}
28 June 2024

Ömer Türker: "Herkes her alanda at koşturmamalı"

Evrim meselesine geleneksel İslam dünyası nasıl bakıyordu? Tekâmül ve evrim aynı şeyler mi? Dünyanın yaratılışı ve tarihlendirme konusunda İsrailiyat, İslam düşüncesini ne kadar etkiledi? Tüm bu sorulara Prof. Dr. Ömer Türker ile birlikte cevap aradık.

Hocam malumunuz evrim teorisi dünyada çok tartışılıyor. İslam dünyasının da evrim teorisine bakışını da hepimiz biliyoruz. Fakat geleneksel İslam medeniyetinde evrim ile alakalı tartışmalar belki de hiçbir toplumda yapılmadığı kadar çok yapılmış. Özellikle münevver şahsiyetler bu konuda kelam etmek, eserler kaleme almak istemişler. Sizin bu son eseriniz de aslında topyekûn İslam dünyasının evrime karşı bakışını ortaya koyuyor. İslam dünyası ve evrim desem neler söylemek istersiniz?

Şimdi İslam dünyasını iki dönemi ayırmak gerekir. İlki klasik İslam dünyası. Aslında klasik İslam düşüncesi geleneğinde bizim bildiğimiz anlamda evrim görüşü yok. Evrim düşüncesi olduğuna dair bazı hocalar kitap yazdılar, yazılar yayınladılar ama dikkatli olarak incelendiğinde İslam düşünürlerinin herhangi birinde bir evrim fikri yok. Yalnızca şundan söz edebiliriz: Evrimin esaslı ilkelerden biri olan çevre şartlarının organizmayı değiştirmesi meselesi bu eserlerde işlenir. Fakat organizmayı değiştirme fikri zorunlu olarak evrim anlamına gelmiyor. Cahız gibi bazı düşünürler yani zoolojiyle ilgilenenler çevre şartlarının canlıyı etkilediğini, kutuplarda yaşayan tilkinin kürklü, çölde yaşayan tilkinin kürklü olmamasını örnek verirler. Yani şartlara ayak uydurma durumuna dikkat çekerler. Ama bütün canlıların tek bir atadan çevre şartlarının etkisiyle çeşitlenerek geldiğine dair bir fikir ile ben karşılaşmadım.

Bugünkü anlamda evrim denilince anlaşılan fikirle klasik dönemde tekâmül denilince anlaşılan düşünce birbirine aslında pek de benzemiyor değil mi?

Pek değil, hiç benzemiyor.

Kelam geleneğinin tavrı 
Peki, hocam Kur’an-ı Kerim’de yaratmayla alakalı farklı kelime çeşitleri var. Yani bugünkü anlamda günümüz Türkçesinde kullandığımız gibi tek bir fiilden yola çıkarak bu yaratma sürecini ifade etmiyor Kur’an dili. 6-7 farklı fiil ile yaratma süreci dile getiriliyor. Bunun sebebinin evrim fikriyle bir alakası var mı sormak isterim?

