Engelli bireyler için yapılacak en önemli şey, onların yürüyeceği yollardaki taşları temizlemek olacaktır. O taşlar temizlendiğinde yürüdükleri yol herkese rehber olacaktır. Yollardaki taşları temizlerken kafamızda biriken küçük çakıl taşlarını ise Nil Mısır gibi çok değerli paralimpik sporcularla yaptığımız sohbetlerle kırıp yok edeceğiz.
Sevgili Nil Mısır, bize biraz kendinden bahseder misin? Nil Mısır kimdir? Neden okçuluğu seçtin?
Kısıtlı bir zamanda özet geçmek çok zor benim için. Çünkü çok uzun bir hikâyem var. Öncelikle 37 yaşındayım. 2002 yılında, 15 yaşında lise ikinci sınıf öğrencisiyken beşinci kattan aşağıya düştüm. Boynum kırıldı, omurilik zedelenmesine bağlı felç geçirdim, çok uzun yıllar tedavi gördüm, eğitim hayatıma yarım kaldı. Eğitim hayatıma devam edebilmek ve kalem tutabilmek için kas transferi operasyonu geçirdim. Kas transferi operasyonundan sonra kalem tutmayı başardım, yarım kalan lise eğitimini tamamlayarak üniversite sınavına hazırlandım. Beykent Üniversitesi Bilgisayar Bölümü’nü kazandım, okulu bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölümü’nü okudum ve son olarak İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde 3 yıllık eğitimden sonra üniversiteye ara vermek zorunda kaldım. Şu an Açık Öğretim Fakültesi’nde Radyo Televizyon Programcılığı okuyorum.
Eğitim hayatıma devam ederken iş hayatında da aktiftim. Mimari koşulları biliyorsunuz, bizim için tekerlekli sandalye ile dolaşmak çok zor. Bu şartları sağlayan bir kurum bulmak da çok zordu, 2002 yılından bahsediyorum. Ama yine de kendime bir alan buldum, home-ofis işler yaptım. Müşteri hizmetleri gibi alanlarda deneyim kazandım. Tedavime bu süreçte hiç ara vermedim. Doktorum Prof. Dr. Belgin Erhan'la birlikte biz çok disiplinli ve düzenli bir tedavi süreci geçirdik, 2019 yılında hastanede yine tedavi gördüğüm bir sırada gösterdiğimiz mücadele sanırım birilerinin dikkatini çekti ve bu haber oldu, “Sabah” gazetesinde manşet oldum.
O dönem haberlerde çok fazla görüntüm ve hikâyem yayımlandı ve dönemin millî takım antrenörleri bana ulaştı. “Türkiye’de V 1 kadın kategorisinde bir sporcu yok, henüz olmadı. Birlikte bu yolda yürüyebilir miyiz? Acaba okçuluk yapabilir misin?” dediler. Bu benim için tabii çok büyük bir hayaldi. Çünkü bırakın yay gibi ağır bir malzemeyi tutabilmeyi, dengemi sağlayamıyorum, otururken ellerimde kavrama gücü yok, hipotansiyon problemim var, sürekli başım dönüyor. Dolayısıyla bu benim için hayalin çok ötesindeydi, o yüzden çok da gerçekçi değildi aslında. Bunu ilk duyduğumda hiç heyecanlanmadım, aksine öfkelendiğimi bile söyleyebilirim. Çünkü şöyle düşündüm, o haberlerde hikâyem yayımlandığında ben hiçbir şey anlamamışım galiba. Orada yaşadığım zorlukları anlatmaya çalışırken, yani ben hikâyede tamamen buna odaklanmışken insanlar benim o zorluklara karşı gösterdiğim mücadeleyi görmüş sadece, benim bunu fark etmem çok zaman aldı ve beni Okçular Vakfı’na davet ettiler. Aslında Okçular Vakfı’na gitme sebebim tamamen nezaket içindi. Kendi kendime Okçular Vakfı’na gittiğimde bana bakıp “Sen çok uygun değilsin bu iş için kusura bakma” deyip gönderecekler diye düşünüyordum. Buna hazırladım tamamen kendimi. Ama Okçular Vakfı’na girince oradaki atmosfer, karar vermemde çok büyük bir etki oluşturdu.
