Rusya’nın Kazan kentinde düzenlenen BRICS’in yankıları sürüyor. BRICS tam olarak nasıl bir oluşum ve neyi temsil ediyor?
BRICS ülkeleri (Rusya, Çin, Güney Afrika, Hindistan ve Brezilya) yeni, çok merkezli ve daha adil bir dünya düzeni arayışı yolunda temel bir dayanak olmayı hedefliyor. Batı karşıtı bir blok oldukları kimi çevrelerce söyleniyor ama değiller. Sadece reformist talepleri olan bir grup. Aslına bakarsanız BRICS ilk olarak 2006 yılında IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kurumlarındaki yerleşmiş yapıyı değiştirmek ve gelişmekte olan ekonomilere daha fazla “temsil ve söz hakkı verilmesini sağlamak” amacıyla ortaya çıktı ve 16 Haziran 2009 tarihinde kuruldu. Bu oluşumun meydana gelmesinde en büyük katkı, hiç şüphesiz o dönemde Rusya’ya ait.
BRICS üyesi ülkeler neyi eleştiriyor?
ABD’nin tek taraflı siyasi politikasını ve hegemonyacılığını eleştiriyorlar. Daha sonra bu üye ülkelerin dolar hegemonyasına karşı durdukları ortaya çıktı. BRICS üyesi ülkeler ticaret, enerji ve teknoloji alanında daha adil bir dünya için mücadele ediyorlar ve adil olmayan devlet yöneticileri tutumlarının karşısında duruyorlar.
Global Güney ülkelerinin son dönemde BRICS üyesi ülkelere yeşil ışık yaktığını görüyoruz. Bu gelişmeye dair neler söylersiniz?
Zaten bu organizasyon, 2009’da kurulmasından bu yana Global Güney’de ticaret alanında iş birliğine odaklanıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Mısır ve Etiyopya’nın da bu oluşuma dâhil olması kritik bir eşik olarak nitelendirilebilir. BRICS’in içerisinde Afrika, Latin Amerika, Orta Doğu ve Doğu Asya’dan ülkeler barındırması; yakın gelecekte kıtalararası serbest ticaret anlaşmalarının oluşturulacağı konusunda güçlü bir izlenim yaratıyor.
Nasıl bir ticaret modeli oluşturulabilir?
Önümüzde iki önemli global ticaret entegrasyonu modeli var. Birincisi; Doğu Asya ve ASEAN merkezli RCEP örneğini verebilirim. Asya-Pasifik ülkeleri arasında imzalanan ve dünyanın en kapsamlı serbest ticaret anlaşması olarak bilinen Doğu Asya’da olduğu gibi Batı Asya’da da Kapsamlı Bölgesel Ekonomik Ortaklık modeli oluşturulabilir. BRICS’e üye ülkelerin esas amacı Global Güney iş birliği. Bölgelerarası ekonomik entegrasyon ve kıtalar arası serbest ticaret anlaşmaları ile BRICS’in geliştirilmesi mümkün. BRICS’in potansiyeli düşünüldüğünde uzun dönemde AB örneğinde olduğu gibi daha kapsamlı bir kurumsallaşma sürecine yönelebilir. İkincisi; Latin Amerika merkezli APEC (Asya Pasifik Ekonomik İş Birliği) modeli. Bildiğiniz üzere APEC, Büyük Okyanus kıyısındaki 21 ülkenin katıldığı, dünya ekonomisinin %60’ını temsil eden ve bölgesel ekonomi, iş birliği, ticaret ve yatırım konularının paylaşıldığı uluslararası bir örgüt. Mevcut iki global ticaret entegrasyonu modeli beraber değerlendirildiğinde kesişim kümesinde genişleyen Doğu Asya bölgesinin olduğu görülüyor. BRICS ise global ticarette yer alan diğer hayati bir boşluğu dolduruyor. Orta Doğu ve Körfez merkezli olan BRICS’in Doğu Asya ve Batı Asya arasındaki ticareti ve etkilişimi geliştirme gücü bulunuyor. Sonrasında bu iki bölge arasında yoğunlaşan etkileşimin uluslararası sistemde potansiyel olarak önemli bir değişim yaratacağını varsaymak mümkün.
