Çağdaş sanat dünyasının dikkat çeken isimlerindensiniz… Şu sıralar “Meftûn” adlı serginizle gündemdesiniz. Serginizin oluşum süreci nasıl gelişti?
“Meftûn”, Grand Hyatt İstanbul’da gerçekleşen ikinci kişisel sergim. Serginin seçkisi sırasında tüm işlerin ortak bir dili ve çıkış noktası olduğunu gözlemledik. Bu da her eserin içinde barındırdığı tutku ve duygu aktarımıydı. “Meftûn” aynı zamanda çok sevdiğim bir şiirimin ismi. Kelime anlamı olarak da “büyülenmiş” ve “âşık olmuş” anlamlarına geliyor. Bir kişi ya da nesneye duyulan derin bir sevgiyi ve bağlılığı ifade ediyor. Bu bağlamda “Meftûn”; sanata, hayata ve ilişkilere karşı bakış açımı çok doğru ifade eden bir sözcük. Dolayısıyla farklı dönemlerime ait resimlerden bir seçki oluştururken hepsinin temel noktası olan ve beni en doğru ifade eden isimle hareket etmeye karar verdik.
Bu sergi ile sanatseverleri nasıl bir yolculuğa çıkarmak istediniz?
Bu sergiyi ziyaret eden sanatseverlerin benim kişisel tecrübe ve duygu aktarımlarıma tanıklık ederken, kendi duygu ve düşüncelerini gözden geçirmelerini, iç dünyalarında ya da bilinçaltlarında sevgiye, aşka ve tutkuya dair taşıdıkları hisler ve anılarla yüzleşmelerini arzu ettim.
Tablolarınız, keskin ve soyut formlar aracılığıyla renklerin ritmik diliyle hayali hareketleri betimliyor. Bu formlar; manevi, bilinçaltı ve zihinsel temaları ele alarak şiirsel bir öz taşıyor; hem uyumlu hem de görkemli bir atmosfer yaratıyor. Sanatınızı oluşturan dinamiği nasıl ifade edersiniz?
Aslında sanat benim hayatımın bütününe yayılan, her günüme eşlik eden ve yaşamımın temelini oluşturan unsurlardan biri. Hayata dair her şeyi anlam ve derinlik açısından sorgulama ve bunları maneviyat üzerinden anlamlandırma eğilimindeyim. Dolayısıyla bütünsel bir sanat anlayışına sahibim. Bu bütünsellik içinde ise şüphesiz duygular en belirleyici unsur. Hayat hiç kimse için düz bir çizgide ilerlemiyor. Herkesin yaşam yolculuğunda geçtiği süreçler, yaşadığı inişler ve çıkışlar, farklı duygu durumları ve zamana yayılan farkındalıkları oluyor. Bu süreçlerin içerisinden kabul ile geçerken, sanat aracılığıyla en saf ve çıplak hâlimizi dışarıya aktarabilmek en temel unsurların başında geliyor.
“Eserlerimde kadınları daha fazla odağıma almış gibi görünüyorum”
Çalışmalarınızda bilhassa kadınları odağa alıyorsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı?
Aslında benim odak noktamda her zaman için bireysel özgürlük kavramı var. Sadece kadınlara karşı değil tüm bireylerin hakları ve özgürlükleri konusunda oldukça hassasım. Çalışmalarımda bu konuya temas etsem de özellikle ülkemizde kadınların daha fazla sıkıntı ve zorluğa maruz kalmaları sonucunda, kadınları daha fazla odağıma almış olarak görünüyorum. Fakat bunda da bir sakınca görmüyorum.
Hat sanatıyla da yakından ilgilisiniz. Bu alana merakınız nasıl gelişti?
Ben çocukluğumdan beri kaligrafiye ilgi duydum. En eski çocukluk anılarımda bile babaannemin kütüphanesinde şiirler okuduğumu ve farklı yazı tipleri ile günlükler tuttuğumu, oyuncaklar yerine renkli boya kalemleri ile tek başıma oyunlar oynadığımı anımsıyorum. Rus Dili ve Edebiyatı okumaya başladığım dönemde Kiril alfabesi ile tanıştım. Bana inanılmaz büyülü geliyordu. Yazıya dair tutkum biçimsellik ve form anlamında beni hat sanatına yönlendirdi ve üniversitede Rus Dili ve Edebiyatı’nın yanında hat eğitimi de aldım.
Sanat yaparken ilham nasıl geliyor peki? Çalışmalara başlamadan önce özel bir ritüeliniz var mı?
Hayatın geneli benim için ilham kaynağı diyebilirim. O günün şartlarında hangi ruh hâli içerisindeysem çalışmalarıma da bu duygu ifadesel olarak yansıyor. İşime başlamak için herhangi bir ritüelim yok fakat genel olarak resim yaparken dış dünya ile temasımı o an için keserek müzik dinlemeyi ve mum ışığında olmayı tercih ediyorum.
Çalışmalarınızda belirli bir tema ya da mesaj var mı? Varsa bunu nasıl tanımlarsınız?