Okçular Vakfı tarihiyle, misyonuyla, vizyonuyla muhteşem bir yer. Daha oraya adım atar atmaz çok güzel karşılandım. Bana o kapıların kapanmasını beklerken, kendimi buna hazırlamışken bambaşka bir durumla karşılaştım. Okçulukla ilgili bir hayalim de yoktu açıkçası, gideyim buna bir nokta koyayım ve bu konuyu kapatayım diye düşünüyordum. Gittim ve içeri girer girmez müdürümüz “Yıllardır nerelerdeydin? Seni bekliyoruz” dedi. Sonra antrenörümüz geldi, şu an Okçular Vakfı’nın Spor Müdürü Mehmet Oruç bana baktı. Ellerimi, vücudumu inceledi, yapabileceğimi, bu spor için uygun olduğumu söyledi. Yine inanamadım, muhtemelen o tatmin olmadığımı anlamış olacak ki bana şu anda takım arkadaşım dünya şampiyonlarımızdan Yiğit Caner Aydın’ın videolarını gösterdi. O büyük değişkenlik benim için çok uçuk bir fikirdi. Gördüklerim beni çok tatmin etti ve bu işle alakalı o an orada umut etmeye başladım.
“Okçular Vakfı engelli bireylerin bağımsız bir şekilde spor yapabilmesi için çok titiz bir yaklaşım sergiliyor”
Okçular Vakfı’ndasın. Çalışmaların, gidip gelmen ve fiziki şartlar senin için mi dizayn edildi? Yoksa bu önceden düşünülmüş mü?
Okçular Vakfı çok özel bir yer. Oraya ilk adım attığımda hem atmosferi hem de insanlarının yaklaşımı bana kendimi çok iyi hissettirdi. Vakıftaki çalışmalar, benim gibi sporcular için büyük bir ayrıcalık. Mimari şartlar açısından hiçbir eksik yoktu. Tüm detaylar düşünülmüş; asansör, sandalyeye uygun eğimde rampalar, engelli lavaboları, duş alanları, sahanın erişilebilirliği her şey güzeldi zaten. Ama bizim de talebimizle küçük dokunuşlarla mükemmel hâle getirdiler. Bu düzenlemeler sadece benim için değil, engelli bireylerin spor yapmasını kolaylaştırmak adına genel bir hassasiyetle yapılıyor. Engelli bireylerin rahatlıkla hareket edebilmesi, bağımsız bir şekilde spor yapabilmesi ve kendilerini geliştirebilmesi için çok titiz bir yaklaşım sergileniyor. Antrenman alanlarının tekerlekli sandalye erişimine uygun hâle getirilmesi, gerekli spor ekipmanlarının temin edilmesi ve teknik destek verilmesi gibi konular önceliklendiriliyor. Bu destekler sayesinde ben de her antrenmanda sadece performansıma odaklanabiliyorum. Tüm bu çalışmalar, sporcuya duyulan saygının ve sporun her birey için erişilebilir kılınması gerektiğinin bir yansıması ve bu bakış açısı benim için çok kıymetli.
Peki, 15 yaşından önce nasıl bir gelecek düşünüyordun? Ben hep bana verileni bir hediye olarak görürüm. Sen bu günleri nasıl görüyorsun?
15 yaşından önce de hedefleri, hayalleri olan; başarmak için emek vermenin gerekliliğine inanan biriydim. Bugün de öyle… Hayata bakış açımın özü hiç değişmedi. Her başarının bir ödül olduğunun farkındaydım ama bazen başarısızlığın da hastalığın da olumsuzlukların da bir ödüle dönüşebileceğini 15 yaşımdan sonra öğrendim.
“Kendi gücümün sınırlarını yeniden keşfetmek, bana daha önce hiç hissetmediğim bir özgürlük duygusu verdi”
27 yaşında parmaklarında tek bir kımıldama bugün sana koca bir dünya verdi. O gün ilk kımıldamayı hissettiğinde düşüncelerini merak ediyorum. Ruh hâlin, sevincin veya korkun neydi?
Parmaklarımda ilk kımıldamayı hissettiğim an, sanki dünyadaki her şey bana geri dönmüştü. Büyük bir sevincin, derin bir umudun, aynı zamanda korkunun karışımıydı. Kaybettiğim bir şeyi yeniden bulmak gibi... Kendi bedenimle tekrar bağlantı kurmak bana öyle bir güç verdi ki belki de o anla birlikte yeni bir döneme adım atmış oldum. O kımıldama, sadece fiziksel değil; aynı zamanda ruhsal bir iyileşmenin işaretiydi. Kendi gücümün sınırlarını yeniden keşfetmek, bana daha önce hiç hissetmediğim bir özgürlük duygusu vermişti.
