Leonardo da Vinci üzerine uluslararası bir üne sahipsiniz. François Rabelais Üniversitesi’nde sanat tarihi doktoru olarak yer alıp, Leonardo Da Vinci üzerine araştırmalarınızı sürdürüyorsunuz. Tüm dünyanın ilgisine mazhar olmuş sanatçı hakkında neler söylersiniz?
Liege Üniversitesi’nde okuduğum dönemde Leonardo da Vinci üzerine tez hazırladım. O günden sonra kendisi benim en çok ilgi duyduğum şahsiyet oldu. ‘Léonard de Vinci à la cour de France’ adlı kitap ile de uzun yıllar süren araştırmalarımı taçlandırdım. Bu çalışmalarım sonrası dünya tarihinde bu denli çok yönlü, zamansız ve renkli bir sanatçı olmadığını rahatlıkla ifade edebilirim. Bundan 100 yıl sonra bile Da Vinci ile ilgili her şeyi bilmemiz mümkün olmayacaktır.
Sanatçının düşünce yapısını anlamak, sırlarını tüm yönleriyle keşfetmek ve kamuoyuyla buluşturmak bir hayli zor öyleyse?
Azim ve sebat gerektiriyor. Da Vinci yaşayıp sanatını icra ederken zamansız bir persona oluşturmuştur. Zekâsı ve öngörü kabiliyetinin yüksek olması da kendisini döneminin sanatçılarından ayırmıştır. Yıllar geçiyor ama ona olan ilgi dünyada hiç azalmıyor. Çünkü tüm çıplaklığıyla kendini ortaya dökmemiş. Kendisi zamansızlık iksirini içmiş bir sanatçıdır.
Günümüz sanatçılarının zamansızlık iksirine ulaşıp ulaşamadığını henüz bilemeyiz. Ancak Leonarda da Vinci, Claude Monet ve Salvador Dali gibi sanatçıların oluşturduğu etkiyi ve kalıcılığı oluşturamayacağı da sıklıkla dünya kamuoyunda tartışılıyor. Bu tartışmaların geçerlilik payı var mı?
Geçmiş dönemde sanat eserleri iletişim araçları gelişmediği için tüketiciler tarafından daha yavaş tüketiliyordu. Hâl böyle olunca bu isimlerin etkisi ve eserleri uzun yıllar sürmüştür. Günümüzde sanat eserleri çabucacık tüketildiği için bu denli kült sanatçıların çıkmasını beklemek doğru değil. Ama her bireyin ürettiği eser özgün ve biriciktir. Sanatçının ruh kattığı bir eserin bilinmeme ve değer bulmama gibi bir risk taşıyacağını düşünmüyorum. Da Vinci, Monet ve Dali’nin döneminde bilgi sınırlıydı ve ulaşmak kolaydı. Bugün bilgi dallanıp budaklandı. Doğruya ve gerçeğe ulaşmak bir hayli güç. Bu gerçeği de es geçemeyiz.
Yoğun çalışmalar sonucunda kaleme aldığınız ‘Léonard de Vinci à la cour de France’ adlı kitabınızdan bahsettiniz. O kitapta hangi konulara ışık tuttunuz?
Leonardo da Vinci ile Fransız kralları arasındaki ilişkiler ve bağlılıklara ışık tutmaya çalıştım. Da Vinci'nin resimleri Fransız hükümdarlarının eline nasıl geçti? Kraliyet emirlerinden mi geliyorlar, İtalyan savaşları sırasında mı ele geçirildiler, o zamanın diğer prestijli koleksiyonerlerinden mi satın alındılar? I. François ve onun halefleri IV. Henri ile XIV. Louis'nin yönetimindeki Fransız kraliyet resim koleksiyonundaki yolculukları neydi? Bu kitapla bu sorulara cevap vermeyi ve böylece İtalyan usta ile Fransa arasındaki ilişkinin tarihinden bir kesiti yeniden canlandırmayı amaçladım.
“Son Akşam Yemeği’ni bombardımandan koruduk rutubete kurban ettik”
Leonarda da Vinci’nin iki başyapıtı olan ‘Mona Lisa’ ve ‘Son Akşam Yemeği’ üzerine neler söylersiniz?
Bu iki eser Da Vinci’nin kapasitesini en üst seviyede yansıttığı için dünyada ön plana çıkmıştır. Sfumato tekniğini kullanan sanatçılar arasında ideale en çok yaklaşan isim olmuştur. Sanatçının ‘Son Akşam Yemeği’ adlı eserindeki havarilerin rahatsızlıklarını ve İsa’nın kim tarafından ihanete uğradığını yansıtış biçimi özgün ve zihinde kalıcıdır. Yalnız şöyle bir şey var: ‘Son Akşam Yemeği’ adlı tablo Milano’da kötü muhafaza edilmiştir. 2. Dünya Savaşı esnasında bombardımandan nasibini almayan eser rutubet dolayısıyla zarar görmüştür. 1726, 1981 ve 1999 yıllarında restore edildi. Gelinen noktada eserin renklerinin canlılığı ortaya çıkmış, okunmayan motifler açılmıştır.