“Dünya birlikteliklere dayalı, yeni çok kutuplu sisteme doğru evriliyor”
BRICS’in jeopolitik önemi göz ardı edilemez değil mi?
Elbette. BRICS’in önemi her geçen gün artıyor. Yükselen güçler arasında stratejik birliktelik; bölgeler arası bağlantısallığın artırılması ve özellikle Doğu ile Batı Asya arasında daha güçlü stratejik iş birliğinin desteklenmesi açısından son derece önemli. BRICS’in gelişimi; dünyanın ittifaklara değil, birlikteliklere dayalı yeni çok kutuplu sisteme doğru evrildiğinin önemli bir göstergesi. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Bazıları tarafından BRICS Soğuk Savaş’ta dönemindeki bağlantısızlık hareketine benzetiliyor. Bana kalırsa tam tersi bir durum söz konusu. Global Güney ülkeleri bağlantısızlık değil, bağlantısallığın artırılmasını istiyorlar. Yeni trend bağlantısızlık değil, tarafsızlık… Tarafsızlığın ABD-Çin jeopolitik rekabetinde güçlenen yeni anlamı aslında “çok taraflılık” BRICS, global çok taraflı ekonomik iş birliği ve globalleşmenin desteklenmesi yoluyla yükselen güçlerin yeni ekonomik kimlik ve stratejik özerklik arayışlarına karşılık geliyor.
BRICS’ın bu yılki zirvesinin ana gündeminde ne vardı?
Bu sene özel olarak BRICS ülkelerinin kendi aralarında bir ödeme sistemi geliştirmesi vardı. Bunun dışında çok kutupluluğun desteklenmesi ve global yönetişim reformunda BRICS’in liderliği konusu her zaman ana gündem maddesi. Ayrıca bu sene de anlaşıldı ki; çok taraflı ekonomik kalkınmada Çin’in öncülüğünün Global Güney’den destek görmesi, BRICS’in gelişimine yön veriyor. Çin, ekonomik kalkınma konusunda edindiği başarılı deneyimi BRICS aracılığıyla global düzeye taşımak istiyor.
Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkeler arasında ciddi fikir ayrılıkları söz konusu mu?
Çok derin bir fikir ayrılığı yok. Rusya eskisi gibi sert bir söylem kullanmıyor. Çin ve Hindistan’ın reformist ve birbirleriyle paralellik gösteren yaklaşımları da aşikâr. Bretton Woods sisteminin değiştirilmesi konusunda da hemfikirler. Ana gündem maddeleri ise hiç şüphesiz ticaret ve enerji. Çin’in Körfez ülkeleriyle yürüttüğü serbest ticaret anlaşmaları da BRICS’in geleceği açısından önemli. Bu sene yayımlanan BRICS deklerasyonunda serbest ticaret bölgelerinin oluşturulması üzerinde özellikle duruldu. Geçen sene Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran gibi üç tane önemli ülkenin üyelikleri sonrası “Enerji kulübüne mi dönüşüyor?” sorusu gündeme gelmişti. Ancak bu sene yapılan “yeşil dönüşüm” vurgusu önemliydi.
Gelecekte “yeşil dönüşüm” üzerine daha çok konuşacağız gibi duruyor...
Çin’in öncülüğünde hızlandırılan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması ve yeşil teknolojilerin özellikle kullanımının arttırılması konusundaki girişimlerin yine aynı şekilde global güney ülkeleri tarafından destek görmesi, keza Körfez ülkeleri tarafından da destek görmesi bu süreci enerji gündeminin de gelişmesini hızlandıran bir faktör olarak ortaya çıkarıyor. Burada Afrika’daki mineral ortaklığı meselesine de dikkat çekmek önemli. Bu sene en çok öne çıkan gündem maddesi ise finansal reform meselesi oldu. Dijital ödeme sistemlerinin, alternatif dijital ödeme sistemlerinin ete kemiğe büründürülmesinden bahsediyorum.