Klasik dönemde iki büyük tavrın olduğunu söylemiştim. Kelam geleneğinin tavrı bütün dönemlerde en çok rağbet gören gelenektir. Kelam geleneği yaratılışın herhangi bir atomik safhasının diğerine etki ettiğini kabul etmez. Her bir atomik parçanın doğrudan Allah tarafından meydana getirildiğini söyler. Kelam geleneği bu konuda o kadar ısrarlı ki elimin hareket ettiği her bir anda ve her bir mekânda elin hareketini yaratan Allah. Doğal dünya söz konusu olduğunda bu tamamen böyledir. İnsan iradesiyle meydana gelen durumlar söz konusu olduğunda da kelamcılar acaba benim irademe, benim şu hareketime kaynaklık ettiğime ya da hareketi yarattığıma hükmedebilir miyiz? diye sorarlar ve bir nesneyi yaratmayı zaten kabul etmezler. Hareketi yarattı mı, hükmedebilir miyiz? Hükmetme fikriyle uğraşıyorlar. Yani kelam geleneği bu kadar katı. Çünkü kelam geleneği paralel bir şekilde bütün mevcutları düz bir çizgi olarak düşünür. Her bir şeyin Allah tarafından eşit şekilde yaratıldığını, Allah’ın her bir şeye yaratma bakımından eşit mesafede olduğunu söylerler. Onlara göre varlıkta gördüğümüz bu sıralama yalnızca bir yaratılış düzeninden ibaret. Kelamcılar diyorlar ki tavuk yumurtasından insan çıkmıyor, tavuk çıkıyor. Yılan yumurtasından deve çıkmıyor, yılan çıkıyor. Bu yaratmanın düzenliliği, Allah’ın âdeti böyle. Yılan yumurtasından yılanı çıkaran, yumurtayı var eden, yılana varlığını sürdürten Allah. Bunu atomik olarak düşünün, bölünemeyen bir parçaya kadar indirebilirsiniz. Bunların mukabilinde felsefe geleneği bulunuyor. Felsefe geleneği sizin sorunuzda belirttiğiniz farklı farklı kelimeler var dediğiniz, yaratma süreçleriyle ilgili değerlendirmelerde bulunur. Onlara farklı manalar verir. Asıl itibariyle derler ki, Allah-âlem arasındaki ilişki tek seviyeli bir ilişki değildir. Yani bir çizgi düşünelim, çizginin üzerine bir nokta koyalım. Hepsinin o noktaya eşit olduğunu varsayalım. Böyle bir ilişki yok dediler. Allah uluhiyet mertebesinde en üstte bulunur. Bütün varlıklar sıralı bir şekilde ondan meydana gelir. Bir şehrin trafosunu düşünün. O trafo bir baraja bağlı. Barajdan çıkan bir elektrik olduğunu düşünün. O trafoya gelir, trafoda azaltılır, evlere gelir, evlerde azaltılır ve nihayet evimizdeki lambaya kadar ulaşır. Felsefeciler dediler ki lamba doğrudan trafoya bağlanmaz. Sigorta doğrudan trafoya bağlanmaz, ara unsurlar vardır. Doğrudan baraja bağlanmaz, nedensel yani bir illiyet bağı vardır. Bir önceki bir sonraki tarafından var edilir. Yani en üst mertebede Allah var, ondan varlık kazanan akıl var. Akıllarının altında nefisler, nefislerin altında cisimler, cisimler dünyası, hareketlerin alanı aynı zamanda. Cisimler dünyasındaki herhangi bir nesnenin hareketi başka bir cisim tarafından verilmiyor. Yani diyelim ki ebeveynsiniz, sizin spermanızdan başka bir yavru meydana gelmez, bunlara göre o hazırlayıcıdır. Hazırlandıktan sonra yukarıdan bir akıl tarafından oraya insansa insan, yılansa yılan, kediyse kedilik sureti verilir. Bu bitki için de geçerlidir, maden için de geçerlidir. Dolayısıyla felsefe geleneği Kur’an’ı Kerim’de yaratmayla ilgili lafızların anlam farklılığı nesnenin var oluş mertebesinde olduğunu düşünür. Bugünkü manada evrim teorisinde olduğu gibi bir süreçten ve başka canlıların başka canlılara dönüştüğü bir durumdan söz etmezler.

Burada okuduğunuz zaman sizleri yanıltabilecek durum felsefe geleneğindeki “yeryüzündeki var olan temel elementler” meselesinden ileri geliyor. Toprak, hava, su ve ateş… Bunlara göre karışımın dengesi 0-250 arasındaysa maden türleri ortaya çıkıyor. 250-500 olduğunda bitkiler meydana geliyor. 500-750 olduğunda hayvanlar zuhur ediyor. Bunları örnek mahiyetinde verdiğimin altını çizmek isterim. Anlatmak istediğim hiçbir şeyin hiçbir şeye dönüşmesinin mümkün olmadığı gerçeğini aktarabilmek. Felsefeciler derler ki varoluş hali metafizik bir hadisedir. Fiziksel bir hadise değildir.

