}
24 July 2024

Prof. Dr. Hasan Köni: “Ukrayna ya da Filistin 3. Dünya Savaşı’nın işaret fişeği olabilir”

İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Devletler Hukuku, Kara, Deniz, Hava Harp Enstitülerinde Dış Politika ve Strateji dersleri vermeye devam eden Prof. Dr. Hasan Köni ile nükleer silahlardan uluslararası güç rekabetine, 3. Dünya Savaşı ihtimalinden uluslararası sistemin geleceğine dair konuştuk.

Hocam tarihte bir yolculuğa çıkalım ve atom çağının ortaya çıkışını sizden dinleyelim.

İlk atom bombasını savaşı bitirmek için, -Amerikalılar öyle söylüyor- teslim olmakta olan Japonya'ya karşı kullandılar malumunuz. Teslim haberini beklemeden ikinci bir bombayı da Nagasaki'ye attılar. Böylece yaptıkları o harcamayı denemiş oldular. O günkü savaş dengeleri içinde Rusların ilerlemesini durdurmak için yeni birtakım hamlelere giriştiler. “En kuvvetli biziz, bombayı da gördünüz” dediler. Rusların işgal ettiği Doğu Avrupa ülkelerinde yavaş yavaş ilerlemeye başladılar. Hatta Berlin'de Rusya ile çatıştılar. Ayrı bir yapı oluşturdular. Doğu-Batı Berlin meselesi oradan ortaya çıktı. O daha sonra Doğu-Batı Almanya’ya doğru evrildi.  Peşinden Brüksel Anlaşması’yla Avrupa içinde güç yapısı oluşturmaya çalıştılar. Böylece 1949'dan Sovyetler Birliği çökünceye kadar bir kutuplaşma meydana geldi. Bu kutuplaşma içinde savaşlar bölgesel savaşlar veyahut vekalet savaşları olarak kaldı. Çünkü iki taraf da ellerinde atom bombası olduğunu biliyordu. O savaşlarda bunu kullanmadılar.

Bu kutuplaşmanın dünya siyaset açısından ne gibi sonuçları oldu?

ABD, Amerika kıtasında sosyalizmin yeşermesine fırsat tanımadı. O dönemlerde 41 defa ülkelerin iç işlerine müdahalesi var ABD’nin. Darbeleri desteklediler. Sovyetler Birliği de işgal ettiği Doğu Avrupa ülkelerine, zaman zaman Macaristan'a, 1956 ve 1968’de Çekoslovakya'ya müdahale etti. Onlar da liberal hareketlere engel oldular, fırsat vermediler.  Böylece bir nükleer denge kuruldu bu dönemde.

Peki, Sovyetler Birliği’nin dağılması hadisesine gelecek olursak neler söylersiniz? Bu denge sarsılmadı mı?

Sovyetler Birliği 1986'tan sonra çökmeye başladı. Ekonomik anlamda küreselleşme boyutunda başarılı olamıyordu. Batı teknolojide hızla ilerlemişti. Bağlantısız elektronik sistemler ortaya çıktı. Yeni füze sistemleri meydana geldi. Sovyetler Birliği bir de başına açılan savaşla, Afganistan Savaşı'yla uğraşıyordu. Sovyet ekonomisi yavaş yavaş çökmeye başlayınca Gorbaçov ortaya çıktı. Açıklık ve yeniden yapılanma dedi. Parası olmayan bir devlette yeniden yapılanmaya gidersen, ortaya çıkan talepleri karşılayamazsın. Demokrasi dediysen bütün taleplere cevap vereceksin. Para yoksa nasıl cevap vereceksin? Çatlamalar olur, ayaklanmalar olur… Sovyetler Birliği öyle bir duruma girdi. Gorbaçov da Amerika yardım edecek zannediyordu. Olmadı ve 1990'lardan itibaren Sovyetler Birliği sona erdi. Böylece yeni bir devre başlamış oldu. Biz buna tek kutuplu devre diyoruz.

“ABD tek kutuplu dengeyi iyi kullanamadı”
Tek kutuplu devrede yaşananları da özetlemenizi isteyeceğim. Uluslararası dengelerde neler yaşandı?