Geçmişten günümüze gelecek olursak… Dijital çağın getirdiği bir diğer yenilik ise, sanatçıların artık yaratıcılıklarını daha özgürce ifade edebilmesi oldu. Geleneksel sanat malzemelerini kullanmakla sınırlı kalmayıp, dijital araçları da kullanarak eserlerini ortaya çıkarabiliyorlar; bu da sanatın daha dinamik ve özgür bir hâle gelmesine katkı sağlıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanattaki dijitalleşme her bireyin ve her sanat kurumunun kabul edeceği bir olgu olarak karşımızda duruyor. Dijital araçları kabullenmemek yel değirmenlerine savaş açmaya benzer. Sonuç alınması neredeyse imkânsızdır. Ayrıca dijital gelişmeler sanatın deneyimlenmesinde ya da sergilenmesinde olumsuz sonuçlar doğurmamış aksine bu alana yeni açılımlar getirmiştir. Dijitalleşme dünyaca ünlü ressamlar Leonardo Da Vinci, Pablo Picasso, Vincent Van Gogh, Frida Kahlo, Albrecht Dürer ve Gustav Klimt üzerine yapılan araştırmaları da kolaylaştırıyor. Bunu da hiçbir sanat tarihçisi, yazar ve düşünür göz ardı etmemeli.
“Sanat eserlerine zarar vermek vandallıktır”
Küresel iklim değişikliğinin günümüz sanatına yansımaları da kaçınılmaz. İklim krizi etkilerini artırdıkça, alınan önlemlerin yetersizliği ayyuka çıkıyor. İklim aktivistleri de konuya dikkat çekmek için sıra dışı yöntemlerle sanat eserlerine saldırılarda bulunuyor. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?
Kimi çevrelerin dünyanın gidişatından rahatsız oluşlarını anlayabilirim. Bir sanat eserinden de rahatsız olabilirler. Ancak gelecek nesillere aktarılması gereken eserlere zarar vermek vandallıktır. Claude Monet’nin “Les Mueles” (Saman Yığınları) serisinde yer alan bir esere patates püresi fırlatılmasının kimseye yararı olmaz. Aktivistler tepkilerini yazılı veya sözlü olarak dile getirirse daha doğru olacaktır.
İklim değişikliğinin yansımaları haricinde Covid-19 salgını sonrası küresel ekonominin bir türlü toparlanamaması da malumunuz. Bu durum ülkelerin sanat faaliyetlerine yönelik ayırdığı bütçeyi de ister istemez etkiliyor. Belçika’da yaşayan birisi olarak oradaki gidişat ne yönde?
Tüm dünyada ekonomik anlamda yaşanan küçülme hiç şüphesiz sanatsal faaliyetleri de etkilemiş durumda. Kültürel mirası koruma arzusu ve sanatsal etkinliklere ayrılan bütçe Belçika’da şu an için iyi durumda değil. Belçika’da sağlık, eğitim ve iklim değişikliği ile mücadele projelerine ayrılan bütçe kültür-sanat etkinliklerine ayrılan bütçeden daha fazla. Belçika’da 2000’li yıllara oranla sanata yapılan yatırımın düştüğünü söyleyebilirim. Tüm dünyada sanata erişim daha uygun seviyelere çekilmeli.
“Son nefesime kadar araştırmalarım sürecek”
25 yılı aşkın süredir sanat tarihi alanında çalışmalar yapıyorsunuz, dünyanın çeşitli ülkelerinde panellere ve Zoom toplantılarına katılıyorsunuz. Mesleğinizdeki temel motivasyon kaynağınız nedir?
Hayatımı sanata verdiğimi söylemeyi sevmiyorum. Onun yerine, “sanat bana hayatımı verdi” demeyi tercih ediyorum. Bu süreçte, “Sanat tespit etmez, olacak olanı sezer” sözü benim en önemli motivasyon kaynağım oldu. Elbette eğitim öğretim hayatımda edindiğim bilgileri akademi dünyasında ve öğrencilerle paylaşmak benim için eşsiz bir haz kaynağı. Son nefesime kadar Leonardo Da Vinci’nin hayatı, İtalyan ve Fransız Rönesans’ı hakkında çalışma yapmayı ve bu çalışmaların neticelerini konuyla ilgili bireyler ve kurumlarla paylaşmayı sürdüreceğim.
Sanatı ve çalışmalarınızı bir kenara bırakacak olursak… Medeniyetlerin, kültürlerin ve çağların kesişme noktası olan İstanbul’a ikinci gelişiniz. İstanbul’a dair zihninizde oluşan hisler nelerdir?
Lale Müzesi’nin bu konferans için beni davet etmesiyle ikinci kez bu eşsiz şehirde bulunma imkânı yakaladım. İstanbul günün her saati fokurdayan ve yorulmak nedir bilmeyen bir şehir. Süleymaniye Camii, Sultanahmet Meydanı, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Çukurcuma ve Galata beni büyüleyen noktalar oldu. Bu şehrin sokaklarındaki gizem ve sırlar her daim merak uyandırıcı ve ilgi çekici. Bu nedenle yine gelmeyi çok istiyorum.