“Memories” adını verdiğiniz serginiz İstanbul’da sanatseverlerle buluştu. Serginin içeriğine dair neler söylersiniz?
Geçmiş dönemlerden filtrelenmiş örnekler sunarak izleyicileri; çatışmaların, fikir birliğinin ve toplumun farklı kesimlerinden gelen hikâyelerin örtüştüğü bir arenaya götürmeyi arzuladım. Esas itibarıyla “öteki” diye bir kavramın olmadığını, iyisi veya kötüsüyle yeryüzündeki insanların birbirine benzer hikâyeler yaşadığını sanatseverlere hatırlatmayı amaç edindim. Ötekisizlik deryasında kulaç attıkça insani ilişkilerimizin geliştiğini de göreceğiz. Ayrıca sergide yer alan ve eski gibi gözüken bu aile albümleri bir yandan da zamansızlığı ve hiçliği temsil ediyor.
Sergide yer verdiğiniz eserler dönemin ruhuna ışık tutuyor. Kadınları daha fazla ön planda tutmanızın özel bir sebebi var mı?
Eserlerimde ve fotoğraflarımda ışık ve kompozisyonun yanı sıra kadınlara da fazlasıyla önem veriyorum. Bunun nedeni, kadınların günlük hayatta daha aktif rol almalarından kaynaklı. O dönemlerde erkekler politika ile ilgilenip vakitlerini kahvehanede geçiriyorlardı. Kadınlar ise hayatın tüm yükünü sırtlamış bir pozisyondaydı. Çocuklarının eğitimi, ev işleri ve tarım ile kadınlar bizzat ilgileniyordu. Kadınlar ön planda olmayı doğal olarak hak ediyorlar.
“Geçimimi sağlayabilmek için veterinerlik bile yaptım”
1973-1985 yılları arasında Uruguay’da süren sivil-askerî diktatörlük sanat kariyerinizi nasıl etkiledi?
Diktatörlükle birlikte Uruguay’da demokrasi rafa kalktı. Her türlü meslek grubuna mensup insan zor günler geçirdi. Bu süreç sanatımı da ister istemez etkiledi. Üretilen eserlerin halkla buluşması bir hayli zor oldu. O nedenle bu yıllar arasında Arjantin’e gittim. Ailemden uzak yıllar geçirmek beni manen yıprattı. 1986 yılında 3 kızımla birlikte ülkeme geri döndüm. Döndüğümde post-diktatörlükle yönetilen bir ülke gördüm. Bir süre geçimimi sağlayabilmek adına veteriner olarak çalıştım. Daha sonra İsveç’te bulunan Lund Üniversitesi’ne giderek fotoğrafçılık ve iletişim sanatları üzerine eğitim aldım ve fotoğrafçılığı hiç bırakmadım.
Sizin için “seyyah” benzetmesini yapabiliriz öyleyse?
Arjantin, İsveç, Fransa, Belçika, Danimarka, Almanya ve İtalya başta olmak üzere onlarca ülkeyi gezdim. Medya dünyasında da çalıştım, esnaflık da yaptım. Bu yüzden heybemde normal bir vatandaşın aksine çok fazla hatıra var. Bu gezme hâli fotoğrafa bakış açımı da olumlu yönde geliştirdi. Bu nedenle “seyyah” benzetmenizi kabul edebilirim. Yeni kültürler tanıma, iletişim ağını genişletme, doğa ile bağlantı kurma ve yabancı dil öğrenme fikri her zaman bana cazip gelmiştir.
“Fotoğrafçılık mesleği değer kaybetti”
ABD’li fotoğrafçı Ansel Adams’ın, “Fotoğraf çekilmez, yaratılır” sözünü sanatınıza uyarlamış gibi görünüyorsunuz. Yanılıyor muyum?
Çok doğru, bu sözünü ilk kez duyuyorum ama sanata olan bakışım böyle şekillendi. Bir ağacı veya bir bulutu tek başına çekmeniz bir şey ifade etmez. O ağacı veya bulutu bir başka yan etkenle yakalayıp sanatseverlere sunabilmek esas maharettir. Günümüz insanının önceliği sanatsal doyum olmadığı için yaratıcı fotoğraflar çok sınırlı. Resim dünyasında sanat değeri taşıyan fotoğraflar yok denecek kadar az.
Sanat fotoğraflarına yeteri önemin verilmediğinden dem vurdunuz. Dünya çapında bu his uyuşukluğuna nasıl gelindi sizce?
Dünya insanının büyük bir kısmı, selfie çekmekten öteye gidemeyen bir varlık hâline dönüştü. Sosyal medya platformlarına baktığımızda insanların nasıl bencilleştiğini ve sanatsal çekimlerden uzaklaştığını görebiliriz. Kimse fotoğraf alanında bir mizansen yaratmak için uğraşmıyor. Artık akıllı telefonlar bir iletişim aracı olmaktan öteye geçerek fotoğraf makineleriyle eşdeğer fotoğraflar çekebiliyor. Bu da fotoğrafçılık mesleğinin değerini yitirmesine sebep oldu.
“Gençler sürü psikolojisinden uzak durmalılar”
Bu noktada genç sanatçılara ve sanatçı adaylarına neler tavsiye edersiniz?
Sürü psikolojisinden uzak durmaları ve tekdüze bir yaşam sürmemeleri gerekir. Sürü her daim manipüle edilir. Değerler, büyük anlatılar yüceltilir; şekil, zemin bükülür. Yani sürüyü kurtla korkutarak ve delicesine yargılayarak kendileriyle kalmasında ısrar ederler. Sürü sıcaktır, güvenli görünür ama aydınlanmış insan çok iyi bilir ki aslında böyle değildir. Genç sanatçılar ve sanatçı adayları kalplerinden geçenleri dinledikleri takdirde doğru yolu bulacaklardır. Elbette mesleki eğitimle estetik bakış açılarını ve kültürlenme süreçlerini tamamlamalılar.
Türkiye’de ve dünyada çeşitli üniversitelerde yapay zekâ eğitimi de verilmeye başlandı. Yapay zekânın sanat dünyasına etkileri malumunuz… Yapay zekâ sanatı ve sanatçıları ne yönde etkiledi?
Yapay zekâ sanatçıların yaratım süreçlerini dönüştürdü. Bununla da kalmayıp yeni perspektifler ve bakış açıları sunarak ilham veriyor. Yapay zekâ, sanat yaratımında yenilikçi yöntemler sunarak sanatçıların yaratıcılığını ve düşünce gücünü artırıyor.
İstanbul, Floransa, Roma, Lizbon, Porto, Sevilla, Prag, Barselona, Salzburg, Edinburg, Madrid ve Viyana gibi şehirler sanatçıların esin kaynakları arasında üst sıralarda yer alıyor. Bir süredir İstanbul’da konaklayan bir sanatçı olarak üç imparatorluğa başkent olan İstanbul hakkında izlenimleriniz nedir?
İstanbul’a gelip de hayranlık duymamak elde değil. Doğu ile Batı’yı harikulade birleştiren insana her alanda özgürlük sunan emsali olmayan bir şehir. İstanbul’un her sokağında keşfedilmeyi bekleyen yüzlerce hikâye olduğunu gördüm. Sanat eserlerine konu olacak çok sayıda eser var. Bu şehrin manzarasının güzelliğini çizmek oldukça zor. Buraya yakın zaman içerisinde yeniden geleceğimi rahatlıkla ifade edebilirim.