}
12 September 2024

Nermin Bezmen: “Modern dünya insanları zombi yaptı”

Edebiyat dünyasının usta ismi Nermin Bezmen, Teo ile okuyucularının karşısına çıktı. İnsanların mekanikleşmesinden dem vuran Bezmen, “Sokaklarda hâkim olan karmaşa, ayrışma ve kaos ruhu törpülüyor. Modern dünyanın insanları zombi yaptığını düşünüyorum” şeklinde konuştu.

‘Kurt Seyt & Shura‘,‘Sır‘, ‘Bir Gece Yolculuğu‘, ‘Unutkan Aşk’ ve ‘Sırça Tuzak‘ gibi kitaplarıyla milyonlarca okuyucu kitlesi edinen ve Türkiye'nin en çok okunan yazarları arasına giren Nermin Bezmen, uzun süren araştırmaları sonucunda nakış gibi işlediği yeni romanı Teo'yu yayımladı. Titizlikle uyarladığı karakter tahlillerini, gerçekçiliğin vuruculuğuyla okuyuculara sunan Bezmen, yeni eserinde 4 yaşındaki Teo üzerinden sanatın ve azmin iyileştirici gücüne vurgu yaptı. Bezmen ile yeni kitabının yanı sıra rahmetli eşi Tolga Savacı'yı, insanoğlunun tükenmişlik hissini, ölüm kavramını, sanatın diğer dallarıyla olan ilişkisini ve yeni dünya düzenini konuştuk...

“Teo” adını verdiğiniz yeni romanınız okuyucularla buluştu. Yeni kitabınız Mersin'de yaşayan ve 4 yaşında amansız bir hastalığa yakalanan Teo'nun öyküsünü konu alıyor. Teo'ya ailesi yaşadığı acıları unutturmak için sanat yoluyla ona başka bir kapı aralıyor. Teo'nun hikâyesinden nasıl haberdar oldunuz?

Aile öykülerini okuyuculara iyi aktardığımı düşünen güzel yurdumun insanları bana sık sık hayat öykülerini mail aracılığıyla iletiyorlar. Her yıl onlarca aileden farklı hikâyeler geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Öyküleri değerlendirirken, kitaptan elde edeceğim geliri hiç düşünmem. Yüreğimin sesini dinlerim. Teo’ya ait olan hikâyenin sinopsisini okuduktan sonra ruhuma dokunduğunu hissettim. Teo’nun yaptığı resimleri de inceledim. Onun resimleri benim çizdiğim desenleri andırıyordu. Bu güzel hissiyat sonrası projeye koyuldum.

Kitabı yazım süreciniz ne kadar sürdü?

Genel olarak kaleme aldığım kitaplarda yazım sürecim araştırma sürecimden daha kısa sürer. Araştırma benim daha çok vaktimi alan bir süreç. Parçayı tamamlamak için kitaba konu olan kişilerin aileleri ve arkadaşlarıyla görüşmeler yapıyorum. O kişilere ait notlara ulaşmam gerekiyor. Bu nedenle Teo’yu araştırma sürecim 1.5 sene sürdü. Teo’nun hikâyesi belki acıklı ama kendisi hayata bağlı bir çocuk. Bu noktada acıklı hikâyeyi törpüleyip aileyi teselli edecek cümleler seçtim. Teo’nun dönmeyeceği üzerine değil Teo’nun ruhunun kaybolmadığına inanarak yaşamalarına bir noktada aracı oldum.

Yeni kitabınızın yayımlanma süreci ile eşiniz Tolga Savacı'nın vefatı peş peşe geldi. Bu durum kitaba olan konsantrasyonunuzu ne yönde etkiledi?

Özellikle ilk 3 ay Tolga’dan başka bir şey düşünemedim, yazamadım ve konuşamadım. Kitaba konu olan Teo ile kendi yaşadığım acı arasında bir paralellik de hissettim aslına bakarsanız. Sonrasında Teo’nun ailesini teselli etmek için yazmaya karar verdim. Teo’yu yazdıkça Tolga’nın yokluğuna olan acımın hafiflediğini hissettim. 

Varoluş sebebimizi kavrama konusunda sıkıntılar yaşıyoruz

Kitabınızda bir çocuğun; aşk, sanat ve tabiat etkisiyle olumlu yönden nasıl dönüştüğünüze de değiniyorsunuz. Bunu da atlamamak gerek öyle değil mi?