Son kitabımın kapağında "Gelecek, hayallerinin güzelliğine inananların olacaktır" (Eleanor Roosevelt) cümlesini kullanmıştım. Ancak sen bunu gerçeğe çevirdin. Önce hayal ettin, sonra başardın. Bize anlatır mısın?
Hayallerimi gerçeğe çevirmek bir yolculuktu ama önemli olan o yolculuk boyunca hayal ettiğim güzelliklere olan inancımı kaybetmemekti. Ve işte o inanç bugüne kadar geldiğim noktada bana her zaman rehberlik etti. Tabii ben tek başına değildim, biz birlikte hayal kuran büyük bir ekibiz. Birlikte hayal ettik, birlikte inandık, birlikte başardık.
“Dimdik durabildiğim her an benim için mucize”
Sevgili Nil, 1988 yılında belediye otobüsüne ilk binmemi anlattığımda insanlar “Bunun ne önemi var?” demişti. O gün bana Everest’e tırmanıyormuşum gibi gelmişti. Şimdi sana mucizelerini sormak istiyorum. Bir su şişesini açmak, kitabı kaldırmak bile aslında gerçek bir mucize olabilir.
Yaşadıklarım bana her saniyenin bir mucizeye dönüşebileceğini öğretti. Ben 5. kattan düştüm ama hâlâ nefes alabiliyorum, bu bir mucize. Belki de bir anlamın, bir amacın sonucu. Düşünsenize, yaşadığım şey bedeni parçalayan bir olay ama bu durum bana daha güçlü bir ruh ve daha güçlü bir irade kazandırdı. Okçuluğa başladım, ilk yarışmamda dünya ikincisi oldum ve o madalyayı kazandığımda, sadece sporda değil, hayatta da bir zafer kazanmıştım. O madalya, sadece bir hedefi başarmanın sembolü değil; düşmekten kalkmaya, kırılmadan yeniden bütünleşmeye dair bir mücadelenin ödülüydü. Hayat bazen karanlık bir tünel gibi gelir. Işık o karanlıkta kaybolmadığımızda dimdik durabildiğimizde belirir. İşte o dimdik durabildiğim her an benim için mucize.
“Yeni hayalim önümüzdeki tüm yarışmalarda madalyaların en güzelini alıp marşımızı okutmak”
Paris 2024’e erken veda ettin ama orada bilhassa ikili ilişkilerin, arkadaşlarına moral vermen aslında kazanılan başarılarda çok önemliydi. Paris’te olmadı, yeni hayalin nedir?
Paris’te çeyrek finalde elenmek benim için çok üzücüydü. Ama başarı sadece kendi başarımdan ibaret değil. Arkadaşlarım yarışmaya devam ederken, onların mücadelelerine de aynı derecede heyecanlandım, onlara duyduğum destek ve sevgi moralimi ve gücümü yeniden toparlamama yardımcı oldu. Çünkü aslında biz, aynı hedefler için mücadele ederken birbirimizin zaferlerinde de kendimizi buluyoruz. Bu denli takım hissetmek bir olabilmek çok huzurlu bir duygu. Yeni hayalim önümüzdeki tüm yarışmalarda madalyaların en güzelini alıp marşımızı okutmak.
Medyanın engellilere yaklaşımını nasıl buluyorsun?
Medyada doğru işler yapan ve bu işte çok iyi olduğunu düşündüğümüz insanlar var. Ama genel çerçeveden baktığımızda medya engelliye mağduriyet penceresinden bakmayı tercih ediyor. Bunları çok eleştiriyorum ama öte yandan aslında kitle de bunu talep ediyor. Biz çok güzel bir dönüş yaptık Paris'ten ama ses getirmedi, yani bu konuşulmadı. Bir mağduriyet söz konusu olduğunda çok daha fazla ses getirebiliyor, kitle sanırım bunu talep ediyor. Bu tarz haberler daha çok dikkatini çekiyor olabilir, arz talep meselesi olabilir. Gerçekten bilmediğim için bu konuda çok yorum yapamıyorum ama genel anlamda medyanın baktığı o mağduriyet çerçevesini çok sevmiyorum.
Yaptığın spor maliyetli bir spor. Malzemeler, antrenmanlar, ulaşım vs. hepsi ekonomik açıdan ciddi giderler. Sponsorluk çok önemli. Bu konuda görüşlerini almak isterim.