Buna “Dolar dışında yeni ödeme sistemlerini nasıl geliştirebiliriz?” yaklaşımı diyebiliriz. Burada Rusya ve İran’ın talepleri çok önemli. Çünkü bu üleker yaptırımlar altındalar. Çin ve Hindistan’ın bu konuda hazırlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Bu iki ülkenin dijital sistemler konusunda yaptığı atılımlar ortada. Dijital ödeme sistemlerine dair bugünlerde Çin ve Tayland arasında önemli anlaşmalar yapıldığını da görüyoruz. Endonezya da bu konuda çok istekli. Doğu Asya’daki dijitalleşme meselesinin Çin öncülüğüne yayıldığını da ifade edebiliriz.
“Joe Biden, Çin ile girdiği rekabette başarılı olamadı”
Zirve sonucunda ortaya çıkan deklarasyonda yapay zekâ merkezi kurulma kararı alınmasını da bu dijitalleşme hamlesinin içinde mi değerlendirmek gerekiyor?
Bu çok önemli bir gelişme. Çin, Global Güney ülkelerine yapay zekâ kapasitesinin artırılması konusunda destek vermeye hazır olduğunu vurguluyor. Çin ve Hindistan’ın bu konuda başı çekeceği söylenebilir. BM toplantılarında ABD’nin yapay zekâ ile ilgili önerilerine Çin ve Hindistan’ın neden karşı çıktığı da Kazan’da çok net anlaşıldı. Öte yandan siyasi açıdan önem taşıyan Çin ve Hindistan arasındaki sınır anlaşmazlıklarının çözüme kavuşturulması konusunda zirvede verilen mesaj, iki ülke arasında yakınlaşma sinyalleri veriyor.
Çin demişken… Donald Trump’ın ikinci kez ABD Başkanı seçilmesi sonrası Çin ve Hindistan’a karşı tutumunun ne olacağı da merak ediliyor…
Evet. Pek çok kimse haklı olarak Trump’ın nasıl bir değişime gideceğini merak ediyor. Ben de Çin’in Trump’a karşı nasıl cevaplar üreteceğini soruyorum. Çin’in bu konuda hazırlıklı olduğu anlaşılıyor. Çin, Hindistan’la yumuşamaya ve iş birliğine giderek ilk adımı attı. Keza Çin’in Japonya ve Latin Amerika ülkeleriyle de sıcak ilişkiler kurduğunu görüyoruz. Bildiğimiz üzere Çin’in Peru’nun Pasifik Okyanusu sahilindeki Chancay şehrinde inşa ettiği mega liman, Asya ile Güney Amerika arasındaki kurduğu yeni bağlantıyla Pasifik ticaretini yeniden şekillendirme potansiyeline sahip bulunuyor. Çin, Trump’ın Vietnam ile iş birliğini artırma amacına karşın Kamboçya ile iş birliği yapmaya başladı. Trump yönetimi ise Doğu Asya ve Pasifik’te Çin’e yönelik baskılarını artırmak isteyecektir. Bana sorarsanız ABD, Çin’den önce Rusya ve Avrupa ile ilişkilerinin seyrini belirlemeli. ABD dış politikası için en önemli şey; Çin ve Rusya arasındaki dengeli ilişkilerin sürmesidir. Joe Biden yönetimi bu saydıklarımın yanı sıra altyapı ve kalkınma girişimleri konusunda da Çin ile girdiği rekabette başarılı olamadı. Trump’a bu noktada büyük görev düşüyor. Son dönemde Amerika’nın Afrika ile olan ticaret payındaki yarı yarıya düşüş de bir hayli dikkat çekiyor. Barack Obama sonrası bütün dünya ülkeleri ticaret için Afrika’ya yöneldi ama ABD, Afrika’dan çıktı. ABD askeri de çıktı. ABD’nin küresel güneyi kaybettiği çok net ortada.
