Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in kullandığı "Çin rüyası" (Chinese dream) adlı terim son dönemde yine gündemde. Bu terim ile ne kast ediliyor, ne amaçlanıyor?
Xi Jinping’in 2013’te "Kuşak ve Yol" insiyatifini başlattıktan sonra öne sürdüğü küresel vizyonunu yansıtan bir kavram olarak karşımızda duruyor. Çin’in tarihsel gücünü hatırlatan aynı zamanda modernleşmeye de ayak uydurduğunu yöntemleriyle ifade eden bir terim. Jinping, bu terim ile Çin ulusunun modernleşme evresinde kademe atlayacağını ve global bir güç hâline geleceğini ifade ediyor.
Bu terimi Çin'de yaşayan milyonlarca vatandaş nasıl karşıladı?
Çin’de 2008’de meydana gelen ekonomik kriz sonrası bu yeni terim halk arasında bir hayli sevildi ve benimsendi. Bu açılım ülkeye bir dinamizm kattı. Çin’in kalkınma yolunda ivme kazanmasına da sebebiyet vermesi büyük bir sevinç yarattı. Vatandaşlar tarafından, Xi Jinping’in önce Kuşak ve Yol insiyafetini başlatması, sonrasında ise Çin rüyasını duyurması krizin fırsata çevrilmesi yönünden kayda değer bulundu.
"Xiaoping kalkınma modeli sayesinde Çin dünyaya entegre oldu"
“Çin’in maksimum kapasiteye ulaştığı” yönündeki teze karşı Çin nasıl bir cevap üretiyor?
Aslında burada aslında önemli olan nokta Çin’in bölgesel güçken nasıl global güç hâline geldiği sorusuna cevap bulmaktır. Çin’in 1978’de Deng Xiaoping liderliğinin almış olduğu reform ve dışa açılma kararları çok büyük önem taşır. Xiaoping’in çok iyi formülüze ettiği ve politikaya dönüştürdüğü bu ekonomik kalkınma modeli sayesinde Çin’in dış dünya ve küresel ekonomiyle entegrasyonu sağlanmıştır.
Bu ekonomi kalkınma modeli hayata geçerken sosyalist piyasada dengeler nasıl sağlandı?
Sosyalist piyasanın pazara dönüştürülmesi ile liberalleşme süreci de aynı anda başladı. En önemlisi de zihinsel dönüşümdü. Bu da sürece eklendi. Bana göre Çin’in dışa açılma süreci bölgesel stratejilerin geliştirilmesi bakımından büyük önem arz etmektedir.
Dışa açılma sürecinde nasıl stratejiler benimsendi?
Deng Xiaoping’den itibaren dünya ekonomisiyle entegre olma meselesine bakmak gerekiyor öncelikle. Çünkü sosyalist bir piyasadan liberalleşmiş yeni bir piyasaya doğru yöneliyorsunuz. Bunun için bir stratejik bir yaklaşımınız olması lazım ki bunu Deng Xiaoping'in pragmatizmi dediğimiz yaklaşımda görüyoruz. Kedinin fareyi yakalama süreci olarak deneyimleyebiliriz bunu. Farenin renginin önemi yoktur. Çin, ekonomik çıkarları gereğince her ülkeyle iş birliği yapabilir. Tabii burada ABD’nin Çin’e yaklaşımı da önemliydi.
ABD, Çin’e hangi noktadan yaklaştı?
Yani o dönemde Sovyetler’e karşı bir iş birliği var. İkinci Dünya Savaşı sonrası aslında Mao döneminde kurulmuş bir ittifak diyebiliriz buna. Bu aslında Amerika ve Çin arasında stratejik ittifaktı. Diğer tarafta Avrupa’da da Almanya vardı. İşte Deng Xiaoping ile birlikte bu hızlandırıldı. Dolayısıyla Çin’in ekonomik gelişimine ABD’nin verdiği bir destek var. Ve dolayısıyla dünyanın, dünya ekonomisinin, global ekonominin, önemli aktörlerinin Çin'e yönelik olarak verdiği bir destek var. Deng Xiaoping 1978'den itibaren bunu devam ettird. Burada tabii Japonya-Çin arasında bir tercihten de bahsetmemiz lazım.
Japonya-Çin tercihi meselesini özetlemenizi istesem neler söylersiniz?
Çin ve Japonya arasında çok ince bir denge siyaseti izledi Amerika 2. Dünya Savaşı’ndan sonra. Yani Japonya’nın silahsızlandırılması, Çin’in tehdit algısının azaltılması ve aynı zamanda da Çin'in ekonomik sisteme entegrasyonunun desteklenmesi şeklinde kısaca özetleyebiliriz.
