}
20 February 2025

Müge Turan: “Snow, sinemanın kalıplarını kıran bir yönetmen”

27 Şubat-2 Mart arasında İstanbul Modern’de deneysel sinemanın öncü isimlerinden Michael Snow’un filmleri gösterime giriyor. “Okyanus Rüyaları: Michael Snow Retrospektifi” adı altında derlenen bu filmleri, küratör Müge Turan ile konuştuk.

Michael Snow, sinema kariyerinde deneysel anlatım biçimlerini sıklıkla kullanan bir yönetmen olarak tanınıyor. Bu retrospektifte yer alan filmlerini izlerken, Snow’un sinemasının temel özelliklerini ve deneysel yaklaşımlarını nasıl değerlendirirsiniz?

Michael Snow, sinemanın geleneksel anlatım kalıplarını kırarak izleyiciyi alışılmışın dışında deneyimlere davet eden bir yönetmen. Deneysel sinema dünyasının öncülerinden biri olarak; filmlerinde kameranın hareketi, zamanın akışı ve mekânın algılanışı üzerine oynar.

Örneğin, “Wavelength” filminde, yaklaşık 45 dakika boyunca tek bir noktaya yapılan yavaş yakınlaştırma, izleyiciyi zaman ve mekân algısını sorgulamaya iter. Snow’un bu tür deneysel yaklaşımları, sinemanın sadece hikâye anlatmakla sınırlı olmadığını, aynı zamanda görsel ve işitsel bir keşif alanı sunduğunu hatırlatır.

Snow’un filmlerinde sıklıkla karşılaştığımız “mekân” kavramı, yönetmenin sinemasında nasıl bir rol oynuyor? Özellikle “The Central Region” ve “Back and Forth” filmlerinde mekânın kullanımı, Snow’un sinemasını nasıl etkiliyor?

Snow’un sinemasında mekân; sadece bir arka plan değil, filmin ana unsurlarından biridir. “The Central Region” filminde, Quebec’te insan izinin olmadığı bir dağın tepesine yerleştirilen kamera, beş gün boyunca çevresini otomatik hareketlerle kaydeder. Bu filmde, mekânın insansız ve yabancı doğası, izleyiciye farklı bir perspektif sunar. Benzer şekilde “Back and Forth” filminde, kamera bir sınıfın içinde sürekli hareket eder, bu da mekânın dinamik ve değişken bir yapıda algılanmasına yol açar. Snow’un mekân kullanımı, izleyicinin mekânla olan ilişkisini yeniden tanımlamasını sağlar.

“Snow’un sineması; onun resim, heykel ve müzik gibi farklı disiplinlerdeki üretimlerinden beslenir”
Michael Snow sadece bir sinemacı değil, aynı zamanda bir sanatkâr. Farklı disiplinlerdeki üretimlerinin sinemasına nasıl bir etkisi oldu? Örneğin, müzik ve görsel sanatlarla olan ilişkisi, filmlerinde nasıl bir farklılık yaratıyor?

Michael Snow’un sineması; onun resim, heykel ve müzik gibi farklı disiplinlerdeki üretimlerinden beslenir. Özellikle görsel sanatlardaki deneysel yaklaşımı, filmlerinde mekân ve perspektif algısını sorgulayan yenilikçi anlatım tekniklerine dönüşür. Filmlerinde ritim ve ses kullanımında yenilikçi yollar dener. Örneğin “The Central Region” filminde, kameranın hareketlerini kontrol eden tonları, filmin ses bandında kullanarak, izleyiciye hem görsel hem de işitsel bir deneyim sunar. Caz sanatçısı olması, bazı filmlerinde, örneğin 1974 yapımı “Rameau’s Nephew’ by Diderot (Thanx to Dennis Young) by Wilma Schoen” ses ve görüntü arasındaki ilişkiyi derinlemesine incelemiştir. Bu dört saatlik deneysel yapımda, geleneksel ses kurgusunun ötesine geçerek, izleyicinin filmdeki sesleri ve diyalogları nasıl algıladığını sorgulayan küçük ses bulmacaları sunar. Snow, bu filmde sesin sadece bir eşlik unsuru olmadığını, aynı zamanda filmin yapısal bir bileşeni olduğunu vurgular. Ayrıca “Puccini Conservato” (2008) adlı filminde, Giacomo Puccini’nin “La Bohème” operasından alınan ses kayıtlarını kullanmıştır.

“Snow’un sinemasında dil; sadece bir anlatım aracı değil, aynı zamanda deneysel bir öğedir”
“Sstoorrty” filmi, dil ve iletişim üzerine düşündürücü bir yapım. Bu filmde Snow’un dil ile olan ilişkisi ve sinemasında dilin kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Sstoorrty” filmi, dilin yapısını ve iletişimdeki rolünü sorgulayan bir film. Snow, bu filmde dilin geleneksel kullanımını bozarak, kelimelerin ve cümlelerin yapısını deforme eder. Bu yaklaşım, izleyicinin dilin anlamını ve iletişimdeki işlevini yeniden değerlendirmesine neden olur. Snow’un sinemasında dil, sadece bir anlatım aracı değil, aynı zamanda deneysel bir öğedir. Bu film, dilin sınırlarını zorlayarak, izleyiciye alışılmışın dışında bir deneyim sunar.

Michael Snow'un filmlerinin Türkiye'de ilk kez bu kadar kapsamlı bir şekilde gösterilmesi, Türk sineması ve izleyicisi için ne gibi anlamlar taşıyor? Bu retrospektifin, Türkiye'deki sinema algısına ve deneysel sinemaya olan katkıları neler olabilir?

Deneysel sinemanın kendine ait bir tarihi ve kültürü var. Türkiye’de deneysel sinemaya dair pek bir iletişim yaşanmıyor. Michael Snow filmlerinin 16mm formatında Türkiye’de ilk kez gösterilecek olması sadece sinema için değil, sanat dünyası için de önemli bir olay; sinema deneyiminin farklı boyutlarını keşfetmek, sinema ile modern sanat arasındaki kaynaşımı görmek açısından…

Bir küratör olarak, Michael Snow'un filmlerini seçerken ve bu retrospektifi oluştururken nelere dikkat ettiniz? İzleyicinin bu filmleri nasıl deneyimlemesini umuyorsunuz?

Bugün, her şeyin dijitalleştiği bir dünyada, sinema salonunun ortasına yerleştirilmiş gürültülü bir makinenin yansıttığı görüntüleri perdede izlemek bambaşka bir deneyim. Çoğu izleyici için belki de hayatlarında ilk kez karşılaşacakları, nadir ve kıymetli bir an. Analog filmlerin kutular içinde buraya getirilmesi, gösterime hazırlanması; bunların hepsi bu özel sinema deneyiminin ayrılmaz bir parçası. Bu retrospektifi oluştururken, izleyicinin yalnızca filmleri değil, aynı zamanda sinemanın fiziksel ve teknik doğasını da deneyimlemesini amaçladık.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...