Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Basketbol Gelişim Merkezi'nde gerçekleştirilen, GENÇFEST "Bir Gençlik Festivali" programında gençlerle kucaklaşması dikkat çekti. Siz de programda ilk olarak bu konuyu işlediniz. Bu kucaklaşma “Z kuşağı tamamen muhalif” yaklaşımını da bir noktada çürütür gibiydi. Ne düşünüyorsunuz?
Ülkemizde gençlerin yüksek oranda muhalif olduklarına yönelik çok sayıda araştırma yapıldığını görmemiz mümkün. 2023 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Seçimleri öncesi de bu konu gündeme gelmişti hatırlarsanız. Kimileri “Z kuşağı iktidarı değiştirecek” bile demişti. Neticede sonuçlar bize anket ile realitenin çok farklı olduğunu göstermişti. GENÇFEST’te Erdoğan’a olan ilgiyi de hakkaniyetli ve iyi okumak gerekir o yüzden.
“Hakkaniyet” demişken… Burada hiç şüphesiz kitle iletişim araçlarına da büyük rol düşüyor. Basın ve kamuoyunun kimi zaman kuşaklara çok anlam yüklediğini görüyoruz. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
“68 kuşağı” ile başlayan tartışmalar günümüzde de bitmiş değil. Özgürlük, hippilik ve marjinal alışkanlıkları sahiplenen bu kuşağın sergilediği benzer tavırları sonraki nesillerde de görmem mümkün. Mesela Gezi Parkı eylemleri sırasında Y kuşağı sokaktaydı. O kuşak için “İktidarı devirecek” deniyordu ama öyle bir şey olmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2013 sonrası kaç seçim kazandığını inanın sayamadım. Burada “kuşak” kavramı üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.
Bir zümrenin aynı kuşaktan olması onların aynı siyasal, toplumsal ve kültürel kimliğe sahip oldukları anlamına gelmiyor. Aynı biyolojik yaşa sahip insanların benzer siyasi tutuma sahip olması düşünülemez. Mesela gençlerin sokak hareketlerine hep ilgi duyduğu söylenir ama ne hikmetse seçimleri hep sağ partiler kazanıyor. Buradan hareketle görünür olmak bir şey ifade etmiyor diyebilirim. Ayrıca kuşak kodlamasının da sosyolojide bir karşılığı yok.
Programda da bahsettiğiniz üzere konu yine dönüp dolaşıp “kültürel hegemonya” kavramına geliyor. Öyle değil mi?
Elbette. Bilhassa Türkiye'de kültürel hegemonya, sürekli mücadele içinde olan, dinamik ve çoğul bir olgu. Günümüz itibarıyla gençlerin okul ortamında, kantinlerde ve etkinliklerde maruz kaldığı diyalogları az çok tahmin etmek mümkün. Öyle ki mevcut ekosistemde muhafazakâr ailelerin çocukları bile olumsuz anlamda dönüşebiliyor. Dijital çağda yaşıyor olmamız da kültürel hegemonyanın sağlıklı ve tarihsel geçmişimize bağlı olarak inşa edilmesini zorlaştırıyor. 2-3 influencer’ın yüzbinlerce genci olumsuz anlamda etkiliyor olması, gerçekten çağımızın en büyük sorunu olarak karşımızda duruyor.
“Türkiye Cumhuriyeti, PKK’yı ezip yok etmiştir”
Kültürel hegemonya ve gençlerin siyasete etkisi konusunu bir kenara bırakacak olursak şu sıralar Türkiye’nin ana gündem maddesi hiç şüphesiz "Terörsüz Türkiye" hedefi. Bu hedef sadece Türkiye için değil, bölge ülkeleri için de önemli bir adım olarak görülüyor.
“Terörsüz Türkiye” hedefinin Trump’ın ikinci kez başkan seçilecek olması ve Suriye Devrimi öngörülerek planlanmış bir proje olduğunu unutmamak gerekiyor. Türkiye, İngiltere’nin IRA ile yaptığı veya Fransa ve İspanya’nın ETA ile yaptığı gibi PKK ile müzakere yapmıyor. Türkiye’nin son yıllarda dünyadaki liderliği, ordusu, polisi, jandarma ve istihbaratının başarılı operasyonları, sanayi alanındaki büyük atılımları neticesinde bu sürece gelinmiştir. Diğer ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti, PKK’yı ezip yok etmiştir. Sınır ötesinde de kıskaca almıştır.
