Güzellik nedir? Neye göre belirlenir? Bir ölçütü var mıdır? Daha doğrusu kazanılır ya da kaybedilebilir bir şey midir?
Güzellik aslında bütüncül bir değerdir. Artı ve eksi bir sürü kutubu birleştiren, büyük bir tanımı olan estetik değerdir. Ama bugün güzelliğin ne olduğu ve ne olmadığı konusunu belirleyen şey, endüstri oluyor. Bunun adına biz “güzellik endüstrisi” diyoruz. Bunun içerisinde diyet endüstrisi, ilaç ve kozmetik endüstrisi, fitness endüstrisi, hatta sosyal medya var. Hepsini aynı şirketin üyesi gibi düşünün. Artık güzellik algısı, devasa bir endüstrinin tekelinde. Dolayısıyla bu algının dışarısına çıkmak çok zor hâle geldi.
Peki nasıl oluşuyor bu algı, kısaca özetleyeyim. Endüstri ve medyanın iş birliği ile belirleniyor ve sözcüleri var. Seyirci ve örnekleri ile de bu yansıtılıyor. Biz ne kadar “Güzellik, bakanın gözündedir, güzellik derin bir anlayıştır; fiziksel, ruhsal ve psikolojik bütüncüllüğü içerir” desek de bir klişeyi söyleyen kişi gibi algılanacağız. Gerçek bu noktada, artık klişe kabul edilir oldu. Gerçek üstücülük ise popüler bir hâl aldı.
Devasa bir endüstrinin olduğu yerde benlik varlığımızı neredeyse yitirmek üzereyiz. Onu da sadece dış koşullarla var etmeye çalışıyoruz. Yani bir yerde benlik saygısı, benlik varlığı, benlik bilinci kopukluğu var. Diğer yerde onu bağdaştırmak için endüstrinin sunduğu yeni bir benlik var, kısa bir yol var. O kısa yol da fiziksel değerleri öne çıkartmak. Yani “İyi görünüyorsan sağlıklısındır, iyi görünüyorsan iyi bir iş bulursun, …” gibi iyi olma hissiyle beraber güzel olmanın hâlleri pompalanıyor açıkçası. Bu sebeple bu dünyanın içinden çıkmak giderek zorlaşıyor.
“Kadının nasıl olması gerektiğini güzellik endüstrisi tanımlıyor”
Güzelliğin bir ölçüsü, kriteri, kıstası var mı şu anda? Ne tür standartlar devreye giriyor; geçmişte, bugünde bu standartlar nasıl belirleniyor?
“Ölçü” dersek endüstrinin bakış açısına paralel olarak söze başlamış oluruz. Elbette güzellik içerisinde bir matematik oran var. Bu matematik orana “altın oran” deniliyor. Bir kadının, erkeğin yüzü, vücudu ne kadar simetrikse onu çok daha güzel algılarız. Bu oran, bizim beynimizde kültürel bir miras olarak kayıtlı. Sadece insanda da değil, doğanın her olgusunda bu oranı, simetriyi aramaya meyilliyiz, bulduğumuzda da güzel algılamaya… Mesela çınar yaprakları, altın orana sahiptir, nehir yatakları ya da… Hepsinde bu altın oranı bulabiliriz ve onların hepsi bize çok güzel gelir. Altın oran anlayışı işin bir boyutu. Kadın güzelliğinde bu oranın dışında eğitimi, huyu, ses tonu, bakışı, beden dili gibi pek çok ölçüt öne sürülüyor. Özellikle de manevi özelliklerle tartılıyor; fıtrat tanımlarıyla fedakârlığı vurgulanıyor ve böylelikle hepsi güzelliğin içine katılıyor. Bunların tamamı güzellik ölçütü olarak değerlendiriliyor, dolayısıyla da güzelliği her zaman matamatik değerler üzerinden düşünemeyiz.