"Japon modeli global ekonominin gelişimine katkı sağlayamadı"
Daha öncesinde bir Japon modelinden bahsediliyordu değil mi?
Japon modelinin gelişimi ve Batı dünyasının Amerika başta olmak üzere Japonya'ya vermiş olduğu bir destek vardı. Ama Japon modelinin beklenildiği ölçüde global ekonominin gelişimine katkı sağlayamadığı fark edildi. Bu da şaşırılacak bir durum değil. Çin ve Japonya arasında mukayese yaparsak Çin’in 1.4 milyarlık bir nüfusu var. Bu durum devasa bir üretim kapasitesi anlamına geliyor. Japonya ise bugün 125 milyon nüfusa sahip. Tabii Japon modelinin kendi içerisindeki ekonomik yetersizlikleri, başarısızlıkları bunlar da önemli bir faktör olarak rol oynadı.
Şimdi Çin’in bölgesel stratejilerine geçecek olursak neler söylemek istersiniz?
90'lardan itibaren Çin’in sadece ekonomik kaygı değil güvenlik çıkarları açısından da baktığını görüyoruz. Çin, ekonomi ve güvenliği birbirinden ayırmıyor. Dolayısıyla böyle bir tarihsel gelişime baktığımız zaman Çin'in bölgeye açılımı ve dolayısıyla dünyaya açılımında ekonomik çıkarlar kadar güvenlik çıkarlarını da göz önünde bulundurduğu ve ona göre bir stratejik yaklaşım geliştirdiğini anlıyoruz.
Burada kilit nokta nedir?
Çin’de 1990’larda kuzey-güney eksenine odaklanmış bir düşünce yapısının olduğunu görüyorsunuz. Yani Güneydoğu Asya'nın ekonomik olarak genişleme süreci ve kuzeyin güvenliğinin sağlanmasından bahsediyoruz aslında. Çin bunu bölgesel kalkınma ve iş birliğinin güçlendirilmesi olarak tanımladı.
Kuzeyde ne oldu?
Kuzeyde bir defa Rusya'yla olan sınır anlaşmazlıklarını çözdü. Yani kuzeyden gelebilecek herhangi bir tehdidi sınırlandırdı. Güneyde de bu gelişim yaşandı. Güneyle de bu işi bölgesel iş birliği, ekonomik iş birliği, kalkınma ve iş birliği şeklinde tanımladı.
"Çin reformlarıyla dışa açılarak ve kritik bölgesel stratejiler uygulayarak başardı"
Günümüz itibariyle özetlemek gerekirse Çin bütün bunları nasıl başardı?
Çin reformlarıyla dışa açılarak ve kritik bölgesel stratejiler uygulayarak bunu başardı diyebiliriz. Esasen Çin'in ekonomik modelinin farkı ve çekiciliği üzerinde durmamız lazım. Global güney ülkelerinin, gelişmekte olan ülkelerin, Çin'in bu modeline yönelik olarak bir ilgisi var ve bunu destekliyorlar. Bunu görmezden gelmek mümkün değil. Çin’in "başardı" algısı küresel anlamda çok güçlü. Dünyaya umut aşılıyor.
Bu neden kaynaklanıyor? Bir defa Çin neden farklı?
Yani şimdi global Çin televizyonuna bakarsanız sürekli olarak, “See the difference” diyor. Yani; “farkı gör…” Yani global güney ülkelerinin özellikle gelişmekte olan ülkelerin ilgisini çekebiliyor bu düşünce. İşte tam da Çin modelinin, ekonomik modelinin kalkınmasının farklılığı aslında mesele. Bu kalkınma modeli aslında Çin'in ekonomik ve güvenlik çıkarlarının dengelenmesiyle ilgili bir model.
Çin aslında kolonyal dönemden yarı sömürgecilik döneminden geçmiş bir ülke….
Gelişmekte olan ülkelerin en önemli kaygılarından birisi dışsal müdahalelere karşı ulusal direnci güçlendirebilmek, yani dolayısıyla her zaman için bir güvenlik kaygılarının olduğunu görüyoruz. Öyle bir model olmalı ki bu model, piyasayı liberalleştirme ve açıklığı konusunda herhangi bir soru işareti bırakmasın. Ama aynı zamanda da dışsal müdahalelere karşı da korunaklı olsun, daha dirençli olsun gibi bir arayış var. Çünkü öbür türlü kırılganlık ortaya çıkıyor. Yerel ekonomilerin gelişimi mümkün olamıyor. Dolayısıyla böyle bir kaygıyı Çin'in ekonomik modelinin bir çözüm getirdiği konusunda yaygın bir kabul oluştu bütün dünyada.