PKK’nın kendisini feshetmesi (yani silahlı faaliyetlerini sona erdirip örgütsel yapısını dağıtması) ihtimali, Türkiye ve bölge için çok boyutlu siyasi, toplumsal ve güvenlik sonuçları doğurabilecek bir gelişme olarak önümüzde duruyor. Öyle değil mi?
Elbette öyle. Nerede ne kadar terörist varsa hepsi ya silah bırakacak ya da kendileri bilecekler. Teröristbaşı Öcalan da bu durumu gördüğü için bu adımı atmak zorunda kaldı. Bildiğiniz üzere PKK dediğimiz terör örgütü, kendisini real sosyalizme dayandırıyordu. O kavramda günümüzde tamamen ortadan kalktı.
PKK’nin fesih bildirisinin kimi çevrelerde tartışma yaratmasına dair fikriniz nedir?
Terör örgütü yayımladığı bildiride elbette, “Türkiye bizi ezdi geçti” demeyecekti. O sebeple üç kuruş etmeyen bu propaganda metnini kaleme aldılar. O sebeple Lozan Anlaşması’nı hedef almalarının üzerinde de çok durmamak gerekir.
“Erdoğan siyasi arenada rasyonel netice almayı biliyor”
Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde, özellikle 2000’li yılların başından itibaren Türkiye'nin dış politikası belirgin şekilde değiştiğini; daha aktif, çok boyutlu ve iddialı bir yapıya büründüğünü görüyoruz. Bu ivme, hem jeopolitik konumun daha stratejik kullanımı hem de Türkiye’nin bölgesel ve küresel ölçekte daha görünür bir aktör olma çabalarıyla şekillendi. Belki de PKK’nın silah bırakma kararı bile bunun bir neticesi olabilir. Siz nasıl yorumlarsınız?
Öncelikle “tarih-politik” ve “değer-politik” kavramlarını iyi bilmek lazım. Bunları bilirsek Türkiye’nin tarihten gelen bir gücü olduğunu da çok iyi anlarız. Erdoğan bu noktada o potansiyeli yıllar sonra harekete geçirmiş bir lider. “Dünya 5’ten büyük” diyen Erdoğan, siyasi arenada rasyonel netice almayı da biliyor. Duygusal ve hamasi işlerle uğraşmıyor. Terör örgütleriyle sonuna kadar mücadele edip masada iş bitirme ustası. Mesela çok fazla kamuoyunda gündeme gelmese de Suriye Devrimi’nin bizim için stratejik bir kazanım olduğunu unutmamak gerekiyor.
Türkiye, dünyada yaşanan krizlerde de “dengeleyici güç” olarak ön plana çıkıyor. Yanılıyor muyum?
Haklısınız. Mesela Ukrayna-Rusya Savaşı sonrası Türkiye üç ay sonra barışı sağlayacaktı ancak dönemin İngiltere Başbakanı Boris Johnson buna engel olmuştu. Bu olay haricinde Türkiye, Suriye, Libya, Afrika ve Türk dünyasında Rusya’nın gücünü kırmayı da başardı. Bütün bunları Rusya ile ilişkiler bozulmadan yaptı. Bu da diplomatik bir başarıdır. 2021 yılında Sudan’da meydana gelen darbe girişiminin püskürtülmesinde de Türkiye etkili olmuştur. Bugün Katar diye bir devlet varsa yine Türkiye sayesinde vardır. İşte bu saydıklarımızdan ötürü ABD Başkanı Donald Trump, Erdoğan’a saygı duyuyor. Türkiye’nin dünyaya istikrar ve barış getirme potansiyeli azımsanmayacak boyutta.
Türkiye, ABD ve bölgedeki diğer ülkelerle iyi ve akılcı ilişkiler kuruyor. Mesela ABD Başkanı Trump ile Erdoğan’ın yakınlığı İsrail’i rahatsız ediyor olsa gerek. Son dönemde Trump ve Netanyahu arasına da bir mesafe girdiği gözleniyor…
Doğru bir gözlem. Hatta Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasındaki mesafe giderek açılıyor. Örneğin ABD ile Hamas arasında esir takası yapılıyor. Netanyahu bunu TV’den öğrendiğini söylüyor. Netanyahu, ABD’nin kendilerine desteğinin kesildiğini net bir şekilde görüyor. Trump, İsrail Başbakanı’na da resmen sırtını dönmüştür. Gelinen noktada geçtiğimiz yıl Trump’a neden suikast girişimi yapıldığını günümüzde yaşananlara baktıktan sonra iyice anlayabiliriz. Netice itibarıyla dünya siyasetinin her an her şeye gebe olduğunu hatırımızdan çıkarmamamız gerekiyor.