Tek kutuplu dönemin 2017'lere kadar sürebildiğini söyleyebilirim. Bu sırada Çin kendisini toparladı. Xi Jinping adlı kişi Çin’de iş başına geldi. Xi Jinping şöyle diyordu: Bu sosyalizm, kapitalizm çok önemli değil. Siyah kedi, beyaz kedi, en iyi kedi, en çok fare yakalayan kedi.  Otoriter kapitalizme geçtiler. Onları da şu açıdan haklı görüyorum, 1 milyon 400 bin kişiye tam demokrasiyi vermek pek mümkün değil. Niye? Bir yazlık, bir kışlık çocuklarını koleje gönderecekler. Arabaları olacak. Bunları karşılayacak ekonomiyi yaratamazsın. Düşünsenize, Çinliler günde iki portakal yemeğe kalkarsa dünya portakal piyasası ortadan kalkacak.

Çinliler ilk önce tüketim malları üzerinden teknolojiye girdiler. Sonra Rusların yardımıyla nükleer silahlar da yapmaya başladılar. Amerika'yla ve Rusya'yla boy ötüşecek bir durumda değillerdi. O yüzden 2017'ye kadar tek kutuplu denge diyoruz. ABD tek kutuplu dengeyi iyi kullanamadı. Çin, 1945'ten sonra kurulan bütün dengeleri kabul etti, bütün uluslararası örgütlerde yer aldı. Amerika'nın da düşüncesi, bunlar bu sistemde yer aldıkları için bize zararlı olmaz şeklinde gelişti. Demokrasiye de geçerler diye düşündüler. Ama olmadı, olamazdı.

Bu arada Pakistan-Hindistan çekişmesine de temas etmek gerekiyor.  Hindistan da iyi eğitim almış 150 milyon kadar bir kitle var ve bunlar dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşıyorlar. Hatta başbakan dahi oluyorlar. Onlar da nükleer silah yaptı. Peşinden, Çin'in yardımıyla Hindistan'ın düşmanı Pakistan -biliyorsunuz oradaki Müslümanlara karşı reaksiyon var- o da nükleer silah yaptı. Yapan devlet başkanı da idama gitti Amerika'nın baskısıyla. Bunlardan hareketle mecburen, nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşması yapıldı.

Uluslararası insani hukuk, barışı sürdürme söylemleri de burada devreye girdi değil mi?

Evet, özellikle 1970'lerde uluslararası insani hukuk dediğimiz alan gelişti. Silahların azaltılması, “Avrupa'daki barışı korumalıyız” söylemleri, biyolojik ve kimyasal silahları önleme hamleleri gündeme geldi. Fakat ABD’nin tutumu ve özellikle İsrail’in güçlenmesine yönelik hamleleri bu tavırların akamete uğramasına sebep oldu. İsrail'in atom bombası yapması bardağı taşıran damla oldu diyebilirim.

Bir uluslararası ittifak sistemi kurulduğunda bu ittifak sistemini yöneten bir lider oluyor. Yöneten liderin istekleri dışında çok fazla hamle yapamıyor dünya devletleri. Kural böyle. ABD hem Avrupa'da hem Amerika kıtasında kendi sisteminin dışında çıkmak isteyenlere karşı devamlı askerî müdahalelerde bulundu.

“Türkiye ve Çin’in Ukrayna Savaşı’nda denge unsuru olması önemliydi”
Hocam, şimdi meseleyi bununla bağlantılı başka bir sahaya çekmek istiyorum. NATO’nun genişleme hamlelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

NATO'nun genişlemesi meselesi hayli sorunlu bir başlık.  NATO komünizme karşı Sovyetler Birliği'nin yayılmasını önlemek için kurulmuştu. Sovyetler Birliği çöktü, hatta kapitalist oldu, Batı ile iş birliği yaptı. Almanya’ya boru hatlarıyla doğalgaz götürüldü. Ama Pentagon’un silah üretmesi ve satması gerekiyor. Avrupa'yı tamamen yanına çekmeli ve de silah satmalı.  ABD kamuoyuna da “5 milyar dolara nükleer denizaltı yapıyoruz” diye PR çalışması yapması gerekiyor. Ama ABD’ye giderseniz sokaklarda aç yatan insanları görürsünüz. Parklarda yatıyorlar, gece New York sokaklarında tek başına dolaşmaya çekinirsiniz.  Böyle bir devlet düşünün ve bunlar dünyanın en zengin devleti! Türkiye’de sokakta yatan kimse yok. Ekonomik sıkıntı çekenler elbette var ama komşuları vesaire bulup buluşturuyorlar. Ama diğer ülkelere devamlı müdahale var, bazı diktatörlere para desteği de verirsen ABD gibi olursun…