Hiçbir zaman için önceden belirlenmiş ya da planlı bir tema ile hareket etmiyorum. Daima o an için içinden geçtiğim duygu ve düşünceler çerçevesinde en doğal ve çıplak halimle hareket ettiğim, tamamen özgür ve akışta olduğum, her türlü sıfat ve kimlikten arındığım ve iç dünyamı tuvalime yansıttığım bir süreçten geçiyorum.
“Her zaman her konuda kalbimin sesini dinleyerek hareket ettim”
Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunusunuz. Sonrasında uzun yıllar reklam ve iletişim sektöründe yer aldınız. Şimdilerde resim sanatıyla uğraşıyorsunuz. Kariyerinizin seyrine dair neler söylersiniz?
Her zaman her konuda kalbimin sesini dinlediğimi söyleyebilirim. Keyif aldığım, ilgi duyduğum alanlarda eğitimler aldım, hâlen de ilgi alanlarıma yönelik eğitimler almaya devam ediyorum. Bunları bir etiket ya da başarı yolunda gereklilikler olarak hiç görmedim. İşin bu tarafıyla ilgilenmiyorum. Tek önemsediğim her zaman için içeriğine, kalitesine, etik anlayışına güvendiğim kişi ve kurumlarla ilerlemek oldu. Çok şanslıyım ki bu konuda da kendimi mutlu hissettiğim ve beni tatmin eden bir noktadayım.
“Rebel” isimli eseriniz Contemporary Venedik Uluslararası Sanat Fuarı ve The Body Language Fuarı’nda sergilenmişti. Uluslararası bir üne de sahip olduğunuzu söyleyebiliriz. Bundan hareketle dünyada ve ülkemizde sanata dair en temel sıkıntıları ne olarak görüyorsunuz?
Sanat, tüm dünyada giderek daha fazla ticari ve finansal bir araç hâline gelmiş durumda. Artık birçok sanatçı, eserlerini yaratırken pazar ve talep odaklı düşünmek zorunda kalıyor. Bu durum, sanatın özgünlükten ve toplum için anlam yaratmaktan çok, sadece ekonomik bir değer taşımaya başlamasına yol açıyor. Ayrıca sanatın elit olarak ifade edilen belirli bir kesime hitap etmesi, siyasi baskılar, sansür ve ideolojik müdahalelerle sınırlanması, sanatçılar için özgür ve yaratıcı ifade alanlarını daraltıyor. Türkiye özelinde ise sanat, yeterli destek ve eğitimden yoksun, ayrıca kültürel ve ideolojik engellerle de karşılaşıyor. Altyapı eksiklikleri ve sanatın ticarileşmesi de bence sanatsal üretimin önündeki en büyük engeller arasında yer alıyor.
Hangi sanatçı veya sanat hareketlerinden ilham alıyorsunuz?
Herkes ve hiç kimseden diyebilirim. İlgi alanlarım çok hızlı şekilde değişir ve pek çok farklı teknik, dönem ve stil ilgimi çekebilir. Dolayısıyla öğrenmeye çok açık fakat tek bir kişi ya da tekniğe bağlı kalamayacak kadar da meraklı ve özgür ruhlu olduğumu söyleyebilirim. Kendi özgün yolumda ilerlemeyi tercih ediyorum.
Resimlerinizdeki renk paletini nasıl seçiyorsunuz? Renkler sizin için bir anlam taşıyor mu?
Renk paletini seçerken genellikle birkaç faktörü göz önünde bulundururum: Bağlam, duygusal ton ve estetik uyum. Renkler hem kültürel hem de kişisel düzeyde derin anlamlar taşır; bu nedenle seçtiğim renklerin o an içinde bulunduğum ruh hâlini yansıtması kaçınılmazdır.
“Resim yaparken hislerin özgür dilini tercih ediyorum”
Çalışmalarınızda figüratif mi, soyut mu olmayı tercih ediyorsunuz? Neden?
Ben “abstract expressionist” olarak tanımladığımız soyut dışavurumcu bir ressamım. Soyut dışavurumculuk; nesnel gerçeklikten bağımsız, renk, şekil ve dokunun ön planda olduğu bir sanat anlayışını benimser. Sanatçıların içsel duygularını, düşüncelerini ve deneyimlerini eserlerine aktarmaya çalıştıkları bir tekniktir. Bu anlamda beni ve hayata bakış açımı birebir yansıtan bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Gözün gördüğünden ziyade görünenin ötesiyle ilgilendiğim, sınırları, kuralları, tanımları, dayatmaları sevmeyip yerine hislerin özgür dilini tercih ettiğim için daimî tercihim soyuttan yana olmuştur.
Dijital sanatla geleneksel resim arasında bir seçim yapmanız gerekse hangisini tercih ederdiniz?