Çin’in elbette sömürgeci bir ülke geçmişi yok…
Bu özellikle Batılıların da çok üzerinde durduğu bir argümandır. Çin’in bir sömürgecilik geçmişi yok. Dolayısıyla global güney, gelişmekte olan ülkeler bu konuda kendilerini daha rahat hissediyorlar.
Çin’deki siyasal bir liberalleşme değil anladığım kadarıyla…
1978'den itibaren Çin kendi ekonomisini dışarıya açmaya karar verdi. Bu önemli bir karardı. Pekin yönetiminin, Çin Komünist Partisi başta olmak üzere, bir direnci var. Siyasal liberalleşmenin Çin'in çıkarlarına olmadığı düşüncesi hâkim. Bu da tarihsel tecrübelerden kaynaklanıyor. Sovyetler tecrübesi özellikle bu durumda etkili oldı. Çünkü Sovyetler reform çabası içerisine girdiğinde şey yapmak istediler. Önce siyasal bir açıklık gibi bir şeyi benimsediler, daha sonra ekonomik reformları yapalım gibi bir yaklaşım benimsediler. Bu, Çinlilerin özellikle üzerinde durduğu bir konudur. Yani yanlış tercihlerde bulunulduğu; Sovyet modelinde, Sovyet reform çabalarında bu hataya düşmemek konusunda çok kararlı Çin. Dolayısıyla bir sosyalist piyasa ekonomisi gibi karma ekonomi ortaya çıktı. İşte onun için zaten devlet kapitalizmi diyoruz. Devletin rolünün, ona vurgu yapalım o zaman, devletin rolünün, ekonomiye müdahalesinin korunması, devam ettirilmesi. “Sovyet'ten aldığımız ekonomik modelden biz dersimizi çıkarttık” diyor Çin. Çin hâlâ devlet kapitalizmini geliştirmeye çalışıyor.
Yani yeni dönemde ne oluyor?
Bu Peak China tartışmasının odaklandığı yer ve önemli bir kısmı. Çin şimdi devlet kapitalizmi modelini dönüştürmeye çalışıyor. Yeni ihtiyaçlar ortaya çıktı. Dışarıda dünya değişiyor. Bu dünyaya adapte olabilmek için modelin değişmesi lazım. Burada Çin Komünist Partisi'nin son genel kurulunda aldığı kararlar var. Yani Temmuz ayında neticelendi. Dolayısıyla orada alınan siyasi kararlar belirleyici. Çin’in ekonomik modelinin nasıl dönüşeceği konusunda bize bir fikir veriyor.
Yani ne diyor burada?
“Yeni Üretken Güçler” denilen teknoloji bazlı kalkınma modeline geçildi. Artık Çin’in modernleşmesini teknolojik modernleşmeyle eş anlamlı olarak görüyorlar. Bu yönde planlamalar yapılıyor. İnovasyon odaklı bir gelişim söz konusu. Dolayısıyla bu yönde bir değişim var. Burada da iki şey ortaya çıkıyor. Birisi yeni enerji meselesi, diğeri de yapay zekâ meselesi.
"Çin tedarik zincirlerini yeni yeşil teknoloji üzerinden kurmak istiyor"
Yani yeni enerji teknolojileri…
Elektrikli araçlar, bataryalar, rüzgâr ve güneş panelleri bunların hepsi kritik teknolojiler ama bunlarla sınırlı değil. Buna yeşil dönüşüm diyebiliriz. Şimdi biz bu bölgesel Çin’den global Çin’e meselesinde geleceğe de ışık tutan başka bir tartışmaya da gireceğiz. Yeni yeşil teknoloji diplomasisi… Çin bunu yaşıyor.
Bu dönüşümü özetlemenizi istesem neler söylersiniz?
Çin’in elektrikli araç kullanımına ihtiyacı var. Çünkü Çin’de enerji problemi var. Enerji sorununu çözebilmesi için elektriğe geçmek zorunda. Bunu şaşılacak düzeyde başarıyla yapıyorlar. Amerika’nın ortaya atıp beslediği Peak China dediği teori tam da bunun odağında. Temel rahatsızlık şu: Çin artık bu yeni teknolojilerde ABD’nin rekabet üstünlüğünü geçmiş durumda. Yani Çin bu işte daha iyi ilerliyor. Global arenada liderlik elde etmiş durumda. Elektrikli araçlarda neredeyse global üretimin yarısı Çin’in elinde. Bataryalarda yüzde yetmişe varan düzeyde lider. Rüzgâr panelleri ve güneş panellerinde yine yüzde seksenine varan düzeyde Çin’in elindeki üretim. Dolayısıyla burada Çin büyük bir karşılaştırmalı rekabet üstünlüğü elde etmiş durumda. Küresel lider bu alanlarda.