Güzellik bütüncül bir değerdir. Bunu yadsıyamayız. Fakat güzellik artık kavram olmaktan çıktı, sorunsal hâline gelmeye başladı. Dolayısıyla bu değeri anlamak için önce kendi kalıplarımızı geliştirmek zorundayız; düşünmeli ve dayatılan bu algı üzerine kafa yormalıyız. Billboardlarda, reklamlarda, televizyon dizilerinde, sinemada, müzik endüstrisinde gördüğümüz, bize pazarlanan o güzellik algısını sorgulamak zorundayız. Çünkü başta belirttiğimiz tanımdan başka bir tanımlama devreye giriyor. Piyasanın güzellik tanımı yani. Her iki ya da üç senede bir ekranlarda gösterilen o güzellik standartları sürekli değişiyor ve satın alınabilir hâle geliyor. Örneğin genç, porselen yüzlü, büyük dudaklı, kalın kaşlı, dolgun hatlı ama incecik belli bir kadın güzelliği tasavvur ediliyor, tanımlanıyor ekranlarda. Güzellik endüstrisi de bu tasavvuru vaat ediyor. Bize kadının nasıl olması gerektiği gösteriliyor.
Altın oran dediğimiz ve bütüncül olarak baktığımız güzellik anlayışından farklı olan bu tanımlamaların doğru olmadığını bilmeliyiz ve piyasanın dayattıklarını reddetmeliyiz. Fakat farketmemize ragmen piyasanın dayattığı güzellik algılarını içselleştiriyoruz, istenilen güzelliğe ulaşmak için çabalıyoruz: Tek tip hâle geliyoruz; aynı tip kaş, aynı tip dudak, aynı tırnaklar… Bu trendleri takip etmeye çalışıyoruz. Endüstri tam olarak bunu yapmak istiyor çünkü, onun tasavvurunun dışında kaldığımızda kendimizi eksik hissetmemizi istiyor. Endüstri; toplumu, insanı çok iyi tanıyor, bundan 1 yıl önce de 25 yıl, 50 yıl önce de kadınlar kendilerini yine eksik, değersiz ve parçalanmış hissediyorlardı. Kadınların toplum içinde değersiz ve eksik tanımlanmasını endüstri çok iyi kullanıyor. Demek ki kadının değersizleştirilmesi, hiç değişmeyen bir politika. Biz bu dayatmaları ne kadar reddetsek de kendimizi eksik ve değersiz hissetmeye devam ediyoruz. Bu hissiyattan önce kurtulmamız gerekiyor.
Süper modellerle, mankenlerle bir alan çalışması yapmıştım. Orada çok enterasan bir sonuç ortaya çıktı. Onların içinden geldiğim için yaptığım görüşmelerde neler hissettiklerini zaten biliyordum. Ama görüşmelerimizde model arkadaşlarım dahi kendilerini ne yaparlarsa yapsınlar eksik ve yetersiz hissettiklerini söylüyorlardı. İstenilen güzellik imajına ulaşamadıklarını belirtiyorlardı. Bakıldığında güzellikleri zaten profesyonel bir jüri tarafından taçlandırılmış modellerdi o isimler. Peki sokaktaki kadın ne yapsın? Ölsün mü? Piyasa sana var olma diyor zaten. Badem gözlü değilsin ya da çekik gözlü değilsin, güzel makyaj yapamıyorsun, iyi dans edemiyorsun, vs. Endüstri seni hep eksik tarafından tanımlıyor. Yarattığı güzellik tanımı da öyle, güzelliğimizi anlatmıyor, eksikliğimizi anlatıyor, var olmayan bir hedef koyuyor önümüze. Ulaşamayacağımız bir şey için yarışmamızın bir anlamı yok hâlbuki.
“Kadınlar artık güzellik yargılarından bıktı”
Saha araştırmalarınızın neticesinde şunu sormak istiyorum. Güzellik yarışmaları nedir? Yani en güzeli seçmek ya da en güzel olmak, bunu seçen jüri tarafından taçlandırılmak ne tür bir anlam taşıyor?