"Yaratılış her an devam ediyor"
Hocam “kün fe yekün” ifadesi Kur’anî bir ifade ve gelecek tipinde bir fiil söz konusu. Bu ifadeden anladığımız kadarıyla sanki yaratım her daim devam eden bir süreçte ilerliyor. Yani oldu, bitti değil. Her an bir ilerleyiş, her an bir değişim söz konusu gibi anlaşılıyor. Şimdi bu ayet-i kerimeyle yine “evrimci” yaklaşımı mukayese ettiğimizde bir paralellik bulabilmemiz mümkün mü, yoksa yine farklı şeyler mi söz konusu?

Zaten her an yaratılış devam ediyor. Bütün âlimlere göre ister filozof olsun ister kelam ehli olsun isterse de sufi olsun. Ortak noktaları şu anda yaratılışın devam ettiğidir. Sebebi de şu, biz kendi kendimize var olamıyoruz. Allah bir kez varlık vermeyi kessin, yok olacağız.
Trafo örneğinden devam edelim. Şimdi evlerimizde hep elektrikli aletler çalışıyor, lambalar yanıyor. Bir defa ana merkezden kesinti yaşansa herkes, bütün aletler karanlığa bürünür. Yani Hakk yaratma eylemini bir kez kesse bütün alem yok olacak. Dolayısıyla da “kün fe yekün” olmuş bitmiş bir işi değil, bu anlamda sürekli olan bir işi ifade ediyor.

Olcay Bey, insanlar şekli benzerlikleri asıl hâle getiriyorlar. Kelamcılara ve felsefecilere göre şekli benzerliğin çok önemi yok. Diyelim ki elimizde bir kalem var. Şimdi bu kalemi biz ortaklaşa görüyoruz, dokunuyoruz, kokluyoruz, tadıyoruz. Bütün duyu algılarımız ikimizin de eşit. Peki, bu kalemin hakikati ne diye soruyoruz? Düşünce tarihinin iki büyük filozofu Aristoteles ile Eflatun’dur. Buna verdikleri cevapta Platon diyor ki, bu hakikat burada değil. Bu bir gölge, gerçeği başka bir âlemde. Aristoteles ise diyor ki; yok üstadım bunun hakikati bunun içinde, bunu ben soyutluyorum.

Hocam son dönem İslam âlimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili eserinde şöyle bir ifade var: “Tabiatta evrim doğal seleksiyon gelişim yok değildir. Fakat o doğal seleksiyonu ve gelişimi yapan tabiat değil, tabiatlar üzerinde hâkim olan yaratıcıdır.” Bu cümleye klasik yorumun bugüne yansıması diyebiliriz değil mi?

Evet, evet, klasik yorumun yansıması. Yani burada doğal seçilim olabilir, böyle görünebilir. Ardışık bir şekilde gelişen türsel çeşitlenmeden bahsedilebilir. Bunların hepsi biyolojik seviyede anlamlı olabilir. Bir biyoloji açıklaması olarak değerlendirilebilir. Bunu biyologlar tartışabilir. Peki; bunların felsefi anlamı nedir, nazarî anlamı nedir? Bu sorular ise tamamen biyolojiden bağımsızdır. Biyolog buna karar veremez. Yani ben bunlara baktım ardışık olarak çok benziyor, o hâlde bunlar kendi içinden yaratılıyor ya da yaratılmıyor bu yorumlar metafiziğin alanıdır. Biyolojinin metafizik alana gelip tartışması lazım. Yani metafizik seviyede bu konuya girmesi lazım. Bir önceki şeyin tür ferdinin sonrakini meydana getirdiğini iddia edip orada onu kanıtlaması lazım.

