}
25 April 2025

Hilmi Yavuz: “Muhyiddin ibnü'l-Arabi’ye çok şey borçluyum”

Geçtiğimiz günlerde 89 yaşına giren şair Hilmi Yavuz, ‘Rüya Şiirleri’ adlı kitabıyla gündemde yer alıyor. Modern Türk edebiyatının usta kalemlerinden olan Yavuz ile yeni kitabını, modernleşmenin ülkemiz üzerindeki sonuçlarını, dijitalleşmenin edebiyat üzerindeki etkilerini ve Gazze’yi konuştuk.

PEN Yazarlar Derneği’nin Şiir Ödülü bu yıl size verildi. Bu ödülü layık görülmek size neler hissettirdi?

70 yılı aşkın süredir edebiyat alanında yer alan birisi olarak bu ödüle layık görülmek beni her anlamda onore etti ve içimde tatmin duygusu oluşturdu. İlk şiir kitabımı okuyucularla buluşturduğumda 33 yaşındaydım. O dönem ödül alsaydım daha coşkulu olabilirdim ama nasip! Bir örnek verecek olursak; Ahmet Hamdi Tanpınar yaşadığı esnada hakkında yazılan çok sınırlı sayıda yazı kaleme alınıyordu. Öldükten sonra kendisiyle ilgili çok daha fazla yazı yayımlandığını görüyoruz. Bu sebeple yaşarken edebiyatımın mürüvvetini görmek çok hoş oldu.

“Rüya Şiirleri” kitabınız yaşamın çeşitli unsurlarını tıpkı birer anahtar kelime gibi ele alarak rüya kavramıyla buluşturdu. Kitap, “şenlik”, “yakaza” ve “kâbus” olmak üzere üç ayrı kısımdan oluşurken aşk, edebiyat, sanat, hayat ve hatıraları rüya temasıyla buluşuyor. Ödüle layık görülen bu kitabınızın oluşum hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?

Kitapta yer alan 27 şiirden 20’si rüyalarımın bire bir kitaba aktarılmış halidir. Bu kitapta rüya imgelerini birtakım metaforlarla şiire dönüştürmeye gayret ettim. Rüyalar üzerine uzmanlaşmış olan Sigmund Freud, Aristoteles ve Muhyiddin ibnü'l-Arabi gibi isimlerin izlediği metotların da bana yol gösterdiğini ifade etmek isterim. Netice itibarıyla bu kitap ile okuyucuların haz ve müphem gibi duygularını tetiklemiş olabileceğimi düşünüyorum.

Yazmayı çok fazla tercih etmemenizin özel bir nedeni var mı? Bu tercihinizin arkasında bir düşünsel veya sanatsal yaklaşım var mı?

Açık konuşmak gerekirse velût bir yazar değilim. Bu noktada Yahya Kemal Beyatlı üzerinden bir örnek vermek isterim. Bir zamanlar kendisinin yakın dostu olan Halil Vehbi Eralp, kendisine “Çok seyrek yazıyorsunuz? Gerekçesi nedir?” diye sormuş. O da, “Mısra haysiyetimdir” cevabını vermiş. Ben de Yahya Kemal’in geleneğinden geldiğim için az ama öz yazmayı tercih ediyorum. Hem zaten şairlik zor zanaat.

Çağdaş Türk Şiiri’nin yaşayan birkaç büyük şairinden birisiniz. İzlediğiniz edebi yolun Türk şiiri üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz? Özellikle modern Türk şiirindeki dönüşüm ve yeniliklerde sizin etkileriniz gözlemleniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bugüne kadar içsel arayış, evrensel gerçeklik ve ölümden sonra hayat gibi temalar başta olmak üzere onlarca temayı işledim. En önemlisi hiçbir şiirimi rastgele yazmadım. O sebeple belli bir zümreyi etkilemiş olmam anlaşılabilir. Şair, balığa çıkmış bir balıkçı değildir. Kitleyi, toplumu ve kendisini iyi analiz edebilme yeteneğine sahip ileri görüşlü bir kişidir. Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl Kısakürek, Âsaf Hâlet Çelebi ve Orhan Veli gibi benimde şiirimde kendime has politikalarım oldu. Bu politikalarım, kişilerin bireysel inançlarından, toplumsal durumdan, dönemin siyasi atmosferinden ve edebiyatın rolünden etkilenerek çeşitlenmeyi sürdürüyor.

