğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Bazı yenilikleri günümüze kadar ulaşmıştır. Kendi zamanında üçgen kompozisyon, dramatik figür kullanımı ve yağlı boya kullanımı ile alanında etki yaratmıştır. İtalya’da yağlı boya tekniğinin yaygınlaşmasının yegâne kaynağı Da Vinci olmuştur. Dramatik renk, ışık kullanımı ve psikolojik duyguları ifade edebilmek için vücutsal hareketleri, doğal figürleri kullanarak ön plana çıkartmıştır. Barok sanatı ve natüralizmin tohumlarını da atmıştır.
Sanat dünyasında ‘Suo moto’ tekniği de sıkça gündeme gelir. Sanatçının kariyerinde bu kavramda önemli bir yer teşkil ediyor öyle değil mi?
Bu tekniğe dair Umberto Eco’nun dediği gibi, “kapalı yapıtları açık yapıta dönüştürme sanatıdır” yorumunu yapabiliriz. Da Vinci’nin bilhassa son dönemlerinde yaptığı sanat eserlerinde bu tekniğe başvurduğunu görüyoruz. Bu teknikle sanat yapıtları daha katılımcı, anlaşılabilir ve eşitlikçi bir yapıya bürünmüştür. Modern sanatın gelişimi noktasında önem taşır. Çoğulcu ve heterojen olarak nitelendireceğimiz bu dönem ikinci dünya savaşından sonra da sona ermiştir.
Sanatçının ‘Son Akşam Yemeği’ ve ‘Mona Lisa’ adlı eserleri neden bu kadar popüler? Bu eserlerin alameti farikası nedir?
‘Mona Lisa’ adlı eser 21 Ağustos 1911 sabahı çalınması nedeniyle bu denli popüler olmuştur. Hırsızlık olayı olmadan önce bu eser Rönesans sanatçılarının yapıtları arasında alt sıralarda sergileniyordu. Eser İtalya’da bulunup Louvre Müzesi’ne yerleştirildikten sonra vatandaşların uzun kuyruklar oluşturduğunu biliyoruz. ‘Son Akşam Yemeği’ adlı eser ise kilisede yer alması, vatandaşlara daha ulaşılabilir olması ve reklamlarda sıkça yer almasından ötürü popüler hâle gelmiştir. ‘Son Akşam Yemeği’ adlı tablo sanatçının ‘Mona Lisa’ adlı eserinden resim kalitesi yönünden daha ön plandadır.
“Sanat alanında Çin’in başkenti Şanghay’ı konuşacağız”
Rönesans döneminden günümüze uzanacak olursak… 2024 yılında sanat dünyasında baskın olan bir akım ve düşünce var mıdır?
Kaleydoskopik bir görüntü veren sanat dünyasında 100 yılı aşkın süredir trendlerle gelişen bir kakafoni hâkim. Hiçbir sanat akımı tam anlamıyla iktidara geçemiyor. Bir zamanlar İtalya, Fransa ve ABD’de sanatın iktidar olduğunu konuşuyorduk. Önümüzdeki dönemde belki de sanat alanında Çin’in başkenti Şanghay’ı konuşacağız. Bu gelişmelerin yaşanmasında Covid-19 salgını sonrası sanat dünyasında dijital araçların ön plana çıkmasını göz ardı edemeyiz.
Dijitalleşmenin etkisiyle sanatın ve ona bağlı disiplinlerin yaşadıkları değişim süreçlerine tanıklık ediyoruz. Dijital dönüşüme dair neler söylersiniz?
Ülkemizde ve dünyada online sergilere olan talebin ve katılımın artığını görüyoruz. Ürün ve hizmet alım satımı yapabileceğiniz, sözleşmeler imzalayıp yürürlüğe koyabileceğiniz, yetenekleri işe alıp eğitebileceğiniz, topluluklarla bağlantı kurabileceğiniz gerçekçi üç boyutlu dijital bir dünya olan Metaverse de gelecek vaat ediyor. Genç kuşağın dijitalleşmeyi sevdiğini ve benimsediğini düşünüyorum. Dijital sanat 5-10 sene içerisine sanat dünyasının merkezine oturacak ve pastadaki payı da artacak.