“BRICS+ yeni ortaklık modeliyle çok taraflılık güçleniyor”
BRICS+ dediğimiz bir mekanizma da kuruldu. Burada 13 ülke yeni ortak olarak BRICS’e alındı. Yeni ülkelerin de alınması olası…
BRICS+, Şanghay İş Birliği gibi diyalog odaklı bir oluşum. BRICS+’da Endonezya, Malezya, Tayland ve Vietnam var. Cezayir, Uganda ve Nijerya’ya da ortaklık teklif edildiği söyleniyor. Ayrıca Türkiye, Belarus, Kazakistan ve Özbekisrtan’ın da oluşuma girmesi bekleniyor. Bu gelişmeler BRICS’in Batı ile Doğu arasındaki bölgesel ticaret entegrasyonunu sağlama yolunda ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. BRICS’e üye olan ülkeler ABD-Çin arasında süren rekabete mesafeli durmak istiyorlar. Her şartta ve her koşulda çok taraflılık önceleniyor
Çok taraflılık tam olarak nedir hocam?
Çok taraflılık, genellikle ortak bir hedef peşinde birden fazla ülke arasında iş birliği olarak tanımlanır ve buna sivil toplum veya özel sektör gibi diğer taraflar da dâhil olabilir. Ekonomik ve ticari iş birlikleri önceliktir. Bu kavramla siyasi istikrarsızlıklara karşı da daha korunaklı ilişkilerin yürütülebilmesi amaçlanır. Çok taraflılığın global ekonomiye sağladığı faydalaların yanında asimetrik karşılıklı bağımlılıklarda (iki taraflı ilişkilere göre) zayıf olan taraflar daha avantajlı konumda olurlar.
BRICS ve Türkiye mevzusuna bir parantez açacak olursak…
Eğer Türkiye de BRICS’e dâhil olursa bölgeler arası ticari ve kültürel etkileşimin artması Türkiye’nin lehine olan bir gelişme olarak karşımızda duruyor. Türkiye bu oluşumda yer edinebilirse global ticaret entegrasyonunda önemli aktörlerden birisi hâline gelebilir. Takdir ederseniz BRICS, ticaretin çeşitlendirilmesi ve hacminin arttırılmasını sağlayacak ve stratejik erişimi artırabilecek bir özellik taşıyor. Bir diğer önemli husus ise risk paylaşım meselesi. Hem ekonomik hem de güvenlik açısından önemli. Bilhassa Global Güney ülkelerinin finansal kırılganlıklarının azaltılması, ulusal dirençlerini kazanmaları Türkiye’nin elini güçlendirecek gelişmeler arasında yer alıyor. Uluslararası arenada tarafsız durmaya çalışan Türkiye’nin BRICS’e olumlu katkı sağlayacağı da su götürmez bir gerçek.
“Dünya’nın 5’ten büyük olduğunu her geçen gün daha iyi anlayacağız"
Türkiye’nin 16. BRICS Zirvesi için Tataristan'ın başkenti Kazan’a davet edilmesi heyecan yaratmıştı. Hindistan'ın, Türkiye'nin BRICS üyeliğine engel olduğu iddiası kamuoyuna yansıdı ancak İletişim Başkanlığı bu haberleri yalanladı. NATO veya AB ülkeleri, Türkiye'nin BRICS’e üye olmasından rahatsızlık duyabilir mi?
Türkiye’nin iç kamuoyunda BRICS üyeliği konusunda kararlı bir duruş sergilemesi çok önemliydi. Basına yansıdığı gibi Hindistan’ın, Türkiye’nin BRICS üyesi olmasından rahatsız olacağını hiç düşünmüyorum. Genel olarak BRICS’in genişleme politikası burada belirleyici olacaktır. Çünkü çok fazla üyelik talebi söz konusu. Türkiye’nin üyelik talebinin hem Rusya hem de Çin tarafından desteklendiğini düşünüyorum. NATO ve AB ülkeleri, BRICS’e üye olup olmama konusunda Türkiye’ye hiçbir şekilde yön veremez. Bu da unutulmasın. Türkiye'nin özellikle Doğu Asya ile entegrasyonunu engelleme çabası içerisinde olanların tuzağına düşülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı tutumu ve dillendirdiği bir politik doktrin olan, “Dünya 5'ten büyüktür” cümlesinin önemini her geçen gün daha iyi anlayacağız.