Bu modern bir saplantı. Yani modern kadını tanımlama biçimlerinden biri bu yarışmalar. Modern kadın, fiziki koşullarıyla, gustosuyla, giyimiyle, entelektüel kapasitesiyle kendini gösteriyor. Dolayısıyla bir kimlik yaratımı söz konusu güzellik yarışmalarında. Örneğin Türk kadının kimliği ne olmalı? O yarışmalarda katılımcıların kimliği olumlanmaya çalışılıyor. Fakat bügüne gelindiğinde böyle ilerlemiyor, güzellik dış koşullarla ölçülen bir değere indirgeniyor.
Elbette tartışmalı bir konu güzellik yarışmaları. Öncelikle böyle bir yarışmaya gerek var mı? Ben de jüri tarafından taçlandırılmış biriyim. Modellik benim için bir meslekti o zaman. Dolayısıyla bir okul gibiydi benim için. Ama o kadar. Şimdi mankenliğin dışında farklı alanlarda olan, farklı entelektüel birikimlerle katılan ve güzelliğini tescil ettirmek isteyen kadınlar yer alıyor yarışmalarda. Böylelikle sadece beğeni kriterleri içinde değerlendirilmeden entelektüel tarafıyla da “en güzel” seçilebilir demek isteniyor. Örneğin bu senenin Miss Turkey birincisi olan kadın arkadaşımız, Tıp Fakültesi mezunuydu. Ama yarışmanın indirgediği güzellik algısıyla örtüşmediğinde endüstrinin beslediği halk algısı kadının eleştirilmesine neden oldu. Burada şeytansal bir akıl var maalesef. Bugün bu, kadın arkadaşımız üzerinden yapıldı, güzelliği eleştirildi, linç edildi. Güzelliğin laneti diyor buna Ayşe Kulin. Hakikaten güzelliğin lanetine uğradı bu seneki Miss Turkey birincisi olan arkadaşımız. Aslına bakarsanız sadece yergi değil, övgü de bir tahakkümün göstergesidir. Bir şeyi ya da birini tanımlamak onun üzerinde tahakküm kurma biçimidir çünkü. Bu noktada güzellik de bir lanettir, tanım laneti.
Fakat bu lanet iki taraflı… Hem güzelin (güzel olduğunuz için hakarete uğruyorsunuz, aşağılanıyorsunuz) hem de güzel olmayanın (endüstrinin olmasını istediği şekilde güzel olmayanın) yaşadığı lanet bu. Biz kadınlar, bu tür güzellik yargılarından bıktık, usandık artık. Her gün rimel, fondöten sürüp dışarı çıkmaktan; belli aralıklarda dolgu, botox yapmak zorunda hissetmekten bıktık. Böyle yaşamak mümkün değil zaten.
“Güzelliğin zıttı çirkinlik değildir”
Toplum tarafından okunduğunda da söylemler ortak bir güzellik bilincini gözler önüne sürüyor. Endüstri tarafından yaratılan ve toplum tarafından içselleştirilen bu ortak güzellik bilincini düşündüğümüzde “çirkinlik” neye göre tanımlanıyor?
“Çirkinlik” kavramına özellikle Umberto Eco, Alain Corbin gibi yazarlar değinmişler. Fakat tanımlamalarda yanlış bir anlamlandırma var. Güzelliğin zıttı çirkinlik değildir. Hep yanlış biliniyor. Güzelliğin zıttı “güzel olmayan”dır. Çirkinlik de estetik bir değerdir. Çirkinlik kendi içerisinde bambaşka varlık alanları barındırır. Ama biz genelikle çirkinliği ucubelik, yaşlanmışlık, bozukluk, iğrençlik, canavarlık gibi tanımlarla özdeşleştirdiğimiz için gözümüzde korkunç hâle geliyor. Dolayısıyla bütün bu kavramlarla beraber birisine, özellikle de kadına çirkin dediğimizde ona aynı zamanda yaşlı, bozulmuş, canavarlaşmış demiş oluyoruz. Neden özellikle kadına dedim? Çünkü çirkinliğin toplumsal normlar içerisinde bir cinsiyeti var. Çirkinliğin cinsiyeti kadın. Bir erkek çirkinlikle anılmaz; güzellik kalıplarının dışında bile olsa erkek başarısıyla, statüsüyle vs. anılır. Erkekler, saygınlığın referansını güzelliklten almazlar. Bu sebeple güzellik ve çirkinlikle anılan kadındır.