Benim öykülerimin pek çoğunda aşk kavramını görürsünüz. Aşk kavramını iyileştirici bir unsur olarak kullanıyorum. Bir insana dokunmak bir insanı sevmek bizi biz yapar. Bir diğer husus ise tabiat. İnsanoğlunun bu kadar ruhsuzlaşmasının sebebi tabiattan kopmuş olmasından kaynaklıdır. Elektromanyetik ve radyasyon ile iç içe bir dünyadayız. Hayatımız fişlere bağlı. Kitaplarımda insanlara bir kaçış noktası sunmak en büyük önceliğim.

“En kötü kombinasyon boş bir ruh ile dolu bir midedir” derler. Dünya insanlarının ahvalini göz önüne getirdiğimizde ruhen sıkıntılı bir süreçten geçildiğini söyleyebilir miyiz?

Büyük şehirlerde betonların içine hapsolduğumuz için varoluş sebebimizi kavrama konusunda sıkıntılar yaşıyoruz. Hâl böyle olunca insanlar, kendisinden daha üst bir varlığın bu evreni yarattığına olan bilincini ve inancını da yitiriyor. Dikkatlice bakarsanız ruhen sıkıntıları olan ve robot gibi yaşayan insanların etrafımızda çoğaldığını görebilirsiniz.

Bu halet-i ruhiyeden sıyrılmak mümkün mü?

Evet, doğaya kaçarak! Her birey imkanı ölçüsünde doğa ile bütünleşmeli. Bir insan en kötü ağaca sarılabilmeli, topraklara yalınayak basmalı. Güneşin doğuşunu izleyip, mehtabı seyredebilmeli. Dalga ve kuş sesleri bir terapi değil de nedir? Her şeyden öte insanlar kendisiyle yüzleşmeli. Robot değil insan olduğunu hatırlamalı.

Yüzleşmekten tam olarak kastınız nedir?

Kendimizle yüzleşmek bizlere ruhani varlıklar olduğumuzu hatırlatacaktır. Bunu idrak seviyesine gelebilirsek ölümün bile bir dönüşüm olduğunu anlayabiliriz. Netice itibarıyla hepimiz bu eşsiz bedenlerde yolculuk yapan ruhlarız. Daha evvel nereden geldiğimizi unutarak bu dünya hayatına başladığımız için dış dünyayı adapte ve kavrama sürecimiz zorlu oluyor. Çocuklar, ebeveynlerinin şartlı yönlendirmeleri nedeniyle esas gayelerini unutuyorlar.

Dile getirdiklerinizden hareketle sokaklarda bitmek bilmeyen bir kakafoni olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sizin pencerenizden de öyle mi?

21. yüzyıl itibarıyla tüm dünyada durum böyle. Bu dünyanın telaşı ve bir yerlere gelmek için sokağın bizi mecbur ettiği karmaşa, ayrışma ve kaos hali üzerinden ruh yavaş yavaş törpüleniyor. Kendisini girdaba kaptıranlar ruhu alınmış birer zombi gibi etrafta dolaşıyorlar. Modern dünya insanları bir nevi zombi yaptı. Bunu üretilen sanat eserlerinde de görebiliriz.

 Duygularımı uyuşturmaktan yana olmadım

Telaşın peşine düşe duralım… Ölüm, ansızın gelecek bir hakikât olarak karşımızda duruyor. Siz de nisan ayında eşiniz Tolga Savacı’yı kaybederek bu acıyı tatmış oldunuz. Gelinen noktada yalnızlığa alışabildiniz mi?

Tolga’nın yokluğuna henüz alışamadım. Benim için ‘yas’ uzun bir yolculuk. Anne, baba, eş ve arkadaş… Her birinin yas süreci birbirinden bağımsız. Düşünce tarzımız, sevdiğimiz kişiyle yaşadığımız süre zarfında neyi ne kadar paylaştığımız, hangi hatıraları biriktirdiğimiz, keşkelerimizin olup olmaması, isyankar olup olmamak ‘yas’ sürecinin uzunluğunu belirliyor. 