Çin bunları dış pazarlara ihraç etmek istiyor diyebilir miyiz?
Yani içeride ciddi bir üretim var. Bunlar stratejik olarak belirlenmiş endüstriler: Yeşil teknoloji endüstrileri ve enerji. Dolayısıyla bunu artık ihraç etmek istiyor, tedarik zincirlerini bunun üzerinden kurmak istiyor veya sağlamlaştırmak istiyor. Dolayısıyla böyle bir yönelim var. Şimdi, Peak China’nın odaklandığı yer de burası. Tartışma, bir anlamda Çin'in bunu başaramayacağı, üretim fazlası verdiği, bu alanlardaki üretiminin global ekonominin ihtiyacından fazla olduğu gibi inandırıcı ve gerçekçi olmayan siyasal söylenemler dayanıyor.
Zaten Amerika ve Batı dünyası neredeyse her sene bir Çin tezi üretiyorlar. Farklı şekillerde, farklı tarzlarda ama aynı noktaya geliyor. Çin'in global yükselişinin engellenmesi ve Çin yamacının zayıflatılması… “Tehdit Çin” algısının yaratılmasına yönelik bütün bunlar. Tabii bunun Amerika'nın iç siyasetine uzanan tarafları da var.
Peki, nereye gidiyor yani reel olarak?
Reel olarak şu oluyor, Çin artık Güneydoğu Asya'da ABD’nin ve Avrupa’nın baskınlığını kırmış durumda. Artık Çin büyük ölçüde Güneydoğu Asya pazarına, ASEAN pazarına hâkim olmuş durumda. Şimdi bu yeşil teknolojilerin Güneydoğu Asya’da yeni iş birlikleriyle ve ortaklıklarla genişletilmesi meselesi var.
Ne yapıyor Çin?
Yani işte mesela Tayland’a, Özbekistan’a, Türkiye’ye elektrikli araç fabrikası açıyor. Malezya ve Endonezya’da mesela güneş panelleri ve bataryalar üzerinden fabrikalar kuruluyor. Vietnam ile yeni anlaşmaları, iş birlikleri var. Bunlar oldukça önemli ve Çin artık yeni endüstri alanlarında öncülük yapıyor. Yani ABD ve Avrupa’nın giremediği pazarlara girmiş durumda. Yeni yeni endüstriler, endüstri iş birlikleri ve ortaklıklar geliştiriyor.
Bu konularda Çin'in avantajı ne?
Çin’in avantajı şu, kendi içerisinde çok erken bir dönemde fark etti elektriğin yeni dönemin meselesi olduğunu. Biz Çin ile ilgili olarak başka konulara da odaklandık ama esas itibariyle mesela Deng Xiaoping’in 90’lı yıllarda söylediği şöyle bir söz var, diyor ki: Orta Doğu’nun petrolü varsa Çin’in de nadir elementleri var. Bugün Çin’in geldiği nokta itibariyle değerlendirdiğimizde politikaların başarılı bir şekilde uygulandığı sonucuna varıyoruz. Bu alana çok büyük yatırımlar yapıldı, geliştirildi. Bununla ilgili rakamlar ortada. Çin büyük bir atılım yakalamış oldu. İkincisi, Çin’in şöyle bir avantajı da var. Çin bunları yaparken aynı zamanda altyapıyı da geliştirdi. Çin’in aslında bölgesel güçten, global Çin'e yolculuğunda bir köşe taşı olan ya da sembolleşen Bir Kuşak Bir Yol’dan bahsetmemiz lazım. Çin bu projeyle altyapı yatırımlarına ağırlık verdi. Bu da pazarı genişletti.
Bir Kuşak Bir Yol çok boyutlu ve katmanlı bir süreç öyle değil mi?
Sadece liman ve bina inşaası değil, çok yönlü bir gelişim yaşandı. Dijitalizasyon için önemli adımlar atıldı. Yani telekomünikasyon altyapılarının, internet altyapılarının kurulması konusunda büyük yatırımlar ve projeler gerçekleştirildi. Güneydoğu Asya’dan başlayarak Orta Asya, Körfez ve Afrika’ya kadar giden bir ağda tüm altyapıyı Çin kurdu. Çin'in 90'lı yıllarda altyapı yetersizlikleri çok konuşuluyordu, bugün o sorunların üstesinden gelindi. Şimdi aynı konuları Hindistan için konuşuyorlar.