Saygınlığını bu tür kıstaslarla elde edeceğini düşünen kadınlar da psikolojik açıdan zorbalanıyorlar, bunalıma giriyorlar. CEO da olsanız, başarılı bir iş kadını da olsanız kendinizi yetersiz ve eksik hissedebiliyorsunuz bu sebeple. Çünkü tamamen fiziksel koşullarımızla yargılanıyoruz, kıyafetlerimizle ağırlanıyoruz; saatimizle, çantamızla, arabamızla vs… Sosyal medyada paylaştıklarımız da ne olduğumuzu ya da ne olmadığımızı anlatmaya yarıyor.
“Gerçeklik yok, hipergerçeklikler var artık”
Sosyal medya bu noktada çok önemli bir konu. Dijital dünyada fenomenlerden sıradan insanlara kadar herkes güzellik endüstrisi üzerinden bir persona oluşturuyor. Gerek yaşam biçimleri gerekse güzellik algıları kullanılan efektler ve “vogue culture” gibi anlayışlar insanları kalıplaştırıyor sanki. Kendinizden daha farklı bir hâlde orada var oluyoruz. Bu bizim gerçeklik algımızı nasıl etkiliyor sizce?
Gerçeklik algımız yok ki bizim, gerçeküstü dünyadayız. Yani hipergerçeklikler var artık. Herkes sosyal medya konusunda profesyonelleşmeye başladı. Sanatçılar, modeler, pop yıldızları bu şablonun örnekleri oluyor. Sosyal medya fenomenleri de bu şablonun yeni versiyonları; 50 milyon, 100 milyon takipçili fenomenler artık güzelliğin temsilcisi, örnekleri oluyorlar. Biz de onları taklit ediyoruz. Dolayısıyla ekrana her baktığımızda gerçeküstü bir dünyanın yansımalarını görüyoruz, o fenomenlerin ve ortaya koydukları algıları yeniden üretiyoruz taklit ederek. Artık orada yaşıyoruz, sosyal medya dili ve görüntüsü gündeliğimize yerleşti.
Dijital dünyadaki bu sunum bizi bir şeyler almaya itiyor, fenomenlere benzemek için onların sunduğu ürünlerden etkileniyoruz. Endüstri de bunu istiyor, ihtiyaç üretiyor. Her yerde bir sürü kozmetik mağazası var, sürekli alışveriş yapıyoruz. İhtiyacımız olmadığı hâlde çantamızda, gardırobumuzda hep bir eksiklik var. Bu ihtiyaç üretimi de sosyal medyayla pekiştiriliyor. Orada oluşan trendler sayesinde herkes aynı ayakkabıyı, aynı teknolojik aletleri, aynı kıyafetleri almak istiyor. Bu da standartlaşmayı getiriyor. Sürekli “almak” için yaşadığımız, kredi kartı taksikleriyle hayatımızı idame ettirdiğimiz bir dönemdeyiz. Sürekli borçlu olduğumuz bir dünyadayız.