BRICS’de ABD ve Çin arasındaki rekabetin nereye varacağı da gündeme geliyor…
Bir önceki ABD Başkanı Joe Biden, Global Batı (Avrupa ve ABD) ve Global Doğu (Rusya ve Çin) oluşmasını önermişti. Global Güney için ise Hindistan merkezli bir oluşum düşünüldü. Biden döneminde bu politika tutmadı. Bu noktada ABD Başkanı Donald Trump’ın belirleyeceği politikalar önem arz ediyor. Doğu ve Batı Asya arasında büyük güçler arasında dengeli iş birliğinin sürdürülmesi konusunda BRICS’ın önemini önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz.
BRICS’e üye ülkelerin kimi zaman güç savaşı yaşaması normal midir?
Yaşamamaları gerekir. Çünkü bu oluşumda ekonominin ve çok taraflılığının geliştirilmesi amaçlanıyor. Ayrıca muhtemel çatışma ihtimallerini ortadan kaldırmak ana amaç.
Çatışma demişken İran’ın ardından Suudi Arabistan da BRICS'e katılacağını ilan etti. Ancak Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman, Kazan’da gerçekleşen zirveye katılmadı. Bunu nasıl yorumlamalı?
Kimi çevreler Suudi Arabistan’ın BRICS’e katılmaktan vazgeçeceğini bile öne sürdü. Ancak şu unutulmasın; Suudi Arabistan’ın BRICS'e resmî üyelik süreci tamamlanmadı. Bu oluşuma katılmaktan vazgeçeceklerini hiç zannetmiyorum. Körfez merkezli bir oluşumda onların olmaması düşünülemez. Çin yaptığı açıklama ile Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik ilişkilerin sürdüğünü de duyurarak pek çok soru işaretini giderdi. Bu açıdan Suudi Arabistan ve İran’ın ortak askerî tatbikat kararı ve vizyon 2030 hedefleri de göz ardı edilmemeli. Ayrıca Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, İsrail’in Gazze'deki eylemlerini “soykırım” olarak tanımlayıp kınaması ise bir diğer kayda değer gelişme. Petrol sermayesinin yavaş yavaş Doğu Asya’ya kaydığı artık gün gibi ortada.
“Trump’ın felsefesi: Güç yoluyla barış”
ABD bu noktada nasıl bir tutum sergileyecek? Diğer ülkelerle ilişkilerini nasıl ilerletecek?
ABD’nin çok uzun zamandır Orta Doğu’da ulaşmaya çalıştığı ana amaçlardan biri İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşmasını sağlamak. Trump’ın ilk döneminde Arap-İsrail normalleşmesine ilişkin İbrahim Anlaşmaları da imzalanmıştı. Ama ilişkiler henüz sağlıklı bir zemine oturmadı. İsrail-Filistin çatışmaları sona ermediği sürece Arap devletlerinin, İsrail ve ABD arasında istikrarlı bir ilişki kurulabilmesi mümkün görünmüyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın da ana gündem maddesi bu olacak.
Trump’ın yeni kabinesinde siyonistler ve evanjelistler ağırlıkta. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
2050 projeksiyonunda Çin’in yanı sıra Hindistan da ABD’yi geçiyor. Çin, Hindistan ve Endonezya… Üçü de Global Güney. Bu üç ülke 2060 yılında dünya ticaretinin yarısını elinde tutacak. Velhasıl Trump, ABD’nin güç kaybettiğinin farkında. 30 yıl sonra ABD’nin artık “süper güç” olmayacağını biliyor. Bu sebeple de “America First” kavramını ön planda tutuyor.
“America First” tam olarak nedir?