Gelişmekte olan ülkelerin her zaman yaşadığı sorunlar bunlar esasında. Bu hamleler Çin’i gelişmekte olan ülke sınıfından gelişmiş ülke düzeyine atlatabildi mi?
Bunu ölçebilmek lazım. Gelişmekte olan ülke olarak nitelendiriliyor hâlâ. Çin’in nüfusu ve bölgeler arası farklarla ilgili bu nitelendirme. Çin’in eyaletleri arasındaki farklarla ilgili, kentleşmeyle ilgili vs. Bunları ortadan kaldırmak kolay değil. Çin ölçeğinde bir ülke için bunları kabul etmek durumundayız. Dolayısıyla kalkınmanın sürdürülmesi meselesi aslında esas önemli olan. Çin’de bugün sorunlar elbette devam ediyor. Fakat bunun çözümü için ne yapılıyor, onlara bakmak lazım. Çin ilerleyen dönemde ekonomik anlamda dünya liderliğine gelebilir projeksiyonlar da bunu gösteriyor.
Projeksiyonlardan devam edelim öyleyse. Çin ekonomisinde bir duraklama olduğu aşikâr ama bütün dünyada da benzer sıkıntılar var. Gelecek bize neler söylüyor?
Veriler; Çin’in 2030 yılında dünyanın en önemli ekonomik güç olacağını söylüyor. Çin’i ABD ve Hindistan takip ediyor. 2050 yılına gelindiğinde bu üçlüye Endonezya’nın ekleneceğini de trendler bize söylüyor.
Son günlerde yine sıklıkla gündeme gelen Çin’deki ekonomik problemlerle alakalı neler söylemek istersiniz? Bunların temelinde ne yatıyor?
Covid-19 salgını sonrası ortaya çıkan halkın ekonomik refahının genişletilememesi problemi var. Bir anda milyarderler ortaya çıktı. Çin Devleti bu noktada bilhassa teknoloji alanında regulasyonuna giderek çeşitli düzenlemeler yaptı. İkinci problem ise Çin giderek yaşlanıyor. Bir önlem alınamazsa bu da ülkeyi üretim ve kalkınma yönünden olumsuz etkileyecek. Burada otonom sistemlere yönelmek ve teknolojiyi yakından takip etmek önem arz ediyor.
Çin başta olmak üzere Asya ülkelerinde ekonomik kazanç alanları da dönüşüyor öyle değil mi?
Yaygınlaşan internet kullanımı ve hızlı dijitalleşme ile birlikte e-ticaret büyük önem kazandı. Ülkelerin ve vatandaşlarında bu yöntemle ciddi bir kazanç sağladığunu görüyoruz.
Ulaşım maliyetini düşürüyor değil mi?
Alışveriş için bir yere gitmiyorsun, oturduğun yerden alıyorsun. Bunun yüksek ölçekli, nüfuslu ekonomilere etkisi muazzam. Tabii bir de uluslararası ticareti geliştiriyor. Dolayısıyla Çin’in çözüm önerileri, yaklaşımları çok akıllıca. Bunu reddetmek mümkün değil. Dolayısıyla bir robotlaşma meselesi gelecek. Robotlaşma özellikle otonom sistemlerle bağlantılı. Oraya doğru gidiyor iş kolları. 3-5 sene içerisinde 2027-2028 gibi yapay zekâ destekli otonom sistemlerin, robotların çok yaygınlaşacağı ifade ediliyor. Yine aynı şekilde dijital altyapı olarak da Çin ciddi bir ilerleme içerisinde. 5G’den 6G’ye geçme aşamasındalar, 6G’yi test ediyorlar şu an. Dolayısıyla bütün bu göstergeler olumlu yönde ilerlediğini gösteriyor.
"Batı ülkeleri Çin’in daha fazla tüketim yapmasını istiyor"
Çin’in iç tüketimi meselesi de var…
Batı ülkeleri, kendi çıkarları gereği Çin’in daha fazla tüketim yapmasını, ona uygun teşvik paketleri çıkarmasını istiyor. Ama Çin Devleti, “Tüketim yaparım ama üretimim de olmalı” diyor. Çin, kendi çıkarlarını garanti altına almak istiyor en nihayetinde.