“Yapay zekâ jilet gibi yapılmış eserler ortaya koyabiliyor ama…”
Yapay zekânın da sanat dünyasına ciddi bir etkisi de söz konusu. Uygulama yardımıyla kusursuza yakın sanat eserleri oluşturmak mümkün. Bu noktada sanatçılar varlığını koruyabilmek adına ne yapmalı?
Günümüz sanatçıları yapay zekânın yapamadıkları yapmak zorunda. Yapay zekâ dediğimiz şey henüz insan ruhunu çözemiyor, insan hikâyelerine vâkıf değil ve en önemlisi de empati yapamıyor. Sanatçılar bu özelliklerini kullanarak yapay zekâdan daha ön planda olabilir. Yapay zekâ henüz yazar değil sadece bir kitap editörü. İnsanın sanatta ters köşe yapabilme kabiliyeti var. Yapay zekâ jilet gibi yapılmış eserler ortaya koyabiliyor. Ancak sanatta insan eliyle yapılmış kusurda önem arz ediyor.
Fotoğraf makinesi de Fransa’da ilk ortaya çıktığı zaman ilgi görmemişti yanılmıyorsam?
Evet. 1826 yılında gümüş bir levha üzerinde çeşitli kimyasalları deneyerek 8 saat boyunca pozlama gerçekleştiren Joseph Nicéphore Niepce, fotoğraf makinesi ile ilk fotoğrafını çektiğinde hantal yapısı nedeniyle ilgi görmemişti. Kabul görmesi nereden baksak 30 yıl sürdü. O dönem fotoğraf makinesi icat edilmeseydi Claude Monet Paul Cézanne ve Van Gogh gibi sanatçılar ortaya çıkmayacaktı belki de. 20. yüzyılın en önemli ressamlarından Henri Matisse ise, “Gerçekçi bir resim istiyorsanız fotoğraf makinesi var, kusurları örtbas edemem” diyerek bir duruş sergilemişti. O yüzden yeni akımların ve araçların kabul görmesi ve toplumun tüm katmanlarına yayılmasının zaman alması anlaşılabilir.
“Sanat eserlerine yapılan saldırılar çocukça ve vandalca”
Dünya sanat tarihinde önemli yeri olan eserlere zarar vererek iklim krizine dikkat çeken iklim aktivistleri de kamuoyunun tepkisini topluyor. 2022’de sanat eserlerine 38 ayrı saldırı düzenlendiği aktarıldı. Eylemcilerin bu tutumlarına dair neler söylersiniz?
Aktivistlerin davasını anlıyorum. Sansasyonel saldırılar aracılığıyla dünya basınında görünür oluyorlar. Ancak bu elbette yanlış bir davranış biçimi. Silah sanayinin temsilcileri, ilaç sektörünü ayakta tutanlar veya doğayı yok eden kişi ve kurumlara karşı bir şey yapmak istiyorlarsa onların evlerine veya şirketlerine gitmeliler. Müzede yer alan ve saldırıya maruz kalan o eserlerin sanatçıları da eminim çevreye düşkün ve hümanist kişilerdir. O yüzden bu saldırılar bana çocukça ve vandalca geliyor diyebilirim.
“Türkiye Kültür Yolu Festivali’nin bir benzeri Avrupa’da yok”
Sanat eserlerine yapılan saldırıları bir kenara bırakıp İstanbul’a özel bir parantez açacak olursak… Kadim şehrimizin son yıllarda ‘sanat şehri’ unvanını yeniden kazandığı konuşuluyor. Buna katılıyor musunuz?