“Adem'den önce Ademler” görüşü Kitab-ı Mukaddes geleneğinden geliyor
Peki, hocam şimdi konuyu farklı bir pencereye taşıyıp başka bir soru sormak istiyorum. İlk insanın yaratılışı ile alakalı Kur'an ı Kerim'de bir anlatı görüyoruz. Ayet-i kerimede, melekler “Yarabbi sen yeryüzünde kargaşa çıkarmakta olan kan döken birini mi atayacaksın, birini mi göndereceksin?” diyorlar. Buradan hareketle birçok metafizik tartışma yapıldı ve günümüzde de yapılıyor. Klasik dönemde İslam âlimleri Hz. Adem diye tarif ettiğimiz ilk insana nasıl bir nazarla baktılar? Biliyoruz ki “ademden önce ademler” meselesi de çok tartışıldı ve tartışılıyor.

Evet, “Adem'den önce Ademler” görüşü Kitab-ı Mukaddes geleneğinden geliyor. İslam ile ortaya çıkan bir görüş değil. İslam âlimlerinin bazıları da bu türlü cümleleri tekrarladılar. İbn Arabi de bu tekrarları görüyoruz. Erken dönen bazı müfessirlere bu türlü görüşler nispet ediliyor. Hatta bazen şöyle cümlelere rastlanıyor, insandan önce insana benzer yaratıklar vardı melekler itirazı bunu bildikleri için yaptılar. Fakat bunların hiçbiri kesin bilgi değil. Yani aslında biz tevatürler dışında insanlığın başlangıç serüvenini bilmiyoruz. İslam âlimlerinin sadece Kur'an-ı Kerim'den hareketle kabul ettiği ve hakkında yorum yaptıkları tek şey, ilk insanın aynı zamanda Allah'tan vahiy alan bir peygamber olduğu. Fakat bu insanın öncesinde insan var mıydı? İlk insan olmak ne demek? Mesela başka insanlık nesilleri vardı da yok mu oldu? Bunların tamamı spekülatif tartışmalar. Şöyle bir tespit yapanlar da var: Hz. Adem ilk akıllanan yani bilinçlenen insandı. Ve böylelikle vahye muhatap oldu. Meselenin evrim ile bağlantılı olduğu nokta da burası.

Mesele şu; insanla birlikte bir ilahi idrak ortaya çıktı. O “Ruhumdan üfledim” ayeti var ya o ayet bu meselede çok açıklayıcıdır. Bir ilahi idrak ortaya çıktı. Dolayısıyla insan dediğimiz ilahi vahye mazhar olabilecek bir canlı oluştu. Esasında Olcay Bey, bu konuyu kimse bilmiyor. Elde birkaç tane rivayet var, veri var. Bunun üzerine tefsirlerde yorumlar yapıyorlar. Bu nedenle bu türlü görüşleri büyük metafizik eserlerde göremiyoruz. Yani nazarî tartışmanın hakiki bir parçası hâline getirilmemiş. Peki nerede getirilmiş? Bir tek tasavvufta getirilmiş… Altını çizerek ifade ediyorum yalnızca vahdet-i vücutçu tasavvufta. Vahdet-i vücutçu tasavvuf bu konuya insanlık anlamı üzerine Allah’ın isimlerinin zuhurunun insanda geldiği seviye üzerine konuşuyor. Bizim bildiğimiz anlamda bir biyolojik tartışma yapmıyorlar. Dolayısıyla bu türlü görüşlerin böyle bilinemez bir tarafı var. Bu bilinemezciliği takip edebiliyoruz. Nerede takip ediyoruz? Diller de ortaya çıktı mesela. Dil dediğimiz şey ne? Tam olarak nasıl ortaya çıktı? Birileri diyor ki, Allah Adem’e dili doğrudan öğretti. Bak Adem kıssasını bütün âlimler kabul etmesine rağmen mutezile geleneği ve ehli sünnetten de bazı âlimler şu dil dediğimiz hadisenin tarih içinde insan tarafından oluşturulduğunu iddia ediyor. Özellikle hicri dördüncü yüzyıldan sonra el üstünde tutulan âlimlerin de pek çoğu dediler ki, arkadaşlar bu meseleyi bilemiyoruz. Dolayısıyla tevekkül etmeye karar verdiler. Yani bu meselede görüş bildirmeyelim kanaatine vardılar.