Teknolojinin getirdiği bu telaş, yalnızlık ve soğukluğu herkes yaşıyor. Bunun önüne geçmek için çözüm var mı? Arayış, insanın doğasında var. Kimi insan hayvanlara sarılarak kimi belli konularda uzmanlaşarak kimi spritüel alanlara, hobilere dalarak kendini bulmaya, yetiştirmeye çalışıyor. Bu çözümlerden biri. Fakat endüstri o kadar bizi çevreliyor ki bu çözümleri de kendi bünyesinde yeniden üretebiliyor. Popüler kültür ürünlerini tüketmeye, piyasanın kâr oranlarını arttırmaya devam edebiliyoruz. Çünkü entelektüel dünya da bir persona oluşturmada araç olabiliyor. İzlediğimiz filmler, gittiğimiz tiyatro oyunları, okuduğumuz kitaplar aynı olmaya başlıyor. Ve tüm bunlar yine güzellik algısında etkili olabiliyor. Sosyal, ekonomik ve fiziki sermaye kadının güzelliğini, arzulanabilirliğini ortaya serebiliyor. Daha arzulanabilir, çekici kadın personası yaratıyor. İdeal, örnek kadın arketipi, yine kadınların kendilerini yetersiz ve eksik hissetmesine neden olabiliyor. Çünkü mükemmellik gerçek değil, gerçek hayatta böyle bir mükemmellik yok. Kapitalizm böyle bir şey, mükemmelliği yaratıyor ve satmaya çalışıyor.
Feminist aktivistler beden olumlamaya yönelik çeşitli paylaşımlar yapıyorlar. Çünkü biz kadınlar kilo alabiliyoruz, çatlaklarımız, selülitlerimiz olabiliyor ya da göz altı morluklarımız olabiliyor. Hepimizin farklı vücut tipleri var. Kimimizin bacakları kalın, kimimizin beli… Çok doğal, olağan şeylerlerden bahsediyorum. Ama bunlarla beraber bir endüstri inşa edilme durumu var. Güzellik merkezleri mesela... Kusurmuş gibi sunulan olgular üzerine kurulu endüstri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tüysüzlük, pürüzsüzlük, vücut şekilleri endüstrinin ortaya koyduğu standartlar. Tüm bu saydıklarınız endüstriye göre eksiklik, kusur. Bu eksikleri, kusurları da kendi yargılarımız üzerinden konuşuyoruz. Bize öğretilenlerle tanımlıyoruz. Dışına çıkamıyoruz. Geldiğimiz yer, idealar dünyası oluyor. Fakat bir yerden ışık var. Yavaş yavaş o ışık belirmeye başlıyor. O cılız ışığı yakalayabilmeliyiz.
“Özbenliğimizi yeniden yakalamamız gerekiyor”
Peki o ışık nedir, nasıl yakalayabiliriz?
Ne biliyor musunuz? Öz dediğimiz kavramı, özbenliğimizi bularak o ışığı yakalayabiliriz. Bu ifade biraz iddialı fakat daha yalın olan bir gerçeklikten söz ediyorum. Bu gerçeklik, kadın atalarımızda bulunuyor. Türk mitolojisinde, Yunan mitolojisinde, tarihteki kadın figürlerde o özbenliği görebiliyoruz, o ışığı yakalayabiliyoruz. Bu sebeple geçmişe yönelik arayışta olmalıyız; geçmişi, geçmişteki güçlü kadın figürleri araştırmalıyız, öğrenmeliyiz. Bu alanlarda araştırma yapmış isimlerin ardından gidebiliriz. Örneğin Türkiye’de Ekrem Akurgal, Nezih Başgelen gibi önemli arkeologlarımız var; tarihe dair neyi kazımış, neyi bulmuşlar araştırmamız, okumamız gerekiyor. Tarihi kazıyanlar, feneriyle o cılız ışığı büyütenlerdir.
Güzellik algılarını, kadının bu algılara sıkıştırılmasını, üzerinde psikolojik ve toplumsal baskının oluşturulmasını konuşmaktan kadınlar olarak sıkıldık ve bunun artık bir çözüm olmadığını biliyoruz. Bu sebeple bu çerçevelere sığdırılmak zorunda kalmayan tarihteki kadın atalarımızın peşinden gidip özümüzü hatırlamamız, o özümüze dönmemiz gerekiyor. Aksi takdirde bu tartışmaların arasında sıkışır kalırız. Bu sorunlarla ve gelecekteki kaygılarla boğuşabilmemiz için geçmişteki özümüze ulaşmalıyız öncelikle. Gelecek ile geçmiş düalitesinin hayatımızda bir karşılığı var. Geleceğin de geçmiş olacağı bir zaman olacak. O yüzden geçmişe dönmek zorundayız.
