}
01 July 2025

Prof. Dr. Enes Bayraklı: “Türkiye’deki İslam düşmanlığı Batı’dan daha sert”

Prof. Dr. Enes Bayraklı ile birlikte Leman karikatürü ekseninde Türkiye ve dünyadaki İslamofobyanın haritasını çıkardık. İşte ifade özgürlüğü ile Müslüman karşıtlığı arasındaki o kritik çizgi ve artan tehlikeler...

Leman dergisinin son sayıdaki karikatürü Müslüman karşıtlığı ve nefret söylemi içerdiği için ciddi tepkiler aldı biliyorsunuz. Siz bu karikatürü akademik olarak nasıl çerçevelendirirsiniz? Bu olayı Batı'da sıkça gördüğümüz İslamofobik karikatür krizlerinden biri olarak mı okumalıyız? Yoksa Türkiye'nin kendine özgü seküler-muhafazakâr gerilimlerinin mizaha yansıyan bir sonucu olarak mı değerlendirmeliyiz?

Bu, Türkiye’ye has bir olay değil. Daha doğrusu İslamofobi, Müslüman düşmanlığını ifade eden, Batı'dan neşet etmiş bir ideolojidir ve onun bizim Batılılaşma dönemimizde Türkiye'ye ithali söz konusudur. Zaten Leman dergisi ve Türkiye'deki benzer diğer karikatür dergilerinin önemli bir kısmı Fransız ekolünden etkilenmişlerdir. Charlie Hebdo’yu da örneğin aynı ekol üzerinden değerlendirebiliriz. Dolayısıyla Leman dergisinin de ya da Türkiye'deki İslamofobik çevrelerin İslamiyet'e bakışı; Fransa'daki, İngiltere'deki ya da Almanya'daki İslam düşmanlarının İslamiyet'e bakışından ideolojik olarak farklı değil. Aynı ideolojik temelden hareket ediyorlar. Dolayısıyla Türkiye'ye has bir durum söz konusu değil. Tabii Türkiye'nin kendisine ait şartları burada devreye giriyor.

Türkiye'de Batı’dakinden çok daha şedid, şiddetli bir İslam düşmanlığı mevcut. Çünkü burada, bin yıldan daha uzun bir süredir bu topraklara kök salmış, derin bir İslam kültürü var. İslamiyet’i bizatihi problematize eden, reddeden bu çevrelerin İslamiyet’e karşı duydukları nefret; Batı’ya nazaran çok daha şiddetli, daha derin. Bunun da tezahürleri zaman zaman ortaya çıkıyor. 28 Şubat'ta yaşadığımız süreç örneğin. Dolayısıyla bu bir ilk değil. Zaman zaman kendisini ortaya koyan bu İslamofobik imajlar, karikatürler, bilhassa özel sektörde Müslüman dindarlara karşı yürütülen ayrımcı tutumlar bir bütünün parçalarıdır.

Peki, bu dinamikleri besleyen birkaç tarihsel olaydan bahsettiniz 28 Şubat gibi. Türkiye'deki bu durumun arkasındaki diğer tarihsel sosyolojik dinamikler sizce nelerdir? Küresel İslamofobik söylemler bu iç dinamikleri ne ölçüde besliyor?

Bunun en temelinde bizim Batılaşma, sekülerleşme hikâyemiz var. Daha doğrusu sekülarizm ideolojisi var. Sekülarizm, yani aydınlanma ideolojisi. Pozitivizm; İslamiyet’i, genel olarak dini haddi zatında arkaik, problemli bir alan olarak görüyor. Kurtulunması, üstü örtülmesi gereken, kamusal alandan silinmesi gereken olgular olarak görüyor. Türkiye'de de aynı ideoloji Batı’dan ithal edildi. Dolayısıyla zaman zaman Türkiye'de -kendi içerisindeki siyasi şartlar gereği (28 Şubat böyle bir dönemdi mesela)- aynı ideolojinin daha görünür hâle geldiğine tanık oluyoruz. Tabii küresel gelişmeler de bunu tetikliyor. Baktığınız zaman, özellikle Batı’da son dönemde artan İslamofik söylemlerin Türkiye’ye de taşındığını görüyoruz. Bu zaman zaman kendisini mülteci karşıtlığı üzerinden gizliyor. Özellikle Suriyelilere, Afganlara, Pakistanlara, Doğulu toplumlara ve Orta Doğululara yönelik dile getirilen söylemlerin temelinde de İslamofobik bir ideoloji yatıyor.