Sponsorluk bir sporcunun kendini tamamlanmış hissettiği en önemli evrelerden biri. Bunun maddi ve manevi boyutu çok önemli, özellikle okçuluk gibi stresli ve maliyetli bir sporda. Biz Paralimpik Millî Komite’nin aracılığıyla paralimpik oyunlardan hemen önce ilk sponsorluk anlaşmamızı Ülker’le yaptık. Benim özellikle manevi desteğe ihtiyaç duyduğum önemli bir dönemdi. Arkamda Ülker gibi köklü bir firmanın varlığını hissederek yarışmak çok önemliydi. Ve çok daha önemlisi madalya alamamış olmama rağmen, yarışma süreci bitmesine rağmen hâlâ yanımda olmaları, sonuçla değil süreçle ilgilenmeleri… Bu bakış açısında olan firmalar arttıkça başarılarımız da katlanarak artacaktır.
“Spor ve sporcu ilişkisi, aşkın tam anlamıyla tarifi”
Biraz ailenden bahsetmeni isteyeceğim. Çünkü aile engelli bir bireyin hayata katılması için ve engellilik durumunun en başında mental sağlık açısından çok önemli.
15 yaşındaydım, lise öğrencisiydim. Annem, babam, 3 tane de ağabeyim var. Ben 4 numarayım, en küçüğüm. Ağabeyleri tarafından çok şımartılmış bir çocuk olarak büyütüldüm. Kaza geçirdiğimde çok büyük bir yıkım oldu. Ben yoğun bakımdaydım, çok zor durumdaydım ama asla dışarıda o hasta yakını olmayı istemezdim, bence o çok daha ağır bir duygu, yani baş etmesini çok zor bir duygu. Bu süreçte gösterdiğimiz başarılar konuşuluyor ama bizim yaptığımız aslında o hasta yakınlarının yaptığının yanında hiçbir şey gerçekten. Asla o pozisyonda olmak istemezdim, kesinlikle benim taşıyabileceğim bir yük değil, kaldırabileceği bir şey değil. Biz çok tecrübeli değildik, hani bildiğimiz bir konu değildi, çok yabancı olduğumuz bir konuydu. Ben tekerlekli sandalyeli bir birey hiç görmemiştim bile. Omurilik zedelenmesini ne olduğunu bilmiyordum. Doktor bana gelip, “Yoğun bakımda bir süre yürüyeceksin” dediğinde ben yürüyememenin ne demek olduğunu bilmiyordum, hiçbir fikrim yoktu. Sadece okula gidebilecek miyim, devamsızlıktan kalır mıyım diye endişe ediyorum. Başıma gelecekleri asla bilmiyorum, hiçbir fikrim yok, ailem de öyle… Ama çok iyi araştırdılar, maddi manevi çok iyi bir yatırım yaptılar bana ve hiç yalnız hissetmedim.
Hiç yalnız hissetmediğim için de bu gerçekten çok büyük bir güç oldu benim için. Hani anlattın ya az önce, otobüse binerken hissettiğin şeyi. Ben o tedirginliği biliyorum, aslında çok nadir yalnız kaldığımda yaşıyorum onu, korkuyorum, tedirgin oluyorum. Bir ortama gittiğimde bile tek başınayken düşünmem gereken bir sürü şey var. Acaba tekerlekli sandalyeyle rahat hareket edebilir miyim? Rampa var mıdır? Bir yerde takılır mıyım? Arnavut kaldırımı var mıdır? Tekerlek takılır mı? Başıma bir şey gelirse ulaşabileceğim birileri olur mu? Hem bağımsız hareket etmek istiyorum ama hem de zaman zaman bu korkuyu yaşıyorum ama bu sürece kadar buna o korkuyu peki yaşatmadı ailem, hep yanımda oldular. Zaten engelli bireylerin anneleri, fedakârlığın aslında sembolü. Annelerimiz çok büyük fedakârlıklar gösteriyor, çok büyük emekler veriyor; gece yok, gündüz yok. Daha doğrusu bunun bir sınırı yok.
Hayata bakış açın çok güzel. O yüzden sormak istiyorum. Aşkı nasıl tarif edersin?
İlk defa böyle bir soruyla karşılaşıyorum. Bu sorunun en önemli muhataplarından biri sporcular bence. Çünkü spor ve sporcu ilişkisi, aşkın tam anlamıyla tarifi bence. Aşk bir şeye beklenti duyarak ya da duymayarak fedakârca tutkuyla bağlanmak. İşte benim bu spora olan aşkım gibi. Çok bir şey beklememek, sadece bekleyerek ya da bekleyerek tutkuyla bağlanmak bence. Sadece şu noktada bir şey bekleyip beklememe durumu söz konusu olabilir: sonucuna katlanmak, sonuçları baş üstünde tutabilmek.