Bu mevzuları ve çözüm arayışlarını konuşmamızın sebeplerinden biri de kadının bunlarla sınırlı olmaması gerektiği. Kadının sadece güzellik algısı üzerinden düşünülmesi, başka sıfatlarının, varlığının çok fazla ön planda tutulmaması, cinsiyetçiliğin ve hatta cinsiyete yönelik şiddetin; duygusal, fiziksel, cinsel ve birçok şiddetin kapısını aralıyor. Buradan bakıldığında güzellik algısı ve güzellik endüstrisi politik midir?
Yüzde yüz politik tabii ki. Hem ekonomik politik hem kültürel…. Bütün bu kurgunun kaynağı ise kapitalizm. Kadının ne olduğu, ne olması gerektiği, kadınlık rolleri vs. bunların hepsi, yani toplumsal cinsiyet kavramıyla tanımladıklarımız; kültürün içinde kanıksadığımız, içselleştirdiğimiz şeyler. Bugün bunların hepsini küresel kapitalizm belirliyor. Kadın bunu anlamak ve bunu içselleştirmekten kaçınmak zorunda. Anlamak yeterli değil, çünkü eninde sonunda karşı koymazsak o endüstrinin içinde debelenmeye devam ediyoruz. Bundan sıyrılmak zorundayız.
Manipülasyon çok sinsi bir şekilde ilerliyor. Belki de kadınlar o manipülasyonun içinde debeleniyor olabilirler. Çünkü tek onay mekanizması buymuş gibi gösteriliyor toplumda.
Tarih boyunca kadınlar mücadele vermişler hep. Yakılmışlar, öldürülmüşler, kılıçtan geçirilmişler dünyanın pek çok yerinde. Ama kadınlar mücadeleden vazgeçmemişler, başkaldırmaya devam etmişler, eşitlik için savaş vermişler toplumda. Osmanlı’da da öyle. Osmanlı’nın son döneminde kadınlar mücadele vermişler ve eşitlik için çabalamışlar. Manipülasyon var ama tarihteki bu mücadeleleri hatırlamalıyız, biz o mücadeleci kadınların torunlarıyız ve devam ettirmeliyiz onların davalarını.
“Ünlüler, güzellik politikalarının hem mağdurları hem de askerleridir”
Endüstrinin farklı boyutlarını konuştuk ama modadan bahsetmedik. Moda bu güzellik algılarına nasıl yön veriyor? Bu algıları belirliyor mu? Yoksa yavaş yavaş bu algıyı kırılıyor mu? Bir model olarak neler düşünüyorsunuz?
Hepsini birlikte değerlendirmeliyiz. Diyet endüstrisi, fitness endüstrisi, “celebrity” endüstrisi, moda endüstrisi beraber çalışıyorlar. “Celebrity” önemli kavram, çünkü onlar bu endüstrinin hem mağdurları hem askerleridir. Hem beraber çalışıyorlar hem de bu endüstride bedel ödüyorlar. Modeller, güzellik politikalarının temsilcileridir; bedenleriyle, duruşlarıyla, kıyafetleriyle, güzellikleriyle bu temsiliyeti beslerler ama diğer yandan bu endüstrinin işçisi olmaktan dolayı yılgındırlar. Endüstrinin kamçısını sırtlarında hisseden kadınlardır onlar. Bunu modellik yaptığım için çok iyi biliyorum. Modeller de diğer kadınlar gibi kendilerini yetersiz ve eksik hissediyorlar, günün sonunda tüm kadınlar kendilerini değersizliğin içinde buluyor.