2001 yılında İstanbul’a yerleştiğimde gerçekleşen organizasyonların sayısı iki elin parmağını geçmiyordu. 2 yılda bir İstanbul Bienali düzenleniyordu. Bir de Resim ve Heykel Müzesi’nde etkinlikler oluyordu. İstanbul’un 2010’da Avrupa Konseyi tarafından Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesi sonrası şehrin farklı noktalarındaki etkinlik sayısı arttı, sanat galerisi sayısında ciddi bir artış yaşandı. Genç sanatçılar için platformlar oluşturuldu. Çağdaş, modern ve klasik sanatın en iyi örnekleri artık bu şehirde sanatseverlerle buluşuyor. Galerilerimiz yurt dışındaki fuarlara katılıyor. Özellikle Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla gerçekleşen Türkiye Kültür Yolu Festivali’nin bir benzeri Avrupa’da bile yok diyebilirim.
İstanbul’u sanatsal faaliyetlerin yoğunluğu ve niteliği yönünden yurt dışında hangi şehirlerle kıyaslayabiliriz?
Türkiye gelişmekte olan bir ülke olduğu için İstanbul’daki sanat ortamını Berlin, Milano veya New York ile kıyaslayamayız. Kalite ve hacim açısından o ülkeler İstanbul’un önünde. Sofya ve Bükreş gibi şehirlerle İstanbul’u karşılaştırınca bir hayli önde olduğumuzu söyleyebilirim.
Kent mozaiği sanatçılar için önemli bir ilham kaynağı öyle değil mi?
Evet. 2030 yılında dünya insanının yüzde 70’i büyük kentlerde yaşayacak. Kentteki kültürü muhafaza etmek çok önemli. 19. yüzyılda Osmanlı’daki ilk ressamlar Üsküdar ve Boğaz çevresindeki yerleri resmetmiştir. Günümüz sanatçıları da kentin yeni dinamitlerini resmedecek.
“Anadolu’da entelektüel bakış açışı gelişecek”
İstanbul’u bir kenara bırakırsak… Anadolu coğrafyasında sanatın gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Bayburt’taki Baskı Müzesi, Odunpazarı Modern Müze, Bursa, Konya, Mardin ve Sinop’taki sanat merkezleri Türkiye’nin geleceğinde önemli bir yer teşkil edecek. Anadolu insanının sanatla kucaklaşması ve sanatçılarla iletişim kurması zihinlerde yeni kapıları aralaması için çok önemli. Bir sanat eseri farklı şehirlere yayıldıkça bireysel sesler çoğalarak kuvvetlenir ve kitlelere dönüşür. Bu da entelektüel bakış açısı oluşmasına sebebiyet verir.
“Bir eser sanatçının iç sesidir” derler. Çeyrek asırdır sanatla uğraşan birisi olarak ülkemizin önde gelen sanatçıları arasında kimleri görüyorsunuz?
Mehmet Güleryüz, Devrim Erbil, Ergin İnan, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Haluk Akakçe ve Refik Anadol yapıtları ve sanatsal alandaki duruşlarıyla Türkiye’nin en önemli sanatçıları arasında bulunuyorlar. Kabaağaçlızade Mehmed Şakir Paşa’nın kızı Fahrünnisa Zeyd ise sanatsal yönüyle benim için bir ikondur. Genç sanatçılarımızdan Halil Altındere’nin de gelecek vaat ettiğini söyleyebiliriz.
Sektöre baktığınızda sanat alanında bayrak taşıyacak bir isim var mıdır?
Hem dünyada hem de ülkemizde sanatta bayrak taşıyacak bir isim olduğunu düşünmüyorum. Sanatın dinamik bir yapı kazanması ve sanatçı popülasyonunun çok olması nedeniyle kült, sıra dışı ve ezber bozan karakterlerin artık sadece tarih kitaplarında kaldığını ifade edebilirim. Bütüne baktığımızda ise görsel sanatların elitist bir zümrenin elinden çıkıp popüler kültürün bir parçası haline gelmesi tüm dünya için sevindirici bir gelişme olarak karşımızda duruyor.