"Evrimin en çıkmaza girdiği durum insan"
Anladığım kadarıyla İslami perspektifle bakıldığında bildiğimiz bir tek şey var, Allah bilme kapasitesini bilecek derecede akli düzeye sahip bir insanı var etti ve insanlık tarihi başladı. Peki, evrim açısından baktığımızda bu var etme nasıl oldu? Evrimci diyor ki tek bir canlıdan insan evrildi. Kur'an-ı Kerim'de de suyla alakalı olan ayet-i kerimede, yani hayatın başladığı nokta olarak ifade edilmesi hadisesinde bir çelişki ortaya çıkmıyor mu?  Hz. Adem ilk insan. Ama hayat suda başladı. Nasıl olacak bu iş?

Yeryüzünde hayat insanla başlamıyor ki… Bütün canlıların sudan yaratıldığına dair bir kabul var. Yani su olmayınca canlılık yok, bunu biliyorlar. Canlılık dediğimiz şey, bu dünyadaki seviyesi itibariyle suya muhtaç. Bunu da biliyorlar, yeryüzünde bitkiler var, yeryüzünde hayvanlar var, bunu da biliyorlar. Yeryüzünde insana benzer canlılar olduğu da söylenebiliyor. Dahası hayvanlar arasında maymunlar gibi insana çok yakın olduğu düşünülen canlılar var. Zekâ sahibi canlılar var. Bunu da biliyorlar. Ama insan tam olarak hangi seviyede, kaçıncı bin yılda ortaya çıktı? Yeryüzü tarihi açısından İslam geleneğinde buna dair bulgu da fikir de yok. Kelam geleneği insanın değil, hiçbir nesnenin birisine dönüşerek meydana geldiğini düşünmüyor. Geleneği, dönüşümleri görseniz bile şekli olarak bunların fizik seviyede söylenebileceğini, metafizik seviyede bir ebeveynin yavrusunu o ebeveynden türediğini kabul etmiyor. Onlara göre her şey biricik olarak meydana geliyor. Diğer bütün hareketler hazırlayıcı olarak ortaya çıkıyor. Yani senin yaptığın her şey hazırlanıp bir etkiye dönüşüyor. Gerçek anlamda varlık, dikey bir şekilde yukarıdan geliyor. Dolayısıyla birisi çıksa dese ki ben ilk insanı tespit ettim. Kelamcı ve filozof buna diyecek ki biyolojik seviyede güzel iş yaptın. Peki insan ondan mı türedi? Kelamcılar bunu da söyleyemezler. Niye söyleyemezler? Çünkü böyle bir zorunlu ilişki yok. Bir kelamcıya göre doğrudan yaratılıyor. Filozofa göre de biri diğerinden türemiyor. Şunu diyebilirsin, diğer filozof insan aklını kabul edebilecek bir mayalanma ve itidal süreci gerçekleşmiştir. Yani insan suretini kabul edecek bir denge ortaya çıkmıştır. Bu önceki dönemden gelen bir hazırlık neticesindedir ve insan dediğimiz şey ortaya çıkmıştır. Bunu söyleyebiliriz o kadar. Onun dışında bir varlık bağlantısı kuramıyoruz. Bunlara göre böyle bir farklılık var. Diyelim ki bütün bağlantıyı kurdunuz, şekli bağlantıyı kurdunuz. İnsanda özel bir durum var. Benim şahsi kanaatim bu. Evrimin en çıkmaza girdiği durum insan bence. Sebebi de şu; evrim teorisi bir son kabul etmiyor, bir gaye kabul etmiyor. Yani evrim öze aykırı değişimin devam ettiğini ve değişimin yönünün belli olmadığını söylüyor. Nereye gideceği belli değil. Yani öngörülebilir bir şey değil. Bu nedenle evrim teorisini dakika olarak düşündüğümüzde öncesindeki bir bilgiyi de kabul etmek istemiyor. Yani bu süreci yöneten bilen bir akıl olduğunu kabul etmek istemiyor. Evrim teorisinin ateizme çıkan yolları da buradan geliyor.