Moda endüstrisi “celebrity” dünyasını büyütüyor. Celebrity şöhreti, başarı ile elde edilen bir şey değildir; endüstrinin stratejilerini uygulamak yeterlidir. Bu stratejiler, skandal yaratan şeyler de olabiliyor maalesef. Endüstriyel kompleks de böylece oluşmaya başlıyor bu skandallarla. Menajerler, reklam ajansları endüstri ile birlikte çalışıyorlar. Muhatap olan kitlelere ise şu güzelliğe, şu standartlara ulaştığınızda ancak ünlü olabilirsiniz mesajı ulaştırılıyor. Böylelikle gerekli alışverişler gerçekleşmeye başlıyor. Celebrityler, yani ünlüler menajeriyle anlaştığı üzere kitlelerine ürün pazarlıyor sosyal medyada, bunun maddi karşılığını da alıyorlar elbette. Kitleleri de o ürünün peşine gidiyor, o ünlü gibi olabilmek için.
Eskiden bu isimler, evet ünlülerdendi. Artık sıradan insanlar takipçilerini artırarak piyasanın içinde olabiliyorlar. Anneler örneğin, anneliği sosyal medyada meslek hâline getirebiliyorlar ve bu mesleğe çocuklarını dâhil edebiliyorlar. Böylelikle çocukları bir ürün hâline getiriyorlar. Çocuklarını, evlerini, ev içi pratiklerini ifşa ediyorlar ve onları herhangi bir ürünmüş gibi sergileyebiliyorlar. Dolayısıyla daha büyük sorunlar ortaya çıkabiliyor, özellikle çocuklar için. Çocuklar, o ekranla büyüyor, telefonla, sosyal medyayla iç içe. 8-12 yaş aralığı, daha ergenliğe girmemiş, “tween” olarak isimlendirilen çocuklar; bu güzellik algılarıyla çok erken karşılaşıyorlar. Moda akımları onların gelişimini ve psikolojilerini maalesef kötü etkiliyor; topuklu ayakkabılar, makyaj mazemeleri, kadınsı giyim vs. Bu çocukların istismarına da sebep olabiliyor. Bu sebeple 13 yaş altındaki çocukların “Instagram” kullanmaları yasaklanmıştı, kısıtlama getirilmişti. Böylece o çocukların “Instagram” hesapları kapanmaya başladı ama sorun hâlâ çözülmüş değil. Kanunsal bir çerçeveye alınması gereken bir konu bu.
Henüz çocukken maruz kaldıkları sosyal medyadaki güzellik kriterleri, moda akımları çocuklar üzerinde bir takıntı hâline gelebiliyor maalesef. Çocuklar bununla baş etmeyi bilmediği için benlik algıları zarara uğruyor; çirkin olduğunu ya da şişman olduğunu düşünüyorlar, kendinde kusur bulmaya başlıyorlar. Eksiklik ve kusurluluk duygusuyla daha savunmasız bir şekilde karşılaşıyorlar.
Bu durum çocukları nasıl etkiliyor peki?
Zorbalığı gündeme getiriyor öncelikle. Empati duygusu köreliyor, zorbalık artmaya başlıyor. Bunun üzerine bir çalışma yapmıştım. Çocuklarla bu konuyu çalışmıştım; okullara seminerler verdim, bazı ailelerle doğrudan görüştüm. 2017-2018 yılları arasında yaptığım çalışmada çocukların sergilediği davranış modellerini gözlemleme şansım olmıştu. Tabii o zaman 12 yaşında olan çocuk şimdi 18 yaşında. Sosyal medyanın açmış olduğu zorbalık alanıyla büyüyen bu çocukların bir kısmı intihar etti, bazısı madde kullanımıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Çocuklar savrulmaya ve hayata tutunamamaya başladı. Bu çocuklar kendilerini hep eksik hissediyor; başarılı hissetseler bile kendilerini güzel bulmadıkları için eksik hissediyorlar. Bu korkunç bir durum. Alanda gördüklerim maalesef korkunç, seneler önce gözlemlediklerim geleceğe dair korkularımı arttırıyor. Sorgulamak kapıyı aralayabilir ama artık ayakkabılarımızı giyip o kapıdan çıkmalı ve koşmaya başlamalıyız. Hatta zorundayız buna.