“Muhyiddin ibnü'l-Arabi’ye çok şey borçluyum”
Tasavvuf, kimi şiirlerinizin köklerini besleyen âb-ı hayât. Zaman Şiirleri, Gizemli Şiirler, Ayna Şiirleri, tabii ki Çöl Şiirleri ve Yol Şiirleri adlı yapıtlarındaki şiirlerinin çoğunun arka planında veya köklerinde tasavvuf var. Şiir tasavvufu taşır, tasavvuf şiiri yoğurur. Bu ilişki bir edebî biçimden öte, bir yaşayış biçimidir öyle değil mi?

Elbette. Tasavvuf ve şiir arasında derin bir ilişki vardır ve tasavvufun temel öğretileri çoğu kez şiir aracılığıyla ifade edilmiştir. Tasavvufta benim şiirlerimde kullandığım önemli kaynaklardan birisi olmuştur. Muhyiddin ibnü'l-Arabi okumak da entelektüel yönden gelişmemi sağlamıştır. Ona çok şey borçluyum. Tasavvuf üzerine Mahmud Erol Kılıç ve Ekrem Demirli’nin çalışmalarını yakından takip edip feyz almayı sürdürüyorum.

Dijitalleşme ve yeni medya araçlarının etkisiyle değişen okur alışkanlıkları ve edebiyatın bu dönüşüme nasıl ayak uydurması gerektiği konusunda ne düşünüyorsunuz?

Dijitalleşme ve yeni medya araçlarının etkisiyle değişen okur alışkanlıkları, edebiyatın geleceği üzerinde büyük bir etki yapmaktadır. Benim yapay zekâ, X ve Whatsapp gibi platformlarla hiçbir ilgim yok. Sadece Facebook ve aktif olarak kullandığım mail adresim var. Sosyal medyanın etkisiyle toplum değişirken ben her zaman kendim olmaya çalıştım. Özümü muhafaza etme gayretindeyim.

Tanzimat dönemi ve sonrasındaki modernleşme sürecine dair de derin bir eleştirel bakış açısına sahip olduğunuz biliniyor. Bu hususa dair neler söylersiniz?

Tanzimat ülkemizde her zaman büyük anlatılar üzerinden okundu. Hukuk, eğitim, sağlık vb. gibi… Bireylerin hayatında ne yönden bir değişikliğe sebebiyet verdiği ise bilinmiyor. Mikro ölçekte sosyolojik araştırma yapılmalı diye düşünüyorum. Mesela Fransızca konuşmak neden modernleşme unsuru olarak hafızalarda yer etmiş? Neden sokak köpekleri eve alınmaya başlandı? Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ‘Şık’ adlı romanını okursanız her şey çok iyi anlayabilirsiniz aslında.

“Biz Batılı olamayız ki, geçmişimiz buna izin vermez”

Türkiye’nin aidiyet ve mensubiyet konusu, özellikle doğu ile batı arasındaki ilişkiler açısından karmaşık ve çok katmanlı bir mesele olarak öne çıkıyor öyle değil mi?

Öyle. Tanzimat dönemine kadar İslam medeniyetine aidiyeti olan bir toplumduk. Tanzimat sonrası başka bir medeniyete intisap ettik. Yani Batı medeniyetine! Ama biz Batılı olamayız ki? Buna geçmişimiz izin vermez! Onların da bize bakışları malum zaten. Günümüzde iki medeniyeti bir arada yürütmeye çalışıyoruz. Bu durum gündelik yaşama olduğu kadar edebiyatımıza da yansıyor.

Bu noktada siz kimlerden besleniyorsunuz?

Yunus Emre, Şeyh Galip, Bâkî ve Karacaoğlan’ın yanı sıra William Shakespeare, Rainer Maria Rilke ve Stéphane Mallarmé’dan besleniyorum. Birbirinden zıt olan bu sanatçıları takip edip onları yorumlamak az öncede bahsettiğim üzere benim şiir politikamın özünü oluşturuyor.