İlk eşiniz Pamir Bezmen’i de kaybetmiştiniz…

Evet, onun kaybıyla büyük üzüntü yaşamıştım. Tolga Savacı ise annem Leman Ulus’tan kalan bir hüznü tedavi etmişti. Dolayısıyla benim için müstesna bir yerde duruyordu.

Bu süreci atlatabilmek adına terapi aldınız mı?

Ben acıyı dibine kadar yaşamayı tercih edenlerdenim. Terapiye gitmem, ilaç kullanmam. Duygularımı uyuşturmaktan yana hiç olmadım. Biriyle yaşadığımız güzel zamanlar ne kadar yoğunsa kayıp yaşadığımızda diyeti de aynı oranda acı çekmek olmalı. Yas; bağlılığın getirdiği bir sonuç en nihayetinde. Öyle bir bağlılığınız yoksa zaten yas diye bir şey olmuyor.

Zihninizden Tolga Savacı'yı çıkarmanız imkânsız gibi duruyor. Öyle değil mi?

İlk 5 ay hiç nefes alamıyordum. Kalbime taş dolmuş gibiydi, boğazımda ise bir yumru. Bu da yaşadığımızın bir kanıtı olsa gerek. Aşkı bu denli büyük yaşamam hür ruh oluşumdan kaynaklıdır. Netice itibarıyla zaman her şeyin ilacı.

Çok fazla şef var, yeterince kızıldereli yok

Epiktetos, "Ölüm daima gözünün önünde olsun. O zaman asla adî endişelere düşmezsin ve maddi hiçbir şeyi hırsla arzu etmezsin" diyor.

İnsanlar dünyaya karşı hırslı olduğu için hayata sıkı sıkıya sarılıyor. Planlar yapıp, hedefler koyuyoruz. Gerçekleşmeyince de ailemizle, arkadaşlarımızla ve iş arkadaşlarımızla sorunlar yaşıyoruz. Varlık iddiasında bulunmak ve o gömleği kuşanmak da bir noktada yoruyor ve gün sonunda bizi üzüyor. Bu nedenle berrak bir zihinle yaşamını sürdürüp ölenlerin huzura erdiğine ve okyanusa ulaştığına inanıyorum. Bu dünyada yaşayanlar olarak bizler kıyıda kalmış bir dalgayız.

Postmodern edebiyatın usta ismi Paul Auster de, "Bu dünya beş para bile etmez, unutma. Kendini dünyalar kadar değerli sananlar ise kendi fiyatını belirliyor aslında." cümlesi de hırsın insan yaşamında kötü sonuçlar doğurduğunu işaret eder nitelikte gibi sanki?

Elbette. Sosyal medyanın etkisiyle her birey istediği şekle bürünüyor. Başkasına kitap yazdıranlar bile var. Hiç tanımadığımız birini tiyatro sahnesinde görebiliyoruz. Sosyolog, psikolog ve yaşam koçu sayısındaki artış da malumunuz. Dünyada pek çok millet sahtelik üzerine bir yaşam kurmayı tercih ediyor. Aynaya bakanların sayısı gün geçtikçe azalıyor. Diğer bir ifadeyle günümüz dünyasında çok fazla şef var, yeterince kızılderili yok.

Keyfekeder resim yapıyorum

Ölümün gri tonundan sanatın ve yaşamın renkli tonuna geçecek olursak… Edebiyatçı kimliğinizin yanı sıra uzun yıllar restoratörlük ve minyatür sanatı alanında çalışmalar yürüttünüz. Atölyenizde yetişkinlere ve çocuklara resim ve minyatür dersi verdiniz. Bu görevi neden bıraktınız?

Kendi atölyemde yetişkinlere ve çocuklara 27 yıl boyunca tekzip dersleri verdim. 2009 yılında ise bu görevi oğluma devrettim. Topkapı Sarayı Nakışhanesi'nde ve Cerrahpaşa’da Prof. Süreyya Ünver'a ait olan minyatür atölyesinde çalıştım. Ömrümün sonuna kadar bunu yapmak istediğim için bu kararı verdim. Kolumda pek çok bilezik olabilir ama ben en çok yazmayı sevdim.

Resim sanatıyla şimdilerde aranız nasıl?

Artık keyfekeder resim yapıyorum. Resim alanında Monegliani veya Gustav Klimt kadar ünlü olsaydım bu alana sıkıca sarılabilirdim belki ama olamadım. Bozkır otu gibi yaşayıp gitmek istemediğim için yazma odaklı bir yaşam sürüyorum.