Fakat sorun şu, gerçekten insan idrakinin daha ötesini düşünmek mümkün değil. Yani insandan daha akıllı bir canlı bulmak imkânsız. Evet, insandan daha iyi işlem yapan canlılar bulabilirsiniz ama daha akıllı bir canlı bulmak imkânsız. Çünkü insan idraki gerçekten ilahi, tanrısal bir şey. Ben bunu anlatmak için şöyle diyorum; şu kalemin bütün yönlerini bildiğimizi varsayalım. Herhangi bir çelişkiye düşüyor muyuz? Düşmüyoruz. İlahi kudret de biliyor, ben de biliyorum. Varsayalım ki Allah bilgisi ile benim bilişim arasında ne fark var? Bilgilerimiz arasında fark var. O önce ben sonrayım. Onunki kalıcı benimki geçici olabilir. Onunki sonsuz benimki sonlu ama bilişimiz aynı. Bilme hâli bilme keyfiyeti aynı bunun farkındayız. Bildiğimizi biliyoruz, tanımlıyoruz. Bundan daha öte bir bilişin olması imkânsız. Bir işlemci çıkarabilirsiniz. Ben şimdi işlemi zor yapıyorum bir alet kullanırım bir insanın ömür boyu hesap edemeyeceği şeyi üç dakikada hesaplayabilirim. Bu olabilir. Yani ileride tıp imkân verir, gelişir insanları aslanlardan daha kaslı bir varlığa dönüştürebilirsiniz. Bedeniyle oynayabilirsiniz. Ama akıl öyle bir şey değil. Orada mevzu bahis olan şey, bilinç dediğimiz hadise.

"Problem evrim teorisinin biyoloji dışında metafizik iddialarda bulunmasından kaynaklanıyor"
Peki hocam, geleneksel dönemde bir botanik kitabını ele aldığınızda bir varlığın büyüdüğünü anlatırken yukarıdan feyiz gelir, surete dönüşür demiyordu. Bir zooloji kitabını ele aldığınızda da tavukların nasıl yumurtladığını veyahut civcivin nasıl çıkarıldığını anlatırken şu kadar günde olgunlaşır diyor. Dinî bir fikirle Allah öyle emretti, onun için böyle oldu demiyor. Bizim bu dönemdeki problemlerimiz modern dönemdeki din âlimlerimizin girmemeleri gereken sahalara girdiklerinden mi kaynaklanıyor?

Yok problem ondan kaynaklanmıyor. Problem evrim teorisinin biyoloji dışında metafizik iddialarda bulunmasından kaynaklanıyor. Tefsir pratiği bütün dönemlerde bilimsel gelişmelerin verileriyle Kur’an-ı Kerim’i ilişkilendirmek istedi. Günümüzde de bu yapılmaya çalışılıyor. Açıkçası bir kısmı Kur'an-ı Kerim’den evrimi çıkarmaya çalışıyor. Dinî ilimlerle iştigal eden insanların bir kısmı bu alanlara girebilirler. Bu çok ciddiye alınabilir bir şey değil aslında. Çünkü bunu herhangi ciddiyeti bir yoktur. Kur’an-ı Kerim’den Marx’ın görüşlerini çıkarmaya çalışanlar olmadı mı? Aynı mesele aslında. Derler ki Darwin 18 yıl boyunca çok şiddetli baş ağrısı yaşadı. Evrim teorisini ilan ettiği gün başının ağrısı geçti. İlan ettiği gibi travma yaşıyor aslında. Yani papaz olarak yetiştirilmiş, söylediği şeyin Kitab-ı Mukaddes’teki anlatılarla çeliştiğinin farkında. Bu çelişki özellikle Hristiyan dünyada pek çok din âliminin evrim teorisine karşı çıkmasıyla sonuçlandı.