Trump’ın “America First” söylemi sanırım biraz yanlış anlaşılıyor. “America First” söylemini ABD’nin dünyayla ilişkilerini sona erdirmesi olarak anlamak hatalı olur. Burada öncelikle verilmek istenen mesaj, ABD’nin ülkesel koşullarının iyileştirilmesi. Malum Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında ortaya çıkan en önemli fark, önceliklerin belirlenmesi konusunda ortaya çıkıyor. Demokratlar, global koalisyonun güçlendirilmesi taraftarıyken Cumhuriyetçiler, ekonomik sorunların çözümü başta olmak üzere içe dönük bir yaklaşımı savunuyor. Trump’ın “America First” söylemi Demokratların küreselci yaklaşımlarına bir tepki. Fakat şurası da açık; Trump’ın tamamen içe kapanan bir tutum sergileyeceğini zannetmek büyük hata olur. Özellikle dış politikada öncelikler açısından daha dengeli bir yaklaşım arayışı var. “Güç yoluyla barış” söylemi bunun göstergesi.
20-30 yıl içerisinde ABD’nin artık “süper güç” olmaması, bir hayli iddialı bir söylem. Bunu biraz açar mısınız?
Daha önce de belirttiğim gibi tüm göstergeler bunu söylüyor. Buradan bir savaş beklediğim yorumu çıkarılmamalı. ABD ve Çin arasında konvansiyonel bir savaş olmaz. Günümüzde hibrit savaşlar belirleyici oluyor zaten. Bölgesel savaşların yaşandığını da görüyoruz. Çin ile Vietnam arasında veya Çin ile Tayvan arasında bir çatışma potansiyelinden ve bu çatışmanın ABD’ye olası etkilerinden bahsedilebilir. Fakat Tayvan ile ekonomik entegrasyonu önceleyen Çin, bu gerilimi yaşamak istemeyecektir.
“Yapay zekâ devletlerin kurumsal ve kökleşmiş yapılarını değiştirmeye başladı”
Yapay zekâ merkezli yeni bir dünya düzeni oluşturulmak istendiği, her geçen gün daha yüksek sesle konuşuluyor. Buna dair ne söylemek istersiniz?
Elbette, yapay zekâya en çok yatırım yapan ülkeler listesindeki ilk üç ülke; ABD, Çin ve Birleşik Krallık’tı, Türkiye ise bu listede 20’nci sırada yer alıyor. Yapay zekâ merkezli düzenin oluşumu konusundaki beklentiler, devletler dışındaki yeni aktörlerin artan bağımsız konumlarına işaret ediyor. Yani Büyük Teknoloji şirketleri… Önümüzdeki dönemde ABD ve Çin gibi büyük güçler arasında yaşanan jeoteknolojik rekabette bu şirketlerin nasıl tutum benimseyecekleri çok önemli hâle gelecek. Büyük güç mücadelesi hibrit formlar kazanarak devam ederken büyük teknolojinin yapay zeka merkezli yeni düzen düşüncesini desteklemesi çatışma risklerini azaltan önemli bir faktör gibi. Diğer yandan büyük teknolojinin devletlerden bağımsız hareket etme arzusunun uzun dönemde nasıl şekilleneceği şu an için belirsizliğini koruyor.
Yapay zekâ demişken… Elon Musk, Donald Trump'ın en büyük destekçileri arasındaydı ve onun Beyaz Saray'a dönüşü Musk için de zafer anlamına geldi.
Öyle oldu. Elon Musk ve girişimci Vivek Ramaswamy’nin Hükûmet Verimliliği Bakanlığı’nı yönetecek olması dikkat çeken bir gelişme. Yapay zekâ devletlerin kurumsal ve kökleşmiş yapılarını da değiştirmeye başladı. Önümüzdeki dönemde yeni teorik yaklaşımlar göreceğiz. “Büyük dönüşüm” diye tabir ettiğim bu dönemi iyi okumak gerekiyor. “Büyük dönüşüm” aslında bin yıllık bir süreci kapsıyor. Günümüzde artık teknolojik gelişimle beraber devletlerin doğasında önemli bir değişim yaşandığı gözlemlenebiliyor. Doğu Asya merkezli kurulan yeni sistemde hızlı bir dijitalleşme var. Bu da tüm dünyayı derinden etkileme gücüne sahip. Uluslararası sistemin geleceği konusundaki belirsizlikler devam ediyor. Eğer yepay zekâ merkezli ve tekno-kutuplu dünya öngörüsü daha da belirginleşirse Singapur gibi şehir devletlerinin yaygınlaşması ihtimali güçlenir.