Yerel ve küresel ihracat-yatırım dengesiyle alakalı sorunları çözmek için gelişmeler de var. Bunları nasıl yorumluyorsunuz?
Eyaletlerin borçlanmasıyla ilgili sorunlar var. Yerel ve küresel ihracat-yatırım dengesini yeniden yapılandırmak gibi çabalar söz konusu. Dolayısıyla Çin’in yine Kuşak ve Yol insiyatatifini yeniden yapılandırılması gibi bir sorun ortaya çıkıyor. Bu bölgelerle olan bağlantısallığı, bölgeler arası bağlantısallığı geliştirmeye çalışıyorlar. Özellikle yeni yeşil teknolojilere yönelerek bu sorunu aşabiliriz noktasında bir yaklaşım benimsiyorlar.
Peki, az evvel 2030’a dair öngörülerden bahsettiniz. Çin ekonomik anlamda dünya liderliğini alınca Amerka’nın yaptığı gibü külterel manada da bir etkide bulunmayı amaçlıyor mu?
Böyle bir potansiyel var. Çin’in kendine özgü bir düşünce yapısı, medeniyeti ve kültürü var. Bu kültürel farklar da önemli. Çin zaten bunun üzerinde duruyor. Farkın önemine özellikle vurgu yapıyor. Ama aynı zamanda şunu da söylüyor: "Barış içerisinde bir arada yaşayabilmek bizim için önemli." Dolayısıyla burada Çin'in kültürel etkinliğinin sınırları var elbette. Öyle tahmin ediyorum ki bir ABD ya da Amerikan kültürü kadar hegemonya yaratmayacak Çin kültürü. Çin’in böyle bir isteği de yok. Doğu Asya dediğimiz bu bölgenin merkezinde ve dolayısıyla bu bölgenin, bölgesel stratejileriyle ve daha sonra global stratejilere dönüşen o anlayışla birlikte aslında bölgeler arası bir bağlantı kurmaya çalışıyor ve ekonomik çıkarlar odaklı yapıyor bunu.
Sormamız gereken sorusu bu galiba; Çin kültüründen niye korkalım ki?
Böyle bir tehdit algısını niye hemen kabul edelim? Tersinden bakalım. Amerikan kültürel hegemonyasına ne ölçüde bir direnç var? Kültürel hegemonya meselesi biraz kabullenişle ilgili bir durum. Hegomonik güç istediği için olmuyor, bazı işler karşı tarafın da kabul etmesi gerekiyor. Gönüllü kabulleniş meselesinde söz ediyorsunuz. Peki, sözü Konfüçyüscülük meselesine getirmek istiyorum. Çin kültür hegamonyası kurar mı sorusu ile birlikte bu meseleyi konuşmak gerekiyor. Çin’in kültürel olarak dünyaya katabileceği şeyler var. Konfüçyüsçülük de bunlardan biri hiç şüphesiz.
Konfüçyüs Enstitüleri’nin Avrupa’da bu denli ilgi görmesine de şaşırmamak gerekiyor o zaman.
Her yerde ilgi gördü değil mi? Bu altı çizlmesi gereken bir durum. Demek ki Batılı insanların da böyle bir beklentisi var. Peki, Avrupa ne yaptı bu durum karşısında? Tehdit olarak görüp enstitüleri kapatmak kararı aldı.
Niye hoşlanmadılar bu işten?
İlgiden korktular ve bu işi biz bir yerde sınırlandıralım gibi bir yaklaşım oluştu. Dolayısıyla böyle bir potansiyel etkisi demek ki var. Biz bunu kısmen ölçebiliyoruz. Tüm bunlarla birlikte Çin’in kültürel hegemoni oluşturmak gibi bir derdi olduğu kanaatinde değilim.
Eknomik gücü, siyasi güç ve en nihayetinde kültürel hâkimiyet takip eder. Jeopolitik gelişmeler Çin’e tüm bunları gerçekleştirmesi için ne kadar imkân verecek onu değerlendirmek gerekir. Konfüçyüs geleneği Doğu Asya merkezli bölgede de etkisi olan, çok önemli bir kültürel öge. Çin, Konfüçyüs meselesini şöyle görüyor: Birincisi bunun ülke içinde bir karşılığı var. Çin hem ekonomik olarak büyüyor hem de dışarıdan etkiler, etkileşimler artıyor. Farklı kültürlerle yani liberalizmle, liberal dünyayla olan etkileşim sosyalizmi dönüştürüyor. Bir tarafıyla ya da ortaya çıkan sorunları biz ideolojik ve kültürel olarak nasıl aşabiliriz gibi soru işaretleri ortaya çıkıyor. Burada Konfüçyüsçülük benimsenen, kabullenilen çünkü tarihsel olarak temelleri sağlam olan ve bölge genelinde de yaygın kabul gören bir gelenek. Dolayısıyla devlet özellikle Xi Jinping ile birlikte bunu bir resmî söylem hâline getirdi.