Yoğun bir şekilde resim sanatıyla uğraştığınız dönemde size etkileyen bir şey oldu mu?

Bir gün çalışırken Boğaziçi'nden inanılmaz bir bulut silsilesi geçti. Onu resmetmek için boyaları karıştırmaya başladım ama o görüntü bir anda gitti. Orada oturup ağlamaya başladım. Bu durum bana hayata karşı ne kadar aciz olduğumuzu hatırlattı. O resmi yapamadıktan sonra kelimelerle daha barışık olduğumu fark ettim. Çünkü kelimelerle duygularımı ve yaşadığımı anında aksettirebiliyorum. Duygularımın temposu çok hızlı çalışıyor. Kelime bulmak da ve kendimi ifade etme hususunda zorlanmıyorum. Kelimelerle tablo çizmek daha keyifli. 

Resim sanatında olduğu gibi roman ve öykülerinizde de karakter analizleri, gerçekçi anlatım ve ustalıklı kurguyla ciddi bir hayran kitlesine ulaştınız. Ötekisiz bakış açınız bunda etken oldu herhalde?

Öteki dediğimiz şey bir yanılsama. Öteki yok. Kitap yazmadan evvel mitoloji, müzik, arkeoloji, tarih, psikoloji ve tarih alanlarından yararlanıyorum. Acıklı ve efsane olma potansiyeli olan hikâyeler arıyorum. Kahramanların psikolojilerine bir ay çalışıyorum. Onlara gerekli olan elbiseleri giydiriyorum. Öyküme bağlantılı kurduğum detaylar ve hayatta ilgili her nüans beni yakından ilgilendiriyor.

İnsan beynine ihtiyaç yok

Toplumun estetik zevki ve ilgi alanları da direkt ilgi alanınız dahilinde. Estetik zevkimiz hangi seviyede sizce?

Perişan durumda! Estetik bakış açımızı ve ruh dinginliğimizi kaybettik. Ama tüm dünya böyle. Bu yeni dünya düzeni diye kurulmak istenen yapıda insan beynine ihtiyaç yok. Küresel güçler insanların mümkün olduğu kadar vasatlaşmasını istiyor. Robotlara ihtiyaç var. Gelecek dönemde etten kemikten insanlarla robotların mücadelesine tanıklık edeceğiz. Uhrevi tarafı olan insanlar toplum içinde “meczup” gibi kalacaklar.

Yeni dünya düzeninde insan beynine ihtiyacın olmadığını ifade ettiniz. Bir yandan da dünyada cinsiyetsizleştirme propagandasının yapıldığına tanık oluyoruz.

Bu propaganda su götürmez bir gerçek. Bazı hükümetler dolaylı yollar çocukların cinsiyetine bile karar veriyorlar. Bu tip dejenerasyonun toplumun pek çok noktasına sirayet etmemesi kaçınılmaz. Sırf cinsiyetsizleştirme propagandası değil. Kadın ve erkeğin toplum içindeki rolleri de değişti. İş hayatına atılan kadınlar erkeklerle mücadele edebilmek uğruna dişiliğini kaybetti. Günlük kıyafetlerimiz ve dinlediğimiz müzikler bile geldiğimiz noktayı gözler önüne seriyor.  

Kitaplarım televizyona uyarlanabilir

Müziğin büyüleyici dünyasından kitaplarınıza dönecek olursak… Dedenizin hikâyesini anlattığınız Kurt Seyit ve Şura 2014 yılında ekrana gelmişti. Herhangi bir kitabınızın yeniden ekrana uyarlanmasını ister misiniz?

Dizinin üç sezon sürmesi bekleniyordu ama reytinglere yenik düşerek 21. bölümde final yaptı. Ekran dinamiği malumunuz ama reyting kaygısı güdülmese daha iyi olabilirdi. "Sır" adlı kitabımı bir yapımcı satın almıştı ama herhangi bir kanal ile anlaşılamadığı için çekilemedi. “Sırça Tuzak” adlı romanımda TV'ye uyarlanabilir. Bir teklif gelirse bu iki kitabım için oturup konuşabilirim. Senaryo danışmanı olarak görev yapmam kaydıyla…

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...