“Hakaret devreye girdiği zaman ifade özgürlüğünden bahsedilemez”
Bu tartışmalar doğrultusunda ifade ve basın özgürlüğü ile nefret söylemi arasındaki o hassas çizgiye gelmek istiyorum. Bir eleştirinin veya karikatürün meşru bir hiciv olmaktan çıkıp İslamofobik bir söyleme, nefret söylemine dönüştüğü nokta neresidir? Bu ayrımı hangi kriterlere göre yapabiliriz? Ve bu tür ayrımcı söylemlerle mücadelede sivil toplum, medya ve akademiye düşen en temel sorumluluklar neler olabilir?

Her şeyden önce “hakaret” devreye girdiği zaman, ifade özgürlüğünden söz etmek mümkün değil. Her konuyla ilgili eleştirileri, mevcut legal sınırlar içerisinde herkes dile getirebilir. Bu konuda bir beis yok. Ama kutsalları doğrudan hedef alarak karikatürize etme, alay etme, hakaret etmeye yönelik ifadeler; tabii ki ifade özgürlüğü içerisinde değerlendirilemez. Haddi zatında bu Batı’da da böyle. Batı’da özellikle Yahudileri ya da Yahudi dinini, Yahudiliği hedef alan hiçbir görüşe, ifadeye tahammül gösterilmez ve bu söylemler ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmez. Zaten günün sonunda Müslümanlar açısından da sadece Hz. Peygamber değil, bütün peygamberler kutsal olarak görülür, kabul edilir. Ve bunlar alay konusu yapılamaz, karikatürize edilemez, hakaret konusu kılınamaz.

Bütün bunların ötesinde Türkiye’nin kendine has sosyolojik ve tarihsel bir gerçekliği var. Bu ülkede Hz. Peygamber'i, İslamiyet’i ve toplumun diğer kutsallarını hedef alamazsınız. Bu kabul edilemez ve hiçbir şekilde ifade özgürlüğü veya başka bir özgürlük kapsamında değerlendirilemez. İsterse Danimarka, Norveç ya da bütün Batı dünyası bunu legalleştirsin ve normalleştirsin; böyle bir şey Türkiye'de kabul edilemez. Bu ülkede Hz. Peygamber'in bir dokunulmazlığı vardır. Bu çok nettir. Dolayısıyla İslamofobik söylemler içerisinde olan veya tutumda bulunan kişiler; zihin olarak bu ülkeden kopmuş insanlardır, mankurtlaşmışlardır. Bir Fransız entelektüelinin bu ülkenin dinine, kültürüne, diline, tarihine baktıkları gibi ülkelerine bakmaktadırlar, nefret etmektedirler, bu nefretlerini de bu şekilde kusmaktadırlar. Bunun hoş görülecek, kabul edilebilecek hiçbir tarafı yok. Ve her türlü legal önlem alınmalı.

Sayın Devlet Bahçeli de 1 Temmuz Salı günü bir açıklama yaptı. Bu durum, yasa konusu kılınmalı ve üzerine gidilmeli. Böyle bir tutuma cesaret dahi edilememeli. Bir daha böyle bir şeyin basılması, yazılması, çizilmesi söz konusu olmamalı. Çünkü bu, aynı zamanda Türkiye'nin toplumsal barışının temeline de dinamit koymak için bir provokasyon unsuru olarak kullanılıyor. İçeriden ve dışarıdan Türkiye'ye zarar vermek insanların da kullandığı bir mesele hâline dönüşüyor. Dolayısıyla bu konuyla ilgili de her türlü yasal önlemin alınması gerektiğini düşünüyorum.

Küresel anlamda düşündüğümüzde İslamofobi, ne yönde evriliyor?

Küresel olarak baktığımız zaman özellikle Batı dünyasında Soğuk Savaş sonrası İslamiyet'in ve Müslümanların hedef tahtasına oturduğunu görüyoruz. Bir potansiyel tehdit, düşman algısı çerçevesinde ötekileştirildiğini görüyoruz. Özellikle 11 Eylül sonrası çok daha yoğun bir şekilde bu yaşanmaya başladı. Müslümanlar ve İslamiyet, güvenlik meselesi olarak kılındı. İslamiyet şiddetle ve terörle özdeşleştirildi. Ve bu, sistematik olarak siyasi elitler eliyle yapıldı. Dolayısıyla Batı dünyasında her geçen gün daha kötüye giden bir durum söz konusu. Ama Batı’da olup bitenler bizi o manada ilgilendirmez. Burası Türkiye, buranın kendi tarihsel koşulları var. Dolayısıyla bu ülkede yazıp çizen, görüşünü ifade eden insanlar; bu ülkenin hassasiyetlerine dikkat etmek zorundalar, etmezlerse de bunun bedelini hukuk önünde öderler.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...