"Çin Konfüçyüs ve Marx’ı yan yana koyuyor"
Bu resmî söylem vurgusunu biraz açmanızı rica edeceğim.
Konfüçyüs ve Marx’ı yan yana koyan ve onları birbiriyle konuşturan televziyon programları yapılıyor bugün Çin’de. Dolayısıyla diyorlar ki ikisi de bizim değerimiz. Bizim hem sosyalizm tecrübemiz hem de Konfüçyüs geleneğimiz var. Biz bunları konuşturursak ortaya ne çıkar bunu görmek istiyorlar. Bir sentez arayışındalar. Bunların yanında bölgeye dönük de önemli işlevi var Konfüçyüsçülüğün. Çünkü bölge ülkeleriyle olan iş birliğini kültürel anlamda destekleyiyor. Konfüçyüsçülük Güneydoğu Asya’da, Japonya’da ve Güney Kore’de çok yaygın bir kültür. Ayrıca Çin’in yurt dışında büyük bir diasporası var. Çin bunlarla iletişimi özellikle Konfüçyüsçülük üzerinden kuruyor. İletişimin sağlıklı bir şekilde kurulması bununla mümkün oluyor. Çünkü Çin diyasporası sosyalist değerlere, ideolojilere yakın değil.
Söylediklerinizden bu kültürel hegamonya meselesinin suni, köpürtülen bir durum olduğunu anlıyorum.
Çin’in stratejileri bölgeselden globale geçerken kendi hinterlandında olan coğrafyayı merkeze alıyor. Ekonomik çıkarlarını globalleştirmeyi elbette önemsiyor ama aynı zamanda güvenlik kaygılarını da azaltmak için bir açılma stratejisi izliyor. Daha önce kuzey-güney ekseninde bir düşünce hâkimdi. Xi Jinping ile birlikte bu iş batıya doğru genişlemeye yöneldi. Çünkü bir potansiyel oluştu. Fırsatlar da uluslararası koşullar da buna imkân verdi.
ABD başta olmak üzere Batı blokunun Tayvan meselesi üzerinden Çin’i sıkıştırma hamlelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün bu tezler aslında Çin'in engellenmesine yönelik. Çin çok hızlı gelişiyor. Özellikle Avrupa ülkeleri ABD-Çin rekabetinden ve ABD’nin yeni politikalarından olumsuz etkilenen tarafta yer alyırlar. Dünya artık eski ve yeni dünya gibi bir ayrıma gidiyor.
Eski ve yeni dünya kavramları üzerine daha geniş konuşuruz ama bir girizgâh yapma babında sormak istiyorum bu ifadeyle neyi anlatmak istiyorsunuz?
Çok açık ki yeni dünya artık Doğu Asya ve Asya Pasifik merkezli kuruluyor. Bu çok belli. Eski dünya Avrupa merkezli bir dünya. ABD ve Doğu Asya arasında büyük dönüşüm trendleri var. Yani artık 2050 ve sonrasına doğru konuşacağımız meselelerin emarelerini bugünden görüyoruz. Avrupa’nın, Çin ile çok güzel ilişkileri vardı ve yıllar içinde de gelişti. Güneydoğu Asya’da Çin ve Avrupa'nın çok önemli ortaklıkları, iş birlikleri vardı. Beraber üçüncü pazarlarda iş yapıyorlardı. ABD’nin jeopolitik rekabeti dolayısıyla bu zayıflamaya başladı.
Bu hikâyede kaybeden Avrupa oldu öyleyse…
Avrupa bu işten çok kaygılı ve haklı da. Eski dünya olmaya doğru gidiyor. Avrupa BRICS’te yok. Güneydoğu Asya'da ABD’nin jeopolitik rekabeti dolayısıyla işler zora girdi. İlişkiler bozuluyor. Avrupa’nın geleceği konusunda çok önemli soru işaretleri daha da büyüyerek devam ediyor.
Çin-ABD rekabeti meselesinin merkezinde ne var?