NATO’nun büyümesine dönelim… Gorbaçov’a söz verdiler iki Almanya birleşecek ama NATO’ya girmeyecek, nükleer silahlar yerleştirilmeyecek diye.  İki Almanya birleşti, hemen akabinde NATO'ya alındı ve nükleer silahlar oraya geldi. Putin iktidara geldi. NATO 3-4 defa genişlemişti ve Doğu Avrupa ülkelerinde çeşitli turuncu devrimler NATO’nun desteğiyle yapılmıştı. “Ukrayna ve Gürcistan’ı da NATO'ya alacağız, baskıdan kurtaracağız, demokratikleştireceğiz” dediklerinde işler karıştı. Rusya “Sağduyu ile Avrupa Birliği'ne girmesine ses çıkarmam” dedi ama NATO olmaz. Bir Karadeniz ülkesi olan Rusya'nın sadece Sivastopol bölgesinde Karadeniz'e çıkışı var. Ukrayna NATO’ya girince Rusya'nın sıcak denizlere çıkışı kalmıyor. Bir tek Baltık kalıyor elinde.

Bu, reaksiyon doğurdu ve Rusya Ukrayna’ya girdi. Çünkü Ukraynalılar Batılıların desteğiyle oradaki Rus azınlıklara karşı baskı uygulamaya başlamışlardı.  Özel paralı şirketler bu bölgelere girdiler ve Rus askerleriyle çatıştılar, savaş büyüdü. ABD Ukrayna’ya her türlü askerî desteği sağladı. Uluslararası hukukta savaştaki bir devlete silah, cephane veren devlet de savaşa dâhil olmuş sayılır. “Ortak savaşçı” kavramı kullanılır hatta bu gibi durumlar için. Rusya NATO'yu karşısına almak istemedi ve bu durum ne kadar sürdürülebilir, açıkçası zaman tayin etmek çok zor. Türkiye ve Çin’in bu konuda denge unsuru olması önemliydi.

Olayları Rand Corporation'dan takip ettiğinizde diyorlar ki “ABD bir süper güç, Rusya ve İran ile savaşırsa kazanır.” Peki, Çin ne olacak? Trump ticari bir mesele olarak baktı bu konulara ve o minvalde götürdü ilişkileri. Biden, Trump'tan daha güçlü olduğunu göstermek için İsveç'i ve Finlandiya'yı NATO’ya almak için var gücüyle çalıştı. Rusya bana bir şey yapamaz edalarındaydı.  Avrupa ise bu durumdan esasında rahatsız oldu. ABD bizim yanımızda ama Rusya da dibimizde. Savaş büyürse Avrupa’nın tamamı savaş coğrafyası olabilir. ABD bu savaştan etkilenir mi? Hiç sanmıyorum, kilometrelerce mesafe var arada… Bu sırada Biden, Nancy Pelosi’yi Tayvan’a gönderdi hatırlarsınız. Dedi ki “Tayvan’ı Çin’e karşı koruyacağız.”  ABD olarak 1992 yılında iki Tayvan politikası kabul etmişsin, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi adama? Bunun yanında Japonya'yı ve Güney Kore’yi de silahlandırdılar. Filipinler’e yardımda bulundular.

Çin bu adımlara nasıl cevap verdi?

Çin nükleer silahlarını arttırmaya başladı. Deniz kuvvetlerini, hava kuvvetlerini güçlendirdi ve Rusya'ya destek çıkmaya başladı. İki süper güçle karşı karşıya kaldı ABD. Şimdi diyorlar ki “Rusya içini de vurma kapasitesi olacak füze sistemlerini vereceğiz Ukrayna’ya”. Rusya’da bunun gerçekleşmesi hâlinde yapacaklarını 2014’ten beri uzun uzun anlatıyor. Bu kabul edilebilir bir olay değil egemen bir devlet için.