Az önce modernleşme sürecine değindik… Modernite, sanayileşme, şehirleşme, bireyselleşme ve teknolojinin ilerlemesi gibi dinamiklerle şekillenen bir dönem. Ancak bu süreç, bireylerin toplumsal bağlardan kopmasına, yalnızlık ve yabancılaşma gibi psikolojik ve sosyo-kültürel sorunların artmasına yol açtı. Modern bireyin yalnızlık hissiyle başa çıkma biçimleri hakkında nasıl bir bakış açısına sahipsiniz?

Modern bireyin yalnızlıkla kolay kolay başa çıkabileceğini düşünmüyorum. Çünkü onlar artık kendine bile yabancı! Yalnızlık onların değişmeyen bir alın yazısı. O sebeple yalnızlığı aşmak gibi bir çabaya girilmesini de gereksiz bulanlardanım. Çünkü kendisini ‘modern’ olarak tanımlayan milyonlarca insan daha apartmanında oturan kişileri tanımıyor.

“Yalnızlığın panzehrinin mahalle olduğunu düşünüyorum”

Güzel bir noktaya değindiniz. Siz 40 yılı aşkın süredir İstanbul’un hem geleneksel hem de modern yüzünü taşıyan bir mahalle olan Gümüşsuyu semtinde ikamet ediyorsunuz. Burada mahalle kültürünün değerleri unutulmamış olsa gerek?

Komşularımı, bakkalımı ve postacımı tanıyorum. Burada çok az ‘başkası’ ve ‘öteki’ var. Gümüşsuyu, İstanbul’da yaşanan değişim ve dönüşümden çok az oranda etkilendi diyebilirim. Her sabah yeni güne başladığımda “Ne efsunkâr imişsin âh ey Gümüşsuyu…” diye mırıldanarak ne kadar şanslı olduğumu hatırlıyorum. Bu noktada yalnızlığın panzehrinin mahalle olduğunu da net bir şekilde görüyorum.

Mahallede ‘öteki’ olmadığından bahsettiniz. Ötekisizlik, toplumsal barışın, eşitliğin, kültürel çeşitliliğin ve bireysel hakların teminatıdır öyle değil mi?

Benim kimseyi ötekileştirmeye ihtiyacım yok zaten. Hayata; “Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için canımı bile veririm” diyen yazar Evelyn Beatrice Hall ile aynı noktadan bakıyorum. Artık ülkemizde ötekileştirme olmadığını görüyorum bu da beni mutlu ediyor. Ülkemizde İslami eğilimlere sahip siyasi hareketlerin baskılanmaya çalışıldığı 28 Şubat Süreci ve ona benzer günler artık yaşamıyoruz. O sebeple Allah’a şükürler olsun diyorum. Başörtülü kardeşlerimiz de özgür minibüse eteğiyle binen kızlarımız da…

Ülkemiz geçmişte kamuoyunu meşgul eden pek çok sorunu aştı ancak Gazze’de yaşanan soykırım ve kimliksizleştirme süreci bitmek bilmiyor. Geniş zamanlı okumalar yapabilen bir yazar olarak Gazze’de yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Müslümanlara karşı sistemi olarak uygulanan soykırımların Srebrenitsa katliamı ile başladığını söylemek mümkün. İsrail’in Filistin’e karşı soykırım da bunların sonuncusu. 2023’ten bu yana Filistin’de 50 binden fazla Müslümanın yaşamdan koparılması kadar acı bir şey olamaz.

Dünyanın kötüye gitmesi şiire engel olamaz elbette. Şiir, tam da bu tür zorluklar, acılar ve karmaşalar karşısında doğar ve güçlenir. Bu noktada sizin yeni çalışmalarınız olacak mı?

Olacak. Zihnimi bir an olsun boş bırakmamaya özen gösteriyorum. Edebiyat, tarih, felsefe ve sosyoloji üzerine yaptığım okumalardan notlar mevcut. Adını ‘Parçalı Yazılar’ koymayı planladığım yeni kitabım bu yıl yayınlanacak ve 150 sayfa civarında olacak. Benimle yapılmış mülakatlarda yer alacak. Allah ömür verirse de 3-4 yıl sonra yeni bir şiir kitabı okuyucularıma sunmak istiyorum.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...