İkinci bir tarafı da şu, süreç içerisinde evrim teorisini savunan insanların bir kısmı teorinin genel olarak dinlerin anlatısıyla, hatta metafizik anlatılarla çeliştiğini, onları berhava ettiğini iddia etti. Bunların bir kısmı gayrı ciddi adamlar, yani kendilerinin metafizik alanda behreleri yok. Bunlar o konuları bilen, yazıp çizen insanlar değiller ama ateizme payanda olarak kullanmak istediler bunu. Bu fikirlerin ateizme dayanak olarak kullanılması, evrim teorisine karşı çıkışlara sebebiyet verdi. Öyle olmasaydı bu mesele çok daha rahat halledilebilirdi bizim gibi dindar ülkelerde. Fakat bir Hristiyan din adamlarının söyledikleri buraya tercüme edildi. Yani onların hassasiyetiyle bakılmaya başlandı. Aslında bizim İslam geleneğine, hassasiyetlerine bakıldığında evrim teorisiyle çok bir işimiz yok. Biyologlar kendi aralarında karar versinler, bu mesele işlerine yarıyorlarsa kurulansınlar, yaramıyorlarsa kullanmasınlar. Bizimle ilgili bir durum değil aslında. Biz ne zaman devreye gireriz? Evrim teorisinin metafizik anlamı nedir? Dini düşünce geleneğinin karışacağı alan burasıdır.

"Ebeveyn var etmez, sadece irtibat unsurudur"
Hocam son olarak ayet-i kerimede Allah-u Teala buyuruyor ki “Allah katında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir.” Buradan ne anlamalıyız? İslami geleneksel yorumda bu ayet-i kelimeye hem evrim nazarında hem de yaratılış nazarında nasıl bir bakış açısı söz konusu.

Yeryüzündeki her şey temel unsurlardan oluşuyor. Bu unsurlardan bir tanesi toprak, diğer su, hava ve ateş. İnsan dediğimiz canlı da diğer canlılarda olduğu gibi bunların karışımından ortaya çıkıyor. Bu beden oluşunca buraya ruh veriliyor. Dolayısıyla insana özgü bir durum değil, bu bütün canlılar için geçerli. Yani mesela diyelim ki Allah keçiden de bahsetseydi diyecekti ki biz o keçi topraktan yarattık, sonra ona ruh verdik… Hz. İsa ile ilgili mucizeyi düşünün, hani diyor ya “Ben topraktan bir kuş yapacağım. Ardından ona üfleyeceğim, o kuşa hayat vereceğim”, bu oluyor değil mi? Allah açısında canlıların tamamı aynı anlama geliyor, bir farklılığı yok. Her bir nesnenin yaratılması mucizevi aslında. Bu ayet-i kerimeye biyoloji nazarıyla yaklaştığımızda Hz. İsa'nın mucizesine yani babasız dünyaya gelmesi ama bir anneden doğması meselesine takılırız. Ve diyebiliriz ki o zaman Hz. Adem’e benziyorsa Adem’in de babası yoktur ama annesi vardır. Saçma olurdu böyle bir yorum değil mi? Esasında varlık açısından bakıldığında kimsenin babası yok sorunu ortaya çıkar. Yani baba var etmez, ebeveyn var etmez, sadece irtibat unsurudur. Allah burada yarattığı bir yavruyu önceki ebeveynle ilişkili olarak yaratıyor. Hz. Adem olayında yahut Hz. İsa olayında böyle bir ilişki yok. Zorunlu ebeveyn ilişkisi göremiyoruz.

Hocam burada asıl sorun bunları bizler nasıl ve neye göre yorumlayacağız?

Bunun çok basit bir cevabı var Olcay Bey. Bütün dönemlerde insanlar o dönemin biyolojisine kimyasına, fiziğine göre yorumladılar. Bütün dönemlerde bu yorumun dayandığı evrensel bir zemin vardı. Neydi o zemin? 1- Bütün bunları Allah yapıyor. 2- İnsan böyle bir yaratılıştan dolayı sorumlu 3- İnsan ilahi iradeyi beyan edebilecek peygamberlere sahip 4- Bütün bunlar neticesinde sorumluluk sahibi 5- Bu sorumluluğun gereği olan düşünce ve fiiller yani dinî yaşantı.