Jeoteknolojik rekabet bu işin merkezine oturdu. Yani ABD ve Çin arasındaki rekabeti konuşacaksak, bu iş Trump döneminde ekonomik rekabetle başladı. Şimdi teknolojik rekabete dönüştü. Bu iş Güneydoğu Asya merkezli ama bütün dünyaya yayılmış durumda. ABD, özellikle yarı iletkenler konusunda yaptığı ihracat kısıtlamalarıyla Çin’in teknolojik alandaki gelişimini sınırlandırmaya çalışıyor. Çin’in nadir elementlerin konusundaki zenginliği onu ön plana çıkarıyor.
Peki, bu durumdan en çok kim zararlı çıkar?
Nadir elementler konusunda en fakir bölge olan Avrupa zararlı çıkar. Çin Güneydoğu Asya’da iş birliğini çok ileri seviyelere taşındı. Mesele Doğu Asya’nın dijitalleşmesi ve ABD burada geri kaldı. Afrika ve Çin ilişkilerine baktığımızda orada da hızlanma var. Geçtiğimiz aylarda Çin-Afrika zirvesiyle birlikte Çin ve Afrika ülkeleri arasında mineraller ortaklığı gerçekleştirildi. Tedarik zincirlerinin güçlendirilmesine yönelik olarak yeni bir anlaşma imzalandı. Dolayısıyla Çin Afrika’yı da kendine bağladı büyük ölçüde.
“Çin çok kutuplu dünya istiyor” tezi burada öne çıkıyor.
Evet, gidişat da buna yönelik. Yani ABD hegemonyasının gerilediğini görüyoruz. Fakat ABD hegemonyasının ortadan kalktığı iddiasında bulunmak için çok erken.
Bu son cümlenizi detaylandırabilir misiniz?
Çin-ABD arasındaki güç mücadelesinde ve geleceğe etkisinde, kapsamlı ulusal güç projeksiyonu üzerinde durmamız gerekir. Hâlâ ABD askerî olarak Çin’in önünde. Çatışma coğrafyası olan Orta Doğu’ya müdahale edebilmek ya da daha etkin rol oynabilmek konusunda Çin’in gücünün sınırları var. Orta Doğu'ya uzanmak için etkinliğini bu kadar genişletmeye yetecek bir askerî gücü yok her şeyden evvel. Dolayısıyla Çin’in bölgesinde ekonomik etkinliğini artırmaya yöneldiğini ve global ölçekte diplomatik etkinliğini artırmayı öncelediğini görüyoruz.
Nedir global diplomasi etkinlikleri?
Suudi Arabistan ve İran arasındaki arabuluculuk görüşmeleriyle ilgilendi. Bu bazılarına göre sürpriz sayılabilecek bir hamleyken bazıları için de olması gerekiyordu. Çin’in Orta Doğu’da siyasi ve diplomatik etkinliğini artırmak gibi bir gayesi var ama bunu dengeli bir şekilde fazla aşırıya kaçmadan yapmak istiyor. Dolayısıyla burada zamana bırakılmış bir durum var ama Çin Orta Doğu’da kalıcı olmak gayesi taşıyor.
Çin’in bu gayesini hangi gelişmelerden hareketle çıkarıyorsunuz?
Çin'in Xi Jinping’den bugüne uzanan bir planı var. "Global güvenlik inisiyatifi" girişimi diye sunulan, kapsamlı bir uluslararası güvenlik düzenine işaret eden ve Çin’in bakışını yansıtan bir diplomatik çabanın genel ifadesi. Orada Çin’in Orta Doğu’da yeni bir güvenlik düzeni mimarisi oluşturma niyeti olduğu ya da buna bir katkı sağlama arayışı içinde olduğu açık bir şekilde ifade ediliyor. Dolayısıyla Çin’in Orta Doğu’ya olan ilgisi ekonomik ve siyasi olarak artıyor artıyor. Orta Doğu’da çatışmalar çözüleme kavuşturulamıyor bir türlü. Bölgesel olarak çatışmaların büyüyüp savaşlara dönüşme ihtimali gündemde. Dolayısıyla buna yönelik olarak mesela Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin bölgede istikrarı sağlamak için talepleri var. Halklar kadar artık devletler düzeyinde de böyle talepler oluşmaya başladı. Bu beklenti Çin'e yönelik olarak gelişiyor. "Çin müdahale etse çözüm olabilir mi?” düşüncesi var. Ama bunu kestirmek güç. Ancak Çin’in Orta Doğu’ya yönelik ekonomik, siyasi ve askerî politikalarında bir değişim söz konusu. O yüzden Çin’in Orta Doğu’ya olumlu ve olumsuz anlamda etkileyecek neler yapabileceğini önümüzdeki yıllarda göreceğiz.