“ABD savaşı Avrupa'da kabul ediyor”
Sizce Rusya ne yapabilir hocam?

“Nükleer silahları kullanırım” dedi Putin. Taktik nükleer silahlar, sonra stratejik nükleer silahlar… ABD bir ara nükleer alarm hareketi yaptı. Avrupa'da ABD kuvvetleri hazır hâle geçti. Fransa ve İngiltere'nin nükleer silahları hareketlendirildi, ışıklar yandı.
Baktık ABD'de hiç hareket yok. ABD savaşı Avrupa'da kabul ediyor. Kendi ülkesi uzakta. Avrupalı liderlerin çoğu olayı gördüler. Maalesef o yapı içinde bulundukları için başkasının emirlerini dinlemeye alışmışlar. Almanya'daki sol partinin karşı çıkması lazımdı. Fransa'nın karşı çıkması lazımdı. “Siz bizi yok ediyorsunuz!” demeleri gerekiyordu.

Afrika'dan, Orta Doğu’dan, Ukrayna ve Polonya’dan sürekli göç alıyor Avrupa. Nereye kadar dayanabilir, cevap vermesi güç. Avrupa'nın nüfusu, Türkiye'yi dışarıda tutarsanız 600-700 milyon. Gelenler kendi kültüründen değil. Buna rağmen siyasilerin sesleri çıkmıyor. Dünyada İHA ve SİHA kullanımıyla tüm güvenlik stratejiler değişti. Artık cephe önü, cephe arkası diye kavramlar kalmadı. Korkarım ki savaş Avrupa’ya yayılırsa halk savaşla karşı karşıya kalacak. Cephenin bir önemli olmayacak.

“Rusya taktik nükleer silah kullanabilir”
Rusya sizce nükleer silaha başvurabilir mi? Sonuçta bu silah kullanıldığında kendi coğrafyası ve vatandaşları da zor duruma düşebilir.

Maalesef savaşın büyümesini sağlayan ve Ukrayna’yı destekleyen bir iki alana taktik nükleer atabileceklerini ön görüyorum. Taktik nükleer silahlar, atıldığı bölgede örneğin bir mahalleyi yok edebilir ve zararı sınırlı tutar. Kendinden uzak bir coğrafyada bunu deneyebilir Rusya ve karşı tarafa da büyük bir korku verir. Rusya’yı rahatsız eden silah tedarikinin nasıl gerçekleştiği de sır değil. ABD ve Avrupa silahları Yunanistan'a veriyor, oradan Romanya'ya, Romanya ile Ukrayna arasında nehir var, oradan da savaş bölgesine geçiriyorlar. Bana kalırsa Rusya’nın ilk hedefi Romanya olacaktır.

Dedikleriniz hakikaten korkutucu hocam. Türkiye olarak böyle bir ihtimale karşı neler yapabiliriz, nasıl hazırlanırız?

Nükleer savaşa kimse hazır değil, biz de hazır değiliz. Yer altına milyar dolarlık sığınaklar yapılması lazım. Su tesislerinin hazır edilmesi, bir ay kalacak ki yiyeceklerin stoklanmış olması lazım. Ondan sonra hava temizleyici sistemlerinin kurulması gerekiyor. Silaha asker dizerek nükleer silahtan korunamazsınız.

Peki hocam, tüm bu söylediklerinizden hareketle yakın gelecekte 3. Dünya Savaşı riski görüyor musunuz?