Diyelim ki üçüncü yüzyılda bir insan bunları o günkü biyoloji bilgisi ile yorumluyordu. Tamam, o günkü biyoloji bilgisi bugünümüze göre çok yüzeyseldi.  Fakat dini bilgi, metafizik bilgi yüzeysel değildi. Bugüne kadar gelebildi. O günkü nübüvvet bilgisi günümüze göre yüzeyselleşmedi. Yani meselenin boyutlarını veya katmanlarını ayırmadan mesele anlaşılmıyor, günümüzde kör dövüşü yapıyoruz.

"Allah’ın bütün isimlerinin tecelli ettiği halka insanın kendisidir"
Adem önce ademler meselesine ilişkin vahdet-i vücut savunucuları ile diğer İslam âlimleri nasıl ayrışıyorlar?

Hicri ikinci asırdan itibaren Belazuri gibi tarihçiler yaratılış hikâyesi oluşturdular. Bu anlatının oluşmasında İsrailiyatın büyük etkisi olduğu çok açık. Bu tarih anlatısı esasında bir mütekamil bir evren tarihidir. Çünkü yaratılıştan ele alır ve şu günde karaları, şu günde denizleri yarattı diyerek tarih öncesinin anlatısını bugüne taşır. Allah’ın âdeta yanındaymışçasına bir anlatı görürüz. Peki, evrenin tarihini bu anlayışla kaç yıl önceye götürebildiler? Altı-yedi bin yıl… Bilimsel bulgular, arkeoloji ilmi ortaya çıkana kadar tüm dini anlatıda kabul edilen bu yaklaşımdı. Günümüzde bunların esasında İsrailiyatın genel anlatısının İslamiyete olan etkisi olduğu anlaşıldı ama toplumu bu bilgilerden vazgeçirmek o kadar da kolay değil. 

Vahdet-i vücut fikri burada demiştir ki; insan var olanlar içerisinde ilk var olandır. Yani var oluşun en geniş kalkası, Allah’ın bütün isimlerinin tecelli ettiği halka insanın kendisidir. O halkayı insan temsil eder. Aslında yaratılış bu büyük halkanın içini doldurmak şeklinde ve nihayet merkeze tekrar insan ferdine varmak şeklinde gerçekti. İbn Arabi öncesi de bunu düşünen, yazan isimler oldu ama İbn Arabi bu sistemleştirdi. Hatta İbn Arabi bu tarih anlatısı meselesini ortadan kaldırdı ve varlık mertebesi anlayışına dönüşürdü. Yani o bin yıllık anlatıların hakikat değil metafor olduğunu ortaya sürdü.

Benim mazur görün günümüzdeki birtakım âlim sıfatlı kişilerin hâlâ Hz. Adem şu tarihlerde yaşadı, Nuh Tufanı bu zamanda gerçekleşti gibi ifadelerinin sebebi Belazuri ve Taberi gibi âlimlerin açtığı yara sebebiyledir. Bugünden bakıldığında hiçbir bilginin sıhhatini test etmek mümkün görünmüyor. Çünkü şimdiye kadar bize bir başlangıç hikayesi anlatıldı değil mi? Göbeklitepe çıkınca bütün anlatı yerle bir oldu. Göbeklitepe ortaya çıkınca anladık ki bilim adamlarının da insanlığı başlattığı tarihten binlerce yıl önce insanlar bir arada yaşıyorlar. Bilim de inanç sistemleri de kesin ve açık bir şekilde bugünkü insanlığın tarihi konusunda cevaplar veremiyor.

Son sözü söylemem gerekirse; biyolog haddini aşıp metafizikçilik yapmaya kalkmamalı. Metafizikçi olduğunu düşünen bir arkadaşımız ya da din âlimi de maksadını aşıp canlılar nasıl ortaya çıktı hususunda biyolojik töreler geliştirmeye çalışmamalı. Bu doğru olmaz. Herkes her alanda at koşturmaya çalışırsa bugünkü problemler ortadan kalkmayacaktır.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...