Hiç tereddüt etmeden geleneksel resim derim. Farklı yaklaşımlara karşı olmamakla birlikte dijital sanatın geleneksel resme dair bir alternatif olmadığını, sadece destekleyicisi olduğunu düşünüyorum. Resim, tarih öncesi dönemden başlayarak insanlık tarihi boyunca var olmuş; her dönemde toplumların değerleri, inançları ve günlük yaşamlarıyla paralel olarak gelişmiştir. Eminim ki bundan sonra da böyle devam edecektir.
Resminiz için zaman içinde nasıl bir evrim geçirdiğini gözlemlediniz mi? Şu anki tarzınız, başlangıçtaki tarzınızla ne kadar örtüşüyor?
İnsan sürekli değişen ve gelişen bir varlık. Ben yapı olarak öğrenmeyi ve hayata dair merak duyduğum şeyleri deneyimlemeyi seven biriyim. Eminim ki sanatsal sürecimde farklı gelişim ve değişimler içinde bulunmuşumdur. Fakat temel prensiplerime ve özüme her zaman bağlı kaldığımı düşünüyorum.
“Sanatı toplumlar için güçlü bir değişim aracı olarak görebiliriz”
Sanatın toplumsal değişime katkıda bulunabileceğine inanıyor musunuz?
Sanat, aslında toplumsal yapıları, değerleri ve inançları sorgulama, eleştirme ve dönüştürme gücüne sahip olan bir araç. Bu bağlamda şüphesiz hem bireyler hem de toplumlar için güçlü bir değişim ve dönüşüm aracı olabiliyor.
Resimlerinizde toplumsal ya da kültürel mesajlar vermek sizin için önemli mi? Sanatın bireysel ve toplumsal bir ifade biçimi olarak rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sanatın bir ifade biçimi olarak sanatçının iç dünyasında ve çevresindeki dünyada gördüğü, deneyimlediği ya da hissettiği şeylerin bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Sanat, çoğu zaman düşüncelerin, duyguların ve toplumsal gözlemlerin dışavurumu oluyor ve bu doğal bir dürtüyle şekilleniyor. Bu anlamda ben de bizi çevreleyen koşullardan etkileniyorum. Bu etkilenme, her zaman bilinçli olmasa da çalışmalarıma muhakkak yansıyor. Dürtüsel bir şekilde yarattığımız eserlerin aslında çoğu zaman kolektif deneyimler ile güçlü bir şekilde rezonans oluşturduğunu, dolayısıyla zorunlulukla değil ama doğal akışında böyle bir rolü olduğunu düşünüyorum.
Gelecekte nasıl hatırlanmak istersiniz?
Bu konuda biraz farklı düşünüyor olabilirim. Ben hayatı çok “an” odaklı yaşıyorum. Çocuklarımın ve sevdiklerimin hafızasında güzel yer almayı, sevgiyle ve onlara duyduğum sevginin derinliği ile anılmayı çok arzu ederim. Bunun dışında gelecekte tanımadığım kişiler tarafından anılmak gibi bir arzu taşımıyorum.
“Bir süredir şiir kitabım üzerine çalışıyorum”
Bir sonraki projeniz ne olacak?
Hem yurt içinde hem de yurt dışında farklı sergi projelerimiz var. Londra ve Art Basel Miami için hazırlıklar yapıyorum. Arts Club İstanbul bünyesinde devam eden, sanatı paylaşmak ve toplumsal anlamda etkileşim kurmak açısından değerine çok inandığım resim workshoplarım devam ediyor. Bunun dışında bir süredir üzerinde çalıştığım bir şiir kitabım bulunuyor. Zaman zaman farklı yayınlarda sanat yazıları yazmaya da devam ediyorum. Her sene ilgi duyduğum bir alan üzerinde kendi kişisel gelişimimi destekleyen eğitimler almak da yaşam rutinimde yer alıyor.
Son olarak sanat etkinliklerine girişte uygulanan yüksek fiyat politikalarını da konuşmak isterim… Geçtiğimiz günlerde işletmeci İzzet Çapa ve ünlü piyanist Fazıl Say “Contemporary İstanbul” sergisinin ücreti üzerine bir polemiğe girdi. Sosyal medyada başlayan gerilim, kısa sürede büyüyüp tartışmaya dönüştü. Sanat pahalılığına dair neler söylersiniz?
Sanatın estetik ve entelektüel değer taşıyan bir alan olduğu muhakkak fakat çoğu zaman bu değerin ekonomik ölçümü zor oluyor. Büyük bütçeli etkinlikler, galeriler, sanatçılar ve organizatörler için yüksek yatırımlar gerektiriyor, bu da bilet fiyatlarını artırıyor. Bu noktada bazı eleştirmenler, sanatın elitleşmesini ve yüksek fiyatların kitlelere ulaşımı engellemesini eleştiriyor. Benim görüşümü sorarsanız sanat, toplumun geneline hitap etmeli ve büyük etkinlikler, uygun fiyatlı veya ücretsiz alternatifler de sunmalıdır. En azından ülkemizdeki sanatsal gelişimi desteklemek adına ki buna gerçekten çok ihtiyaç var, öğrencilere yönelik cüzi ve özel fiyatlar uygulanmasını gerekli görüyorum.