Şu anki durum 1930'lara benziyor. Yani blok oluşuyor. Mesela Japonya, Yeni Zelanda, Güney Kore Amerika'daki NATO toplantısına katılıyor. Yani ABD, Asya kıtasını Avrupa'dan ve Asya Pasifik'ten çevriliyor. Öbür tarafta da kurulan örgütler var, şimdilik yumuşak geçiş bunlar. Şangay Örgütü ve BRICS’ten söz ediyorum. Bunlar da yavaş yavaş askerî boyutlara gelmeye başlayacaklar. Ama şimdiden yapay zekâyla, elektronik sistemlerle birbirlerini deniyorlar. Olay biraz daha büyüdüğünde daha sertleşecek ilişkiler. Avrupa’yı Afrika’dan atıyorlar örneğin. Bunun etkilerini yakın gelecekte göreceğiz. Türkiye, tüm Afrika'ya 6,5 milyar dolarlık yatırım yapmış. Çin ise bir ülkeye 6,5 milyar dolarlık yatırım yapmış. Kıyas için söylüyorum bunu. Teknolojiyi de Afrika’ya getiriyor Çinliler. Ruslar da oradalar özellikle paralı askerleriyle. O sebeple devamlı silah üretiliyor şu an tüm dünyada. Büyük güçlerin tamamı bu işin içinde. Şu an bölgesel savaşlar dinamiğinin içinden geçiyoruz. Ukrayna ile başlayan mesele, İsrail-Filistin ile devam ediyor. Bu iki bölgesel savaş alanı da büyük güçler işin içinde olduğu için 3. Dünya Savaşı’nın işaret fişekleri olabilirler. Asya-Pasifik de burada dikkat çekiyor. Çin’in Tayvan üzerine yapacağı hamle ve ABD’nin Tayvan’a olan desteği bu coğrafyayı da ateş çemberine çevirebilir. Venezuela ve Nikaragua’nın bulunduğu bölgede Çin’in dinleme tesisleri var. ABD’yi devamlı izliyorlar. Orası da risk barındıran bir coğrafya olarak öne çıkıyor.

Son olarak malumunuz Kasım ayındaki ABD seçimlerine kilitlendi bütün dünya. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz? Başkan değişikliğinde neler yaşanabilir?

Biden gittikten sonra Trump, tahmin ediyorum Ukrayna Savaşı'nı bitirecek ve Zelenski'yi feda edecek. Zelenski ciddiyeti olan bir siyasetçi değil. Trump Avrupa’da savaş olmasın diye bu meseleye odaklanacak ve savaşı bitirince de kahraman pozları kesecek. Avrupa’ya da “Ben kendi ekonomimle ilgileneceğim, siz kendi işinize bakın” diyecek. Çünkü Amerika'nın kendi ekonomisi bozuk durumda. Orada da fiyatlar devamlı artıyor. Asya Pasifik'te Çin'e gidecek ve yine işi ticarete çevirecek.  Ama tekrar ambargo uygulamaya kalkarsa Çin mallarına ABD ekonomisi buna büyük tepki gösterir.

Hesaplamalarımıza göre; ABD, Amerika kıtasında ve Batı Avrupa’da, Rusya Orta ve Doğu Avrupa’da, Çin ise Asya ve Güneydoğu Pasifik'te güç sahibi olacaklar. Tabii tüm bunlar küresel iklim krizinin el verdiği kadarıyla gerçekleşecek. Üç üniversite birleşip 1972'de şöyle bir analiz ortaya koymuşlardı: Dünya kaynakları bu nüfus artışına göre nereye gidiyor? Dünya kaynakları sabit. İnsan nüfusu artıyor. İnsanın dünya kaynaklarından kullandığı materyal de artış gösteriyor. Herkes araba yapıyor, herkes petrol kullanıyor. Bunlardan yola çıkarak bir hesap yapıyorlar. 2060-2070 yıllarında kullanılan madenler bitecek. Fabrikalardan çıkan gazlar sera gazı etkisine yol açıyor. Bu da dünyayı gittikçe ısıtacak. Bir yandan kirlilik de artacak. 2025 yılından itibaren dünya nüfusu kirlilik, mikroplar ve bu ısınma nedeniyle beşer milyon, beşer milyon azalacak. 1992 yılında bir daha yapmışlar aynı hesaplamaları. “Bilgisayar sistemleri gelişti, hesaplar da etkilenmiştir, bakalım” demişler. Maalesef netice aynı.  En son 2012'de yapmışlar. Netice yine değişmemiş. Anlaşılan ya nükleer silahlarla ya da küresel iklim değişikliğiyle bir sona doğru gideceğiz.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...